Hamileler elektromanyetik alanlardan uzak dursun

Özgür Gürbüz-BirGün / 25 Eylül 2011

Hayatımız elektromanyetik alanlarla çevrili. Hatta o alanların içinde yaşıyoruz demeli. Her gün elektromanyetik radyasyona maruz kalıyoruz. Baz istasyonları, kablosuz internet ağları, yüksek gerilim hatları, elektrikli süpürgeler, fırınlar ve saç kurutma makinaları... Bilgisayar ekranları, televizyonlar, cep telefonları ve sayıları günden güne artan elektrikli infrared ısıtıcılar. Liste uzun ama bunlar ilk aklıma gelenler. Hayatınızı kolaylaştırdığını düşündüğünüz bu araçların her biri aynı zamanda sağlığınız için birer tehlike.

Bu aletlerin insan vücudu üzerindeki etkileri birbirinden farklı. Örneğin saç kurutma makinalarının yarattığı elektromanyetik alanın şiddeti yüksek ama genelde saç kurutma makinasını çok uzun süre çalıştırmıyoruz. Çalıştırmamalıyız da. Özellikle yatmadan önce kullanılmaması tavsiye ediliyor. Bir berberde çalışıyorsanız kurutma makinasının size etkisi çok daha ciddi boyutlarda olabilir. Baz istasyonları hem güçlü hem de sürekli çalışıyor. Birçok kişi mikrodalga fırınlar çalışırken yakınında duruyor; halbuki 1-2 metre uzağında durmalısınız. Lokanta ve kafelerde mikrodalga fırın kullananların yiyecekleri ısıtırken ellerini fırının üzerinde tuttuklarını bile gördüm. Kansere davetiye çıkarıyor bu alışkanlıklar. Elektrikli traş makinası gibi alternatifi olan bazı aletleri de terk edin. Cep telefonları ise belki de artık en zoru. Sık sık kullanılıyor.

Astıma yakalanma riski 3,5 kat artıyor
Bugün bahsedeceğim konu daha çok hamile kadınları ve onların dünyaya getirmeye hazırlandıkları bebekleri ilgilendiriyor. ABD'nin Oakland kentinde yapılan yeni bir araştırmanın sonuçları elime geçti. Araştırmaya göre, hamilelik döneminde 24 saat için ortalama 2 mG (miliGaus) değerinde manyetik alan şiddetine maruz kalınırsa, doğan çocuğun 13 yaşına geldiğinde astım hastası olma olasılığı 3,5 kattan fazla artıyor. Bu çalışma Amerika Tıp Derneği'nin Pediyatrik Arşivi ve Genç İlaçları adlı yayınında yer aldı.* Bu dereceyi daha rahat anlamanız için şöyle bir örnek verebilirim. Elektrik iletim hatlarının 40 metre yakınında yaşıyorsanız bu şiddette bir manyetik alana maruz kalıyor olabilirsiniz.

Araştırma 626 çocuk üzerinde yapılmış. Bu çocuklar doğumdan sonra 13 yıl izlenmiş. Hamilelik sırasında da tüm annelerin maruz kaldıkları manyetik alan şiddeti sayaçlarla sürekli ölçülmüş. Manyetik alan şiddetindeki her 1 mG artış, astıma yakalanma şansını yüzde 15 arttırmış. Sağlaması da yapılmış. Düşük şiddette manyetik alana maruz kalan annelerin (0,3 mG'dan düşük) çocuklarının astım hastası olma şansı, 2 mG'dan fazla şiddete maruz kalan annelerden 3,5 kat daha az. Amerika Ulusal Kanser Danışma Kurulu üyesi Jonathan Samet, çalışmayı yankı bulması gereken bir araştırma olarak niteliyor. Samet, Mayıs ayında cep telefonlarını muhtemel kanser kaynağı olarak sınıflayan Dünya Sağlık Örgütü'nün Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı'nda üst düzey görevlerde bulunmuş biri.

Bulgular çarpıcı ama asıl önemli olan belki de araştırmanın uzunluğu. Elektromanyetik alanların çoğu hayatımıza yeni girdiği için uzun süreli etkilerinin ne olduğu konusunda çok fazla bilgi yok. Örneğin cep telefonları yaklaşık 20 yıllık bir geçmişe sahip, kablosuz internet daha yeni. Bu yüzden uzun süreli araştırmalar gerçeğe daha yakın sonuçlar veriyor bizlere. Yine de adım gibi eminim, birçok bilim insanı bu araştırmanın da yeterli olmadığını söyleyecek. Cep telefonları veya baz istasyonlarının tehlikeli olduğunu söylemek için daha çok araşırma yapılması gerektiğini anlatacak. Asıl sorun da burada. Bilimin en önemli ilkelerinden biri, “ihtiyatlılık ilkesi” hiçe sayılıyor ve unutturulmak isteniyor.

İhtiyatlılık ilkesi şunu söyler. Bir eylem ya da politik karar çevre ve insanlar için şüpheli sonuçlar doğurma olasılığına sahipse ve bilim insanlarının bu konuda ortak bir kararı yoksa, bilim tavrını eylemsizlikten yana koyar. Yani, risk almaz. Örnek olarak baz istasyonlarını ele alalım. Baz istasyonlarının nüfus yoğunluğunun çok olduğu bölgelerde kurulmasının kansere neden olduğuna dair ciddi araştırmalar varsa bir bilim insanı, “bu araştırmalar yeterli değil o yüzden kullanmaya devam edin” demez, diyemez. Der ise bilimsel kimliği tartışılır. Çünkü asıl ispatlanması gereken baz istasyonlarının insan sağlığına etkisinin olmadığıdır. Bu ispatlanana kadar baz istasyonlarına ihtiyatlılık prensibi gereği şüpheyle yaklaşılır. Kullanımı kısıtlanır.

İhtiyatlılık ilkesi çevrecilerin uydurduğu, görmezden gelinecek bir kural değildir. 1992 yılındaki Dünya Zirvesi'nin sonunda açıklanan Rio Bildirgesi'nin 15. maddesi bu ilkeye ayrılmıştır. 15. madde şöyle der: “Çevreyi korumak amacıyla, ihtiyatlılık ilkesi, devletlerce imkanları dahilinde geniş bir biçimde kullanılmalıdır. Nerede ciddi ve geri dönüştürülemez bir tehlike varsa, tam bilimsel kesinliğin olmaması, çevresel bozulmanın önüne geçecek ekonomik uygulamaların ertelenmesi için bahane edilmemelidir”. Politik iradenin, bilim insanlarının dikkatine.

* Archives of Pediatrics & Adolescent Medicine, American Medical Association (AMA), 1 Ağustos 2011.

"Nükleere mahkum değiliz" (Bianet)

24 Eylül 2011 tarihinde Biamag'da yayımlanan, Emel Gülcan'ın yaptığı söyleşi...
***

ÖZGÜR GÜRBÜZ:

"Nükleere Mahkûm Değiliz"

19 Eylül'de Alman Siemens firması nükleer enerjiden çekildiğini açıkladı. Bu adım neyin habercisi? Fukuşima faciasından kim, nasıl dersler çıkardı? Nükleer enerji analisti, gazeteci-aktivist Özgür Gürbüz'le konuştuk.

İstanbul - BİA Haber Merkezi
Alman sanayi devi Siemens, 19 Eylül'de nükleer enerjiden çekildiğini açıkladı. Siemens'in üst düzey yöneticilerinden Peter Loescher, Der Spiegel'e yaptığı açıklamada, Japonya'da Fukuşima nükleer santralinde yaşanan felaketin, şirketin kararında etkili olduğunu belirtti. Fukuşima faciası neleri değiştirdi? Dünyanın enerji ihtiyacı için nükleer şart mı? Türkiye, nükleere bağımlı mı? Biz sorduk, gazeteci-aktivist Özgür Gürbüz cevapladı.

Siemens'in nükleer enerjiden çekilmesini nasıl okumalıyız?
Bu kararı, Almanya'daki gelişmeler üzerinden değerlendirmeliyiz. 2002'de Yeşiller-Sosyal Demokratlar Koalisyonu'nda Almanya nükleer santrallerini kapatma kararı aldı ve iki reaktörünü kapattı. Sonra Merkel yönetimi, başta bu kararı geciktirme yönünde adımlar attı. Ama Fukuşima faciasından sonra dünyada pek örneği olmayan bir şey yaşandı. Almanya'daki sağ koalisyon hükümeti, 2022'ye kadar nükleerden çıkma kararı aldı. Son kararla, sekiz reaktör kapatıldı. Bu reaktörler, yaşlı oldukları için değil, alınan politik karardan ötürü kapatıldı. Almanya dokuz aktif reaktöründen de 2022'ye kadar vazgeçecek.

Söyleşinin tamamını okumak için lütfen tıklayınız.

Kürecik füze kalkanına karşı

Malatya'nın Kürecik bucağında kurulması planlanan NATO Füze Kalkanı- Erken Uyarı Radar Sistemi'ne karşı yöre halkının tepkisi büyüyor. Kürecikliler, 25 Eylül (yarın) saat 14:00'de İstanbul Taksim Meydanı'nda bir basın açıklaması yapacak. 2 Ekim 2011 tarihinde ise bu defa memleketlerinde toplanacak Kürecikliler, NATO'nun füze kalkanı projesine bir kez daha "hayır" diyecek.
Kürecik'te Füze Kalkanına Hayır İnsiyatifi yaptığı basın duyurusunda, sorunun bölgesel/yöresel bir sorun olmadığının bilincinde olan demokratik kamuoyunu, yurtsever, çevreci, ilerici kesimleri kendileriyle birlikte “Füze Kalkanı-Radar Sistemi” adlı savaş projesini boşa çıkartma mücadelesine davet ediyor.

Nükleerde yaprak dökümü Siemens ile sürüyor

Özgür Gürbüz-BirGün / 23 Eylül 2011

Fukuşima nükleer santral kazası aynı 1986 yılındaki Çernobil kazası gibi nükleer enerji konusunda 
Üç Mil Adası, Çernobil, Fukuşima. Sıra kimde?
tarihi bir değişime öncülük ediyor. Hatta daha fazlasına. ABD ile Fransa'nın ardından dünyanın en çok nükleer reaktöre sahip ülkesi Japonya, bu kazadan sonra yüzünü enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kaynaklarına çevirdi. Japonya'nın nükleer enerji konusundaki inadı bitti ve nükleer enerji tartışılır bir kaynak oldu. Japonya'nın birkaç gün önce istifa eden Ticaret ve Enerji Bakanı Yoşio Haşiro, 6 Eylül'de yaptığı açıklamada ülkenin gelecekte 'sıfır' nükleer reaktöre sahip olacağını söylemişti. Haşiro Fukuşima'dan 'ölüm kenti' diye söz edince istifa etmek zorunda kaldı.

Fukuşima kazası Avrupa'da da taşları yerinden oynattı. Eskiyen reaktörlerinin yerine yenilerini kurmak isteyen İsviçre, bu planlarından vazgeçtiği gibi ülkedeki beş reaktörü 2034'e kadar kapatma kararı aldı, nükleer enerjiye elveda dedi. İtalya halkı, Çernobil'in ardından kapatılan nükleer santrallerin yerine yenisini kurmak isteyen Başbakan Silvio Berlusconi'ye, yapılan halk oylamasında kocaman bir hayır dedi. Almanya ise işi daha da ileri götürdü. Fukuşima sonrası ülkedeki 17 reaktörün sekizi kapatıldı. Şu anda çalışan dokuz reaktör ise 2022'ye kadar kapatılacak. Nükleerden vazgeçme kararı alındığında bunu 'hayal' diye yorumlayan memleketimin “enerji uzmanlarına” selam olsun!

Bizim medyada “üst düzey yönetici” diye yazılsa da, aslında Siemens'in bir numarası, Yönetim Kurulu Başkanı sıfatını taşıyan Peter Löscher'in son açıklaması ise nükleer enerji masalına Almanya'da son noktayı koyar gibiydi. Löscher Siemens'in yıllardır faaliyet gösterdiği nükleer enerji alanından çekildiğini açıkladı. Bunun bir tek açıklaması var. Yıllardır yapılan yatırım, araştırma geliştirme çalışmaları Siemens'e ciddi bir teknolojik üstünlük kazandırmış olmasına rağmen şirket bu alanda bir gelecek görmedi. Kapıya kilit vurmaya karar verdi. Siemens yıllardır Fransızların nükleer devi Areva ile nükleer enerji konusunda 2009 yılına kadar ortak hareket ediyordu. Siemens 1 milyar 620 milyon avro değerindeki yüzde 34 hissesini 2009 yılında Areva'ya satıp ortaklıktan ayrılmıştı. Areva daha sonra mahkemeye gidip, anlaşma süresinden önce ortaklığı bitiren Siemens'i dava etmiş, 650 milyon avro civarında bir tazminat kazanmıştı. Zararın neresinden dönülse kârdır misali, Fukuşima sonrası nükleer enerjinin olmayan geleceğini gören Almanların bu giden paraya şimdi çok üzülmeyeceklerini düşünüyorum.

Siemens Areva'dan sonra bir başka devlet şirketiyle ortaklık için görüşmeye başladı, Rusya'dan Rosatom'la. Akkuyu'ya nükleer santral kurmaya çalışan şirketle yani. Batı ülkelerine santral satamayan Rus firması için bu anlaşma, teknoloji transferi ve yeni pazarlar anlamına gelebilirdi ancak Siemens, nükleer çalışmalardan vazgeçerek bu ortaklığın önünü de tıkadı. Dünyaya da 'nükleer enerji Almanya için tarih olmuştur' mesajını gönderdi. Bu mesaj bizim enerji bakanımıza ulaşır mı; hiç sanmıyorum. Bildiğiniz gibi, anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna bile az!

Nükleer Enerji Masalı

Heinrich Böll Stiftung Derneği’nden ücretsiz kitap...

Neresinden bakarsak bakalım nükleer enerji ne iklim değişikliği sorunun çözümüne mutlak bir katkı yapma potansiyeline sahip ne de enerji arzını garantilemek için gerekli. Gerçek bunların tam tersi. Enerji talebini yüzde 100 oranında karşılama amacıyla yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesini destekleyenler hem yeni nükleer santralların inşasına hem de eskilerinin ömürlerinin uzatılmasına karşı çıkmalıdır. Öne sürülen iddialara rağmen nükleer enerji, güneş enerjisi çağına doğru ilerlerken kullanılabilecek bir ara dönem stratejisi olmaya uygun değildir. Gerd Rosenkranz, Antony Froggatt, Mycle Schneider, Steve Thomas, Otfried Nassauer ve Henry D. Sokolski'nin “Nükleer Enerjiye Neden Karşıyız” sorusunu yanıtladıkları bu kitabı bir bedel ödemeden, sadece kargo masrafını ödeyerek,  info@tr.boell.org adresinden isteyebilirsiniz. Derneğin diğer yayınları için www.boell-tr.org/web/111.html adresini ziyaret edebilirsiniz.

Kitabın editörlüğünü Türkiye'nin en iyi çevre gazetecilerinden İbrahim Günel ile birlikte yaptık. Umarım beğenirsiniz.

Fransa nükleerde karizmayı çizdirdi

Bakalım, Avrupa’nın yenilenebilir enerjide en şanslı ülkesi Türkiye, adını nükleer felaketler yaşanan ülkeler listesine mi yazdıracak yoksa nükleer beladan kaçan akıllı ülkeler listesine mi?

Özgür Gürbüz-BirGün / 18 Eylül 2011

Fransa’daki Marcoule nükleer tesisinde 12 Eylül 2011 tarihinde meydana gelen patlamada bir kişi hayatını kaybetti, dört kişi ise yaralandı. Patlama, Marcoule Nükleer Araştırma Merkezi’nin yanındaki Centraco Merkezi’ne ait nükleer atık fırınlarının birinde meydana geldi. Centraco, düşük seviyeli radyoaktif atıkların eritilmesi ve yakılması işiyle uğraşıyor ve Fransa’nın enerji devi EDF Grubu’na ait Socodei’nin bir alt kuruluşu.

Yetkililerin yaptığı açıklamalar bir radyasyon sızıntısı olmadığına ve kazanın ‘nükleer’ değil endüstriyel bir kaza olarak nitelenmesi gerektiğine dikkat çekiyor. Kamuoyu aynı fikirde değil. Fransa’nın nükleer karşıtı eylemcilerini bir araya toplayan Nükleerden Çıkış (Sortir du Nucléaire) adlı grup, ikna olmadıklarını ve daha fazla bilgi talep ettiklerini söylediler. Tepkiler sadece Fransa’yla sınırlı da değil. EDF ve Areva’nın Hindistan’ın Maharashtra eyaletinde kurmak istedikleri santrale karşı kampanya yürüten eylemciler de seslerini yükseltti. Emekli bir hâkim olan Hindistanlı nükleer karşıtı Kolshe Patil, “Nükleer endüstrinin dünya çapında izlediği yol bu. Sadece ölümle sonuçlanan bir olayda bazı derinliği olmayan bilgiler veriliyor” açıklamasını yaptı. Nükleer endüstrinin halkın güvenini alamadığı ortada. Kazadan hemen sonra EDF’nin hisselerinin düşmesi de bunun bir başka göstergesi.

Marcoule Nükleer Merkezi (Site Nucléaire de Marcoule), Fransa’nın nükleer macerasında kritik roller üstlenmiş bir yer. 1960 yılında Fransa’nın yaptığı ilk nükleer silah denemesi için gerekli plütonyum burada üretildi. 1955 yılında askeri amaçlar için 2 megavat gücünde küçük bir reaktör kuruldu. Marcoule daha sonra üç reaktöre daha ev sahipliği yaptı. En sonuncusu 2010 yılında kapatıldı. Burası artık nükleer atıkların işlendiği bir merkez. Sökülen santrallerden gelen radyoaktif parçalar burada imha ediliyor, bazıları ise yakılıyor. 1000 megavat (MW) gücündeki ortalama bir nükleer reaktörden her yıl 400-450 ton kadar düşük seviyeli nükleer atık çıkıyor. Kendi içlerinde gruplara ayrılsa da genelde radyoaktif olma özelliğini 100 ila 500 yıl veya daha kısa zamanda kaybeden atıklar bu kategoride yer alıyor. Nükleer santraldeki su filtrelerinden, çalışanların giydiği önlük ve eldivenlere kadar birçok donanım ve eşya düşük seviyeli atık kabul ediliyor. Yüksek seviyeli nükleer atıklara örnek ise Plütonyum-238. Plütonyum-238, nükleer santrallerden çıkan, 240 bin yıl radyoaktif kalan, doğadan ve canlılardan izole edilmesi gereken tehlikeli bir radyoaktif madde.

Fransız hükümeti yıllardır nükleer enerji konusunda büyük bir gizlilik politikası uyguluyor. Üretilen elektriğin maliyeti bile açıkça söylenmiyor, zaten sübvansiyonlar yüzünden sağlama yapmak da kolay değil. Marcoule tesisi de bu gizlilik oyununun önemli bir parçası Fransız nükleer devi Areva’nın kontrolünde. Areva’nın hisselerinin yüzde 80’e yakını ise CEA’nın (Nükleer ve Yenilenebilir Enerji Komisyonu), CEA da hükümet kontrolünde.

1973 yılındaki petrol krizinden sonra varını yoğunu nükleere yatıran Fransa, ülkedeki nükleer endüstrisinin devamını sağlamak için nükleer teknolojiyi ihraç etmeye çalışıyor. Fransa’nın kendi ihtiyacından çok daha fazlasına yanıt verebilecek nükleer enerji kapasitesi var. Avrupa’ya elektrik satarak ayakta kalmaya çalışıyor. Avrupa ülkelerinin yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği yoluyla kendine yeter enerji sistemleri kurmaları halinde Fransız nükleer endüstrisi çok zor durumda kalacak. Fransa’nın yeni geliştirdiği üçüncü kuşak nükleer reaktörlerdeki başarısızlığı (EPR-Avrupa Basınçlı Su Reaktörü) ve bu son kaza, yabancı ülkelere ihracatla ayakta kalmayı düşünen Fransızları kara kara düşündürüyor olmalı. Şu anda Avrupa’da inşa edilen iki EPR de (Finlandiya ve Fransa) finansal ve teknik sorunlarla karşı karşıya. Finlandiya’da yapımına 2004 yılında başlanan reaktörün 2009’da tamamlanması gerekiyordu ama hâlâ bitirilemedi. Üç milyar avroya bitirileceği söylenen 1600 megavatlık reaktörün maliyeti şimdiden 5,7 milyar avroları buldu. Finlandiyalı firma ve Fransız Areva firması tahkimlik oldu. Fransa’da yapılan reaktörün de aynı sorunlarla karşılaşması, maliyetin 3 milyardan 6 milyara çıkması Fransa’nın nükleer teknoloji alanındaki imajını zedeledi. Bu son kaza da işin tuzu biberi oldu.

Nükleer enerji konusunda örnek gösterilen ülkeleri (Japonya, Fransa) birer birer havlu atıyor. Nükleeri tüp gazla eş tutan Türkiye ise nükleer santral kurmayı ekonomi, ekoloji ve sürdürülebilir bir sanayi kavramları içerisinde değerlendirmeyi henüz başaramadığı için hala eski dünya düzeninin bu tehlikeli teknolojisinde ısrar ediyor. Enerji Bakanı’nın Fransızlara yaptığı, ¨Ver Cem Uzan’ı, kur nükleer santrali¨ teklifi de bir başka rezalet. Türkiye nükleer santral tercihini işte böyle detaylı analizler(!) sonucu yapıyor.

Bakalım, Avrupa’nın yenilenebilir enerjide en şanslı ülkesi Türkiye, adını nükleer felaketler yaşanan ülkeler listesine mi yazdıracak yoksa nükleer beladan kaçan akıllı ülkeler listesine mi?

Japonya, Fransa… Sırada hangi ülke var?

Özgür Gürbüz / 12 Eylül 2011

Fransa’daki Marcoule nükleer atık tesisinde bugün (12 Eylül 2011) bir patlama meydana geldi. Alınan ilk bilgilere göre patlama sonucu bir işçi hayatını kaybetti, dört kişiyse yaralandı.

Marcoule atık tesisi eskiden küçük çaplı reaktörüyle Fransa’nın nükleer silah üretiminde önemli bir rol oynuyordu. Fransa’nın ilk nükleer denemeleri için gerekli plutonyum burada üretildi. Sonraki yıllarda ise termonükleer silah üretimi için trityum üretme amaçlı bir reaktör daha inşa edildi. Hızlı üretken reaktör Phenix’e yine burası ev sahipliği yaptı. MOX adıyla bilinen (uranyum dioksit ve plütonyum dioksit karışımı) yakıtın üretilmesi için de kullanılan tesiste, nükleer reaktörlerden gelen kullanılmış yakıt çubuklarının içerisindeki plutonyum ayrıştırılıyor.

Fransız polisi, Avignon kentine 30 km uzaktaki sahanın dışında bir radyasyon sızıntısı yaşanmadığını belirtmiş. Tercümeden kaynaklanan bir hata yoksa bu cümle bir garip. Tesis dışında sızıntı yok da, içeride var mı? Fransız kaynaklarında da benzer ifadeler kullanılıyor. Kazanın uranyum ve plutonyumun yüksek ısıya tabi tutulduğu fırınlarda olduğu söyleniyor. Bütün bu bilgiler doğruysa, benim tahminim en azından tesis içinde bir sızıntının olduğu yönünde. Patlama ve yangından bahsediliyor, demek ki kontrolden çıkmış bir nükleer atık var elinizde.

Fransız hükümeti yıllardır nükleer enerji konusunda büyük bir gizlilik politikası uyguluyor. Nükleer reaktörlerden üretilen elektriğin maliyeti bile açıkça söylenmiyor, zaten sübvansiyonlar yüzünden hesaplamak da kolay değil. Petrolden kaçmak için nükleere sarılan ve bu teknolojiyi ihraç ederek sanayisini ayakta tutmaya çalışan Fransa’da nükleer enerjiyi eleştirmek de adeta bir tabu. Marcoule tesisi de bu gizlilik oyununun önemli bir parçası olan Fransız nükleer devi Areva’nın kontrolünde. Areva’nın hisselerinin yüzde 80’e yakını CEA’nın (Nükleer ve Yenilenebilir Enerji Komisyonu). CEA da hükümet kontrolünde.

Fransa’daki bu kaza, nükleer enerjiden çıkış için insanlığa yapılan son uyarı gibi. Dünyanın nükleer enerji konusunda örnek gösterilen ülkeleri (Japonya, Fransa) birer birer havlu atıyor. Türkiye ise nükleeri tüp gazla eş tutarak, nükleer santral kurmayı akıl, mantık ve sürdürülebilir bir ekonomi kapsamında değerlendirmeyi henüz başaramadı. Bakalım, Avrupa’nın yenilenebilir enerjide en şanslı ülkesi Türkiye, adını nükleer felaketler yaşanan ülkeler listesine mi yazdıracak yoksa nükleer beladan kaçan akıllı ülkeler listesine mi?

Korkunç şeyler gördüm

Ahlakın bittiği, vicdanın tükendiği, para hırsının insanı kör ettiği gündeyiz dostlar. Bilin ki, cehennem gibi bir yerdeyiz. 

Özgür Gürbüz-BirGün / 11 Eylül 2011

Bu hafta korkunç şeyler gördüm. Yerlerde sürüklenen köylü kadınlar gördüm; ellerinde ağaç dalları, sopalarla. Hacı dedeler gördüm, namazdan kalkıp eyleme gelmişler sanki, ellerinde sımsıkı sarıldıkları bastonları vardı. “Vurun beni” diye bağıran bir erkek gördüm, tüylerim diken diken oldu. Yarı çıplak, ben diyeyim 20, siz deyin 50 jandarmanın önünde duruyordu. Gırtlağını yırtarcasına bağırıyor, “vurun beni” diyordu. Vurun!

Foto: Yeşil Gerze Çevre Platformu
O insanların üstlerine yürüyen jandarmalar, onlara biber gazı sıkan polisler de gördüm. Gözlerim gördüklerine inanamadı. Gözlerim yaşlarla doldu. Hiç umurumda değil ne düşündüğünüz, ağladım işte. Benim iki katım yaşında insanları yerlerde coplanırken gördüm. Köylüler, tüm olan bitene karşın, belki de yaşadıklarına inanamadıkları için, “en büyük asker bizim asker” diye bağırıyorlardı. Bir umut işte. Onca dayağa, biber gazına rağmen. Ama 'büyük asker' ve 'büyük polis' daha çok vuruyordu sanki. Bir kadın gördüm, “Benim oğlum da asker” diyordu. Götürdüler yaka paça...

Ben bu hafta, yıllardır mücadelesini verdiğimiz yaşam mücadelesi filminin sonunu gördüm. Yaşamı için, köyü için, ağacı için yolu kapayan Yaykıl köylülerini gördüm. Onlara desteğe gelen Gerzelileri, yanlarında Sinopluları gördüm. Kentliler köylüler birlikteydi. Üzerlerine panzer yürüyordu. Ve anladım ki yolun sonuna geldik. Kendisinden dört kat daha az ömür tüketmiş polis ve jandarmadan dayak yemeyi göze alan insanları görünce anladım ki, zurnanın zırt dediği yerdeyiz. Ahlakın bittiği, vicdanın tükendiği, para hırsının insanı kör ettiği gündeyiz dostlar. Bilin ki, cehennem gibi bir yerdeyiz. 

Ben bu hafta bir panzer gördüm. Daha önce de panzer görmüştüm, tank görmüştüm ama ben orada ‘düşman’ görmedim dostlar. Ufukta ağaç gördüm, deniz gördüm, çalı gördüm onlar için direnen insanlar gördüm. Direnmek ayıp mı? Ağacını, çalını, denizini, doğduğun köyü, aşık olduğun tepeyi savunmak ayıp mı? Bunun için direnmek suç mu? Cehennem gibi bir yerdeyiz dostlar, yaşamı savunmanın suç olduğu bir memleketteyiz. Zebanilere direnmekteyiz dostlar.

Gece yarısı yeri göğe çıkaracak sondaj makinalarını köye gizlice getirmek suç değil. Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararına rağmen termik santral inşasında ısrar etmek hiç değil. Yürütmeyi durdurma kararına edilen itirazın reddedilmesine aldırış etmeden, köye iş makinaları göndermek de yasal. Dünyanın iklimini değiştirecek dev bir kömür santralini kurmak haşa! Denizi, ovayı kömür tozuna bulamak övgüye değer davranış. Hayat pahasına para kazanmak hiç suç değil. Suç toprağına, derene sahip çıkmakta. Azla yetinmekte. Panzerin karşısına elde ağaç dalı dikilmekte. Öyle olmasa gözaltına alınıp tutuklananlar Yaykıl köylüleri değil de Anadolu Grubu’nun personeli olmaz mıydı?  

Merak ediyorum Gazze'yi, Mavi Marmara'yı aratmayan bu görüntüleri Başbakan gördü mü? Merak ediyorum Gerze'ye termik santral kurmak isteyen Anadolu Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan bu olan biteni gördü mü? Benim gördüklerimi görmüş olup da bir insanın bu işten vazgeçmemesi mümkün mü? Bu kadar mı muhtaçsınız paraya? Size cebimdeki beş on kuruşu vermeye hazırım. Yeter ki vurmayın o insanlara, vurdurtmayın. Bütün samimiyetim ve iyi niyetimle soruyorum Sayın Özilhan, ninem yaşında kadınların dayak yemesi pahasına bu santrali kuracak mısınız? Annenizi, babanızı bir kez olsun coplanırken gördünüz mü? Çok merak ediyorum, Gerze’de olanları gördünüz mü? Bir insan neden vurulmak, ölmek ister, ölüm pahasına direnir hiç düşündünüz mü? İzninizle soruyorum Sayın Özilhan, siz hiç dövülen anneanneler, biber gazı yiyen dedeler gördünüz mü?  Bu kadar mı Sayın Özilhan, bu kadar mı?

Ya biz kentliler? Bütün bunları görecek ve hala elektrikli diş fırçamız, 40 yılda bir kullandığınız elektrikli aletleriniz için elektrik istemeye devam mı edeceğiz? Kadınlar, gençler dayak yemesin, ben gerekirse elektriksiz de kalırım demek bu kadar mı zor?

Sinop'ta olan biteni gören çocuklara da bir şeyler söylemek istiyorum. Yapmayın çocuklar, siz siz olun, para için her şeyi yapmayın. Kuşu, ağacı, denizi para için satmayın. İnsanları sevin çocuklar,  cehennem zebanilerini kendinize örnek almayın. Kendinize cehennem gibi bir dünya yaratmayın.

Yaşı iki katıma ermiş nine ve dedelerim, ellerinizden öpüyorum. Bilin ki bu cehennem ateşini siz yakmadınız ama söndürmek için kocaman bir adım attınız.

Gerze'de olan biteni izleyin!

Anadolu Grubu, yöre halkının tüm itirazlarına rağmen Sinop Gerze'nin Yaykıl köyüne 1200 MW gücünde kömür santrali kurmak istiyor. Gerzeliler Sondaj ekibini köylerine sokmamak için bir aydır dieniyor. Hem de polis ve jandarma şiddetine rağmen. Bu görüntülerin üzerine söylenecek bir söz de yok zaten.

Gerze halkı yalnız değil!

Gerze'nin Yaykıl köyünde Anadolu Grubu tarafından kurulması planlanan termik santrale karşı Ağustos ayının başından beri yöre halkı direniyor. Köylüler sondaj yapılması öngörülen alanda gece gündüz nöbet bekliyor. 24 Ağustos’ta sondaj yapmak isteyen şirket temsilcileri alana sokulmadı. Son bir hafta içerisinde ise Yaykıl'da adeta çevrecilerle güvenlik kuvvetleri arasında bir meydan muharebesi yaşanıyor. Gerginlik köylüler ve onlarla dayanışmaya gelenlerin, polis ve jandarmayla karşı karşıya gelmesiyle iyice arttı. Güvenlik kuvvetleri, şirkete ait sondaj ekipleri ve iş makinelerinin köye girişini sağlamak için zor kullanmayı denediler ama başarılı olamadılar. Köylülerden yaralananlar oldu, küçük çaplı yangınlar çıktı. Yaşadıkları bölgeye sahip çıkmak isteyen köylülere karşı biber gazı kullanıldı, tazyikli su sıkıldı ve plastik mermiler havada uçtu. Tüm bu olaylara Türkiye'nin dört bir yanından tepkiler geliyor.

Yaykıl köyünün ormanlık bölgelerinde yaşanan çatışmalar esnasında silah sesleri duyuldu, çok sayıda köylü yaralandı, atılan biber gazlarının etkisiyle bölgede ağaçlar alev aldı ve yaralanan köylülerin hastaneye ulaştırılmasında pek çok güçlük yaşandı. Köylüler gözaltına alındı ve gözaltıların devam etmesi bekleniyor. Gerze halkına yaşatılan tüm bu fütursuz şiddete, tehdide rağmen termik santral kurmak isteyen şirket sondaj çalışmasını tamamlayamadı.

Sivil toplum örgütleri arka arkaya basın açıklamaları yapıyor ve protesto yürüyüşlerine hazılanıyor. İlki 9 Eylül Cuma akşamı İstanbul'da. Yürüyüş, Taksim meydanındaki tramvay durağından saat 19:30'da başlayacak. Aşağıda şu ana kadar yapılan ortak basın açıklamalarının altına imza atan sivil toplum örgütlerinin bir listesi var.


Akkuyu Nükleer Karşıtı Kolektif
Ankara Divriği Kültür Derneği
Bayrampaşa Sinoplular Derneği
Bolkar Dağları Koruma Platformu
Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi
Çevre İçin Hekimler Derneği
Derelerin Kardeşliği Platformu
Divriği Kültür Derneği
Doğayı Ve Çevreyi Koruma Derneği (Doğader)
Ege Çevre Ve Kültür Platformu (Egeçep)
Ege Su Platformu
Ekoloji Kolektifi
Ekolojik Yaşam Derneği (Ekoder)
Gdo’ya Hayır Platformu
Gemlik Yaşam Atölyesi Derneği
Gördesliler Derneği Çevre Komisyonu
Greenpeace
Gülsuyu Gülensu Yaşam Ve Dayanışma Merkezi (güldam)
Hasangazi, Porsuk Köy Meclisleri
İmece – Toplumun Şehircilik Hareketi
K. Çekmece Sinoplular KYD Derneği
Karadeniz İsyandadır Platformu
Kazdağları Koruma Girişimi
Loç Vadisi
Maden Köyü Çevre Platformu
Munzur Koruma Kurulu
Nilüfer Kent Konseyi
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Ankara Şubesi
Tarım Orkam-Sen Mersin Şubesi
Tmmob Çevre Mühendisleri Odası
Tmmob Kimya Mühendisleri Odası
Tmmob Peyzaj Mimarları Odası
Tozkoparan Derneği (Tozder)
Yalova Çevre Platformu (Yaçep)
Yalova Eğitim-Sen
Yeryüzü Derneği

Volkswagen'den yenilenebilire 1 milyar avro

Alman otomobil üreticisi Volkswagen, yenilenebilir enerji kaynaklarına iki yıl içerisinde 1 milyar avro yatırmayı planlıyor. Financial Times kaynaklı habere göre, Avrupa'nın en büyük otomobil üreticisi bu bütçenin bir kısmını iki açık deniz rüzgar santraline yatırmayı planlıyor. Bu Volkswagen'in ilk yenilenebilir enerji yatırımı olmayacak. Firma halihazırda Emden'deki rüzgar santralinden yılda 20 milyon kilovatsaat elektrik üretiyor. 2013 yılından itibaren de 12 üretim tesisinin elektrik ihtiyacının yüzde 10'unu hidroelektrikten karşılamak için Avusturya'nın Verbund şirketiyle bir anlaşma imzalandı. Tüm bu girişimlerin arkasında, firmanın seragazı emisyonlarını 2020'ye kadar, 2010 yılı değerlerinin yüzde 40 altına çekme hedefi yatıyor.