Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Celal Toprak ve The Guardian Gazetesi Baş Editörü Jo Confino’nun konuşmacı olarak katıldığı “Kopenhag Öncesi İklim Değişikliği ve Medyanın Rolü” adlı panelde gazeteciler eleştiri oklarını bu defa kendilerine yöneltti.
Özgür Gürbüz- Gazete Habertürk /21 Kasım 2009 *
Kopenhag’taki kritik iklim toplantısına sayılı günler kala İstanbul’da bir araya gelen gazeteciler, iklim değişikliğini ve medyada bu konuda yer alan haberleri tartıştı. “Gazetelerde her gün bir çevre haberi olmalı” diyen Habertürk Televizyonu’ndan Ahu Özyurt’un moderatörlüğünü yaptığı panel Bölgesel Çevre Merkezi (REC) tarafından organize edildi. Toplantıda konuşan "The Guardian" Gazetesi Baş Editörü Jo Confino ilk olarak iklim değişikliği ya da popüler adıyla küresel ısınma tehlikesine dikkat çekti. Küresel ısınmanın bir Hollywood filmi olmadığını, son anda ortaya çıkan bir kişinin bizleri kurtarmasının beklenmemesi gerektiğini söyleyen Confino, “Sanıldığı gibi güçlü ve kuvvetli değil oldukça kırılgan bir gezegende yaşıyoruz. Çözüm bir tek yerde değil her yerde, küresel politikalarda yatıyor. Ulusal hükümetlerin, iş dünyasının, topluluk ve bireylerin sorunun bir parçası olduğunu anlaması gerekiyor” dedi. “Bir kere ağaçları kestiklerinde, maden kazmaya başladıklarında iş orada biter, gelecek yıl ağaçlar yeniden büyür” diyemezsiniz diyen Confino, Batı toplumunun büyümeye endeksli, şirketlerin kar maksimizasyonuna dayalı anlayışının değiştmesi için zorlanması gerektiği görüşünde.
Uzman çevre muhabiri olmak zor
Confino’dan sonra söz alan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Celal Toprak ise öncelikle Cemiyet olarak yaptıklarını anlattı ve geçmiş iki yılda düzenlenen iki ayrı Küresel Isınma kurultayında elde edilen sonuçları değerlendirdi. Toplantılar sonucunda konu hakkında hala bilgi eksiklikleri olduğunu fark ettiklerini belirten Toprak, bir gazeteciden gelen, “Gazeteciler Ankara-İstanbul arasındaki yolculuklarını uçakla değil de tren ve otobüsle yapsın” önerisini de değerlendireceklerini söyledi. Toplanın tartışma bölümünde ise gazeteciler, özellikle reklâm baskısı nedeniyle şirketlerle ilgili çevre haberlerini yapmakta zorlandıklarını ve çevre konusunda uzmanlaşmanın çoğu zaman mümkün olmadığına değindi. Gazeteciler, Confino’nun çalıştığı The Guardian gazetesinin bir vakfa ait olmasının birçok konuda haber yapmayı kolaylaştıran bir faktör olduğuna dikkat çekerken, Türkiye’de çevre haberlerinin ekonomi servislerine bırakılmasının da bu bölümlerin şirketlere olan yakınlığı nedeniyle doğru bir davranış olmadığını söyledi. REC Türkiye ve Karadeniz Bölgesi Direktörü Sibel Sezer Eralp ise Türkiye'de görev yapan gazetecilere Kopenhag'daki iklim zirvesine katılma çağrısı yaptı.
*orjinal metin
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Another setback on Turkey's nuclear dream
The Akkuyu nuclear power plant tender has been cancelled.
Ozgur Gurbuz / 20 November 2009
Union of Chambers of Turkish Engineers and Architects (TMMOB) had gone to the higher court (State Council) and opposed to the regulation of the nuclear tender. 10 days ago, State Council took a decision in favor of the TMMOB and decided to declare a motion of stay on those 3 articles. Today, TETAS (Turkish Electricity Trade and Contracting Corporation) announced the cancellation at the end of the dispute. They must have seen that the current bid was going no where but to a difficult court battle.
There was a single consortium in the current bid (Atomstroyexport, Inter Rao and Park Teknik from Turkey) which offered a price of 21 cent per kWh, then lowered it to 15 cent per kWh to sell electricity. The price was also found high in Turkey and got many criticisms. I do not think the current government will give up of its nuclear dreams but have a difficult time to change the regulation and find new bidders for the possible new tender. If they insist, there is also a price hurdle, the new offered price must be lower than 15 cent per kWh otherwise the government will have an explanation to the public on why they did not accept the previous bid.
Good news for the anti nuclear activists and the environmentalists, bad news for the government and nuclear supporters. Turkey, one of the sunniest, windiest country of Europe, with lots of energy efficiency and geothermal potential is remain to be a nuclear free state as environmentalists wished and campaigned for a long time.
Ozgur Gurbuz / 20 November 2009
Union of Chambers of Turkish Engineers and Architects (TMMOB) had gone to the higher court (State Council) and opposed to the regulation of the nuclear tender. 10 days ago, State Council took a decision in favor of the TMMOB and decided to declare a motion of stay on those 3 articles. Today, TETAS (Turkish Electricity Trade and Contracting Corporation) announced the cancellation at the end of the dispute. They must have seen that the current bid was going no where but to a difficult court battle.
There was a single consortium in the current bid (Atomstroyexport, Inter Rao and Park Teknik from Turkey) which offered a price of 21 cent per kWh, then lowered it to 15 cent per kWh to sell electricity. The price was also found high in Turkey and got many criticisms. I do not think the current government will give up of its nuclear dreams but have a difficult time to change the regulation and find new bidders for the possible new tender. If they insist, there is also a price hurdle, the new offered price must be lower than 15 cent per kWh otherwise the government will have an explanation to the public on why they did not accept the previous bid.
Good news for the anti nuclear activists and the environmentalists, bad news for the government and nuclear supporters. Turkey, one of the sunniest, windiest country of Europe, with lots of energy efficiency and geothermal potential is remain to be a nuclear free state as environmentalists wished and campaigned for a long time.
Her sabah doğan güneş bana umut veriyor!
Moğollar grubundan tanıdığımız Taner Öngür’ün 60 yaşında müzik dışında yeni bir aşkı daha var; o da güneş enerjisi. Serap Yağız ve Suların Uğultusu’yla birlikte imza attığı son albüm güneşe yazılmış şarkılardan oluşuyor.
Özgür Gürbüz /19 Kasım 2009
Her sabah evinin penceresine koyduğu 9 vatlık küçük güneş paneliyle ürettiği elektriği amplifikatörüne gönderiyor, gitarının tellerine basıyor ve güneş enerjisiyle üretilmiş ilk notalar güneş giren penceresinden İstanbul’un sokaklarına yayılıyor. Güneş enerjisinden nota da üretilebildiği böylece ispatlanmış oluyor. Taner Öngür, o saatlerde çalmaktan büyük mutluluk duyduğunu söylüyor, “param olsa daha büyüğünü alırım” diyor. Anadolu-pop kavramını müzik tarihimize katan, müziği kadar, yıllardır çevreden, müzik piyasasındaki çarpıklıklara kadar birçok konuda verdiği uğraşlarla da tanıdığımız Öngür, şimdi dikkatlerimizi güneşe, kendi tabiriyle “hayatın kaynağına” çekmeye çalışıyor.
“Güneş bizim anamız”
“Çocuklar ilk resim yapmaya başladığında güneşi çizer” diyen Öngür, albüm fikrini, “Biz, nereden geldiğimizi de unutuyoruz, dünya güneşten koptu, soğudu sonra biz olduk. O kadar küstahız ki, onu bile unuttuk. Güneş bizim anamız, yüzyıllardır ışık veriyor, enerji veriyor. Biraz alaycı bakanlar bile, güneş dendiğinde mutlu oluyor. Pozitif bir şey olduğunu da hissettim” sözleriyle özetliyor. Daha önce Serap Yağız ve Suların Uğultusu ile birlikte grubun adını taşıyan ve daha çok geleneksel türkülerin yeniden yorumlandığı başarılı bir albüme imza atan grup bu defa çaktırmadan çevrecilere destek veriyor. Bireysel enerji üretme hakkını müzikle, estetikle birleştirerek yaptıklarını söyleyen Öngür, politik tavırlarını bu albümü yaparak gösterdiklerine inanıyor. Nazım Hikmet’in, “Güneşi İçenlerin Türküsü” adlı şiiri, bu bağlamda çevrecilere marş olacak nitelikte. Diğer şarkıların ardında ise tanınmamış şairler var. Antoloji.com adresinden beğendiği güneş şiirlerinin sahiplerinden izin alan Öngür, tüm parçaların bestecisi. Kendisinin ve Serap Yağız’ın da birer bestesi “Güneş Şarkıları” adlı albümde yer alıyor. Bu da bir başka ilk olsa gerek müzik tarihimiz açısından.
Hayko Cepkin ve Harun Tekin sürprizi
Suların Uğultusu albümünde olduğu gibi bu albümde de sürpriz isimler karşınıza çıkıyor. “Hoş Geldin Güneş” şarkısında Hayko Cepkin ile Yağız birlikte vokal yapıyor. Güneş Dağı adlı şarkının hem düzenlemesi hem de vokalinde Harun Tekin imzası var. Neşet Yılmaz’ın “ney”i, Serçe adlı parçayı albüm içinde başkalaştırıyor. Grubun canlı performansları için çarşamba akşamları Kemancı’ya gidenler özellikle davuldaki performansıyla Fırat Özyavuz dikkat çekiyor. Serap Yağız’ın kendini rahat bırakıp, ellerini kollarını kelebek kanatları gibi serbest bıraktığı anlarda sesi yüreğinize işliyor. İlk albümdeki Mahsus Mahal türküsünün yorumundaki tadı hissediyorsunuz. Güneş şarkısını yolda dinlerseniz adımlarınız hızlanıyor, söylemeden geçmeyelim. Albüm, “Her sabah doğan güneş bana umut veriyor” adlı şarkıyla bitiyor, Nazım’ın “Akın var güneşe akın” sözleriyle de başlıyor aslında...
***
“Anadolu müziğini dejenere etmeye çalışıyoruz”
Anadolu pop kelimesini ilk telaffuz eden benim bu ülkede, Moğollar 1993’te tekrar bir araya geldiğinde Anadolu-pop işlemez Anadolu-rock diyelim dedim; o da dejenere edildi. Şimdi ikisini de öldürüyorum, madem Anadolu müziğini dejenere etmeye çalışıyoruz, şimdi sıra bende (gülüyor). Türküleri bozmadan ama daha sert çalacağız. “Mapushane içinde üç ağaç incir” adlı bir türkü var. “İçinde yıkılsın duvar, kırılsın zincirler gibi sözler” var. Bunu tek bağlamayla yapmak yerine çok sert bir şekilde, o duvarları yıkmaya çalışarak mı yapmalı? Baktık o duyguyu veriyor, o zaman neden olmasın dedik. Moğollar’ın yeni albümü yolda “Geri Sar” adını verdikleri ve uzun bir aradan sonra gruba katılan bir solistle, Emrah Karaca ile hazırladıkları albüm yakında piyasaya çıkıyor. Taner Öngür ve Suların Uğultusu ise Tülay German parçaları üzerinde çalışıyor.
Özgür Gürbüz /19 Kasım 2009
Her sabah evinin penceresine koyduğu 9 vatlık küçük güneş paneliyle ürettiği elektriği amplifikatörüne gönderiyor, gitarının tellerine basıyor ve güneş enerjisiyle üretilmiş ilk notalar güneş giren penceresinden İstanbul’un sokaklarına yayılıyor. Güneş enerjisinden nota da üretilebildiği böylece ispatlanmış oluyor. Taner Öngür, o saatlerde çalmaktan büyük mutluluk duyduğunu söylüyor, “param olsa daha büyüğünü alırım” diyor. Anadolu-pop kavramını müzik tarihimize katan, müziği kadar, yıllardır çevreden, müzik piyasasındaki çarpıklıklara kadar birçok konuda verdiği uğraşlarla da tanıdığımız Öngür, şimdi dikkatlerimizi güneşe, kendi tabiriyle “hayatın kaynağına” çekmeye çalışıyor.
“Güneş bizim anamız”
“Çocuklar ilk resim yapmaya başladığında güneşi çizer” diyen Öngür, albüm fikrini, “Biz, nereden geldiğimizi de unutuyoruz, dünya güneşten koptu, soğudu sonra biz olduk. O kadar küstahız ki, onu bile unuttuk. Güneş bizim anamız, yüzyıllardır ışık veriyor, enerji veriyor. Biraz alaycı bakanlar bile, güneş dendiğinde mutlu oluyor. Pozitif bir şey olduğunu da hissettim” sözleriyle özetliyor. Daha önce Serap Yağız ve Suların Uğultusu ile birlikte grubun adını taşıyan ve daha çok geleneksel türkülerin yeniden yorumlandığı başarılı bir albüme imza atan grup bu defa çaktırmadan çevrecilere destek veriyor. Bireysel enerji üretme hakkını müzikle, estetikle birleştirerek yaptıklarını söyleyen Öngür, politik tavırlarını bu albümü yaparak gösterdiklerine inanıyor. Nazım Hikmet’in, “Güneşi İçenlerin Türküsü” adlı şiiri, bu bağlamda çevrecilere marş olacak nitelikte. Diğer şarkıların ardında ise tanınmamış şairler var. Antoloji.com adresinden beğendiği güneş şiirlerinin sahiplerinden izin alan Öngür, tüm parçaların bestecisi. Kendisinin ve Serap Yağız’ın da birer bestesi “Güneş Şarkıları” adlı albümde yer alıyor. Bu da bir başka ilk olsa gerek müzik tarihimiz açısından.
Hayko Cepkin ve Harun Tekin sürprizi
Suların Uğultusu albümünde olduğu gibi bu albümde de sürpriz isimler karşınıza çıkıyor. “Hoş Geldin Güneş” şarkısında Hayko Cepkin ile Yağız birlikte vokal yapıyor. Güneş Dağı adlı şarkının hem düzenlemesi hem de vokalinde Harun Tekin imzası var. Neşet Yılmaz’ın “ney”i, Serçe adlı parçayı albüm içinde başkalaştırıyor. Grubun canlı performansları için çarşamba akşamları Kemancı’ya gidenler özellikle davuldaki performansıyla Fırat Özyavuz dikkat çekiyor. Serap Yağız’ın kendini rahat bırakıp, ellerini kollarını kelebek kanatları gibi serbest bıraktığı anlarda sesi yüreğinize işliyor. İlk albümdeki Mahsus Mahal türküsünün yorumundaki tadı hissediyorsunuz. Güneş şarkısını yolda dinlerseniz adımlarınız hızlanıyor, söylemeden geçmeyelim. Albüm, “Her sabah doğan güneş bana umut veriyor” adlı şarkıyla bitiyor, Nazım’ın “Akın var güneşe akın” sözleriyle de başlıyor aslında...
***
“Anadolu müziğini dejenere etmeye çalışıyoruz”
Anadolu pop kelimesini ilk telaffuz eden benim bu ülkede, Moğollar 1993’te tekrar bir araya geldiğinde Anadolu-pop işlemez Anadolu-rock diyelim dedim; o da dejenere edildi. Şimdi ikisini de öldürüyorum, madem Anadolu müziğini dejenere etmeye çalışıyoruz, şimdi sıra bende (gülüyor). Türküleri bozmadan ama daha sert çalacağız. “Mapushane içinde üç ağaç incir” adlı bir türkü var. “İçinde yıkılsın duvar, kırılsın zincirler gibi sözler” var. Bunu tek bağlamayla yapmak yerine çok sert bir şekilde, o duvarları yıkmaya çalışarak mı yapmalı? Baktık o duyguyu veriyor, o zaman neden olmasın dedik. Moğollar’ın yeni albümü yolda “Geri Sar” adını verdikleri ve uzun bir aradan sonra gruba katılan bir solistle, Emrah Karaca ile hazırladıkları albüm yakında piyasaya çıkıyor. Taner Öngür ve Suların Uğultusu ise Tülay German parçaları üzerinde çalışıyor.
Greenpeace'in yeni başkanı Mandela'nın yol arkadaşı
Bir bölümü Habertürk'te yayımlanan Gerd Leipold söyleşisi...
Greenpeace’in (Yeşilbarış) yeni başkanı Kumi Naidoo pazartesi göreve başlıyor. Naidoo, Güney Afrika’da ırkçılığa karşı yıllarca mücadele etmiş, 1986’da tutuklandıktan sonra Mandela hapisten çıkana kadar yurtdışında yaşamak zorunda kalmış. Naidoo’ya görevi devreden Leipold, yenilenebilir enerjinin Türkiye gibi ülkelerde büyük istihdam yaratma potansiyeli olduğuna inanıyordu.
Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 17 Kasım 2009 *
Dünyanın en büyük çevre kuruluşlarından Greenpeace Uluslararsı’nın yeni direktörü bugün göreve başlıyor. “Yoksulluğa Karşı Küresel Eylem Çağrısı” hareketinin kurucularından birisi olan Kumi Naidoo, çocukluğunda da Güney Afrika’daki ırkçılığa karşı mücadele etmiş. 1986 yılında tutuklandıktan sonra polis baskısından kurtulmak için bir yıl yeraltına çekilip ülke dışına çıkmak zorunda olan Naidoo, Nelson Mandela'nın hapisten çıkarılmasıyla Güney Afrika'ya dönebilmiş. Oxford Üniversitesi'nden politika doktorası bulunan Greenpeace’in yeni bir numarası Birleşmiş Milletler’e de birçok konuda danışmanlık yaptı. Naidoo’ya görevi devreden ve 2001 yılından beri Greenpeace Uluslararası’nın direktörlüğünü yapan fizikçi Gerd Leipold son İstanbul ziyaretinde Habertürk’ün sorularını yanıtlamıştı.
- Türkiye’de fizik mühendisleri odası dışında mühendis odalarının hepsi nükleere karşı. Bir fizikçi olarak bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fizikle ilgili deneyimim çok çeşitli. Fizik öğrencisiyken, radyoaktiviteyle tanışmaya başlıyorsunuz. Radyoaktivite üzerine çalışırken seni öldürmediyse ona duygusal bakanları aşağılama duygusu içerisinde bile olabiliyorsun. Birçok fizikçi, nükleer enerji sorusunu fizik sorusuna indirgiyor. Toplumu ve teknolojileri dışarıda bırakıyor. Radyoaktiviteye kontrol edilmesi gereken ve kontrol edilebilir bir şey olarak görüyor. Onun 100 ya da 1000 yıl kontrol edilmesiyle ilgili sorularla, insanlık tarihinde hangi toplumun 500 yıl boyunca değişmeden durduğu sorusuyla ilgilenmiyorlar. Böyle çok az topluluk var. Topluluklardaki istikrar bozulduğunda, kontrol sistemleri ve uzmanlar olmadığında ne olacağı sorusuyla ilgilenmiyorlar. Sovyetler Birliği’nde sistem çöktüğünde nükleer tesislerin parası ödenmediği için güvenlik birimlerinden yoksun olduğunu gördüm. Nükleer denizaltıların parasızlık ve ordunun artık orada olmaması nedeniyle deniz kıyısında bırakıldığını gördüm. 1990-1991 yılları arasındaki deneyimimden bahsediyorum. Moskova’da içme suyu analizi yaptığınızda birçok içme suyunda dikkatsizce yönetilmesi yüzünden radyoaktiviteye rastlayabilirsiniz. Nükleer enerji tehlikeli bir teknoloji ve istikrarlı bir topluma ihtiyacı var. Nükleer fizikçiler çoğunlukla bu sorularla ilgilenmez. Bir de nükleer silah sorusu var ki bu benim için en önemlilerinden biri. Kuzey Kore ve İran’ın nükleer programlarına sivil program olarak başladığı söylendi ama sonunda nükleer silaha giden bir yolda ilerliyorlar. Tartışmasız, bugün nükleer enerji isteyen ülkelerin birçoğu nükleer silah istiyor en azından nükleer silahlara ilgili duyuyorlar.
- Türkiye’de mi nükleer silah istiyor?
Bunu değerlendiremem ama 10 yıl önce, İsveç, Almanya ve Hatta İsviçre’nin bile nükleer silahlarla ilgili çalıştığı ortaya çıktı. Barışçıl bir ülke olarak bilinen İsveç de bile. Nükleer teknolojiye sahip olmanın nükleer silah yapmayı kolaylaştırdığını unutamayız. Bir de kirli bomba olayı var. Teröristlerin bugün neler yapabildiğini gördük. Yüksek seviyeli nükleer atıkların bilinen bombalarla, nüfusun yoğun olduğu yerlerde patlatılma olasılığından bahsetmek korku ticareti yapmak değil. Ben nükleer teknolojinin kolaylıkla kontrol edilebilecek bir teknoloji olduğunu düşünmüyorum.
- Enerji (D)evrimi raporunuzda artan tüketime rağmen talebin yenilenebilir enerjiyle karşılanabileceğinizi söylüyorsunuz. Greenpeace tüketim sorunuyla ilgilenmiyor mu?
İklim değişikliğiyle mücadeleyi düşündüğümüzde ne kadar enerji kullanmalıyız sorusu yerine enerjiyi nasıl kullanmalıyız sorusuna odaklanmamız gerekiyor. Raporu hazırlarken zor bir karar vermek zorundaydık. Bugünkü teknoloji ve enerji tüketimindeki radikal olmayan tahminlere rağmen, talebi yenilenebilir enerjiyle karşılamak mümkün. Rapora endüstriyel ölçekte üretime geçmemiş olan yeni teknolojileri ekleseydik gerçekçi olmamakla suçlanabilirdik. Enerji verimliliği ve tasarrufu işin önemli bir parçası. Enerji tasarrufu ve verimliliği yaygınlaştıramazsak, zengin ülkelerde enerji tüketiminde düşüşü ve gelişmekte olan ülkelerde mütevazi artışı sağlamamız mümkün değil.
-Yenilenebilir enerji nasıl bir rol oynayacak?
20 yıl önce yenilenebilir enerji önemli bir oyuncu olabilir dendiğinde size gülerlerdi. 10 yıl önce talebin birazını yenilenebilir enerjiyle karşılayabilirsin denmeye başlandı. 5 yıl önce bile evet katkıda bulunabilir ama yavaşça büyüyecek diyorlardı. Bugün ülkelerin endüstriyel stratejilerine hatta enerji firmalarının planlarına bakınca yenilenebilire olan yönelişi görebiliyorsunuz. Yenilenebilir enerji anahtar ve enerji kaynakları içinde ana rolü üstlenebilir. Önümüzdeki 5-10 yıl içinde hızla ilerleyen yenilenebilir enerji, akıllı iletim hatları, akıllı elektronik aletlerle beraber kullanılmaya başlanınca merkezi olmayan elektrik üretimi sorunlara çözüm olacak. İklim değişikliğiyle mücadele de en hızlı çözüm. Türkiye gibi ülkelerde iş yaratma potansiyeli de göz ardı edilemez.
-Tüketim ve iklim değişikliği arasında nasıl bir ilişki var?
Kuzey Amerika’daki ülkeler gibi kişi başına bir otomobili standart alsaydık dünyada 4 milyar otomobil olacaktı. Eğer herkes Japonlar gibi balık yeseydi, 10 kat daha fazla balık avlamak zorunda kalacaktık. Herkes ABD’deki gibi seragazı salsaydı, karbondioksit emisyonları 6 kat fazla olurdu. Fakir fakir kalsın demiyoruz ama gezegene zarar veren bu hayat tarzları gezegenin taşıyabileceği bir şey değil. Bu yaşam tarzları bazen iklim değişikliği bazen de okyanuslara zarar vererek hayatı tehdit ediyor.
- Melez (Hibrid) araba çözüm mü?
Melez(hibrid) otomobiller iyi ve kötü. Uzun bir zamandır tüketimi düşünmeyen, sadece en iyiyi yapmaya çalışan otomobil endüstrisini uyandırması açısından iyi oldu. Öte yandan birçok insan hala melez otomobillerin de bir yanmalı motora sahip olduğunu unutuyor. Tüketimi daha az ama sürdürülebilir bir model değil.
Greenpeace’in (Yeşilbarış) yeni başkanı Kumi Naidoo pazartesi göreve başlıyor. Naidoo, Güney Afrika’da ırkçılığa karşı yıllarca mücadele etmiş, 1986’da tutuklandıktan sonra Mandela hapisten çıkana kadar yurtdışında yaşamak zorunda kalmış. Naidoo’ya görevi devreden Leipold, yenilenebilir enerjinin Türkiye gibi ülkelerde büyük istihdam yaratma potansiyeli olduğuna inanıyordu.
Özgür Gürbüz-Gazete Habertürk / 17 Kasım 2009 *
Dünyanın en büyük çevre kuruluşlarından Greenpeace Uluslararsı’nın yeni direktörü bugün göreve başlıyor. “Yoksulluğa Karşı Küresel Eylem Çağrısı” hareketinin kurucularından birisi olan Kumi Naidoo, çocukluğunda da Güney Afrika’daki ırkçılığa karşı mücadele etmiş. 1986 yılında tutuklandıktan sonra polis baskısından kurtulmak için bir yıl yeraltına çekilip ülke dışına çıkmak zorunda olan Naidoo, Nelson Mandela'nın hapisten çıkarılmasıyla Güney Afrika'ya dönebilmiş. Oxford Üniversitesi'nden politika doktorası bulunan Greenpeace’in yeni bir numarası Birleşmiş Milletler’e de birçok konuda danışmanlık yaptı. Naidoo’ya görevi devreden ve 2001 yılından beri Greenpeace Uluslararası’nın direktörlüğünü yapan fizikçi Gerd Leipold son İstanbul ziyaretinde Habertürk’ün sorularını yanıtlamıştı.
- Türkiye’de fizik mühendisleri odası dışında mühendis odalarının hepsi nükleere karşı. Bir fizikçi olarak bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fizikle ilgili deneyimim çok çeşitli. Fizik öğrencisiyken, radyoaktiviteyle tanışmaya başlıyorsunuz. Radyoaktivite üzerine çalışırken seni öldürmediyse ona duygusal bakanları aşağılama duygusu içerisinde bile olabiliyorsun. Birçok fizikçi, nükleer enerji sorusunu fizik sorusuna indirgiyor. Toplumu ve teknolojileri dışarıda bırakıyor. Radyoaktiviteye kontrol edilmesi gereken ve kontrol edilebilir bir şey olarak görüyor. Onun 100 ya da 1000 yıl kontrol edilmesiyle ilgili sorularla, insanlık tarihinde hangi toplumun 500 yıl boyunca değişmeden durduğu sorusuyla ilgilenmiyorlar. Böyle çok az topluluk var. Topluluklardaki istikrar bozulduğunda, kontrol sistemleri ve uzmanlar olmadığında ne olacağı sorusuyla ilgilenmiyorlar. Sovyetler Birliği’nde sistem çöktüğünde nükleer tesislerin parası ödenmediği için güvenlik birimlerinden yoksun olduğunu gördüm. Nükleer denizaltıların parasızlık ve ordunun artık orada olmaması nedeniyle deniz kıyısında bırakıldığını gördüm. 1990-1991 yılları arasındaki deneyimimden bahsediyorum. Moskova’da içme suyu analizi yaptığınızda birçok içme suyunda dikkatsizce yönetilmesi yüzünden radyoaktiviteye rastlayabilirsiniz. Nükleer enerji tehlikeli bir teknoloji ve istikrarlı bir topluma ihtiyacı var. Nükleer fizikçiler çoğunlukla bu sorularla ilgilenmez. Bir de nükleer silah sorusu var ki bu benim için en önemlilerinden biri. Kuzey Kore ve İran’ın nükleer programlarına sivil program olarak başladığı söylendi ama sonunda nükleer silaha giden bir yolda ilerliyorlar. Tartışmasız, bugün nükleer enerji isteyen ülkelerin birçoğu nükleer silah istiyor en azından nükleer silahlara ilgili duyuyorlar.
- Türkiye’de mi nükleer silah istiyor?
Bunu değerlendiremem ama 10 yıl önce, İsveç, Almanya ve Hatta İsviçre’nin bile nükleer silahlarla ilgili çalıştığı ortaya çıktı. Barışçıl bir ülke olarak bilinen İsveç de bile. Nükleer teknolojiye sahip olmanın nükleer silah yapmayı kolaylaştırdığını unutamayız. Bir de kirli bomba olayı var. Teröristlerin bugün neler yapabildiğini gördük. Yüksek seviyeli nükleer atıkların bilinen bombalarla, nüfusun yoğun olduğu yerlerde patlatılma olasılığından bahsetmek korku ticareti yapmak değil. Ben nükleer teknolojinin kolaylıkla kontrol edilebilecek bir teknoloji olduğunu düşünmüyorum.
- Enerji (D)evrimi raporunuzda artan tüketime rağmen talebin yenilenebilir enerjiyle karşılanabileceğinizi söylüyorsunuz. Greenpeace tüketim sorunuyla ilgilenmiyor mu?
İklim değişikliğiyle mücadeleyi düşündüğümüzde ne kadar enerji kullanmalıyız sorusu yerine enerjiyi nasıl kullanmalıyız sorusuna odaklanmamız gerekiyor. Raporu hazırlarken zor bir karar vermek zorundaydık. Bugünkü teknoloji ve enerji tüketimindeki radikal olmayan tahminlere rağmen, talebi yenilenebilir enerjiyle karşılamak mümkün. Rapora endüstriyel ölçekte üretime geçmemiş olan yeni teknolojileri ekleseydik gerçekçi olmamakla suçlanabilirdik. Enerji verimliliği ve tasarrufu işin önemli bir parçası. Enerji tasarrufu ve verimliliği yaygınlaştıramazsak, zengin ülkelerde enerji tüketiminde düşüşü ve gelişmekte olan ülkelerde mütevazi artışı sağlamamız mümkün değil.
-Yenilenebilir enerji nasıl bir rol oynayacak?
20 yıl önce yenilenebilir enerji önemli bir oyuncu olabilir dendiğinde size gülerlerdi. 10 yıl önce talebin birazını yenilenebilir enerjiyle karşılayabilirsin denmeye başlandı. 5 yıl önce bile evet katkıda bulunabilir ama yavaşça büyüyecek diyorlardı. Bugün ülkelerin endüstriyel stratejilerine hatta enerji firmalarının planlarına bakınca yenilenebilire olan yönelişi görebiliyorsunuz. Yenilenebilir enerji anahtar ve enerji kaynakları içinde ana rolü üstlenebilir. Önümüzdeki 5-10 yıl içinde hızla ilerleyen yenilenebilir enerji, akıllı iletim hatları, akıllı elektronik aletlerle beraber kullanılmaya başlanınca merkezi olmayan elektrik üretimi sorunlara çözüm olacak. İklim değişikliğiyle mücadele de en hızlı çözüm. Türkiye gibi ülkelerde iş yaratma potansiyeli de göz ardı edilemez.
-Tüketim ve iklim değişikliği arasında nasıl bir ilişki var?
Kuzey Amerika’daki ülkeler gibi kişi başına bir otomobili standart alsaydık dünyada 4 milyar otomobil olacaktı. Eğer herkes Japonlar gibi balık yeseydi, 10 kat daha fazla balık avlamak zorunda kalacaktık. Herkes ABD’deki gibi seragazı salsaydı, karbondioksit emisyonları 6 kat fazla olurdu. Fakir fakir kalsın demiyoruz ama gezegene zarar veren bu hayat tarzları gezegenin taşıyabileceği bir şey değil. Bu yaşam tarzları bazen iklim değişikliği bazen de okyanuslara zarar vererek hayatı tehdit ediyor.
- Melez (Hibrid) araba çözüm mü?
Melez(hibrid) otomobiller iyi ve kötü. Uzun bir zamandır tüketimi düşünmeyen, sadece en iyiyi yapmaya çalışan otomobil endüstrisini uyandırması açısından iyi oldu. Öte yandan birçok insan hala melez otomobillerin de bir yanmalı motora sahip olduğunu unutuyor. Tüketimi daha az ama sürdürülebilir bir model değil.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)