Özgür Gürbüz-BirGün/8 Mart 2015
Angra Nükleer Santrali, Brezilya-Foto: O. Gurbuz |
Yalan, nükleer
enerjiyi savunanların sıkça başvurduğu bir araç. Sovyetler Birliği Çernobil’den sonra kazayı kendi vatandaşlarından
bile gizlemişti. Ölü sayısı hep saklandı. Nükleer enerjinin lokomotifi diye
gösterilen Fransa’da hükümetin
sektöre verdiği sübvansiyon miktarı bir muamma. İngiltere’de, Sellafield’te meydana gelen nükleer kazanın ciddiyeti
yıllar sonra anlaşıldı. Daha da korkuncu, İngiliz hükümetinin santralde çalışan
işçiler üzerinde yaptığı deneylerin 2007 yılında ortaya çıkmasıydı. Nükleer
tesislerde çalışmış işçilerin aileleri, akrabalarının ölümlerinden sonra vücutlarından
parçalar, organlar alındığını ve bir dizi teste tabi tutulduğunu yıllar sonra
öğrendi. 1962 ile 1992 yılları arasında İngiltere’de, nükleer sahalarda çalışan
76 işçinin organları, doku örnekleri ailelerine bile haber verilmeden incelenmişti.
Çernobil sonrası Türkiye’deki
yetkililer de, radyasyonlu çayları bize içirmiş, halka doğruların söylenmemesi
için de bilim insanlarına baskı uygulamıştı. Tüm dünyada böyle onlarca örnek
var…
Şeffaf, halkın
bilgi isteğine, bağımsız kuruluşların denetimine açık bir nükleer santralin
bugünkü piyasa koşullarında rekabet şansı yok. Sızıntılara ceza kestiğinizde,
kazaların sorumluluğunu halka değil şirketlere yüklediğinizde hiçbir firma yeni
nükleer reaktör kurmaya teşebbüs bile etmez. Bu yüzden dünyadaki nükleer santraller
yaşlanıyor. Yaşlanan santrallerin yerine yenileri yapılmıyor. Bu yüzden yeni
nükleer reaktörler Rusya, BAE, Çin ve Pakistan gibi
ülkelerde alıcı buluyor. Nükleere verilen gizli destekler, rüşvetler,
pazarlıklar açıklansa halk gerçeği görecek. O nedenle nükleer meseleler Türkiye’de
olduğu gibi kapalı kapılar ardında hallediliyor. Bugün nükleeri savunanların
televizyonlarda karşımıza çıkamayışı, gazetecilerin, bu işlere bulaşmış
patronlarının korkusuyla nükleer meseleyi gündeme getiremeyişi bu yüzden.
İstisnalar yok
değil. Filiz Yavuz’un, “Beni ‘Akkuyu’larda Merdivensiz Bıraktın”
başlıklı kitabı bunlardan biri. Türkiye’de nükleer santral kurma mücadelesine
tanıklık eden kitap, Çernobil’den günümüze, nükleer meseleye bulaşmış tüm
tarafları buluşturuyor. Radyasyonlu çaylarla ilgili gerçekleri, nükleer silah
tutkusunu, Sinop ve Mersin’in kaygılarını derli toplu bir şekilde
okuyabiliyorsunuz. Kitapta nükleeri
savunan hükümetin ciddiye almadığı önemli bir unsur var; insanlar. Belki de
yazarının kadın olmasındandır. Nükleer enerjiye baktığında bir ticari anlaşmadan
fazlasını görenler. Bırakacağı radyoaktif atıkları düşünen, kanser yapacağı
yakınları için endişelenen insanlar.
BirGün’ün
yeşil sayfaları için de hatırı sayılır bir emek harcayan Filiz Yavuz’un kitabı
iki açıdan önemli. İlki, nükleer enerji konusunu tüm taraflarla konuşup, bize
tarihi bir belge bırakması. İkincisi, konuyu halkın katılımı, kaza riski ve
atıklar yönünden ele alarak, şirketlerin ve hükümetin gözünden değil halkın
gözünden anlatmayı başarması. Nükleer lobinin birçok gazete ve internet sitesine
sızarak propaganda yaptığı şu günlerde, Yavuz’un kitabı nükleer enerjiyi
anlamak için hepimize iyi bir fırsat sunuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder