İklim krizinin etkilerini seller, su baskınları ve
kuraklıkla her geçen gün daha fazla hisseden Türkiye, iş krizden çıkacak
politikalar üretmeye gelince ortada görünmüyor.
Özgür Gürbüz-BirGün/11 Haziran 2018
Türkiye, kişi başına düşen seragazı emisyonu |
Yapılacak iki
iş var artık. Birincisi iklim değişikliğini durdurmak; bu da fosil yakıtlardan
(petrol, kömür ve doğalgaz) vazgeçerek olacak. Böylece iklimi değiştiren seragazı emisyonlarını azaltacağız.
İkinci
yapılacak iş ise değişime karşı hazırlanmak, uyum sağlamak. Aşırı hava olaylarından, göçlerden, olası
çatışmalardan korunmak için tedbir almalıyız. Deniz seviyesinin yükselmesine
karşı gerektiği yerde setler yapmaktan tatlı su kaynaklarını tuzlu sudan ve aşırı
tüketimden korumaya, şiddetli yağışlar sonucu biriken suları alıp götürecek
mazgallardan yağmur suyu hasadına kadar bizi bekleyen onlarca farklı iş var.
İklim
değişikliği durdurulamaz noktaya gittiğine göre ikisini birden yapmakta fayda
var. Artık iklim değişikliğini anlatma değil, çözümü hayata geçirme
aşamasındayız. Zaman daralıyor. Buzullar eriyor ama sorun sadece orada değil. İklim
değişikliği 100 yıl sonra daha korkunç bir noktaya gidebilir ama bugün de can
alıyor. Yaşadığımız kentlerde, bir alt geçitte, kuraklıktan kavrulan bir
tarlada, yazın ölümlere neden olan bir sıcak hava dalgasında, toprağın azalan
neminde. Elini taşın altına koymayan yanar. Böyle bir ısınma bahsettiğimiz.
Daha az tüketmeyen, enerjiyi verimli kullanmayan, kendini düşünen herkesin
günahı büyük. Kimsenin de “bana bir şey olmaz” deme şansı yok.
Elbette
harekete geçmek zorundayız ama bu iş bireylerin hassasiyetiyle çözülecek bir
sorun değil. Devletlere, belediyelere ve uluslararası bir anlaşmaya ihtiyacımız
var.
Şimdi biz Türkiye’ye bakalım. Uyum ya da azaltım, bakın bakalım iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi neleri yapıyor ya da yapmıyor.
* Türkiye seragazı emsiyonlarını azaltmıyor. 2016 sonunda Türkiye’nin seragazı emisyonları 496 milyon tona (karbondioksit eşdeğeri) çıktı. Paris Anlaşması öncesi, 2012 yılında 440 milyon tondu.
* Türkiye, 2015 yılında imzaladığı Paris Anlaşması’nı onaylamadı. İmza atan 197 ülkeden 178’i onayladı. Kalan 19 ülke arasında Türkiye’nin yanı sıra Rusya, Angola, İran, Irak, Kırgızistan, Eritre ve Yemen’i sayabiliriz. Suriye’nin bile taraf olduğunu söylemekle yetineyim. Türkiye’nin uluslararası görüşmelerde
* Türkiye, Paris Anlaşması’nı onaylasa da verdiği taahhüt tüm ülkeler içinde en zayıf olanlardan biri. Türkiye’nin 2030 iklim hedefi emisyonlarını 929 milyon tona çıkarmak. Neredeyse 12 yıl içinde ikiye katlamak. Türkiye’nin tek vaadi, hiçbir şey yapmazsa 1 milyar 175 milyon tonu bulacağını öne sürdüğü emisyonlarının artışını biraz düşürmek. Bu da benzer ekonomik güçteki ülkelerin hedeflerine kıyasla oldukça zayıf. Herkes Türkiye gibi hedef alsa ortalama sıcaklık artışının bırakın 2 derecede sınırlanmasını, 4 derecenin de üstüne çıkacağı belirtiliyor. Üzerimize düşeni yapmaktan o kadar uzağız.
* Türkiye’nin enerji politikaları iklim merkezli ve tutarlı değil. Rüzgar ve güneş alanında gelişmeler yaşansa da kömür yatırımlarının sınır konmaksızın artırılması, ulaşımda kara ve havayolu taşımacılığının artırılması yenilenebilir kaynaklı iyileşmeyi gölgede bırakıyor.
* Türkiye, her yıl BM’nin iklim değişikliği toplantılarına gidiyor ancak Paris’e taraf olmuyor. Üstelik, daha gerçekçi bir hedef için elini taşın altına koymamasına rağmen mali yardım istiyor. Halbuki, sadece AB’nin iklim finansmanına bakıldığında Türkiye Ukrayna ile birlikte en çok yardım alan ülke çıkıyor. 2013 ile 2016 yılları arasında AB’nin iklim finansmanının yüzde 35’i Afrika’ya, yüzde 33’ü ise Türkiye’ye gitmiş. 667 milyon avro destek alan Türkiye, Avrupa’dan iklim konusunda belki de en sıkıntılı ülkelerin olduğu Afrika kıtası kadar destek almış. Bu destek, Avrupa Yatırım Bankası’nın kredileri ve hibelerden oluşuyor.
Tablo ortada. İşin
en trajik yanı ise Türkiye gibi enerji yoğunluğu yüksek (enerjiyi kötü
kullanan) güneş ve rüzgar gibi karbonsuz kaynaklar açısından zengin bir
ülkenin, doğalgaz, petrol ve kömür gibi büyük bir bölümü dışa bağımlı
kaynaklarla yoluna devam etmek istemesi. Tünellerin suyla dolmamasını
istiyorsak yapmamız gereken enerji tüketimini azaltmak, enerjiyi verimli
kullanmak ve ithal fosil yakıtlar yerine yerli yenilenebilir enerjiye geçmek. Yoksa
değil Ankara’nın tünelleri, tüm ülke benzer felaketleri yaşayacak.
Adalet ve
Kalkınma Partisi ülkeyi sel götürürken camdan bakmakta ısrar edecek gibi
durduğu için siz en iyisi önümüzdeki seçimde iklim değişikliği konusunu da beraberinizde
sandığa götürün. Bakarsınız iktidar partisinin ya da diğer partilerin camında
bir hareketlilik olur.