7 Şubat 2014 Cuma günü 13.00-14.00 saatleri arasında yayınlanacak Çimlere Basmayın programından bazı başlıklar:
* 2013 dünyanın en sıcak 6. yılı oldu. İklim değişikliği tehlikesi sürüyor.
* Akkuyu'da inşaat durdu ama mücadele sürüyor.
* Atatürk Orman Çiftliği'nde bilirkişiyi dinleyen yok!
* Telli Turnalar, Ağaçbaşı Turbalıkları, Tepeli Pelikanlar ve Akkuyruklu Kartallar için bir umut.
* Satın aldığımız gıdalar ne kadar güvenli? Ege Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya
canlı yayında sorularımızı yanıtlıyor.
* Ordu'nun HES'leri dava
konusu oldu. Ordu'da sayıları 70'lere yaklaşan HES projelerine karşı
halk tepkili. Ordu Doğa ve Yaşam Alanlarını Koruma Platformu'ndan Coşkun
Özbucak canlı yayın konuğumuz.
* Yeşil ajanda: Sizlerden gelen çevre ve ekoloji etkinlikleri, duyurular.
* Ve "yeşil" türkü ve şarkılar...
Çimlere Basmayın programını her cuma 13:00-14:00 saatleri arasında www.yonradyo.com.tr adresinden ya da İstanbul ve çevre illerde 96,6 FM bandından radyolarınız aracılığıyla dinleyebilirsiniz.
Çimlere basmayın, bu programı da kaçırmayın.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Siyasette eksen kayması
Özgür Gürbüz-BirGün/2 Şubat 2014
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) siyasi yelpazede
iyice sağa gittiği artık su götürmez bir gerçek. Yayın yasakları, siyasete
yargı ve kolluk kuvvetleri yoluyla müdahale, tek adamcılık, demokratik
protestolara karşı aşırı şiddet uygulama AKP’nin merkez sağdan sağa, hatta
aşırı sağa geçtiğini gösteriyor. Kasım 2013’te merkez sağ partilerin üye olduğu
Avrupa Halk Partisi’ndeki gözlemci üyeliğini bırakıp, Avrupalı Muhafazakârlar
ve Reformcular İttifakı’na üye olmaları da bu kayışın bir başka göstergesiydi. Artık paranoyaya varan ‘darbe’ söylemleri,
paralel, yatay ve yamuk devlet teorileri, herkesin kendisini yok etmek
istediğini sanan bir dikta yönetiminin sayıklamalarını andırıyor. Tüm işaretler
“aşırı sağı” gösteriyor…
Siyasi yelpazedeki bu değişiklik Cumhuriyet Halk
Partisi’ni (CHP) de etkilemişe benziyor. Kılıçdaroğlu’nun gelişiyle “merkez
sola mı gidiyor” denilen CHP, yerel seçimlerde gösterdiği bazı adaylarla aksi
yönde seyrediyor, merkezi hedefliyor izlenimini uyandırıyor. “Önemli olan seçimi kazanıp, AKP’yi
zayıflatmak ve düşüşü başlatmak” denebilir ancak söz konusu adayların galip
gelmeleri halinde bildikleri sağ politikaları mı yoksa partinin istediği ‘sol’ politikaları mı uygulayacağı
belirsiz. Söylemlerden yola çıkarak sonuca varmak zor. İşin içinde kentler
olunca korumacı sol politikalarla, rantçı sağ politikalar arasında ciddi
farklar olduğunu belirtmek lazım.
Yelpazenin sağ tarafı kalabalıklaştı. Boşalan sol tarafta
ise Özgürlük ve Dayanışma Partisi, Türkiye Komünist Partisi gibi az oy oranına
sahip partilerle, birçok bileşenden oluşan Halkların Demokratik Partisi (HDP)
kaldı. HDP bu boşluğu değerlendirip, CHP’nin sol seçmeninden oy almak istiyor.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Sırrı Süreyya Önder bunu açık açık
söylüyor. Belki kendisi de farkında
değil ama seçimi kazanmaktan çok CHP seçmeninin oylarını almaktan bahsediyor.
Önder’e göre HDP İstanbul’da yüzde 20 oy alacak ve ertesi gün hepimiz ‘bambaşka bir ülkeye uyanacağız’. Hiç
emin değilim. Önder CHP’den gelen oylarla yüzde 20’yi bulursa aksine aynı
ülkede olacağız çünkü yüzde 20 Önder’e seçimi kazandırmayacak. İstanbul’u bu
hale getiren Erdoğan-Topbaş yönetimi büyük bir olasılıkla bir beş yıl daha
kenti yönetecek. Beş yıl sonra da İstanbul’dan geriye bir şey kalmayacak. Önder
‘herhalde’ bunun farkında değil. Tüm eleştirilerini CHP’ye yönelterek rakibinin
Kadir Topbaş ya da AKP olmadığını belli ediyor.
HDP daha önce CHP’nin yaptığı hatayı yapıyor. Solda tek
biz varız diyerek sol seçmenin, ‘mecburen’ kendisine oy vereceğini düşünüyor. Şu ana kadar Önder’in İstanbul’un trafik
sorununu nasıl çözeceğine, İstanbul’un kuzeyindeki yapılaşmaya nasıl dur
diyeceğine, kenti nasıl küçülteceğine dair bir önerisini duymadım. Varsa
yoksa Sarıgül. Baykal’ın Erdoğan ile yatıp kalktığı günleri hatırlatıyor.
HDP’nin kendisine CHP’yi hedef seçmesinin nedeni siyasi
yelpazenin solundaki boşluk olabilir. Olabilir ancak HDP sol ya da sosyal
demokrat oyları alabilmek için kendi içinde radikal değişiklikler yapmalı.
Öncelikle Türkiye’yi bugünlere getiren ‘yetmez ama evetçi’ unsurları partiden
atmalı. Referandumda çok tartmadan ‘evet’ oyu atmış, sonra pişman olmuşlardan
bahsetmiyorum, bu işin bizzat kampanyasını yürüten 100-200 kişiden bahsediyorum.
İkinci olmazsa olmaz da HDP’nin Kürt sorunu dışındaki sorunlarda da halkın
yanında olacağını göstermesi. Solu temsil ettiğini söyleyen bir partinin sesi
Gezi sürecinde, yolsuzluk meselesinde duyulmayacaksa ne zaman duyulacak? Ne
zaman bu soruyu sorsak, “ama, çözüm
süreci” deniyor. O zaman bu süreci şeffaflaştırın. Pazarlıkları biz de
bilelim. AKP’ye referandumda evet diyerek güvenenlerin sonunu biliyoruz. Seçimden
sonra iktidar istediğini alır, çözüm sürecini de rafa kaldırırsa şaşırmamalı.
Türkiye’deki seçim aritmetiği merkez sol ile solun
birbiriyle beraber hareket etmesini gerektiriyor. Zor ama şart. Siyasette kayan
eksen solda birliktelikle eski yerine oturtulabilir, dağılıp ayrışarak değil.
Savaş Emek
Özgür Gürbüz-BirGün/26 Ocak 2014
Savaş Emek (fotoğraf makinalı) Yatağan Termik Santrali önünde |
Türkiye’de
ekoloji hareketine ucundan kıyısından bulaşmış olanlar Savaş Emek’i tanır. Pazartesi günü Toprak Ana Savaş Ağabeyi bizden
aldı. O artık çok sevdiği ormanların, yeşilliklerin içinde yatıyor.
Karaburun’dan mavisine bayıldığı denize bakıyor.
Yeşil
hareketin içinde olmamı borçlu olduğum birçok kişi var. İlk adımı ağabeyim
Çağlar’ın sayesinde atmıştım. Peşine takılıp çevre gazetelerini dolaşmıştık.
Gönüllü olacaktık, Yeşil Gazete’de (Şimdiki
gazetenin isim babası ama başka benzerliği yok) karar kıldık. Gazetenin içeriği
bir yana, beni etkileyen işin başındaki Halil Tarık Tokmak oldu. Arif Künar,
Aynur Tuncer, Ayşe Tosuner, Bilge Contepe, Melda Keskin, Noyan
Özkan, Oktay Demirkan, Saynur Gelendost, Savaş Emek, Tolga Yarman, Ünal Erdoğan
ve daha niceleri. Demem odur ki, beni yeşil hareketin yeşilinden çok insanları
etkiledi, peşinden sürükledi.
Savaş
Ağabey’in aralarında olduğu İzmir grubunun yeri başkadır. Üniversite yılları, bir
gün Konak Meydanı’nda Ayşe Tosuner’i gördüm. Hava ayaz, Ayşe Abla, o soğukta
bir uyku tulumunu içinde Konak Meydanı’na alışveriş merkezi yapılmaması için
imza topluyordu. Tanıştım, S.O.S. Akdeniz Derneği’nin yerini öğrendim. O
dernek, Türkiye’nin ekoloji mücadelesinin en güzel günlerine tanıklık etmiş
Ağaçkakan Dergisi’nin yuvasıydı. Savaş Emek dergiyi neredeyse tek başına
çıkarırdı. Oraya ilk gidişimi, Emek’le ilk tanışmamızı hatırlıyorum. Akdeniz
fokunu kurtarmak için basılan kartpostallardan almıştım. O büro sonraları
nükleer santrallere karşı Alsancak’ta tek başıma imza topladığım günlerin
sonunda imza föylerini, pankartları bıraktığım yer olmuştu. Savaş Ağabey’i daha
iyi tanıdım, en çok da Akkuyu’da ön ayak olduğu nükleer karşıtı şenliklerde
geçen günlerimizi özlüyorum.
Savaş Emek bir
ekolojistti. Devletin çevrecileri resmi ideolojiye yaklaştırmak için kullandığı
‘çevreci’ dernek ve vakıflardan hiç
haz almazdı. Türkiye’deki ilk Yeşiller Partisi’nde vardı ama Yeşiller
liberallerle kucaklaştıkça o uzaklaştı. Anti-emperyalist sıkı bir Aydınlıkçıydı
ama kendi görüşüne yakın olmayanları bile eylemlerde bir araya getirirdi. Duruşundan
hiç taviz vermedi. Derdi sistemdi, Kuzey-Güney çelişkisiyle ilgili Ağaçkakan’a
şöyle yazmıştı: “...bugün yaşadığımız
ekolojik krizin kaynağında Kuzeyli ülkelerin tutumu yatıyor. İnsanlığın önüne
tek model ve tek seçenek olarak ortaya konan, sanayi monokültürünün bütün
dünyaya yayıldığında başımıza gelecekleri görmek için kahin olmaya gerek yok.
…Ortalama bir ABD’li yurttaşın tükettiğini bütün dünyalıların tükettiğini
varsaydığınızda, biyosferin yani dünyanın canlı ortamı barındıran bölümünün yok
olacağını kolaylıkla görebilirsiniz.” (1993, Sayı:9/10)
Ağaçkakan’ın 29.
sayısındaki “Başka Türlüsü Mümkün” adlı yazısında ise şöyle diyordu: “Alternatif enerji kaynaklarının tek başına
savunulması sonuçta bu sistemin ayakta kalmasını sağlayacaktır. Oysa dünyayı
yok eden sistemin kendisidir. Örneğin ekolojik çöküntü merkezleri olan kentler,
rüzgar türbinleri, güneş kolektörleri ile aydınlatılsa ne fark eder.
Otomobiller hangi enerjiyle çalışırlarsa çalışsın, sonuçta yaşamın canına
okurlar, tıpkı atom bombaları gibi.” (1996, Sayı:29)
Ağaçkakan
demek Savaş Emek demekti. Aliağa, Gökova, Akkuyu, Foça ve İzmir demek Savaş Emek
demekti. Termik ve nükleer santrallere karşı yürütülen destansı mücadelelerde
hep vardı. Akkuyu’da düzenlenen nükleer karşıtı şenlikler de o hep başı
çekmişti. “Ne Akkuyu’da ne Morkuyu’da”
diye söze başlıyor, Can Yücel’in, “Hormonlu
domates gibi bebeler istemiyor bu millet” dizeleriyle bitiriyordu.
Ekoloji
mücadelesi sürdükçe Savaş Ağabey bizimle olacak. Ağaçkakanlar elimde, tek tek
okuyor, tekrar öğreniyorum. Yeşillikler içinde uyu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)