Zeytin ve ötesi

Özgür Gürbüz-BirGün/12 Haziran 2017

Geçen hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne kısaca “Üretim Reform Paketi” denilen bir kanun tasarısı getirildi. 76 maddelik tasarı yasalaşsaydı ülkede beton üretimi artacak ancak hayatta kalmamızı sağlayan neredeyse her şeyin üretimi azalacaktı. Halk tepki gösterdi, telefonla, eposta ve faksla milletvekillerine özellikle de hükümet temsilcilerine tepkilerini dile getirdi. Sosyal medyada hemen hemen her gün zeytinlikler konuşuldu. Biraz cesareti ve vicdanı olan zeytin üreticisi de Ankara’nın yolunu tuttu. Tasarı baskılar sonucunda Meclis Genel Kurulu’ndan geri çekildi ama tehlike geçmedi. Tasarı ilgili komisyonda tekrar görüşülecek. Bu hafta yeniden Meclis Genel Kurulu’na gelebilir.

Tasarıda öyle maddeler var ki, yıllardır korunmaya çalışılan zeytinlikler, meralar ve kıyılar bir çırpıda yapılaşmaya, sanayiye açılabilir.

Zeytinciliğin Islahı Kanunu’ndaki 20. madde zeytinlik alanların 3 km yakınına zeytinyağı fabrikası dışında kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis kurulmasını yasaklıyor. Yapılmak istenen değişiklikle, kamu yararı kararı alarak, bu alanlara istenilen sanayi tesisinin yapılmasının önü açılıyor. Kestiğin zeytin ağacının iki katını başka yere dik ya da ağaç başına 200 TL öde yeter. Yeni Türkiye’de bunun adı ‘üretim reformu’ oluyor.

Et ithal eden Türkiye’de, elde avuçta kalan meraları korumaya çalışan Mera Kanunu’nun 14. maddesi de değiştirilmek isteniyor. Değiştirirlerse, istedikleri meraları jet hızıyla organize sanayi, endüstri ve teknoloji geliştirme bölgesi ilan edebilecek ve sanayi tesisi kurabilecekler. Verdikleri zararın karşısında ‘ot bedeli’ bile ödemeyecekler. Yeni Türkiye’de buna da ‘üretim reformu’ diyorlar.    

Meralar ve zeytinlikler yetmedi mi? Tasarıda ona da çözüm düşünülmüş. İstedikleri yerde denizi doldurup üstüne tesis yapabilecek, kıyıları da çimentodan, termik santrala istedikleri sanayi tesisiyle donatabilecekler. Muhalefet bas bas “böyle iş olmaz” diye bağırıyor onlara sözüm yok ama merak ediyorum. Şu iktidar partisinin içinde, “Koskoca ülkede sanayi tesisi kuracak alan mı kalmadı? Neden ülkenin üretimine, tarımına ve turizmine hizmet eden bu alanları talan edecek böyle bir tasarıda ısrar ediyoruz” diye soracak bir yürekli milletvekili dahi yok mu? Vallahi, böylesi eski Türkiye’de hiç olmadı.

İşin insanı çıldırtacak bir başka tarafı da tasarının görüşüldüğü komisyonlar. Meclis’e çıktığı komisyon Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu, tali komisyonlar ise Milli Eğitim ile Plan ve Bütçe. Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’na, Çevre Komisyonu’na neden uğramıyor bu tasarı? Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın kendisi nerede? Neden ortaya çıkıp zeytinlikleri, meraları savunmuyor? Zeytinliklere, meralara, kıyılara sanayi ve enerji bakanlıkları mı bakıyor bu ülkede?

Dünyada neredeyse sadece Akdeniz’de yetişen, sağlıklı sofraların temel taşı zeytinden bahsediyoruz. Üç tarafı denizle çevrili, Avrupa’da turizmin göz bebeği olabilecek Türkiye’nin güzel kıyılarından bahsediyoruz. Anadolu’nun farklı jeolojik ve iklimsel özelikleri nedeniyle zengin bir biyoçeşitliliğe, tarımda kendi kendine yetebilme kapasitesine sahip bir ülkeden bahsediyoruz. Tüm bunların üretim zenginliği ve önemli bir ekonomik avantaj olduğunun farkında değil misiniz? Dünyada gıda güvenliğine, temiz sulara, bu değişikliklerle önünü açmayı düşündüğünüz madenlerden daha fazla önem verildiğini artık görün. Altın takmasanız da olur ama zeytin, peynir, süt, sebze ve meyve olmadan nasıl yaşayacaksınız? Kömür yiyip, madenlerden gelen atık suyu içen insan yaptılar da benim mi haberim yok?

Çimentoyu herkes üretebilir, Artvin’in, Rize’nin yeşilini, Akdeniz’in mavisini, Ege’nin zeytinliklerini başka bir ülke yapabilir mi? Yapamaz. O halde bu hafta vekillerinizi, özellikle de iktidar partisinin üyelerini arayın, eposta atın, faks çekin, sosyal medyadan yazın. Komisyona geri çekilen tasarı tamamen geri çekilsin. Ya da içinden zeytinlikleri, kıyıları ve meraları yok eden maddeler çıkarılsın. Bizden sonra bu ülkede yaşayacaklara bir şey kalsın.

10 maddede Trump’ın kararı ve iklim krizi

Özgür Gürbüz-BirGün/5 Haziran 2017

ABD Başkanı Donald Trump’ın Paris Anlaşması’ndan ülkesini çekme kararı, kuşkusuz bugüne, 5 Haziran Dünya Çevre Günü’ne de damgasını vuracak. İklim değişikliğini durduramazsak kutlanacak bir ‘çevre günü’ de olmayacak. Trump’ın kararı (ABD’nin kararı demek doğru olmaz) sonrasında iklimi ve gezegeni kurtarmak için hâlâ umudumuz var mı? 10 maddede özetleyelim.

1. İklim değişikliği nedir?
Dünyamızın iklimini en çok, kullandığımız fosil yakıtlar (petrol, kömür ve doğalgaz) değiştiriyor. Fosil yakıtların kullanılmasıyla ortaya çıkan seragazı emisyonları dünyanın ortalama yüzey sıcaklığının artmasına ve iklimlerin değişmesine neden oluyor. Değişen iklimler de daha sıcak yazlarla birlikte, daha şiddetli yağışlara, alışılmadık iklim olaylarının daha sık görülmesine yol açıyor.

2. En çok kim kirletiyor?
Günümüzdeki küresel emisyonların yüzde 20’si Çin’den, yüzde 17,9’u ABD’den ve yüzde 13,3’ü de Avrupa Birliği’nden kaynaklanıyor. Onları Rusya (%7,5), Hindistan (%4,1) ve Japonya (%3,7) izliyor. Diğer ülkelerin emisyonlarıysa her yıl atmosfere bırakılan seragazı emisyonlarının yüzde 33'ünü oluşturuyor. Türkiye’nin payı da yüzde 1’e yaklaşıyor.

3. 2 dereceyi geçmemeliyiz
Bilim insanları gezegenin ortalama sıcaklığındaki artışın 1,5 dereceyi geçmemesi, en kötü koşullarda 2 derecenin altında kalması gerektiğini söylüyor. Paris Anlaşması’nın hedefi de bu. Halihazırda artış yaklaşık 1 derece. 2 derecenin altında kalmak için de atmosfere bıraktığımız seragazı emisyon miktarının 2 trilyon 900 milyar tonu geçmemesi gerekiyor. Şu ana kadar bu bütçenin 2,1 trilyonunu kullandık. Başta enerji olmak üzere tüketim anlayışımızı değiştirmez, başka bir ekonomik modeli tercih etmezsek, 19 yıl içinde kalan bütçeyi de kullanacağız ve iklim değişikliğinin geri döndürülemez etkileriyle karşı karşıya kalacağız.

4. ABD daha mı çok kirletecek?
ABD’nin Paris Anlaşması’ndan çekilmesi, atmosfere en çok seragazı bırakan ikinci ülkenin hiçbir şey yapmayacağı anlamına gelmiyor. Dünyada olduğu gibi ABD’de fosil yakıt ve nükleer enerjiden yenilenebilir enerjiye geçiş başladı. Bu yatırımların çoğu özel şirketler, belediyeler ve bireyler aracılığıyla yapılıyor. Bu yüzden de Trump’ın ya da merkezi hükümetin kararı, ABD’deki karbonsuzlaşmanın önüne geçemeyecek. Bu karar enerji dönüşümünü yavaşlatsa da durduramayacak. ABD’de kömür ve kaya gazına verilecek teşvikler artarsa fosil yakıtlardan çıkışın yavaşlayabileceği doğru ama bu her şeyin değişeceği anlamına gelmiyor.

5. Obama’nın planı çöpe atılırsa ne olur?
Son analizler, Trump’ın Obama’nın önerdiği ‘İklim Eylem Planı’nı çöpe atması halinde, ABD’nin 2030 yılında atmosfere planlanandan 1 milyar 800 milyon ton daha fazla seragazı bırakabileceğini gösteriyor. Bu da iklim değişikliğini yavaşlatma/durdurma çabalarına zarar verecek. Zaten, Obama döneminde verilen indirim taahhüdü de beklentileri karşılamaktan uzaktı. ABD, Paris Anlaşması kapsamında 2025 yılına kadar emisyonlarını 2005 yılının yüzde 26-28 oranında altına çekmeyi önermişti. Birçok kuruluş (Örneğin Climate Action Tracker) bu hedefi ABD’nin tarihi sorumluluğu ve ekonomik gücü nedeniyle yetersiz buluyor. Trump’la birlikte bu yetersiz taahhüt de geçerliliğini yitirecek.

6. Trump’ın kararının ardında ne var?
Trump’ın ABD’nin Paris Anlaşması’nda çekileceğini açıkladığı konuşmada sıraladığı nedenler genelde ekonomiyle ilgiliydi. Trump, ABD’nin bu anlaşma nedeniyle kayba uğrayacağını, özellikle de işsizliğin artacağını söyledi. “ABD’nin zenginliğinin başka ülkelere dağıtılacağını” söyleyerek, Çin’in emisyonlarını anlaşma kapsamında artıracak olmasından da şikayet etti. ABD’nin dev şirketlerinin liderleri ise aynı fikirde değil. Tesla, Apple ve Dow Chemical gibi dev şirketlerin yönetim kurulu başkanları Trump’ı anlaşmada kalmak için ikna etmeye çalışmışlardı. Trump’ın iklim inkarcılığının arkasında büyük kömür ve petrol devlerinin olduğu da konuşuluyor. 2012 yılından bu yana seçim kampanyaları için fosil yakıt şirketlerinden 10 milyon dolardan fazla bağış alan 22 Cumhuriyetçi senatörün Trump’a Paris Anlaşması’ndan çıkılması yönünde mektup yazdığı konuşuluyor.

7. İklimin yeni lideri Çin mi olacak?
Çin ve AB, Trump’ın kararına rağmen iklim mücadelesinde kalacaklarını söyleseler de, Paris Anlaşması’nın hayata geçeceği 2020’ye kadar sürecek pazarlıklarda, ABD’nin açığını kapatmak için ne yapacaklarını açıklamadılar. Paris Anlaşması’nın bağlayıcılığının olmaması ve ABD’nin çekilmesi, pazarlık sürecinde diğer ülkeleri de gevşetebilir. Bu da gerekli azaltım hedeflerine ulaşmayı engelleyebilir. Trump’ın kararının, hava kirliliği gibi çevre sorunlarıyla boğuşan, kömür tüketimini hızla azaltmaya çalışan ve yenilenebilir enerji yatırımlarıyla ekonomisini güçlendiren Çin’e önemli bir liderlik fırsatı sunduğu kesin.

8. Türkiye ne yapıyor?
Türkiye gibi kömürde ısrar eden ülkelerin Trump’ın kararını Paris Anlaşması’na taraf olmamak ve emisyonları azaltmamak için bir bahane olarak kullanacağını söyleyebiliriz. İklim Başmüzakerecesi Mehmet Emin Birpınar’ın Twitter’da yaptığı açıklamalar, Türkiye’nin imza attığı Paris Anlaşması’nı yakın zamanda Meclis’e getirip onaylamayacağını gösteriyor. Türkiye yılda 475 milyon ton seragazı üretiyor. Paris Anlaşması kapsamında verilen taahhüt, bu miktarı azaltmayı değil, artışı çok az da olsa sınırlandırmayı öneriyor. Taahhüde göre Türkiye 2030 yılına gelindiğinde seragazı emisyonlarını 929 milyon tona çıkaracak, neredeyse ikiye katlayacak. Bu da Türkiye’nin aslında iklim için hiçbir şey yapmaması demek.

9. Paris Anlaşması yeterli mi?
Paris Anlaşması’nda ülkelerin verdiği taahhütler, ABD anlaşmada kalsa bile yeterli değildi. Ortalama yüzey sıcaklığının 2 derecenin altında kalması için imzacı ülkelerin, seragazı emisyonlarını 14 milyar ton daha azaltacak yeni taahhütlerde bulunmaları gerekiyordu. Plan önümüzdeki üç yıl içinde anlaşmaya taraf ülkelerin pazarlıklarla azaltım hedeflerini yükseltmeleriydi. ABD’nin olmadığı bu pazarlık sürecinde bu işin daha zor olacağı kesin. Şu ana kadar anlaşmaya imza atan 197 ülkeden 147’si anlaşmayı onayladı. Türkiye, İran, Hollanda ve Rusya henüz anlaşmayı onaylamayan ülkeler arasında.

10. Şimdi ne yapmalı?
İklim değişikliğini durdurmak için çok az zaman var. Bu yüzden de ABD üzerindeki uluslararası baskının hiç olmadığı kadar artırılması şart. ABD’deki Trump karşıtı muhalefete de büyük iş düşüyor. Yenilenebilir enerjiden yararlanan, bu konuda net politikalara sahip eyaletler ve bireyler, merkezi hükümetin kararına rağmen seragazı emisyonlarını azaltan plan ve eylemlere sahip çıkmalı. Diğer ülkelerin de ellerini taşın altına koyup gerçekçi bir hedef için dünyayı fosil ekonomisinden güneş ekonomisine geçirecek yeni bir ekonomik düzende birleşmeleri şart.

Örgütlü toplum 5 dakika uzağında

Özgür Gürbüz-BirGün/22 Mayıs 2017 

Cumhuriyet’ten Dicle Haber Ajansı’na, Sözcü’den Sendika.org’a uzanan yasaklar, sansür ve engellemelere her gün bir yenisi ekleniyor. Gazetecileri hedef alan ve artık cadı avına dönen, tutuklama ve gözaltıların da hafife alınır bir tarafı yok. Tüm bunlar Türkiye’de düşünce özgürlüğünü hedef alan despotluğun hangi aşamaya geldiğini gösteriyor. Örgütsüz medya, bu despotizmin bir numaralı hedefi oldu. 

Türkiye’de muhalefetin bu baskı zincirini kırabilmesinin yolu örgütlülükten geçiyor. Herkes bunun farkında. Çocuklara tecavüzü meşrulaştıracak yasa teklifinde halkın hep birlikte hareket etmesiyle AKP’nin nasıl geri adım attığını hatırlayın. Gezi Parkı’nı hatırlatmama bile gerek yok çünkü oradaydınız.


Örgütlülüğü zorlaştıranın ‘biz’ olduğunu unutmayalım. Dilerseniz 5 dakika içinde örgütlü bir mücadelenin parçası olabilirsiniz hem de yerinizden bile kalkmadan. E-devletten giriş yapıp muhalif bir sendikaya üye olarak işe başlayabilirsiniz. Hükümetin güdümünde olmayan sendikayı biliyorsanız, hesabınıza giriş yaptıktan sonra sizin iş kolunuza ait seçeneklerden birini seçmeniz 15 saniye bile sürmez. Çoğunluk sağlandığı anda sendikanız size ulaşacaktır, bunun için de dostlarınıza benim yaptığım çağrıyı yapmanız yeterli. Sonrası ise sendika sürecini takip etmek, sizin gibi düşünen insanlarla birlikte hareket etmek. İşte örgütlü olmak bu kadar kolay, beklemek yerine harekete geçmeniz yeterli. Bizi bizden başka kurtaracak kimse yok.

Son halk oylamasında daha iyi gördük ki bu ülkede üretim sürecini, katma değeri yaratanlar mevcut düzene hayır diyor. Bu hayırcıların hepsinin sendikalı olduğunu ve ülkede işler istedikleri gibi gitmediğinde genel greve çıktıklarını bir düşünün. Karşınızda hiçbir hükümet duramaz. Bu güce kavuşmanızın önündeki tek engel ise sizin vurdumduymazlığınız. İlahi bir gücün sizi kurtarmasını beklemeyin. Uzlaşmazlıklarınızı değil uzlaştığınız noktaları öne çıkararak bir sendikaya, bir derneğe ve bir siyasi partiye üye olun. Mümkünse hepsine birden. Kılı kırk yaracak durumda değiliz. Örgütsüzlük ve tepkisizlik sizi koruyamaz, sadece kolay hedef yapar. Evet, örgütlenme çabalarının sonucunda bir bedel ödeyebiliriz. Türkiye’yi özgür bir ülke yapacaksak bedel ödemeye de hazır olmalıyız. Bugün bizler için hapislerde yatan dostlarımız bu bedeli ödüyor. Nazım Hikmet’in söylediği gibi; “Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa”.

Ankara ve İzmir’deki kuş cennetlerine dikkat
Nallıhan Kuş Cenneti’nin dibine yeni bir kömür santralı kurmak istediklerini daha önce bu köşede yazmıştık. Halihazırda bir santral var, kuşların üremek için seçtiği bu özel alan üzerindeki baskı ikinci santralla daha da artacak. TEMA ve 350.org geçen hafta tepkilerini dile getirdi ama Ankaralılar, kuş severler bu mücadeleye daha fazla destek olmalı.

Türkiye’de kuşlar için önemli bir başka alan ise İzmir Kuş Cenneti. CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’na bir soru önergesi vererek İzmir Kuş Cenneti’nin yapılaşmaya açılması ve satılması yönündeki iddiaların aslı var mı diye sordu. İzmir Kuş Cenneti’ni Koruma ve Geliştirme Birliği (İZKUŞ) ile Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü arasındaki 15 yıllık protokol dört ay önce sonlandı ve uzatılmadı. İZKUŞ’un yönetiminde İzmir Büyükşehir, Karşıyaka, Foça ve Menemen belediyeleri var. Başkanı ise İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Aziz Kocaoğlu. Bakanlık İZKUŞ’un 3 milyon TL’lik bütçesine rağmen 3 kuruş bile harcamadığını iddia ediyor. Kocaoğlu bu iddiayı şu ana kadar yaptıkları ve toplamda 26 milyon TL’yi bulan harcamaların bir listesini yayımlayarak yanıtladı. Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Sıkı, “2017 üreme döneminde flamingolar yuva ve yavru yapma rekoruna doğru koşarken sevincimiz kursağımızda kaldı” diyor. Yapılaşma veya yanlış yönetim yıllardır kirlilikle boğuşan Gediz Deltası ve Kuş Cenneti’nde onarılamayacak hasarlara neden olabilir. Onca yılın emeği boşa gitmesin. Doğaseverlere, özellikle de Türkiye’deki kuş gözlemcilerine her iki cenneti korumak için büyük iş düşüyor.

Türkiye kirletmeye devam ediyor
Türkiye’nin seragazı emisyonları 2015 yılı sonunda 475 milyon tona (karbondioksit eşdeğeri) çıktı. 1990 yılına göre yüzde 122 oranında arttı. Daha da önemlisi Türkiye’de kişi başına düşen emisyon miktarı da 6,07 tona ulaştı. İklim değişikliğinde asıl sorumlu onlar dediğimiz ülkelere çok yaklaştık. Avrupa Birliği (28 ülke) ortalaması ise 8,72 ton (2014). Aramızdaki fark ise şu: Onlar iklim değişikliğini durdurmak için uğraşıyor ve bu rakam sürekli düşüyor, biz ise kömür santralları yaparak artırıyoruz. Paris Anlaşması’nı bile onaylamadık, attığımız imza havada kaldı. Bilmem şu kadar fidan diktik diyenlere duyurulur.

Aşık Mahzuni Şerif'in anısına

Özgür Gürbüz

Aşık Mahzuni Şerif'in ölüm yıldönümü bugün. Mahzuni ilkelerinden taviz vermeyen bir aşıktı. Türkülerinde toplumun sorunlarını olanca açıklığıyla anlattığını görürdünüz. Sözünü kimseden sakınmazdı. "Amerika katil" demekten de, Karayalçın'a sitem etmekten de çekinmedi.

Bütün insanlık adına
Amerika katil katil
Hukuk yapar kendi teper
Amerika katil katil

Kanun yapar kendi teper
Amerika katil katil

Vietnam'ın suçu nedir?
Hür yaşamak ayıp mıdır?
Atom patlat ister kudur
Amerika katil katil

Sınıfsız bir okulun hayalını kurdu: "Uy tükensin de bitsin sınıf kavgası. Sınıfsız bir okul kurulmuyor ki".

Yoksulluk içinde geçen hayatı, çektiği işkenceler türkülerine söz oldu. Bir söyleşide 10 tırnağının da falaka nedeniyle düştüğünü söylemişti. Hapishanede geçirdiği günlerden geriye şu dizeler kaldı:

Hapishane içinde minderim kana battı
Yahu bu ne haldir öldüm yedi yıldır...
Gardiyan çekip gitti
Dağ gibi bağ gibi ömrüm benim ne çabuk söndü bitti.

Mahzuni Alevi-Bektaşi felsefesine hakim bir ozandı. Söylediği deyişler, inancını yansıttığı ezgiler bugün bile tüylerimi diken diken eder:

Eğri gönül ile namazlar kılan
Vallahi billahi yalan mi yalan
Cihat’lar deyip de doğru can alan

Nefsine bir fiske vurması yeter
Özüne bir fiske vurması yeter

Mahzuni Şerif’im sözü haşlama
Önünü bitirip sondan başlama
Ellerin çölünde şeytan taşlama

Ala gözlü pirim sürmesi yeter
Ala gözlü dostum sürmesi yeter

Mahzuni'nin her ölüm yıldönümünde içime bir hüzün çöker. Neredeyse dönemin tüm ozanlarını dinledim ama onu bir kere bile dinleyememiş, ezgilerine yansıttığı acısını bir kere bile paylaşamamış olmanın burukluğu var yüreğimde. 2014'te köyüne gidip, yaşadığı yerleri görmek benim için çok anlamlıydı. Bir gün köyü Berçenek'e (Afşin) yolunuz düşerse adına dikilen anıta bir karanfil bırakın. Ya da Hacıbektaş'taki mezarını ziyaret edin.

Elbet buluşacağız, o söyleyecek ben dinleyeceğim.