Özgür Gürbüz-BirGün/12 Ağustos 2022
6 Ağustos’ta Hiroşima’ya, 9 Ağustos 1945’te ise Nagazaki’ye atılan 
nükleer bombalar 200 binden fazla insanın öldürdü. Atom bombasının 
insanlığın en karanlık yüzü olduğunu öğrenmemizin üzerinden 77 yıl 
geçti. 77 yıl bizi daha iyi birer insan yapacağına tüm bildiklerimizi ve
 utancımızı unutturdu. Çok değil, bir hafta önce Ukrayna’da Zaporijya 
Nükleer Santralı bir kez daha topların hedefi oldu. Nükleer santrali 
hedef almakla bir atom bombasını uçaktan sivil halkın üstüne bırakmak 
arasında çok büyük fark yok. Çernobil veya Fukuşima gibi kontrolden 
çıkmış bir nükleer reaktörün “küçük çocuk” veya “şişman adam”dan pek 
farkı yok. 
Zaporijya’da son saldırı sonucunda nükleer santrala giden elektrik hattı
 zarar gördü. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, beş gün sonra hattın 
onarıldığını açıkladı. Nükleer santrallarda elektrik üretimini artırıp 
azaltmak ve acil durumda santralı durdurmak için elektriğe ihtiyaç 
duyulur. Dizel jeneratörlerce veya başka bir yerde üretilen elektriğin 
santrala ulaşması güvenlik tedbirleri arasındadır. Rusya’nın 
kontrolündeki bu dev santralda iki reaktör hâlâ çalışıyor. Santral 
sahasındaki binalar hedef alınıyor ve santrala giden dört dış elektrik 
hattından sadece bir tanesi görevini sürdürüyor. O da geçtiğimiz hafta 
beş gün çalışmadı. Bütün bunlar bilinmesine rağmen savaşan taraflar 
santralı hedef almaya veya üs gibi kullanmaya devam ediyor. Yeni bir 
dönemin başlangıcındayız. İlk çıktıklarında nükleer silah üretmek için 
kullanılan nükleer enerji santralları şimdi düşmanına nükleer silah 
atmanın bir yolu haline geliyor. Çılgınlık elbette ama adı üstünde 
savaştan, dünyanın en aptal eyleminden bahsediyoruz. Mersin Akkuyu’da 
nükleer santral kurmaya çalışanlar, bunu da iyice düşünsünler.
SAVAŞLAR İKLİM KRİZİNİ DE KÖRÜKLÜYOR
Savaşlar ve
 savaş araçları insanlar kadar doğayı da hedef alır, bu yüzden de bir 
çevreci, ekolojist veya yeşilin savaş karşıtı ve pasifist olması kimseyi
 şaşırtmaz. Vietnam’ı hatırlayın. ABD’nin Vietnam’da kullandığı 20 
milyon galona yakın portakal gazı aslında bitki öldüren bir asittir. 
Savaş sırasında 22 bin kilometrekarelik dev bir alan portakal gazına 
maruz kaldı. Binlerce insanın yanı sıra ağaçlar ve bitkiler de öldü. 
Dioksin de içeren bu gaz nedeniyle tüm bitkiler ve ağaçlar bir daha 
yeşermeyecek şekilde yanıp gittiler. Atık yakma tesislerinin dioksine 
neden olduğunu da bir parantez açıp hatırlatalım.
Perspectives 
Climate Group adlı danışmanlık şirketi, savaşların iklim krizine 
etkisini gösteren bir rapor hazırladı. Irak savaşı sırasında Kuveyt’te 1
 milyar varil petrolün yakıldığını baz alarak atmosfere bırakılan 
karbondioksitin 320 milyon ton olduğunu hesaplamışlar. Türkiye 2020 
yılında 370 milyon ton karbondioksiti atmosfere bırakmıştı.
Vietnam’da yok edilen Mangrov ormanları da fotosentez yoluyla içlerine hapsettikleri 300 milyon ton civarında karbondioksiti atmosfere bırakmış. Hesaplanması gereken doğrudan emisyonlar da var. Özellikle de hava ve deniz kuvvetlerinden bahsetmeliyiz. F-35 savaş uçağı her 80 kilometrede 1 ton karbondioksit açığa çıkarırken, bir muhrip saat başı 9 ton karbondioksit salıyor. Türkiye’de yaşayan bir kişinin yıllık karbon emisyonunun 5 ton olduğunu hatırlatalım. 80 kilometre giden bir otomobilin arkasında bıraktığı karbon ayak izi ise yaklaşık 10 kilogram. İklim zirvesine uçakla giden çevrecileri eleştiren medya, bu duyarlılığı neden her gün litrelerce yakıt tüketen savaş araçları konusunda göstermiyor acaba?
Savaşın yol açtığı yıkımı ölçmekte ilk akla gelecek unsurun emisyon olmadığını elbette biliyorum ancak, ölen canlıları, yıllar boyunca sürecek etkilerin yanı sıra savaşların iklimi değiştirdiğini de unutmamalıyız. Savaş karşıtı olmadan iklim koruyucusu olmak mümkün değil. Çevre ve ekoloji hareketinin özünde milliyetçilik, militarizm, şiddet, ayrımcılık, insan merkezcilik olamaz. Korumak istediğimiz doğa bir bütün. Kuşun, temiz havanın, okyanusun ülkesi yok.
Devlet destekli silah tüccarlarının ellerini ovuşturduğu bir çağdayız. Ukrayna’dan Tayvan’a kadar her yerde savaş davulları çalıyorlar. Daha çok silah satmaları için onlara daha fazla savaş gerek. Bizim ihtiyacımız olansa 1960’lardaki çiçek çocuklarının, 1 Mart tezkeresi öncesi yapılan eylemlerin ruhunu hatırlamak Hem “büyük insanlığı” hem de iklimi kurtarmak için.
 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder