süt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
süt etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Gezen tavuk doğal süt yalan dünya

Özgür Gürbüz-BirGün/21 Mayıs 2018

Buğday Derneği bir imza kampanyası başlattı. “Doğal” sıfatının ürünleri pazarlarken kullanılmamasını istiyorlar. Buğday Derneği Genel Müdürü Batur Şehirlioğlu, “Doğal ürün, müdahale edilmemiş, sağlıklı algısı yaratıyor. Böcek ilacına maruz kalmış meyveye, hormonlu sebzeye, radyasyon görmüş baharata nasıl doğal denir” diye soruyor. Kafalar karışıyor haliyle.

Pazara gittiğinizde her ürün doğal her ürün organik. Kümesten kafasını çıkaramayan tavuğun yumurtasını da atalık tohumla üretilen salatalığı da doğal diye satabilen marketler, pazarcılar oldukça tüketicinin kafası karışmaya devam edecek. Olan cebine ya da sağlığına olacak.

Ortada bir sorun olduğu doğru. Varsayalım siz tanıdığınız bir çiftçiden günlük çiğ süt alıyorsunuz. İnekten evinize gelen bir sütten bahsediyoruz. Bu süte doğal denmesine herhalde kimsenin itirazı olmaz. Öte yanda marketten aldığınız pastörize veya ısıl işlem görmüş, karton-plastik karışımı kutularda satılan UHT sütleri de “doğal” etiketiyle satılabiliyor. İşlem görmüş folik asitten vitamine kadar çeşitli kayıplar yaşamış bu süte nasıl doğal denebilir?

Sorunun kaynağında “Türk Gıda Kodeksi Gıda Etiketleme ve Tüketicileri Bilgilendirme Yönetmeliği Hakkında Kılavuz” var desek yanlış olmaz. Kılavuz pastörize süt, UHT süt, siyah çay, bitki çayları, yumurta, bal, kahve ile taze, kurutulmuş ve dondurulmuş meyve-sebze, yoğurt gibi ürünlerde “doğal” ifadesinin kullanılmasına izin veriyor. Böyle olunca da doğal deyince el değmemiş bir ürün anlayan tüketici, daha parlak görünmesi için parafin kullanılan elmayı bile sağlıklı bir ürün yediğini düşünerek mideye indiriyor. GDO’lu yemle beslenen tavuğun yumurtası bile doğal sayılabiliyor.

Batur Şehirlioğlu, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın konuya el atmasını istiyor. Şimdiden 15 bine yakın imza toplanmış. Şehirlioğlu, doğal kelimesinin pazarlama malzemesi yapılmasına karşı. Kılavuz’da bir dizi değişiklik yapılmasının yanı sıra ürünlerin satışında “doğal” çağrışımı yapacak görsel malzemenin kullanılmamasını da istiyor. Mera yüzü görmemiş bir inekten elde edilen sütün ambalajında doğada otlayan inek fotoğrafı olması yanıltıcı diyor. Şehirlioğlu’na herkesin sorduğu soruyoruz. Tüketici doğal gıdaya nasıl ulaşacak? Bize iki adres gösteriyor. “Gıda toplulukları oluşturarak toplum destekli tarım ve organik ürünler. Ürünleri mümkün olduğu kadar bildiğin üreticiden almak önemli. Tüketicilerin üreticilerle anlaşıp istedikleri tohumla istedikleri ürünü ürettirmeleri bile mümkün. Toplum destekli tarımın dünyada örnekleri var” diyor.

Gıda ve Tarım Uzmanı Tarık Nejat Dinç ise çözüm için aynı noktayı gösterse de doğal kelimesinin yasaklanması konusunda farklı düşünüyor. Dinç, “Durmaksızın gıdamızı kirleten şirketlerin 'doğal' kavramını da kirletmeleri hem çok çirkin hem de bir yanıyla beklenir bir eylem. Ancak sorun tam da piyasanın yarattığı kirlenmeleri yine piyasa yöntemleriyle aşabileceğimize inanmak belki de. 'Doğal' kavramının gıda sistemimizden yerinde gerekçelerle dahi olsa çıkması belki de gıdamıza vuracağımız en son darbe. Bu yüzden çözüm 'doğal' kavramını gıda tahayyülümüzden çıkartmak değil, gıdamızı marketlerin, şirketlerin ve onların pazarlama çirkinliklerinin insafına terk etmemek. Bunun da yolu kuracağımız piyasa dışı mekanizmalar ve üretici tüketici ortaklıklarıyla gıda egemenliğini inşa etmekten geçer” diyor. 

Yöntemler farklı olsa da çözüm ortak. O zaman son sözü de yazar söylesin. Güvendiğiniz, bildiğiniz üreticiden gıdanızı temin edebiliyorsanız şanslısınız. Değilseniz bir şeyler yapmak lazım. Üreten insanı tüketen yapan, köyde yaşayanı kente taşıyan, doğal ürünü yapaylaştırıp doğal diye pazarlayan yalan bir dünya yarattık. Artık bu yalan dünyanın farkındayız ve kurtulmak istiyoruz. Yalan dünyadan çıkışın yolu, başka bir dünyaya gitmek değil elbette. Filmi biraz geriye sardık mı tamamdır. Dede ve ninelerinize, anne ve babalarınıza sorun onlar size anlatır nasıl yaşadıklarını.

Biz cam şişeyi unuttuk onlar bebek bezlerinin peşinde

Özgür Gürbüz-Birgün/27 Mayıs 2012

Geçen haftaki yazımda “Okul Sütü Zeka Küpü” projesinin nasıl çevre düşmanı bir proje olduğunu uzun uzadıya anlatmıştım. Okuyucularımızın bazıları bana ulaşıp görüşlerini belirtti. Karadeniz’deki yaylaların tetrapak kutularla dolu olduğundan, plastik torba kullanımının kontrolden çıktığından şikayet eden çok sayıda ileti aldım. Hepsi çok yerinde tespitler içeriyor ve şuna işaret ediyor: Geri dönüşüm, yeniden kullanım ve daha az atık üretme konusunda sınıfta kalmışız!

Tekrar yazıyorum, “Okul Sütü” kampanyası 10 ay sürecek olsa fazladan 1 milyar 440 milyon adet tetrapak kutu üretilmiş olacak. Bu kutuların geri dönüştürülmesi zor ve ne kadarı geri dönüştürülüyor bilinmiyor. Halbuki, sütler cam şişede dağıtılsa örnek bir geri dönüşüm kampanyası başlatılabilir, ilkokul çağındaki binlerce çocuk geri dönüşümü öğrenebilir demiştim. Sütünü içen çocuk boş cam şişeyi sınıftaki kasaya koyar, ertesi gün süt getiren araç boş kasayı alır, dolusunu bırakır. Araçlar zaten okula geldiği için fazladan enerji harcanmaz, çöp çıkmaz. UHT tartışmaları da cam şişedeki süt günlük tüketileceği için son bulur. Biz çocukluğumuzda cam şişeden süt içerdik, tek tük de olsa bazı bakkallarda hâlâ var. Şimdi neden yok? Zekamız ilerlesin diye süt içiyoruz ama pek işe yaramıyor galiba?

AVRUPA MERSİN’E TÜRKİYE TERSİNE
Ne yazık ki ülkemizde fikir üretme konusunda gazetecilere, yazarlara getirilen kısıtlamanın bir benzeri çöp üretenlere getirilmiyor. Her sabah aynı filmi izliyorum. Bir adet simit, sandviç için bile plastik torba isteyen insanlar var. Kağıt amabalajın üstüne bir de plastik torba isteyen bu kişiler, acaba 100-150 yıllık bir günaha imza attıklarının farkında mı? Madem o kadar çok seviyorsunuz bu plastik torbaları, atın çantanıza bir tane, aynıtorbayı kullanın. Çoğunun, alıp aynı gün çöpe attıkları o plastik torbanın yok olduğunu görmeye ömrü bile yetmez. Bunu her gün 2-3 defa yaptığınızı düşünün, dağ kadar plastik torbanın bilfiil sorumlusu olursunuz. Size ülkemizin halini anlatan bir rakam vereyim. 1990-2010 yılları arasında Türkiye'de atıklardan kaynaklanan seragazı emisyonları üç kattan daha fazla artarken Avrupa'da 1990-2010 arasında yüzde 20 civarında azalmış. Avrupa'nın tüketmekten vazgeçmediği düşünülürse sorunun daha ziyade atık yönetimiyle ilgili olduğu; kompost, depozito, geri dönüşüm ve benzeri uygulamaların yeterince hayata geçirilmediği ortada. Avrupalı bunu keyfinden yapmıyor, öğretiliyor ve kurallarla uygulatılıyor. Onlar daha az atık çıkarmaya çalışıyor biz ise adeta daha çok üretmek için yarışıyoruz. Sonra da soruyoruz, kanserli hasta sayısı neden bu kadar arttı diye?

YAPTIRIM OLMALI
Hayatımın bir bölümünü Oxford’ta geçirdim, izninizle orada bu iş nasıl yapılıyor anlatayım. İngiltere’nin hemen hemen her kentinde olduğu gibi Oxford’ta da, geri dönüşüm kurallarına uymak zorundasınız. Belediye size üç farklı geri dönüşüm kutusu ve bir de örülmüş plastikten yapılmış, çok uzun süre kullanabileceğiniz bir bahçe atıkları torbası verir. Bundan sonra sorumluluk sizde. Çöplerinizi ayrıştırmak zorundasınız. Yeşil kutuya en çevreci atıklar konur; gazeteler, kağıtlar, camşişe ve kavanozlar. Mavi kutuya ise kartonları, alüminyum, plastik ve metalden yapılmış ambalajları atarsınız. Bahçe torbası bitki atıkları ve çimler içindir. Evinizin bahçesi varsa kompost, yani bitki atıklarını çürüterek gübre yapmanıza da izin verilir. Ayaklı yeşil çöp kutusu ise geri dönüştürülmesi ekonomik olmayan ya da zor olan, çöp depolama alanlarına götürülecek atıkları içerir. Bugün okullarda çocuklara dağıtılan sütün ambalajlandığı tetrapak kutular, yoğurt kapları, plastik torbalar, deodrant kutuları ve mutfaklarda sıkça kullanmaya başladığımız folyolar bu gruba girer. Bırakın geri dönüştürülebilecek malzemeyi yanlış kutuya atmayı, bu kutuları temiz tutmaz, aşırı doldurursanız cezayı yersiniz; sanıyorum şimdilerde bu rakam 80 pound, yaklaşık 240 Türk Lirası. Yaptırım olmazsa kimse başlamaz ama başlarsa gerisi gelir.

NERDE O ESKİ BEBEK BEZLERİ?
Daha bitmedi, en çarpıcı örneği, bebek bezlerini en sona sakladım. Biliyorum bazılarınız “işin suyunu çıkarma” (argoda konuya uygun bir başka söz daha var) diyecek ama kalemimin kemiği yok, tutamıyorum. İngiltere’de her yıl 3 milyar bebek bezi çöpe atılıyor ve bunun için de 7 milyon ağaç kesiliyor. Oxford'ta bu rakam günde 100 bin. Evden çıkan çöplerin yüzde 4’ü bebek bezi. Çocuğu olanlar, bebeklerin bu konuda ne kadar sıkıçalıştıklarını iyi bilirler. Belediye hesap yapmış, tek çocuklu bir aile, 'kullan-at' bebek bezleri yerine bizim annelerimizin kullandığı klasik bezleri kullansa, bezleri evde yıkasa yılda 600 pound (1700 TL) tasarruf ediyormuş. Hayatında bebek bezi yıkamış olsan bunları yazmazdın” ya da bu iş hep kadınların başına kalıyor, erkekler için konuşması kolay” diyenleri duyar gibiyim. Demokrasilerde çare tükenmez. Oxford ve İngiltere’nin birçok yerinde evinize kadar gelip kullanılmışbebek bezlerini toplayan, yıkadıktan sonra da size getiren firmalar var. Haftada 8-10 pounda bu işi yapıyorlar. İster kendiniz yıkayın ister yıkatın, maddi açıdan tasarruf ettiğiniz gibi çevreyi de korumuş oluyorsunuz. İngiltere’de belediyeler gerçek bez kullanmaları için ailelere bedava örnek bile gönderiyor. İlerleme dediğimiz şeyin dönüp dolaşıp eski yaptıklarımızıhatırlamak olması çok manidar. Annemizin sözünden hiç çıkmamalıydık belki de.

Şimdi sormak lazım, başta Karadeniz olmak üzere, orman alanlarını,dere yataklarını çöp depolama alanı ilan eden belediyelerin kaç tanesi o bölgede yaşayan insanların daha az çöp çıkarmalarıiçin bu ve benzeri yöntemler geliştiriyor? Yerimiz yok” deyip doğaya çöpleri dökmek kolay ama yerimiz yok” deyip, daha az çöp üretin demek neden bu kadar zor? Oy kaygısı, şirketlerin baskısı, nedir elinizi kolunuzu bağlayan?

Sadece sütten değil ambalajından da kork

Özgür Gürbüz-Birgün/20 Mayıs 2012

Türkiye'de her gün 7 milyon 200 bin öğrenciye süt dağıtılıyor. İlk gün yaşanan zehirlenme olayından sonra konu birçok yönüyle tartışılmaya başlandı. UHT sütlerin sağlıklı olup olmadığı, çocukların laktoza karşı hassaslığı, aç karnına okula gelmeleri gibi birçok konu defalarca gündeme geldi. Muhalefetin eleştirileri hükümeti kızdırınca rüzgar yine tersine döndü ve medyada kampanyayı öven haberler ağırlık kazandı. Süt üreticilerinin desteklediği kurumların halkla ilişkilercileri bile 'süt uzmanı' kesilip televizyonlarda nutuklar atmaya, kampanyayı övmeye başladılar. Hepsinin atladığı nokta ise kampanyanın yerlerde sürünen 'çevre' boyutu oldu. Kimse her gün dağıtılan 7 milyon 200 bin tetrapak kutunun (karton kutu da deniyor) başına ne geldiğini düşünmedi bile.

Gelin birlikte hesaplayalım. Günde 7,2, haftada 36 ve ayda 144 milyon adet tetrapak kutu kampanya boyunca çöpe gidecek. Kampanya 10 ay sürse bu 1 milyar 440 milyon kutu demek. Bu kutular doğaya bırakıldığında yok olmaları onlarca yıl sürebiliyor. İki dakikada içilen bir süt için onlarca yıllık bir günaha imza atmak doğru mu? Ne doğru ne de çevreci. Çünkü bu ambalajlar sanıldığı kadar kolay geri dönüştürülemiyor. Peki çözüm nedir, ne yapmalı?

SÜTLER CAM ŞİŞEDE DAĞITILMALI
Bütün ambalajlar içerisinde en çevreci olanı tartışmasız cam şişeler. Okul Sütü Kampanyası'nda dağıtılan süt, cam şişelerle dağıtılsa çocuklar için örnek teşkil edecek bir çevre hareketine de öncülük edebilir. Sütler sınıflara kasalarla gelir. Okulda sütünü içen çocuk sınıftaki kasaya cam şişeyi geri bırakır ve belki de ilk kez bir geri dönüşüm uygulamasını hayata geçirmiş olur. İlköğretim çağında geri dönüşümle tanışan, çevreci ambalajları seçmeyi öğrenen çocuklar doğa koruma konusunda da bilinçlenmiş olurlar. Okula her gün süt getiren araçlarla kasalar geri götürülebilir. Böylece ek bir külfet veya enerji sarfiyatına da neden olunmaz. Sadece şişelerin temizlenmesi için su ve enerji harcanır ki, bu da kutuların üretimi ve kullanıldıktan sonra atık haline gelmesiyle kıyaslandığında göze alınabilecek bir bedel. Onları dağ ve bayırdan toplamanın enerji kaybı daha fazla bile olabilir. Süt kampanyası devam edecekse, dağıtılan sütler cam şişede dağıtılmalı; bu çok açık. Şimdi gelelim şu ambalaj meselesine... 

İyi bir halkla ilişkiler kampanyası sonucu, yanlış da olsa 'karton kutu' dediğimiz bu ambalajlar aslında plastik, alüminyum ve kartondan oluşuyor. Bu da doğal olarak 'geri dönüşümü' zorlaştırıyor. İcat eden firmanın adından dolayı bu ambalajlara genelde tetrapak kutu deniyor. Geri dönüşüm için kutuların yapımında kullanılan hammaddeleri tekrar elde etmek, yani plastik, alüminyum ve kağıdı ayırmak gerekiyor. Teknik olarak bu mümkün ama bu teknolojiye sahip geri dönüşüm firmalarının sayısı sınırlı. Türkiye'de bu teknolojiye sahip kaç firma var, üretilen karton-plastik karışımı kutuların yüzde kaçı bu tesislerde geri dönüştürülüyor belli değil. Firmaların geri dönüşümle ilgili rakamlarını kim denetliyor o konu da karışık. Çevre Bakanlığı bu konuda ÇEVKO Vakfı'nı yetkilendirmiş ancak bu vakfın kurucuları zaten ambalaj atığını üreten firmalar. Örneğin, bu kutu pazarının dünya lideri Tetra Pak firması ÇEVKO'nun da kurucuları arasında. Sadece tetrapak kutu değil tüm geri dönüşüm sisteminde bağımsız denetçi eksiği göze çarpıyor.

SADECE YÜZDE 20'Sİ GERİ DÖNÜŞÜYOR
Dünyada bu kutuların geri dönüşüm oranı 2011'de ancak yüzde 20'ye ulaşmış. Bu rakamı da dikkatli okumalı. 2011'de üretilen kutuların sadece yüzde 20'si geri dönüştürülmüş, kalan yüzde 80 ise ya çöpe ya da doğaya atılmış. Firmalar dönüşüm oranlarını her yıl artırdıklarını söylüyorlar ama bu geçmiş yıllarda doğaya bırakılan ambalajların toplandığı anlamına gelmiyor. Verilen rakamlar hep o yılın üretiminin ne kadarının geri dönüştürüldüğünü belirtiyor. Toplanmayan atıklar denizlerde, toprakta yıllarca çürümeyi bekliyor veya yakılıyor. Her durumda çevre kirliliğine neden oluyor.

Kafanız karışmış olabilir. Daha önce çeşitli gazetelerde bu kutulardan kütüphane, yatak yapıldığını okumuş olabilirsiniz. Medyaya yansıyan 'yeşile boyama' kampanyalarına kanmayın. Onlar size geri toplanan ve preslenerek mobilya yapılan kutuları gösteriyor, aslında yeniden kullanımdan bahsediyor. Geri dönüşüm ve yeniden kullanım iki farklı şey. Sürdürülebilirlik, doğanın söz konusu üretimi yaptıktan sonra eski halinde kalabilmesi, üretimden önceki işlevini sürdürebilmesidir. O ürünün üretiminde kullanılan hammaddenin yeniden elde edilmesidir.   Çevrecilik de zaten çöplerden ev yapmak değil, çöp üretmemektir. 

DEPOZİTO ŞART
Gelelim şu süt ve meyve suyu kutularına. Bu kutuları her yıl daha fazla kullanıyoruz. Marketlerde cam şişede meyve suyu, süt bulmak neredeyse bir mucize. Depozito uygulaması unutuldu, çevreyi kirleten ambalajlar için cezai bir yaptırım ya da caydırıcı bir fiyatlandırma mekanizması yok. Bir milyarı geçen nüfusuna rağmen Çin bile süpermarketlerde naylon torbaları cüzi de olsa para karşılığı vererek bir duyarlılık oluşturmaya çalışırken Türkiye'de ambalaj ve çevre konusu “saldım naylon torbayı çayıra mevlam kayıra” anlayışıyla yönetiliyor. Şirketler ne derse o oluyor. Onlarca sosyal sorumluluk kampanyası yürüten bu firmaların internet sitelerinde geri dönüşümle ilgili bilgiler ya çok eski ya da eksik. Örneğin tetrapak kutularda, söz konusu geri dönüşümü yapabilecek teknolojiye sahip firmalar Türkiye'de var mı, varsa nerede çalışıyor belli değil. Bu yazıda sorduğum soruları aslında benim değil hükümetin firmalara sorması gerekir. Ne var ki hükümet halk sağlığı ve çevre koruma konularında adeta hayalet gibi, ortada yok. TBMM Çevre Komisyonu ne yapıyor merak ediyorum doğrusu.

1980'lerden sonra yeniden tasarlanan Türkiye'de serbest piyasaya tam geçiş için adımlar atılırken, sermayenin ülkeye gelmesi için gerekli ortamın hazırlanması yolunda hiçbir 'fedakarlıktan' kaçınılmadı. Geri dönüşüm gibi firmaların karını azaltan, kullan-at mantığıyla şahlanan tüketimin hızını yavaşlatan, depozito ve benzeri uygulamalar şirketlerin sinirlerini bozuyordu. Kese kağıtları ve fileler yerini plastik torbalara, depozitolu cam şişeler ise yerlerini pet şişelere, alüminyum ve tetrapak kutulara bıraktı. Gelişmiş birçok ülkede depozito uygulamaları ısrarla sürdürülürken, ülkemizde geri dönüşümün kaderi bin türlü sağlık tehlikelerine karşı sokaklarda çöpleri karıştıran 'kağıt toplayıcıları'na bırakıldı. Sizin ve çocuklarınızın geleceği için hayatlarını tehlikeye atan, sigortasız çalışan bu insanların emeğinin hor görülmesi ve dışlanmaları ise işin bir başka boyutu.

Sağlıklı büyümeleri için çocuklarına süt içiren Türkiye, aynı çocuklara, sağlıklı yaşamak için muhtaç oldukları doğayı kendi elleriyle yok ettirdiğinin farkında değil.