Taksim Dayanışması'ndan Basın Açıklaması ve Çağrı

Taksim Gezi Parkı’na 14. Günde, Gezi Parkı için direnenlere yanıt yine polis panzeri ve gazla geldi! 10 gün önce sabah 05.00’te Gezi Parkına yapılan polis baskını ile bugün yapılan arasında sadece saat farkı bulunuyor. Bu kez 07.00’de yapılarak fark yaratılan polisin Taksim’in fethi harekatında yine onlarca yaralı ve toplumu endişeye sevk eden bir polis ablukası var. Polis ablukasının olduğu yerde demokrasiden, diyalogdan söz edilemez.

Taksim Dayanışması’nın yurttaşlarımızın ortak dileği haline gelen taleplerine hiçbir yanıt verilmemişken, İki haftadır omuz omuza her türlü dayanışmayı gösteren Gezi Parkı direnişçileri arasında parkçı-marjinal ayrımı yapılmasından medet umuluyor. Kimse parkına ve yaşamına sahip çıkanları ayrıştırmaktan medet ummasın. Biz bir arada durmaya ve haklı, meşru taleplerimizi dayanışma ile örmeye devam edeceğiz.

Oysa, Taksim Gezi Parkı’nı betonlaştıracak proje ortaya çıktığı günden bu yana kamuoyu oluşturma adına mücadele eden, parkına ve meydanına sahip çıkan, iş makinalarının önüne yatan, parkta sabahladığı için polis şiddetine maruz kalan; gece gündüz Taksim başta olmak üzere ülkenin her yanında parkı ve yaşam alanlarını savunanlara yönelik polis şiddetini kendisine yapılmış olarak kabul eden milyonlarca yurttaşımızın duygu ve taleplerini yansıtan TAKSİM DAYANIŞMASI olarak; mücadelemizin karalanmasına izin vermeyeceğimizi bir kez daha ilan ediyoruz.

Kamuoyunun yakından takip ettiği üzere, Taksim Dayanışması heyeti Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’la görüşmüş ve taleplerini kendisi aracılığıyla hükümete iletmiştir. Bu görüşmenin ardından iletilmiş taleplere dair hiçbir açıklama yapılmamışken yeni ve nasıl oluşturulduğu belirsiz bir heyetle görüşmek, samimi bir diyalog çabasından ziyade kamuoyunu yanıltmaya ve milyonların günlerdir ülkenin dört bir yanında haykırdığı meşru ve demokratik taleplerin altını boşaltmaya yöneliktir. Bu gün yapılan polis çıkarması ise iktidarın niyetini ve halka karşı tutumunun en açık ifadesidir.

Talepler ortadadır. Muhatap Taksim Dayanışması'dır.
İki haftadır, şiirleri, şarkıları ve sloganlarıyla bir arada halay çeken, kadını genci, lgbt bireyi, emekçisi, inananı ve inanmayanıyla Taksim gezi parkı ve alanında demokratik tepkisini gösteren yüzbinlerin, başta Kızılay olmak üzere ülkenin 77 ilinde sokakta talepleri haykıran milyonlarca yurttaşımızın taleplerini reddeden, kendi yurttaşlarını tehdit eden, alternatif mitingler düzenleyerek toplumsal kutuplaşmayı arttırmaya çalışan AKP iktidarından endişeliyiz.
Parka karşı beton kışla, toplumsal barış talebine karşı polis saldırısı ve alternatif miting dışında somut adım atmayanların çok büyük bir vebal altına girdiklerini kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz.
Bir kez daha yinelemek istiyoruz. Parkına ve yaşamına sahip çıkanlarla polisi karşı karşıya getirmekten vazgeçin. Gözaltına alınanları serbest bırakın, iki haftadır süren polis şiddetinin sorumlularını görevden alın ve ilk ve en temel talebimiz olan GEZİ PARKININ 1 METREKARE OLSUN BETONLAŞTIRILMAYACAĞINI, PARK OLARAK KALACAĞINI RESMİ OLARAK AÇIKLAYIN…

Ülkenin ve dünyanın dört bir yanında sahip çıkılarak meşruluğu tartışılmaz bir hal alan, açtığımız davalar ve uluslararası evrensel hukuk kriterleri açısından da en temel insan hakları ve demokrasi kriterleri açısında hukukiliği tartışılamayacak olan taleplerimizin takibinde ısrarcıyız.

Gezi Parkına, Taksime sahip çıkan gençlerin, meydanları dolduran kadınların, gece gündüz nöbet tutanların, evinden kalbiyle destekleyenlerin yani halkın talepleri karşılanana kadar, toplumsal barışa yönelik adımlar atılıncaya kadar buradayız. Taleplerimiz görülünceye, somut adım atılıncaya kadar parkımıza ve meydanlarımıza tüm yurttaşlarımızla birlikte büyük bir dayanışma ile sahip çıkmaya devam ediyoruz.

Saat 19.00’dan itibaren taleplere sahip çıkanları bekliyoruz.
Buradayız ve hiçbir yere gitmiyoruz.
TAKSİM DAYANIŞMASI

Sis atma Tayyip

Özgür Gürbüz-BirGün/9 Haziran 2013 

Taksim ve civarı duvar yazılarıyla dolu. Bir tanesi hepsinden ilginç, “sis atma Tayyip” diyor. Bu sloganın kaynağı bir bilgisayar oyunuymuş. Adı “Counter Strike”. Dünyanın en popüler oyunlarından biri, bir savaş oyunu. Elde çeşit çeşit silah düşman avlıyorsunuz. Konusu korkunç ama milyonlarca insan internet üzerinden karşılıklı bu oyunu oynuyor.

Oyundaki bir seçenek de rakip oyuncuya sis bombası atmak. Yalnız bu bombayı atarsanız bilgisayarların ekran kartları zorlanmaya başlıyor, göz gözü görmüyor. İyi bir bilgisayarınız yoksa donma, çökme ve sonucunda oyun dışı kalma şansınız var. İyi bilgisayar da para istiyor. Sis bombası oyunun keyfini de kaçırıyor. Bu yüzden de elinde zayıf bilgisayarı olanlar diğerlerini “sis atma” diye uyarıyor. Bu bir anlamda yoksulun zengine yaptığı bir adalet çağrısı. Taksim’deki duvar yazıları da bu yüzden çok anlamlı. Hem size meydanlarda kimlerin olduğunun ipuçlarını veriyor hem de silahsız eylemcileri gaza boğarak yaratılan adaletsizliğe karşı çıkışı anlatıyor. Gezi Parkı’yla başlayan bu hareketi değerlendirirken yeni bir neslin sokağa çıktığını fark ettik. Bizim bildiğimiz politik jargonu bilmeyebilirler, sokağa ilk kez çıkıyor olabilirler ama sanal dünyada geliştirdikleri bir adalet duygusunu, gelir dağılımına isyanı beraberlerinde getiriyorlar. Belki de bu yüzden adaleti, ezilenin hakkını, “tencere tava hep aynı hava” diyerek hiçe sayan Başbakan Erdoğan’a bu kadar kızgınlar. Onlar sana, “sis atma, şu oyunu dürüstçe oynayalım” diyor, sen onlara çapulcu diyorsun. Bu yüzden de artık seni oyun parklarında istemiyorlar. Feysbuk’ta seni arkadaşlıktan çıkardılar, Tivitır’da blokladılar.

Neyi anlatamadık?
Başbakan Erdoğan’ın Gezi Parkı’yla başlayan ve tüm Türkiye’ye yayılan olayların nedenini anlayamadığını biliyoruz. Kendisini çok iyi icraatlar yaptığına öylesine inandırmış ki, bana neden isyan ediyorlar diye kızıp, kontrolünü kaybediyor. Erdoğan’dan ümidi kestik ama Adalet ve Kalkınma Partisi’ne oy veren ve bizi dinlemek isteyenlere durumu açıklamaya devam etmeliyiz. Hükümetin bireysel özgürlükleri kısıtlayan anti demokratik uygulamalarını bir başka yazıya bırakıp, anlatamadığımız, bu direnişin özündeki yeşil isyana odaklanalım. Bakın biz neyi anlatamadık…

Fidanla ağacın aynı şey olmadığını, bir fidanın ağaç, ağaçların orman olması için yıllar gerektiğini anlatamadık.

Otoyol kenarına dikilen binlerce ağaç betondan geçilmeyen bir kentin merkezindeki parkın yerini tutamaz. Modern kentler şehrin içindeki parklarla var olur. Bunu da anlatamadık. İşte bu yüzden Gezi Parkı’na ne yapacağın önemli değil, ister kışla ister AVM. Biz hiçbir şey yapılmasın, orası park kalsın istiyoruz. Nokta!

Türkiye’de insanların kent içinde doğayla baş başa kalacağı bir yer kalmadı. Olan yerler de parası olana. Tüm sahiller çay bahçeleri, meydanlar “lüks kahvehanelerle” doldu. Temiz hava, doğayla baş başa kalmak her insanın en temel hakkıdır. Bizler ayaklı kredi kartı değiliz, sokakta yürümek, denizi seyretmek, ağaç gölgesinde oturmak için bizden para alamazsınız, bize kentin merkezinde, araçsız erişilebilecek parklar yapmak, sahilleri, mesire yerlerini halka ücretsiz açmak zorundasınız.

AĞAÇLAR SANDIĞA GİDEMEZ
Birkaç ağaç dediğinizin yaşamın kendisi olduğunu, yeşil politikanın insanla beraber diğer tüm canlıların yaşam hakkını savunduğunu da anlatamadık. Ağaçlar sizin demokrasinizde sandığa gidemez en fazla sandık olurlar. O yüzden onların sesini size duyurmak bize düşer. Demokrasiyi sandıktan ibaret sanmanız oy kullanamayan ama sizin politikalarınızdan etkilenen diğer canlıları hiçe saymak demektir. İşi sandığa bağlarsanız seçim yaşını doldurmayanların, doğmamış bebeklerin söz hakkını gasp etmiş olursunuz. Yeşil politikanın diğer siyasi hareketlerden en belirgin farklarından biri de bu; konuşamayanların sesi olmak. İşinize gelmediği için bunu hiç anlamak istemediniz.

Biz bu ülkede parasız, polissiz bal gibi yaşanır diyorduk. Taksim’de günlerdir polis yok, devlet yok ama suç oranının en düşük olduğu günler yaşanıyor. Taksim’de yemek içmek hiç bu kadar ucuz olmamıştı. İnsanlar hükümetin sözcülüğünü yapan gazetecilerle ve sahte hikayelerle dolu televizyonlarınızı, iftiralarla dolu gazetelerinizi unuttu, gerçeği görmeye meydanlara iniyor. Birbirlerini tanımaya başladı. Solcusundan sağcısına herkesin, “bir araya gelseler kavga çıkar” dediği gruplar aynı parkta yatıp kalkıyor. Apolitik dediklerimiz bize politika yapmayı öğretiyor. Ezber bozuldu. Merak etmeyin, bu durumu sadece başbakan değil bizler de kavramakta zorlanıyoruz ama bizim anlama olasılığımız başbakandan yüksek. Çünkü dinlemesini biliyoruz. Biz parktayız o ise artık halktan çok uzakta. AKP’ye oy veren dostlara en çok da bunu anlatmak lazım. O tek başına sis atıyor, biz ise hep birlikte oynamak istiyoruz.

Noyan Özkan'ı anıyoruz

Türkiye'de doğa için mücadele edenlerin hiç unutmayacakları bir isim Noyan Özkan. İzmir Çevre Hareketi Avukatları'nın kurucularından Özkan, Bergama'dan Akkuyu'ya, Yatağan'dan İzmir-Konak Meydanı'ndaki Galleria mücadelesine kadar Türkiye Cumhuriyeti'nin gördüğü tüm önemli çevre mücadelelerinde hukukçu ve yurttaş kimlikleriyle yer almış bir isim. 5 Haziran Dünya Çevre Günü'nde (yarın) iki ay önce aramızdan ayrılan Noyan Özkan adına İzmir Barosu tarafından bir anma programı düzenleniyor.

Yeri doldurulamayacak bir insanı, ağabeyimi kaybettim. Hasretle anıyoruz. 

Ağaçların direnişi

Özgür Gürbüz-BirGün/2 Haziran 2013

Bundan böyle 31 Mayıs 2013 tarihi zorbaların halka savaş açtığı gün
olarak hatırlanacak. İstanbul'un kent merkezinde kalan son yeşil alanı
yok etme operasyonlarına verilen barışçıl tepkiye gösterilen sert ve
şiddet dolu saldırı hiç unutulmayacak.

Gezi Parkı bu ülkenin acı dolu hafızasına kazındı. Çadır yakıcıların
saldırısından önce çoğumuz için orada sadece ağaçlar vardı. Artık Gezi
Parkı'nda sadece ağaçlar yok. Üzerine HES kurulmak istenen dereler
var. Talana açılan ovalar, betona teslim edilen koylar ve onlara sahip
çıkan güzel insanlar var orada. İnsanın doğaya tahakkümüne karşı çıkan
ekolojistler, sermayeye esir olmuş inançlı kişileri uyaran
Müslümanlar, greve giden işçiler, hayvan hakları için mücadele
edenler, kadın cinayetlerine dur diyenler, ırkçılığa hayır diyen
futbolseverler artık Gezi Parkı'nın ev sahipleri. O insanlar, parkın
ağaçları gibi kök saldılar bu topraklara. Ekosistem dediğimiz de bu
aslında. Herkesin bir arada, dayanışma içinde yaşadığı bir dünya.
Parkı büyüteceğiz başka yolu yok. Köklerimizi Taksim'den Beşiktaş'a,
Şişli'ye uzatacağız. Oradan Anadolu'ya ve dünyaya...

RÜYALAR ÇATIŞTI
Peki, neydi kavga? Gezi Parkı'nda aslında rüyalar çarpıştı. Parka
alışveriş merkezi yapmak, içine allı pullu kafeler kondurmak akşamları
başını yastığa değil, deste deste paraların üzerine koyanların
rüyasıydı. Adalet ve Kalkınma Partisi de onların partisiydi. Gezi'den
sonra gördük ki, adalet dedikleri şey rantı aralarında "hakça"
bölüşmek, kalkınma dedikleri de eşi-dostu kalkındırmaktan başka bir
şey değilmiş. Saldırıya uğrayanların rüyası ise başkaydı. Bir ağacın
gölgesinden faydalanmak, sevdiğiyle çimenlere uzanmak, ağaç
dallarından sızan renkli ışıkların altında uyuya kalmak ve termosunda
getirdiği çayı içmek. Park ile kafe arasındaki en büyük fark da budur
zaten. Parklar ücretsizdir, yoksul zengin ayırt etmeden buyur eder
insanları. Kafeler ise sadece parası olanlara hizmet eder. Paranız
yoksa size ağaç gölgesi bile yoktur. AKP temiz havanın, denizlerin,
sokak ve parkların halkın en temel hakkı olduğunu unutturmuştu.
Korkuları bu yüzden, bundan sonra bizim olanı bize satamayız diye
korkuyorlar.

ÇÖZÜM SÜRECİNE BİBER GAZI
Korkmakta haklılar. Gezi Parkı'nın ağaçları beş benzemezi yan yana
getirdi. Kürt, Türk, Müslüman, ateist, Kemalist, liberal, Beşiktaşlı,
Cimbomlu, Fenerli herkes birleşti. Ağaçlar insanları birleştirdi.
"Memleketi yeşil hareket kurtaracak" diyorduk; inanmıyordunuz. Gezi
Parkı "çözüm sürecinin" ta kendisi oldu ama AKP destek vereceğine
biber gazı sıktı bu sürece. Gördük ki toplumsal barışı istemeyen biri
varsa o da hükümetmiş.

Gezi Parkı direnişi İstanbul'da başladı. Polisin sivil itaatsizlikten
başka bir şey yapmayan göstericilere saldırmasıyla tüm Türkiye'ye
yayıldı. Hükümetin aylardır, içki yasağıyla, 4+4+4'le, sünni radikal
islam dayatmasıyla üzerlerine gittiği insanlar bardaktaki bu son
damlaya sert tepki verdi. Hayatında ilk kez sokağa çıkan binlerce
insan vardı meydanlarda. Gece saat ikide tenceresini tavasını alıp
çalanlar, biber gazına rağmen yürüyenler, tazyikli suya rağmen evine
dönmeyenler vardı. Hükümet yoktu ortada. Medya yerin dibine batmıştı.
Belli ki emir almışlar, günlerce süren ve devam edecek protestoyu bir
saat bile yayınlamadılar. Onun yerine saçmalık desek kimsenin itiraz
etmeyeceği "yetkililerin" açıklamalarına yer verdiler.

İstanbul Valisi zorlansa da klasik "marjinal gruplar" çıkışıyla olayın
üstünü örtmeye çalıştı. Dünyanın dört bir yanında eylemler izledim.
İngiltere'de 1 Mayıs'ta polise tekme atan eylemciler, buna rağmen
tepki vermeyen polisler gördüm. Marjinal gruplar masalına kimse
inanmıyor artık.

FİDAN ALDATMACASI
Orman Bakanı Gezi Parkı'nda sınırlı sayıda ağaç var diyerek
kesilmelerinin sorun olmayacağını işaret etti. İyi ya! Biz de sınırlı
sayıda ağaç olduğu için onları korumak istiyoruz. Tüm kentte sınırlı
sayıda ağaç, halkın ücretsiz kullanımına açık sınırlı sayıda park ve
yeşil alan olduğu için Gezi Parkı çok önemli diyoruz. Bakan olayı
kavrayamamış henüz, o kesin. Bir de şu fidan dikme meselesi var.
Başbakan'a bakarsanız çok ağaç dikmişler. Kesilen ağacın yerine 100
katını dikseniz ne olur? O fidanlar ağaç oluncaya kadar yıllar gerek,
yetişmiş bir ağacı kestiğinizde üzerinde yaşamaya başlamış onlarca
hayatı da öldürürsünüz; ikisi aynı şey değil. Kaldı ki, bizim
kentlerin merkezleri çorak, kentin dışına ağaç diksen ne olur dikmesen
ne olur? Mesele kentin içindeki yeşil alanları korumak.

Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Başbakan Tayyip Erdoğan. Bilin ki, altında
kan döktürttüğünüz Gezi Parkı'ndaki yaşlı çınar ağacının bir yaprağı
kadar faydanız olmadı şu dünyaya, memlekete. Ağaçlar temiz havamızın
kaynağı oldular, kesmeye çalıştığınız o ağaçlar şu an bile size
oksijen üretiyor. Sizin tek yaptığınız ise temiz havayı biber gazıyla
kirletmek, insanları zehirlemek oldu. Ben devlet adamı olsaydım ve
biri bana bunu söyleseydi üzülürdüm. Polislerinizi, elinde
tencere-tava sokağa çıkan insanların üzerine gönderdiğinizi gördüm. O
yüzden üzüleceğinizi sanmıyorum. Vicdan kaybolunca zor bulunurmuş.
Gezi Parkı sizin "Sırat Köprü"nüzdü. Geçemediniz, diğer tarafı bilemem
ama bu dünyada cennet size artık çok uzak.

Yıkım değil park istiyoruz

Taksim Gezi Parkı’nda günlerdir, binlerce insan, ağaçları ve İstanbul’un canlılarını korumaya
çalışıyor. Türkiye’nin hemen her yerinde milyonlarca insan bu coşkunun farkında... Ağaçlarla birlikte yaşamlarımız yok ediliyor. Biz aşağıda imzası bulunan yapılar, İstanbul Gezi Parkı’nda devam eden kıyımın bir an önce durmasını istiyoruz. Tarihsel mirası gelecek kuşaklara taşımak hepimizin görevi ve sorumluluğudur. Yıkım değil Park İstiyoruz.

1. Çevre ve Ekoloji Hareketi Avukatları
2. Yalova Platformu
3. Ekoloji Kolektifi
4. Loç Vadisi Koruma Platformu
5. Solaklı vadisi
6. Artvin Çevre Platformu
7. Yeşil Artvin Derneği
8. Yeşil Gerze Çevre Platformu
9. Karadeniz İsyandadır Platformu
10. İzmir Barosu Kent ve Çevre Komisyonu
11. Yeşilırmak Tozanlı Çevre Platformu
12. EGEÇEP Ege Çevre ve Kültür Platformu
13. Ergene Platformu
14. Alakır Nehri Kardeşliği
15. Ege Sanat Atölyesi
16. Yeşil ve Sol Çalışma Grubu
17. Çevre İçin Hekimler Derneği
18. EKODER Ekolojik Yaşam Derneği
19. DOĞADER Doğayı ve Çevreyi Koruma Derneği
20. YADEM Çevre Derneği
21. Yağcılar ve Demircili Köylerin Çevresini Koruma ve Güzelleştirme Derneği
22. Çağdaş Hukukçular Derneği
23. YAYED Yerel Yönetim Araştırma Yardım ve Eğitim Derneği
24. Allianoi Girişim Grubu
25. Nükleer Karşıtı Platform
26. Atina’nın Deniz’i ve balıkları ile direnen Navarinou parkının kedileri
27. Sulukule Platformu
28. GDO’ya Hayır Platformu
29. Tonya Çevre Platformu
30. Bolkar Dağlarını koruma Platformu
31. Porsuk Köy Meclisi Derneği
32. Maden Köyü Çevre Platformu
33. Hayvanların Yaşam Haklarını Koruma Derneği – HYHKD
34. Seda Meşeli Allard
35. İnci Akalp
36. Türkiye Tabiatını Koruma Derneği Hatay Şubesi
37. EÜD Ekolojik Üreticiler Derneği
38. Ordu Doğa ve Yaşam Alanlarını Koruma Platformu
39. Gökova Sürekli Eylem Kurulu
40. Fethiye Saklıkent Koruma platformunu
41. Muğla Barosu Kent ve Çevre Komisyonu
42. Bayramiç Yeniköy Kaz Dağları Ekolojik Yaşam ve Tohum Derneği
43. Toprak Ana Platformu
44. Bartın Platformu
45. Munzur Platformu
46. Gördes Çevre Kültür ve Tarih Derneği (GÖRÇEV)
47. Foça Çevre Platformu (FOÇEP)
48. Fırtına Ekoloji Gurubu,
49. Fırtına Vadisi Girişimi,
50. Palovit Vadisi Koruma Platformu
51. Papart Deresi Platformu
52. Vardiya Bizde İzmir Platformu
53. Merih Şenözlüler
54. Belgrad Ormanı Koruma Gönüllüleri Derneği
55. Ege Su Platformu
56. Lambdaistanbul LGBT Dayanışma Derneği'
57. Cevahir Özgüler
58. Ersel Bedir Sezer
59. Yeni İnsan Yayınevi
60. Yeryüzü Derneği
61. Fatma Doğu
62. Mete Güneş
63. Sarıyer Kent Konseyi Hayvan Hakları Komisyonu
64. Levent Öztunc
65. Gevne Vadisinde HES'lere hayır platformu
66. Nesrin Algan
67. Slow Food Fikir Sahibi Damaklar
68. Kültürlerarası Araştırmalar Derneği
69. Peri Suyuy Koruma Platformu
70. Su Hakkı Kampanyası,
71. Küresel Eylem Grubu
72. Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi
73. ZMO İstanbul Şubesi
74. Şavşat Derelerin Kardeşliği Platformu
75. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Klubü
76. Bergama, Eşme, Sivrihisar Havran/Küçükdere ELELE
77. Küresel Denge Derneği
78. Ece Aysal
79. Bartın Çevre Meclisi
80. Yavuz Aksoy
81. İstanbul Ardahan İli Sosyal Kültür ve Dayanışma Derneği


Çağrı metnine imza atmak isteyenler cehav.sekreterya@gmail.com adresine mail atabilirler ya da 532 456 94 18 no.lu telefondan Çehav'a ulaşabilirler.
Gezi parkına yazdığımız telgrafı mail gruplarınızda ve sosyal medyada paylaşmanızı, twitterdan #geziparkinatelgraf başlığı ile yaymanızı rica ediyoruz.

Atomik bilim insanları Türkiye’yi uyarıyor

Özgür Gürbüz-BirGün/26 Mayıs 2013

Nükleer enerji ve nükleer silah konusunda uzman bilim insanlarının çıkardığı Atomik Bilim İnsanları Bülteni’nde (The Bulletin of Atomic Scientists), geçenlerde Türkiye’nin nükleer enerji programını değerlendiren bir makale yayımlandı. Atomik Bilim İnsanları Bülteni, ilk atom bombasını yapan bilim insanları, mühendis ve diğer uzmanlar tarafından halkı nükleer silahların tehlikesi konusunda uyarmak için 1945’te çıkarılmaya başlandı. Herkes onları “Kıyamet Saati”yle tanıdı. Bu saat, nükleer savaş, biyoçeşitliliğin azalması ve iklim değişikliği gibi tehlikeler nedeniyle dünyanın sonuna ne kadar yaklaştığımızı gösteriyor. 1947’de Kıyamet Saati ilk kez tanıtıldığında gece yarısına (kıyamete) 7 dakika vardı, şimdi 5 dakika var. Saatin kıyamete en uzak olduğu zaman (17 dakika) soğuk savaşın bittiği 1991 yılıydı. Kıyamete en yakın olduğumuz zaman (2 dakika) ise ABD ve Sovyetler Birliği’nin hidrojen bombasını bulup denedikleri 1953’tü.

Bülten’deki makalenin yazarları Aaron Stein ve Chen Kane, Türkiye’nin nükleer enerji programının silah üretme amaçlı olmadığına inanıyor ve bu alanda bir tehlike görmüyor. Ancak aynı yazarlar, Ankara’nın sınırlı finansal kaynaklarla bu işe girmesini ve santrallerin yapımını çok kısa bir sürede gerçekleştirmek istemesini riskli buluyor. Türkiye’nin Sinop ve Mersin için izlediği model “yap-sahip ol-işlet”. Bu modelin nükleer santrallerin yapımında hiç kullanılmadığını söyleyen yazarlar, Türkiye’nin tüm kontrolü yabancı şirketlere devrettiğine dikkat çekiyor. Makalede aynen şu ifade var: “Türkiyeli yetkililer santral tedarikçilerinin maliyetleri aşağıda tutmak için kestirme yollara sapıp sapmadığını denetlemenin bir yolunu bulmak zorundalar”. Şimdi soru şu, bu denetimi kim yapacak? Hayatı boyunca bürokratik işlerle uğraşan, nükleer santrallerde hiç çalışmamış Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) çalışanları mı yoksa Rusya’ya gönderilen mühendis adayı öğrenciler mi? TAEK’in nükleer enerji konusundaki becerilerini Gaziemir’deki nükleer atık meselesinde daha yeni sınamadık mı?

Atomik Bilim İnsanları, Erdoğan’ın 2023’ten önce en az bir reaktörü çalıştırma arzusunu da tehlikeli buluyor ve Uluslararası Atom Enerji Ajansı’nın (UAEA), nükleer enerjiye yeni geçecek ülkelere 10-15 yıllık bir hazırlık süresi tavsiye ettiğini anımsatıyor. Bu da ikinci uyarı. Üçüncü uyarının hedefinde ise Enerji Bakanlığı ve TAEK var. UAEA, nükleer enerji konusunda kontrolü ve denetlemeyi sağlayan düzenleyici kurumların, TAEK gibi nükleer enerjinin promosyonunu yapan kurumlardan ayrı ve bağımsız olmasını istiyor. Türkiye’de TAEK’in hem lisans veren, hem denetleyen hem de nükleer enerjiyi özendiren kurum olmasını bu yüzden tehlikeli buluyorlar. TAEK’in finansal ve idari açıdan Başbakanlık tarafından kontrol altında tutulması da ayrı bir dert. Özetle; şeffaflık, denetim eksikliği ve güvenliğin ikinci plana atılıp, işin aceleye getirildiği yönünde kaygıları var. Nobel ödüllü 18 bilim insanının desteklediği bu örgüte Başbakan acilen bir telefon açmalı. İnşa ettiğimizin nükleer santral değil “tüpgaz” olduğunu anlatmalı ve kaygılarını azaltmalı.

Murat Boz ve Greenpeace
Greenpeace kampanyalarında ünlü yüzler kullanmaya devam ediyor. Sonuncusu da Murat Boz oldu. BirGün yazarlarından Bedia Ceylan Güzelce eleştiri işini bana havale edince boynumuzun borcu deyip bir kelam etmek zorunda kaldım. Boz, Kuzey Kutbu’nu kurtarmak için Greenpeace’in yeni yüzü olmuş. Hatırlarsınız, bir önceki yüzü Ayşe Arman’dı. Greenpeace Arman’ı “dört çeker cipiyle” Kuzey Kutbu’na götürmüştü. Arman durumun umutsuz olduğunu görmüş olmalı ki dönünce bir inşaat firmasının reklamlarında oynamaya başladı. Boz’da herhalde yakında otomobil reklamlarına çıkar. Merak edenler için söyleyelim. Kutbu kurtarmak için yapmanız gereken sosyal medyada Greenpeace’i takip etmek, imza vermek. Siz imza veriyorsunuz onlar da size bir sanal ayı veriyorlar. Mesajı yaydıkça da ayı büyüyor sizin de sertifika, bileklik ve tişörtünüz oluyor. Vapurlarda kalem aldığınızda yanında tarak verirlerdi ya, o hesap. Sonra Kuzey Kutbu kurtuluyor, yerinizden kalkmanıza bile gerek yok.

Kimse yanlış anlamasın, Greenpeace’i severim. İki yıl çalışanıydım, gönüllülük yaptım ama son 5-6 yıldır örgüt çok kötü yönetiliyor. Tek dertleri daha fazla bağış almak, sanal alemde takipçi sayısını arttırmak. Facebook’ta binlerce takipçi olunca sanki dünya kurtulacak. Oyuncak ve promosyonla takipçi edinmek kolay ancak eylemci bulmak, bu iş için hayatını veren insanları harekete katmak zor. Kampanya başarıları azaldı, mesajlar yanlış. Enerji Bakanı Taner Yıldız’a “Nükleere hazır mısınız” yazılı tişört verdiklerinde bakanın kendilerine, “hazırız” dediği anı hiç unutmuyorum. Kampanya o an yerle bir olmuştu. En güçlü olduğu yanı kampanya yapmaktı artık en zayıf yönü. Sanal alemde destekçiler çoğaldı ama sokakta yalnızlar. Güncel bir örnek daha: 11 Mayıs’ta iklim değişikliğine dikkat çekmek için yazdıkları yazıda, “Türkiye sera gazı salımlarını 1990'dan beri %95 artırdı” yazmışlar. Halbuki artış yüzde 124. İki yıl önce bile yüzde 98’di. Aynı yazıda, “Türkiye'de 57 kömürlü termik santral planı var” diyor, bir satır aşağıda ise bu rakam 50 oluyor. Böyle yaparsanız size kim inanır? Greenpeace şirketlerden bağış almıyor iyi ama bireylerin verdikleri paralar da boşa gidiyor.

Yaşam ve Çevre Politikaları
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, 1-2 Haziran’da Levent Kültür Merkezi’nde “Yaşam ve Çevre Politikaları” başlıklı bir çalıştay düzenliyor. Çalıştayda çok değerli konuşmacılar var. Sanayi ve enerji politikalarından halk sağlığına kadar birçok ilginç konu başlığı var. Ayrıntılar Oda’nın internet sayfasında. www.cmo.org.tr

Arnavutköy'de şenlik var

İstanbul'un Arnavutköy semtinde bu pazar (26 Mayıs) şenlik var. Boğaziçi Arnavutköylüler
Derneği'nin düzenlediği şenliğin ana teması doğal ve kültürel kimliğimiz. Şenlik çağrısında Arnavutköylüler şöyle diyor: "16 yıl önce 3. Köprüye karşı verdiğimiz mücadelenin ifadesi olarak başlayan şenliğimiz ‘rezidans’lı, ‘AVM’li ve ’kule’li bir tüketmeye karşı varlığını sürdürmeye çalışan mahallemizde gerçekleşecek. Her geçen gün bir parçasını daha yitirdiğimiz doğal ve kültürel kimliğimizi korumakta ve kaybedilenleri geri almakta kararlı olan kentlilere bir kez daha ev sahipliği yapacağız. Bilim insanları, sivil toplum kuruluşları, sanatçılar, İstanbul’u sevenler aramızda olacaklar".

Arnavutköy'ün o güzel sokaklarında gezmek ve mücadeleye destek olmak için iyi bir fırsat.

Tarih : 26 Mayıs 2013 Pazar, 12:00
Yer : Satış Meydanı – Arnavutköy
Detaylı bilgi için : 212. 287 85 80 – 554. 305 99 35

Biz marjinaller

Özgür Gürbüz-BirGün/19 Mayıs 2013

Bizler marjinaliz. İşçiler, emekçilerle Taksim Meydanı için direnir, gaz yeriz. Üniversitelerin, ülkelerin kalbi olduğuna inanırız. Bilime, düşünce özgürlüğüne üniversitelerin beşiklik etmesi gerektiğini düşünürüz. O yüzden oralarda okurken sadece çimlere yayılıp oturmayız, hoşumuza gitmeyen her şeyi orada protesto ederiz. Bu yüzden de yine gaz yeriz, coplanırız. Bizler marjinaliz, protesto etmenin demokrasinin gereği olduğuna inanırız.

Bizler marjinaliz, pilavımızla oynanmasına karşı çıkarız. O kadar marjinaliz ki, pilavın, domatesin, mısırın doğalını severiz. Şirketler daha çok kâr etsin, köylüler daha fazla sömürülsün diye genetiği değiştirmiş organizmaların marketleri, tezgahları doldurmasından hoşlanmayız.

Aramızdaki marjinallerin bazıları daha da marjinaldir. Onlar içki içer. Bazen deniz kıyısında, bazen bir barda. İçki içince gülüp eğlenirler; marjinallik işte. Bazıları takıntılı marjinaldir. İçki içerken müzik dinlemeyi de sever.

Marjinallik sadece erkeğe mahsus değildir. Marjinal kadınlar da var. Onlar istedikleri gibi giyinmek, istediklerini sevmek ister. Kimi mini sever kimi çok renkli. Kimi kısa saçlıdır, kimi saçlarını kırmızıya boyar. Marjinallik olsun diye yapar bunu, yoksa kırmızı saçın memlekete hayır getirmediğini bilir.

Aramızda dini anlamda da marjinaller vardır. Alevi oldukları için ibadetlerini cemevlerinde yaparlar. Diyanetin fetvalarını tanımaz, yaradanı imamdan değil yüreklerden dinlemeyi tercih ederler. İnançlarını tartışabilecek kadar açık yürekli marjinallerdir. Sayıları milyonları bulsa da onlar bu devlette marjinal sayılırlar aynı Kürtler gibi.

Din demişken, aramızdaki marjinaller arasında dinsizler de vardır. Din haneleri boştur, din derslerini sevmezler. Onlar da herkes gibi güzel insanlardır, iki gözleri, kulakları ve elleri vardır. Futbol da severler. Dini konuşmanın tabu olduğu bu ülkede zorunlu din derslerini dava edecek kadar marjinal, bir o kadar da cesurdurlar.

Biz marjinallerden eşcinseller, biseksüeller de çıkar. İş sevmeye gelince erkek-kadın ayırt etmeyiz. Para, kariyer, çıkar için değil, sevdiğimiz için severiz. Anlatması zor.

Biz marjinaller “yetmez ama evet”le yetinmeyiz. Halk oylamasında sandıktan demokrasi çıkmasını beklerken ilk harfin “D” olmasıyla yetinmez, ikinci harfin “E” değil “İ” olma ihtimalinden korkar, tüm kelimeyi görmek isteriz.

Aramızda otomobil almayan, aklını peynir ekmekle yemiş marjinaller de vardır. Bunlar bisiklete biner. Kimseyi egzoz gazına boğmaz, iklimi değiştirmez.

Bir de bu ülkede marjinal olmayanlar var; çoğunluktalar.

Bu çoğunluk kadın döver, adam bıçaklar, küfür eder.

Coplar, coplatır. Gazlar, gazlatır.

Maça gider olay çıkartır, zencilere “maymun” der.

Reyhanlı ve Uludere’nin sorumlusudur ama hiç oralı olmaz.

Alkolü yasaklamaya çalışır ama silahı serbest bırakır.

Bu çoğunluk, Deniz Feneri’ni sever, emekliyi, işçiyi, öğrenciyi sevmez. Kumardan nefret eder ama konu spor olunca bahse girmek ister. Ne de olsa liberaldir.

Alevilerin vergisiyle imamların maaşını, dinsizlerin vergisiyle camilerin elektrik faturasını öder ama elhamdülillah müslümandır.

Kömür, petrol ve nükleer lobisiyle arası iyidir ama temiz ve yerli enerjiye karşıdır. Ne de olsa milliyetçidir.

Çoğunluk başını derde sokmamak için hükümeti kızdırmaz, gerekirse “evet” der, gerekirse susar.

Onlar heteroseksüeldir. Hem cinslerini sevmez ama 15 yaşında çocuklara bayılır, onları gelin ederler. Kendisi yapmasa da yapana ses çıkarmaz.

Bir de sessiz çoğunluk vardır. Meydanlara inmez, sendika sevmez, greve, boykota destek olmaz. Keyfini hiç bozmaz ama keyfi bozulacak diye korkudadır. Sosyal medyada bile bir vardır bir yoktur. Partiye, derneğe üye olmaz, siyaset konuşmaz, gazete okumaz. Gönüllülükten ise hiç hoşlanmaz, gerekirse biraz para bağışlar ama ortalarda hiç dolaşmaz. Marjinalleşirse paçayı kurtarır, marjinalleşene kadar aslında birer hiçtir.

Marjinaller hep haksızdır, çoğunluk ise hep haklı.

Aferin size, çoğunluğa!