Fukuşima’da 5 yıl geride kaldı: Tonlarca nükleer atık ve 100 binden fazla evsiz çözüm bekliyor

Özgür Gürbüz-BirGün/11 Mart 2016*

Foto: UAEA David Osborn
Türkiye’yi yönetenlere göre dünyanın en büyük ‘tüpgaz’ faciası bundan 5 yıl önce Japonya’da meydana geldi. Aynı Çernobil kazası sırasında olduğu gibi, Türkiye’de nükleer santrallerin yolunu açmaya çalışan yöneticiler Fukuşima’yı da önemsiz göstermek için olmadık gayreti göstermişti. Dünya bir başka nükleer faciaya tanıklık ederken Başta dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve dönemin Enerji Bakanı olmak üzere birçok politikacı ve bürokrat, 50 milyar doları bulan Mersin ve Sinop’taki nükleer projeleri kurtarma derdine düşmüştü.   

Fukuşima’da ne olmuştu?
11 Mart 2011 günü Fukuşima Daiçi nükleer santrali önce depremle sarsıldı. Santralin güvenlik önlemleri devreye girdi, reaktörler otomatik olarak kapandı. Nükleer kazayı tüpgaz patlamasıyla kıyaslayanların hep anlattığı gibi acil durum jeneratörleri de devreye girdi ve reaktörlerdeki nükleer yakıtın soğutulması için su pompalamaya başladı. Ta ki, ‘tsunami’ gelip bu jenaratörleri de su altında bırakana kadar. Film burada koptu. Her nükleer kazada olduğu gibi insan aklı tüm riskleri hesaplayamamıştı. Mevcut teknoloji de nükleer enerjiyi kontrol etmekte bir kez daha yetersiz kalmıştı. Nükleer santraldeki altı reaktörden üçü ısındı ve içlerindeki 30 tona yakın nükleer yakıt, bir başka deyişle reaktörlerin kalbi erimeye başladı. Diğer üçü kaza öncesi devre dışıydı, bu belki de daha büyük bir faciayı önledi.

Fukuşima Daiçi-1 ve 2 numaralı reaktörlerde biriken hidrojen patlamalara yol açtı ve reaktörlerin bulunduğu binalarda hasar meydana geldi, çatılar uçtu. Radyasyon sızıntısı da başladı; havaya, toprağa ve okyanusa radyasyon sızıyordu. Kazadan sadece nükleer reaktörler etkilenmedi, kullanılmış yakıtların bulunduğu havuzların soğutma sistemleri de aksayınca burada da tehlike çanları çalmaya başladı. Nükleer santralde kullanılan yakıtlar reaktörün kalbinden çıkarılıp havuzlara konulur. Su yakıtların ısınmasını, böylece radyasyonu doğaya bırakmasını önler. Bu süre 10-20 yıl arasında değişiyor. Fukuşima’da bu havuzlara giden suyun kesilmesi daha önceki nükleer kazalarda karşılaşılmayan bir başka tehlikeyi de gözler önüne serdi. Kullanılmış yakıt çubuklarının bekletildiği havuzlar da ciddi bir risk içeriyordu. Santralin işletmecisi TEPCO, havuzları ve reaktörleri aylarca sürekli su pompalayarak kontrol altına almaya çalıştı ama bu sırada da tonlarca radyoaktif su okyanusa karıştı. Aynı durumla reaktörleri soğutma çabalarında da karşılaşıldı. Daha sonra bu radyoaktivite bulaşmış suların santral sahasına kurulan tanklara depolanmasına başlandı. Bugün bile günde 300-400 ton kirlenmiş su ortaya çıkıyor ve santral sahasında sayıları 1000’i bulan tankların içine depolanıyor. CNN’in haberine göre bu tanklarda 750 bin tonu bulan radyoaktif su birikmiş durumda.

Tehlike sürüyor mu?
Foto: UAEA Susanna Loof
Fukuşima’da tehlike geçmedi. Sorun sadece radyoaktif suyla sınırlı değil. Radyasyonun kaynağı orada duruyor. Henüz eriyen yakıtların hiçbirine dokunulmadı. Sadece çalışır durumda olmayan 4 numaralı reaktördeki yakıt çıkarıldı ve havuza konuldu. 2017’de 3 numaralı reaktördeki erimiş yakıtın çıkarılmasına, 2020’de ise 1 ve 2 numaralı reaktördeki yakıtların çıkarılmasına başlanacak. O zaman bu yakıtların ne kadar hasar gördüğü daha iyi anlaşılacak. Yakıtlar başarıyla çıkarılırsa da iş bitmiyor. Bu yakıt çubukları içerisinde 240 bin yıl radyoaktif kalacak Plütonyum-239 gibi radyoaktif maddeler olduğu için toprak, hava ve suyla temasının binlerce yıl kesilmesi gerekecek. Nükleeri savunanlar bu atıkları derin madenlere gömmeyi önerse de hiç kimse bu radyoaktif maddelerin nasıl yok edilebileceğini, yüzlerce, binlerce yıl sonra muhafaza edilen kaplarda sızıntı olup olmayacağını bilmiyor. Görmezden gelmek nükleer lobi için en iyisi.

Fukuşima’daki tehlikeler erimiş yakıt çubukları ve tanklardaki radyoaktif suyla sınırlı değil. Bugün santrali merkez alan 20 km yarıçapındaki dev bir alana izinsiz giriş yapmak veya yerleşmek mümkün değil. 100 binin üzerinde insan bölgeden göçmek zorunda kaldı. 62 bin kişi hâlâ barakalarda, geçici konutlarda yaşıyor. Bölgedeki temizlik çalışmaları da devam ediyor ancak söz konusu çalışmaların sorunu ne kadar çözdüğü tartışmalı. Japonya beş yıldır, ara vermeden, toprağa, evlere bulaşan radyasyonu temizlemeye çalışıyor. Radyoaktivitenin tespit edildiği yapıların sıvaları, malzemeleri sökülüyor, çoğu bölgede toprağın üstünden bir katman alınıp büyük, bir metreküplük torbalara dolduruluyor. Fukuşima bölgesinde, hemen hemen her yerleşim merkezinin yanında bu dev, radyoaktif atık dolu torbalardan görmek mümkün. 2015 sonunda sayıları 10 milyona yaklaşıyordu. 400 kadarının Eylül 2015’teki tayfunda yakındaki nehre karıştığı biliniyor, olası bir sel felaketi veya tsunami durumunda bu atıkların nasıl korunacağı bir soru işareti. Bu radyoaktif torbaların depolandığı 115 bin farklı depolama alanının olduğunu gözlerinizin önüne getirin, kazanın büyüklüğünü o zaman daha iyi anlayacaksınız. Bütün bu depolama alanlarında kat kat yığılmış, yağmurdan korunmaya çalışılan atıkların yığıldığı tepecikler göze çarpıyor.

Japonya radyoaktivite bulaşmış alanların temizlik işlemini şimdilik yerleşim yerlerine yakın noktalarda, özellikle okul ve çocuk bahçesi gibi çok kişinin kullandığı alanlarda yapıyor. Bazı kaynaklara göre çalışmalar yolların 15-30 metre uzağının ötesine gitmiyor. Tepelik araziler, insan yerleşimi olmayan alanlarda bu çalışmayı yapmak herhalde mümkün bile değil. O bölgelerde radyasyon seviyelerinin yıllar içinde düşmesi beklenecek, belki belirli bölgeler çok uzun yıllar insan yerleşimine çok uzun süre açılmayacak. Çernobil’de 30 yıldır beklenildiğini düşünürsek, Japonların tüm çabalarına rağmen Fukuşima’da hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı açık. Zaten, göçe zorlanan insanların çoğunun geri dönüş planı yok; özellikle de gençlerin. Çocukların toprağa değmesinin sakıncalı olduğu bir yerde kim çocuk büyütmek ister ki?

Enerji üretimi
Fukuşima’dan önce elektrik üretiminin yüzde 30’una yakınını nükleerden sağlayan Japonya’da 54 nükleer reaktör vardı. Fukuşima Daiçi’deki 6 reaktörden haliyle ümit yok ve bunlar kapatıldı. Kirlenmiş alan içerisinde kalan Fukuşima Daini santralindeki 4 reaktörün çalıştırılacağını düşünmek de hayal olur. Kazanın ardından kapısına kilit vurulan 5 reaktörü de listeden düşünürsek, şu anda Japonya’da çalışabilir durumda 39 reaktör kaldığını görürüz. Şu ana kadar, nükleer endüstri ve mevcut hükümetin tüm çabasına rağmen bunlardan sadece dördüne izin çıktı. Onların iki tanesi de halkın itirazları sonucunda mahkeme kararıyla iki gün önce yeniden kapatıldı. Dünyanın en büyük üçüncü nükleer santral filosuna sahip Japonya’da şu anda sadece iki reaktörün ‘bacası tütüyor’.

Japonya Başbakanı Shinzo Abe’nin tüm çabalarına, nükleer endüstrinin büyük ölçüde kontrol etmeyi başardığı medyaya ve Fukuşima’da yürütülen şeffaf olmayan çabalara rağmen Japonya’da nükleer endüstri toparlanamıyor. Eski Başbakan Naoto Kan’ın da dediği gibi birçok Japon, ülkenin nükleer enerji olmadan yoluna devam edebileceğine inanıyor. Milyarlarca dolarlık nükleer endüstri ise hükümetin 2030 planlarında yüzde 20’lik bir payı hedefliyor. Bu plandaki tek iyimser veri, yenilenebilir enerji kaynaklarının 2030’da nükleeri geçecek olması. Fukuşima öncesinde hidroelektrik ağırlıklı yenilenebilir enerji kaynaklarının ülkenin elektrik üretimindeki payı sadece yüzde 10’du. 2030’da bu payın yüzde 22-24 oranına çıkarılması ve güneş ve rüzgar gibi iki kaynağın payının da hidroelektrikle eşitlenmesi planlanıyor. Halkın tepkisine, arttırıldığı öne sürülen güvenlik tedbirlerine rağmen devreye alınan nükleer santrallerde yaşanan arızlara bakılırsa Abe’nin 2030’da nükleer endüstriyi hortlatma planları zorlanabilir. Japonya’da Fukuşima öncesi güçlü bir nükleer karşıtı hareket yoktu. Şimdi dünyanın en büyük nükleer kazalarından birine tanıklık etmiş bir halk ve filizlenen bir nükleer karşıtı hareket var.

*BirGün'de bu yazının bir kısmı yayımlandı.

İklim değişikliği durmuyor

Son bir yılda atmosferdeki karbondioksit miktarında ciddi bir artış meydana gelmiş. Bir yıllık artış 3,7 ppm civarında. Atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu da ilk gelen verilere göre 404 ppm'e ulaşmış. 450 ppm'e ulaşırsak, küresel yüzey sıcaklığını iki derecenin altında tutma şansımızın yüzde 50'ye gerilediğini düşünürsek, bu artışın ne kadar ciddi olduğunu da daha iyi anlayabiliriz. İki dereceyi aşmak tüm riskleri almakla eşdeğer. Dönülmez akşamın ufkunda gibiyiz. 350 ppm'in asıl hedefimiz olduğunu anımsatmakta da yarar var. Kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtlarla ilişkisini kesmek istemeyenlere, suçu başka ülkelere atanlara duyurulur.

Washington Post'ta çıkan habere buradan ulaşabilirsiniz: http://wapo.st/1nAvts6

Nükleer konusunda bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlara

Özgür Gürbüz/5 Mart 2016
 
Enerji Bakanı Berat Albayrak, nükleere karşı çıkanların bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduklarını iddia etmiş ve eklemiş: Dünyada 442 nükleer santral var, 100'den fazla da inşaat halinde. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanı da aslında belli etmiş.

1. Dünyada 442 tane nükleer santral yok. Onlar santral değil "reaktör". Aynı termik santrallerde olduğu gibi, bir santralin içinde birden fazla reaktör/ünite olabilir. Örneğin Yatağan Termik Santrali içinde 3 ünite var. Dünyada da 442 nükleer santral yok, çünkü bazı santrallerde birden çok reaktör var. Örneğin, kaza yapan Fukuşima Daiçi nükleer santralinde 6 reaktör vardı.

2. Bu 442 reaktörün hepsi de çalışmıyor. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı bu sayıyı verirken "çalışabilir durumdaki" reaktör sayısını verir ama bunların bazıları kapalıdır. Mesela Japonya'da çalışabilir durumda 43 nükleer reaktör olduğu gözükür. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan hepsi elektrik üretiyor sanır. Halbuki bu 43 reaktörün sadece 4 tanesinin çalışma izni var. 39 tanesi kapalı, birçoğu bir daha hiç açılmayacak. Yani, dünyada 442 reaktör çalışıyor demek bile yanlış. Sadece Japonya'da çalışmayanları düşseniz gerçek rakam 403 olur.

3. Bakan Albayrak dünyada 100'den fazla santralin de inşaat halinde olduğunu söylemiş. Bu da yanlış. Atom Enerjisi Ajansı dünyada yapımı süren 66 reaktör olduğunu belirtiyor (grafikte görüldüğü gibi). Doğrusunu söylemek gerekirse bu bilgi bile yanıltıcı, Atom Enerjisi Ajansı taraflı bir kurum sonuçta. Biraz araştırırsanız bu 66 reaktörden birçoğunun yapımının öngörülen 4-5 yıldan uzun sürdüğünü, yani geciktiğini; bazılarında ise inşaatın hiç sürmediğini görürsünüz. Örneğin ABD'de yapıı süren Watts Bar-2 reaktörünün inşaatına 1973 yılında başlanmıştır. Proje finansal bir felakete dönüştüğü için yıllarca durmuştur. 43 yıldır süren inşaatı Enerji Bakanı bize yeniymiş gibi anlatıyor. Bir başka örnek vereyim. Slovakya'da inşaatı süren iki reaktörün (Mochovce 3-4) yapımını da 1987'de başlanmıştır. Bunlar ölü projeler olmasına rağmen nükleer lobi ve Atom Enerjisi Ajansı bunları yıllardır yapımı süren "nükleer santral" diye anlatıp, durumu olumlu göstermeye çalışmaktadır. Arjantin'de yapımı süren tek reaktör 29 MW'lık bir örnek modeldir. Mersin'de santral kurmak için AKP ile el sıkışan Rusya'da yapımı sürdüğü söylenen sekiz reaktörün biri hariç hepsi gecikmiştir. Liste böyle uzayıp gider.

4. Bakan Albayrak'ın örnek gösterdiği Fransa 2025 yılına kadar nükleerden üretilen elektriğin payını yüzde 76 seviyesinden yüzde 50'ye çekeceğini açıkladı. Nükleer enerji konsunda Sinop için kapısını çaldığımız, bu teknolojiye sahip Fransa bile ucuz, güvenli denen nükleer enerjinin payını azaltırken onları örnek göstermek komedi değil de nedir?

Şimdi elinizi vicdanınıza koyup söyleyin. Nükleer enerji konusunda bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan kim?