Çimento cenneti Türkiye

Özgür Gürbüz-BirGün/24 Eylül 2018

Dünyada çimento üretimi, iklimi değiştiren küresel seragazı emisyonlarının yüzde 8’inden sorumlu (2015). Bütün çimento fabrikalarını bir bayrak altında toplasak, Çimento Cumhuriyeti, Çin ve ABD’den sonra atmosfere en çok seragazı bırakan üçüncü ülke olurdu. Chatham House’un düşük karbonlu çimento ve beton üretimini mercek altına alan raporu durumu böyle özetliyor.

Dünyanın başına bela olan çimento kaynaklı emisyonların azalmasında Türkiye’nin sorumluluğu da büyük çünkü Türkiye, dünyanın en büyük beş üreticisi arasında. İhracatta ise dünya üçüncüsü; ürettiği çimentonun yaklaşık 8 milyon tonunu ihraç ediyor. Dünya üçüncülüğüne rağmen ithalattan gelen para ise 2017’de 531 milyon dolar.

Türkiye’nin sattığı çimentonun en büyük alıcısı Suriye, onu ABD ve İsrail izliyor. Ne kadar “düşmanca” tavır sergilediğimiz ülke varsa onlara çimento sattığımıızı da belirtelim. ABD’yi boykot etmek için Washington portakalı kesmeyi düşünenler varsa, çimento ihracatını kesmek daha iyi bir seçenek olabilir. ABD’yi betonsuz bırakabilir, medeniyetten uzaklaştırabiliriz...

Üretiminde oldukça fazla enerji harcanan çimento hammaddesi klinkeri de üretip ihraç ediyoruz. Yılda 5 mlyon ton klinker ihraç eden Türkiye, çevre konusundaki duyarsızlığından dolayı dağını, taşını gemilere koyup 90 farklı ülkeye gönderebiliyor. Şirketlerin kasasına girenin 531 milyon dolar olduğunu düşünürsek ülkenin kasasına kalanın kaybedilen doğaya ve iklim krizini desteklemeye değer olup olmadığını oturup düşünmekte fayda var. Brezilya, Kanada, Gana ve Haiti gibi ülkelerin neden bu üretimi kendi ülkelerinde yapmayıp bizden satın almayı tercih ettiğini iyi düşünmeliyiz.

Çimento sektörü de aynı kömür santralları gibi, Türkiye’nin bir iklim hedefi olmamasından, Paris Anlaşması’nı onaylamamasından faydalanıyor. Çimento fabrikaları ülkenin ihtiyacından fazlasını üretiyor. Türkiye çimento fabrikaları için bir cennete dönmüş. Her yer fabrika, bütün tepeler taş ocağı olmuş. Dünyada üretimde ilk sıralarda olunmasına rağmen kapasite kullanımının 2017’de yüzde 62’de kaldığını da hatırlatalım. Enerjide yüzde 75’lere varan dışa bağımlılığı, çimento sektörünün çevreye verdiği zararı düşünmeden Türkiye’yi, dünyanın çimento üreticisi yapmak nasıl bir planlama veya öngörünün sonucu, anlamak mümkün değil.

İçinde bulunduğumuz iklim krizinin ne kadar ciddi olduğunu artık erik büyüklüğündeki dolulardan, sellerden biliyoruz. Onu durdrumak için de her sektörün kendini karbonsuzlaştırması yani üretim süreçlerinden petrol, kömür ve doğalgazı çıkarmaları gerekiyor. Çimento gibi enerji yoğun bir sektörün hiçbir şey yapmaması da beklenemez. Türkiye’de çimento sektörünün büyüklüğüne bakarsak, iklim konusunda  başımızı sadece kuma değil betona da gömdüğümüzü söyleyebiliriz.

Sadece, “çimento kötüdür” demek yeterli değil, çözümü de konuşalım. Türkiye’nin ihracatı değil ihtiyacı düşünerek çimento üretmesi, inşaat sektöründe yeniden kullanımı artırması, gereksiz çimento kullanımının önüne geçmesi, üretimin de iklime daha az zarar verecek şekilde yapılmasını sağlayacak kuralların hayata geçirmesi gerek. Mikro çözümler de önerilebilir. Apartmanların etrafını duvarlarla çevirmek yerine çalılar dikmeli, her boş gördüğümüz yere beton dökmekten vazgeçmeliyiz.

Üretim sürecinde emisyonların azaltılamsında ise anahtar kelime “klinker”. Klinker çimentonun ham maddesi ve çimento kaynaklı emisyonların yarısından sorumlu. Klinker yerine alternatif hammaddeler kullanılabilir, enerji kaynağı seçiminde de fosil yakıtlardan kaçınılabilir. Dünyada örnekleri var. İnşaat sektöründe yaşanan kriz tüm bu politikaları hayata geçirmek için bir fırsat yaratıyor. Hazır işler durmuşken iş yapış tarzımızı değiştirelim. Radikal önlemler almaktan değil, iklim krizinden korkmalıyız.

Balık az mazot pahalı*

Dolar kuru nedeniyle artan mazot fiyatları balıkçıyı da vurdu. Balık sezonu durgun başladı.

Özgür Gürbüz-BirGün/17 Eylül 2018

Trol gemileri-Foto: O. Gurbuz
Geçen hafta WWF-Türkiye’nin küçük ölçekli balıkçılığı yaşatmak için bir yıldır sürdürdüğü çalışmaları yerinde izlemek üzere Foça’daydım. Düzenlenen çalıştayda, bakanlık temsilcileri, altı ayrı üniversiteden akademisyenler ve balıkçıların sorunlarını ve çözüm önerilerini dinleme şansım oldu. Foça Belediyesi’nin düzenlediği Kültür, Sanat ve Balıkçılık Festivali kapsamında düzenlenen bir başka panelde de Mersin (Erdemli), Antalya (Kaş) ve İzmir’den gelen balıkçıları dinledim. Dertleri çok; anlatmak, gündeme getirmek de bize düşüyor.

Sayıları 14 bini bulan küçük balıkçıların iki büyük sorunu var. Birisi, “şebeke” denen, yasaya, doğaya aldırış etmeden kaçak avcılık yapan balıkçılar. Cuma günü BirGün’de, “Denizde şebeke var” başlığıyla haberleştirdik. Okumadıysanız lütfen okuyun. Öyle bir şebekeden bahsediyoruz ki, sahil güvenliğin botunu takip etmek için limanı gören yerde ev tuttukları, içine diğer teknelere haber vermesi için adam koydurttukları bile söyleniyor.

Bakanlık durumu biliyor ama yaptırımlar yetersiz. Yasadışı avcılık yapan tekneyi yakalasa bile ceza kesip bırakıyor, tekne sahibi akşama kalmadan yeniden denize açılıyor. Yakalanan teknelerin imhası için yasal değişiklik hazır. Bu madde yasalaşırsa herkes etkili olacağından emin ancak daha önceki iki değişiklik taslağı geri dönmüş. Gizli bir güç, yasaya uyup, emeğiyle para kazanmaya ve aynı zamanda denizleri korumaya çalışan balıkçıyı rahatlatacak bu değişikliği istemiyor sanki. Tarım ve Orman Bakanlığı üstüne giderse önemli bir sorun ortadan kalkacak, biz bir kez daha yazıp ortak aklın isteğini iletelim.

İkinci sorun ise mazot fiyatları. Dolarla birlikte artmış. Sadece mazot mu? Kasa fiyatı, tekneden çalışan işçilerin ücreti… Foça Limanı’na gittiğinizde sezonun yeni başlamasına rağmen denize açılmamış onlarca tekne görüyorsunuz. Tekne sayısının çok, balığın az olduğunu söyleyen 35 yıllık balıkçı Latif Turgut Tekin, bir teknenin günlük mazot maliyetinin 2-3 bin lira arasında olduğuna dikkat çekiyor.

Balık halinde fiyatlar el yakıyor
Burçin Tekin-Foto: O. Gurbuz
Fotoğrafın tamamını görmek için Foça Balık Hali’ne de gittim. Balıkçı Burçin Tekin, bir ay önce 18 TL’ye aldığı balığı 26-28 TL’ya aldığından yakınıyor. Yemlerin ithal olması nedeniyle çiftlik balıklarının bile fiyatları artmış. Misafirlerine balık almaya çalışan Tuba Urhan da, “Bir hafta önce deniz levreğini 35 TL’ye aldım şimdi 50 TL. Fiyat böyle olunca ne yapacağımı şaşırdım” diye yakınıyor. İş sadece yem, mazot gibi maliyet kalemlerindeki artışla da bitmiyor. Balıkçının kilosu 20 TL’den sattığı barbun, aracılardan sonra tezgaha 50 TL’den çıkıyor. Küçük balıkçı, kendi ürününü satmanın yollarını arıyor.

Balık sezonu Foça’da açıldığı gibi kapanmışa benziyor. Balık fiyatları artmadıkça teknelerin denize açılması zor. Fiyatlar artarsa da alıcı bulmak iyice zorlaşacak. Görüldüğü üzere ekonomik krizin denize yansıması da farklı değil. Dalgalar üstümüze üstümüze geliyor. 

* Gazetedeki iki konulu yazının ilk konusu

Çöp toplamak iyi mi kötü mü?*

Özgür Gürbüz-BirGün/17 Eylül 2018

İki gün önce Türkiye’de binlerce insan çöp topladı. Çöp toplama meselesi yıllardır tartışılır. İnsanların zaman ayırıp çöp toplaması, durumun vahametini görmesi elbette kötü değil. Sorun, çevreciliğin, çözümün bu tip eylemlerden geçtiği fikrinin yayılmasında. Yanıbaşındaki termik santrala itiraz etmeyen ama çöp toplayan çevrecileri yaratmak için az uğraşmıyor devletler. Atıklar gibi kangrene dönmüş sistemsel bir sorunu çöp toplayarak değil, çöp üretmeyerek, üretileni geri dönüştürerek çözebilirsiniz. Plastik şişe, karton kutu gibi ürünleri üreten şirketlere bunları geri toplamaları için depozito koymalarını sağlayamazsanız, onlar üretir, birileri atar ve siz de toplamaya devam edersiniz. Bizim her zaman balık tutmayı öğretmemiz gerek, çöp toplamanın “pansuman tedbir” olduğunu unutmayalım.

Avrupa’da belediye atıklarının geri dönüşümünde en başarılı ülke Almanya. Dünya lideri de desek abartmış olmayız. Almanya’da atıkların yüzde 64’ü ya kompost tesislerine gidiyor ya da geri dönüştürülüyor. Türkiye’de bu oran yüzde 10. Başarının ardında depozito uygulaması gibi katı kurallar yatıyor. Almanya’da camdan, pet şişeye aldığınız her ürün için depozito ödüyorsunuz. Hem de öyle birkaç kuruş değil; 25 avro sentten (yaklaşık 2 TL) bahsediyoruz. Kimse bir pet şişe su içip iki lirasını çöpe atmak istemiyor. Atan olursa da onları toplayıp para kazanalar, yere düşmeden bu atıkları topluyor.

Madem ülkede seferberlik ilan edip, herkesi çöp toplamaya çağıracak kadar kritik bir durumdayız, hükümetin elini kim tutuyor? Her türlü ambalaja depozito eklensin, doğaya bırakılan çöp miktarının ne kadar azaldığını birlikte izleyelim. Yetmedi mi? Sokağa çöp atana, atığını ayırmayana ceza kesilsin. Yurt dışındaki iyi örneklerin hepsinde bunlar var. Sadece bilinçlendirmeyle sorun çözülseydi, İngiltere, Fransa gibi çevre duyarlılığının bizden önce başladığı yerlerde böyle cezalar uygulanmaz, sadece çöp toplama etkinliğiyle sorunu çözülürdü. Öyle olmuyor, devlet doğayı korumakla görevli ve bunun için ne gerekiyorsa yapmalı. Çevrecilerin görevi de çöpleri toplamak değil, ürettirmemek, attırmamak olmalı. Hadi, hemen depozito uygulamasına geçelim. Şirketlerin değil doğanın isteğini hayata geçirelim.

* Gazetedeki iki konulu yazının ikinci konusu.