En büyük en iyi demek değildir

Özgür Gürbüz-BirGün/11 Nisan 2019

İstanbul Havalimanı “dünyanın en büyük havalimanı” diye pazarlanıyor. Yeni havalimanının nesi "en büyük" bir bakalım.   

Foto: Sendika.org
İstanbul’a en büyük ihanet hangi projeyle olmuştur diye sorsak, İstanbul Havalimanı hiç kuşkusuz listenin ilk sıralarında yer alır. Havalimanı projesi aslında İstanbul’un 16 milyonu zorlayan nüfusuna 2-3 milyon nüfus daha ekleyecek bir kent projesi. Kentin şu ana kadar korunmuş kuzey bölgelerini yapılaşmaya açma ve dolayısıyla İstanbul’u daha da kalabalık ve karmaşık bir kente çevirmenin üçüncü köprüden sonraki ikinci adımı. Yani, sonun başlangıcı…  

Havalimanı projesi Türkiye tarihinin gördüğü en büyük doğa katliamlarından biri. Projenin resmi ÇED raporunda alanın yüzde 81’inin ormanlık, yüzde 8,6’sının da göl ve göletlerden oluştuğu açıkça belirtilmiş. Şimdi burası bir beton havuzu.  

Yeni havalimanı kentin temiz havasının en büyük düşmanı. İstanbul’un kuzeyinden esen rüzgarlar buradaki ormanların üzerindeki temiz havayı kente getirir ve kentin üzerindeki sıcak ve kirli havanın değişmesini sağlar. Şimdi burası yapılaşmaya açıldı.

Havalimanı dünyanın en büyük işçi mezarlıklarından biri. Resmi rakamlara göre inşat sırasında 60’a yakın işçi hayatını kaybetti. İşçilerin kötü çalışma koşulları defalarca gündeme geldi. Şimdi burası asgari ücretli bir işçinin maaşının 20’de biriyle sekiz yaprak dolması ve kısır alabildiği bir lokanta.

Projenin yarattığı en büyük tehditlerden biri de kuş göç yolları üzerinde olması. Hem uçaklar hem kuşlar için endişe veren bu durum, ÇED raporundaki riskler bölümünde de belirtilmişti. Şimdi burası metal kanatlı uçakların, hayatta kalmak için göç eden yüzlerce kuşu tehdit ettiği eski bir kuş cenneti.

İstanbul Havalimanı, Türkiye tarihinin gördüğü en büyük israf projelerinden biri. Kentin yerleşmiş 15 milyonluk nüfusuna (resmi rakam) en uzak noktaya yapılan bu havaalanına ulaşmak Atatürk Havalimanı’na ulaşmaktan iki kat daha zor. Atatürk Havalimanı ile Taksim arası 22 km iken İstanbul Havalimanı Taksim arası 40 km. Avcılar’dan 16 km yol yapıp havaalanına ulaşan bir kişi şimdi 50 km; Kadıköy’den 26 km yapan bir kişi ise yeni havalimanına ulaşmak için 63 km yol yapacak. Kabaca söylersek, İstanbul’un hemen hemen her yerinden havaalanına gitme mesafesi iki kat arttı. Petrolde yüzde 94 oranlarında dışa bağımlı Türkiye’de enerji faturasında ve iklim değişikliğine yol açan seragazı emisyonlarında en büyük artışa neden olan proje de İstanbul Havalimanı olacak. Şimdi burası kentin havasını temizleyen bir orman değil, mevsimleri değiştiren bir iklim canavarı.

İstanbul Havalimanı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük kapanış projesi. Dünyanın sayılı havalimanları arasındaki Atatürk Havalimanı, bu yanlış proje nedeniyle ıskartaya çıkarıldı. Milyarlarca lira boşa gitti. Atatürk Havalimanı’nı işleten firmanın, 2021’e kadar süren anlaşması erkenden feshedildiği için tazminat ödenmesi de cabası. Şimdi burası her vatandaşın cebindeki deliğin sembolü.

Dünyada örnekleri olmasına rağmen dev havalimanında ısrar etmek en büyük planlama hatası olarak tarihe geçecek. Londra’da bir büyük havalimanı ve dört tane daha küçük havalimanı varken Türkiye’de bütün uçuşları bir havalimanına toplamak, olası bir sis ya da trafik koşullarında ortaya çıkacak sorunu krize dönüştürecek. Halbuki, mevcut havalimanlarına ek yapmak veya artan ihtiyacı karşılayacak daha küçük bir havalimanı yapmak yeterliydi. Şimdi burası kent plancılarının derslerinde anlatacağı kötü bir örnek.

Nanoteknoloji ve mikroçiplerin çağında büyük projelerle övünenler ya çok geride kalmıştır ya da bu çağa ayak uyduramamış. Bilen bilir; en büyük, en iyi demek değildir.

Üç Mil Adası nükleer kazası

Özgür Gürbüz - 28 Mart 2019

Foto: AP, https://bit.ly/2HLeVMQ
Bundan tam 40 yıl önce, 28 Mart 1979 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin tarihindeki en büyük nükleer santral kazası meydana geldi. Üç Mil Adası (Three Mile Island-TMI) Nükleer Santralı'nın iki numaralı reaktöründeki kaza, kısmi çekirdek erimesine yol açtı. Üç Mil Adası'nın iki numaralı reaktörü, 30 Aralık'ta ticari faaliyete başladı, üç ay sonra ise kaza yaptı ve kapatıldı. Tarihin en kısa çalışan nükleer reaktörlerinden biri oldu.

Kazaya birçok reaktörde görülen benzer bir sorun yol açtı. Mekanik veya elektrik bir hata nedeniyle buhar jeneratörlerine su gönderilemedi ve bu da reaktörün soğutulmasını engelledi. Türbin jeneratörü ve ardından reaktör durdu. Birincil bölgede basınç artmaya başladı. Fazla basıncı atmak için reaktörün yukarısındaki otomatik valf devreye girdi ancak bir süre sonra kapanması gerekirken kapanmadı. Böylece soğutma suyu buhar olup dışarı çıkmaya devam etti ve reaktörün kalbi ısınmaya başladı. Bu durumun farkına varamayan çalışanlar yedek tedbirleri de hayata geçiremedi. Bir dizi çabanın da sonuç vermemesiyle nükleer yakıtın olduğu reaktörün kalbinde kısmi erime meydana geldi. Özetlersek, dünya otomatik sistemlerin çalışmadığına, biri olmazsa diğeri çalışacak önlemlerin hayata geçmediğine, yapılmaz denilen insan hatalarının yapıldığına tanıklık etti. Bunların hepsinin en üst düzeyde güvenlik tedbirlerinin alındığı söylenen nükleer santrallarda olabileceğini de gözleriyle gördü. Riskin büyüklüğü hakkında bir fikre sahip oldu.

Yetkililer, bölgede yaşayan 2 milyon insanın aldığı radyoaktivitenin normalden fazla ama insan sağlığına etki edecek riskte olmadığını söylediler.*1 NRC'nin (ABD Nükleer Düzenleme Kurumu) bu açıklaması birçok bağımsız uzman ve çevreci tarafından gerçekçi bulunmadı. Sızıntının NRC'nin söylediğinden 100 ila 1000 kat daha fazla olduğu iddia edildi.*2 Resmi makamlar sağlık sorunu yok derken, örneğin, The American Journal of Public Health'in bir raporunda, yenidoğan bebeklerde ölüm oranının, santralı merkezine alan yarıçapı 10 millik bir daire içinde, kazadan önce 1000'de 8 civarında olduğu, kazadan sonraysa 1000'de 19,3'e kadar çıktığı belirtildi.*3

Dünya, nükleer kaza tehlikesinin büyüklüğünü Çernobil ve Fukuşima'dan önce ABD'de gördü demek yanlış olmaz. Nükleer enerjinin ABD'de gözden düşüşü bu kazayla başladı. Kazadan sonraki dört yıl içerisinde (1980-1984) 51 nükleer reaktör siparişi iptal edildi. 2012 yılına kadar da ABD'de yeni bir nükleer santral siparişi verilmedi.*4

Yapılmış ve yapımına başlamış reaktörlerin tamamlanmasıyla 1990 yılında ABD'de 112 nükleer reaktör çalışabilir durumdaydı. Bu sayı şimdi 98, yapımı süren reaktör sayısı sadece iki (2) ve mevcut nükleer reaktörlerin ortalama yaşı 37.*5 Tasarım ömrü 40 yıl olan bu reaktörlerin birçoğunun uzatılan izinleri önümüzdeki yıllarda sonlanacak ve yerine yenilerinin yapılmadığı ortada. Halihazırda gaz, rüzgar ve güneşle ekonomik açıdan başedemeyen nükleer enerjinin geleceği, mevcut ekonomik koşullar değişmezse karanlık. Elektrik üretim maliyetleri giderek artan nükleer santralların, devlet teşviği almadan, atık sorununu çözmeden ABD'de eski gücünü koruması pek olası görünmüyor.

***

*1 NIRS, https://bit.ly/2OtDbU8
*2 EIA, https://bit.ly/2TITbD3
*3 http://www.tmia.com/node/1167
*4 NRC (ABD Nükleer Düzenleme Kurumu), https://bit.ly/2waAHE7
*5 http://bit.do/eMZLt

Binali Yıldırım neden güven vermiyor

Özgür Gürbüz-BirGün / 28 Mart 2019

Yerel seçimlere sayılı günler kaldı. Bizim gibi ulusal gazetelerde yazanların işi elbette tüm ülkeyi değerlendirmek ama bugün izninizle yaşadığım kentin, İstanbul’un Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) adayı Binali Yıldırım’ın doğaya dair vaatlerini değerlendireceğim. 

25 yıldır bu kenti yöneten iktidar partisinin İstanbul adayının vaatleri, aslında AKP adaylarının seçilirlerse diğer kentleri nasıl yöneteceklerine dair ipuçları da içeriyor. İstanbul’u gerçekte yönetecek kişiyi bildiğimiz için diğer belediyelerin nasıl yönetileceğini de tahmin etmek zor değil. Yoldan çıkanın sonu kayyım ne de olsa. Melih Gökçek ve Kadir Topbaş örneklerini hatırlayın.

Gelelim Binali Yıldırım’ın vaatlerine. Yıldırım’ın arasında AKP’den son 20 yıldır sürekli duyduğumuz yeni yeşil alan kazandırma vaadi var. 20 yıldır yapılamayan iş bu sefer nasıl yapılacak diye baktığınızda tam bir hayal kırıklığına uğruyorsunuz. Madde madde ne yazdıklarını ve aslında ne anlama geldiğini yazalım.

Yeşil koridor adıyla kıyılar doldurulacak
Yıldırım, 39 ilçenin kent meydanını tamamlayacağız diyor. Anlamı şu: Taksim ve Eminönü örneklerinde de gördüğümüz gibi bu 39 ilçenin ortasına beton dökülecek, saksıda ağaçlarla kent meydanları gri beton tarlalarına dönecek.

Yıldırım, yeşil koridorların ormanlarla buluştuğu yerlerde yeni mesire alanları yapacağız diyor. Anlamı şu: Ormanların içi mesire alanı adıyla yine oyulacak, doğal kalması gereken alanlar büfeler ve mangallarla kaplanacak.

Yıldırım, 15 milyon İstanbullu’nun her birinin dikili ağacı olacak diyor. Anlamı şu: Fidan dikme kampanyalarıyla yine göz boyanacak. Olur olmaz her yere fidan dikilecek, çoğu bakımsızlıktan ölecek, tabela ormanlarına, fidan ihalelerinde yolsuzluklara davetiye çıkarılacak. Fidan dikme merasimi, alt geçit duvarlarına saksı çiçekleri asarak ve değişik şekillere sahip yol kenarı süslemeleriyle devam edecek. Milletin parası yine boşa gidecek.

Yıldırım, İstanbul’un tüm kıyılarını kesintisiz gezeceğiz diyor. Anlamı şu: Tüm sahil şeridinde yeni dolgu alanlar, yollar yapılacak. Denizlerdeki ekolojik zenginlik zarar görecek, tarihi doku zedelenecek ve kıyılar betona boğulacak.

Yıldırım, kişi başına düşen yeşil alan miktarı 8,44 metrekareden 11 metrekareye çıkarılacak diyor. Anlamı şu: Sahil dolguları ve derelerin ıslahıyla betonla zapt edilecek alanlar yeşil koridor adıyla pazarlanıp, yeşil alan miktarını şişirmek için kullanılacak. Zaten hem bugün için verilen rakamın doğruluğu tartışmalı hem de belirtilen hedef, Mekânsal Planlar Yapım Yönetmeliği’nde belirtilen 15 metrekareden çok daha az. 25 yılda yapmadıklarını beş yılda nasıl yapacaklar, o hiç belli değil.

Yıldırım’ın “yeşil ağ sistemi” adıyla verdiği vaat belki de en tehlikelisi. “İstanbul’un kuzeyinde yer alan ormanları, şehrin içerisine almak ve bu doğal yaşamı deniz ile buluşturmak için 20 koridor planladık” diye özetlenen hedef. Görüldüğü gibi, burada amaç yeni yeşil alan kazandırmak değil, kenti kuzeye doğru daha da büyüterek, oradaki ormanları yonta yonta parka, arazileri de ranta çevirmek. Bu mantıkla, İstanbul’a temiz hava sağlayan, nefes aldıran Kuzey Ormanları’ndan da bir süre sonra geriye bir şey kalmayacak.

İstanbul’un özlemi, nüfusun yoğun olduğu yerlerde yeni yeşil alanlar yapılması. Bu mümkün ama rantın yerine halkı koyan bir belediyecilik istiyor. İnsanı, doğayı öne çıkaran bir zihniyet kenti yönetseydi bugün Ali Sami Yen Stadı’nın yerinde kocaman bir parkımız olabilirdi. Benzer bir çağrıyı zamanında Cevahir Alışveriş Merkezi için de yapmıştık. Bu iki yer park olsaydı bugün Şişli ve Mecidiyeköy bambaşka olurdu.

İstanbul, ormanı park yaparak, denizi doldurarak değil, betonu park yaparak, binaları yıkarak yeşillenir. Binali Yıldırım henüz bunu anlamamış.

Beyoğlu’nda metruk binalar park olacak

Özgür Gürbüz-BirGün / 24 Mart 2019

Yerel seçimlere bir hafta kala Beyoğlu Belediye Başkan Adayı Alper Taş ile basın toplantısında bir araya geldik. Yarışa sekiz puan geriden başlayan Alper Taş son anketlere göre rakibiyle puan farkını yüzde 1’in altına indirmiş. Bir önceki yerel seçimde AKP ile CHP arasında yüzde 12 oranında bir fark vardı.

Beyoğlu’nun adı bu seçim döneminde Ankara ve İstanbul kadar ön plana çıktı. Bunda, Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nden tanıdığımız, imam hatip lisesi mezunu, Rizeli sosyalist Alper Taş’ın CHP adına yarışa girmesi kadar çözüm için diğer adaylardan farklılaşan önerilerinin de etkisi büyük. Alper Taş’ın etkili, halktan ve samimi bir politikacı olduğunu biliyoruz ama seçilirse ne yapacak? En çok onu merak ediyordum.

Basın toplantısında Taş’a Beyoğlu gibi boş alanı olmayan bir ilçede yeni yeşil alanlar açacak mısınız diye sordum. Taş, tarihi eser niteliği olmayan metruk binaları ve benzer büyüklükteki küçük arsaları cep parklara dönüştüreceklerini söyledi ve ekledi: “Nerede, nasıl yapabilirsek yeşil alan yapacağız”.

Kentlerin cazibe merkezi olmasında yayalaştırılmış alanların önemi büyük. Araç trafiğinin azalması ticareti, kültür sanatı artıran bir etken. İstiklal Caddesi bugün TOMA ve polis araçlarının işgali altında kaldığı için kötü bir yayalaştırma örneği olsa da Alper Taş’a benzer projeleri olup olmadığını sordum. Alper Taş, yayalaştırmadan bahsetmedi ama ilçedeki başka caddeleri de İstiklal Caddesi gibi öne çıkaracakları yanıtını verdi. Fatih Sultan Caddesi, Yay Meydanı Caddesi, Kızılay Meydanı, Bahriye Caddesi ve Kasımpaşa’daki Zincirlikuyu Caddesi’nin isimlerini verdi. Alper Taş, 45 gündür sokaklarda. Beyoğlu’nun 45 mahallesini de dolaşmış. 400 kilometreye yakın yol yürümüş. Aday olduğu ilçeyi, dertlerini sokak sokak bilen bir başkan adayı olduğunu bizlere hissettirdi.

Alper Taş’ı Beyoğlu’nda öne çıkaran birkaç önemli unsur var. Bugüne kadar kendisine söz hakkı verilmemiş Beyoğlu halkına birlikte yönetme sözü vermesi. Seçilirse yapacağı ilk işin her mahallede kurulacak Mahalle Meclisleri olduğunu söylüyor. Bu meclisler sorunları ve çözüm önerilerini iletecek, Beyoğlu yönetimi bu meclislerden gelen fikirlere göre karar alacak. Taş’a göre, “Onlar kazanırlarsa Beyoğlu’nu Kulaksız’daki Okçular Tekkesi’nden yönetecekler. Biz kazanırsak ilçeyi halk yönetecek”. Bir başka iddialı hedef ise Beyoğlu’nu kooperatifler kenti yapma vaadi. Sadece tüketim değil, konuttan kadın emeğine kadar birçok alanda kooperatifleşmenin de önünün açılması hedefleniyor.

Taş’ı diğer adayların karşısında güçlü kılan bir başka unsur ise ilçede kangrene dönüşmüş tapu sorununu çözecek tek aday olarak görülmesi. Bunu seçim çalışmalarında bizzat Alper Taş’la birlikte çalışan İyi Parti Beyoğlu İlçe Başkanı İsmail Hakkı Çavuşoğlu da onaylıyor. “Gözlemlerimize göre insanlar buraya halkçı bir elin değmesini istiyorlar. Taş’ın ve söylemlerinin ilçede büyük karşılığı var” diyen Çavuşoğlu’nun bu yorumu, tapu meselesini halkçı bir başkanın çözebileceği söylemini güçlendiriyor. Karşı tarafta ise kentsel dönüşümü “birkaç binayı kendilerine ayırmak” gibi yorumlayan rantçı bir anlayış var. Bakalım Beyoğlu seçim günü tercihini hangi yönde kullanacak?

Anketlerde başabaş duruma gelen yarışı Karadenizli olduğu için “burun farkıyla” kazanacaklarını söyleyen Alper Taş, “Belediyeyi A.Ş. olarak görüyorlar. Vatandaşı da müşteri. Vatandaşı yurttaş, komşu, hemşeri olarak gören anlayışı hayata geçireceğiz” diyor.  Kendisine atılan iftiraları da, “Beyoğlu modelinin örnek olmasından korkuyorlar” diye açıklıyor.

31 Mart akşamı gözler Ankara ve İstanbul kadar Beyoğlu’nda da olacak. Bakalım Türkiye, Komünist Başkan’dan sonra farklı düşünen ve farklı çalışan bir başka belediye başkanına daha kavuşacak mı?