Özgür Gürbüz-BirGün/15 Mart 2015
Dünyada 1
milyar 300 milyon insan elektriksiz yaşıyor. Barındıkları yerlerde düğmeye “çıt” diye basınca yanan bir ampul yok.
2 milyar 600
milyon insan temiz yemek pişirme olanaklarına sahip değil. Ocak yok. Tüp veya
mutfak yok. Bulaşık makinası; hak getire...
748 milyon
insan içme suyu ihtiyaçlarını ıslah edilmemiş kaynaklardan sağlıyor. Barındıkları
yerlerde musluk yok. Çoğunun tüm günü su getirmeye gitmekle ve buldukları suyu eve
taşımakla geçiyor.
1 milyar insan
açık tuvaletler kullanıyor. Gelişen bölgelerde yaşayan insanların üçte biri
gecekondu mahallelerinde yaşıyor.
Bunları,
elbette halimize şükredelim diye yazmıyorum. Türkiye’de ekoloji alanında
mücadele ederken ister istemez yerel sorunlara odaklanıyoruz. Termik santral
değil zeytin diyoruz. Altın madeni değil su diyoruz. Mermer ocağı değil orman
diyoruz. Mücadele alanları farklı görünse de talepler ortak sayılır. İnsanın
temel ihtiyaçları karşılanmazsa altının, elektriğin ve mermerin bir değeri yok.
Su bulamayan biri elektrik peşinde koşmaz. Evinde elektriği olmayan altın
bilezik takmaz. Ekoloji mücadelesi temelde bir yaşam mücadelesi. Bu yüzden
kaybedilemez, kazanılmak zorundadır. Doğru ama yeterli değil.
Ekoloji mücadelesi aynı zamanda eşitlikçi olmalı. Dünyada herkese yetecek su var ama eşit paylaşılmıyor. Doğayı geri dönülemez bir şekilde tahrip etmeden elektrik üretmek ve tüm dünyaya iletmek mümkün ama birileri hakkından fazla tüketmek istiyor. Gezegenin biyolojik kapasitesi bu nedenle yetersiz kalıyor. Her yıl 1,5 dünyanın üreteceği enerjiyi, gıdayı tüketiyoruz. Ekolojik kriz dediğimiz de, basitçe söylersek işte bu. Üstelik, ‘Kuzey’deki mutlu azınlık hak ettiğinden fazla tüketirken, ‘Güney’de yaşayanlar temel ihtiyaçlara erişim için uğraşıyor. Afrika’da 800 milyon kişinin tükettiği elektriği New York’ta 17 milyon kişi tüketiyor. Herkesin çamaşır kurutma makinasına yetecek elektrik yok ama herkesi gece aydınlatacak kadar elektrik var.
Ekoloji mücadelesi aynı zamanda eşitlikçi olmalı. Dünyada herkese yetecek su var ama eşit paylaşılmıyor. Doğayı geri dönülemez bir şekilde tahrip etmeden elektrik üretmek ve tüm dünyaya iletmek mümkün ama birileri hakkından fazla tüketmek istiyor. Gezegenin biyolojik kapasitesi bu nedenle yetersiz kalıyor. Her yıl 1,5 dünyanın üreteceği enerjiyi, gıdayı tüketiyoruz. Ekolojik kriz dediğimiz de, basitçe söylersek işte bu. Üstelik, ‘Kuzey’deki mutlu azınlık hak ettiğinden fazla tüketirken, ‘Güney’de yaşayanlar temel ihtiyaçlara erişim için uğraşıyor. Afrika’da 800 milyon kişinin tükettiği elektriği New York’ta 17 milyon kişi tüketiyor. Herkesin çamaşır kurutma makinasına yetecek elektrik yok ama herkesi gece aydınlatacak kadar elektrik var.
Yeşil
politikanın zorluğu burada. Sadece doğruyu (nükleer yerine güneş, GDO yerine
organik, büyük kent yerine küçük kent, otomobil yerine bisiklet gibi) önermek
yetmiyor, eşit paylaşımı da savunmak ve bunu gezegenin tümü için istemek
gerekiyor. “ABD veya Avrupa seragazı emisyonlarını azaltsın, iklim
değişikliğine yol açmasın ama Türkiye de üzerine düşeni yapsın” demeliyiz.
Dünyanın
herkese iki televizyon verecek kaynağı yoksa iki televizyonu olandan birini
alıp olmayana verecek bir düzeni kurmalıyız. Bu otoriter bir yapıyla
gerçekleşemez çünkü her otoriter irade bir gün yoldan çıkar. Gücü kendisi için
kullanır. Arzuladığımız değişim kolektif bir irade, herkesin herkesi
denetlediği şeffaf bir yönetim gerektiriyor. Bencilliğin, rekabetin
birliktelikle yok edildiği bir sürece ihtiyaç var. Yalnız yaşamın övüldüğü günümüz
toplumunda bireyi ‘üstün’ hale getiren ev, araba, pahalı cep telefonu gibi
maddi nesneler birlikte üretilen değerlerle önemsiz hale getirilebilir.
Kimsenin birbiriyle konuşmadığı bir çayevinde en hızlı cep telefonuna sahip
olmak bir üstünlük göstergesi gibi görülebilir. Çayevindekiler sohbet etmeye
başladığında, bir koro kurup şarkı söylediğinde veya yürüyüşe geçtiğinde satın
alınmış ürünlerin kattığı değer en aza iner. Değişim zor, ben de ‘yalnızlık
hastasıyım’ ama iyileşmek zorundayız. Komşularımızın kapısını çalmaya,
isim-şehir oynamaya ve paylaşmaya yeniden başlamalıyız. Tıpkı 2013 Haziran’ında
olduğu gibi.
***
İstanbul Tabip
Odası’nın Basında Sağlık Ödülleri dün verildi. Radyo dalında ödüle, 2013
sonunda Yaşar Kanbur dostum ile birlikte hazırlayıp sunmaya başladığımız
“Çimlere Basmayın” programı layık görüldü. Tabip Odası’na, Yön Radyo
dinleyicilerine ve programı bu yıl daha da zenginleştiren Filiz Yavuz ve Onur
Akgül’e teşekkür ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder