Özgür Gürbüz-BirGün/26 Mayıs 2013
Nükleer enerji ve nükleer silah konusunda uzman bilim insanlarının çıkardığı Atomik Bilim İnsanları Bülteni’nde (The Bulletin of Atomic Scientists), geçenlerde Türkiye’nin nükleer enerji programını değerlendiren bir makale yayımlandı. Atomik Bilim İnsanları Bülteni, ilk atom bombasını yapan bilim insanları, mühendis ve diğer uzmanlar tarafından halkı nükleer silahların tehlikesi konusunda uyarmak için 1945’te çıkarılmaya başlandı. Herkes onları “Kıyamet Saati”yle tanıdı. Bu saat, nükleer savaş, biyoçeşitliliğin azalması ve iklim değişikliği gibi tehlikeler nedeniyle dünyanın sonuna ne kadar yaklaştığımızı gösteriyor. 1947’de Kıyamet Saati ilk kez tanıtıldığında gece yarısına (kıyamete) 7 dakika vardı, şimdi 5 dakika var. Saatin kıyamete en uzak olduğu zaman (17 dakika) soğuk savaşın bittiği 1991 yılıydı. Kıyamete en yakın olduğumuz zaman (2 dakika) ise ABD ve Sovyetler Birliği’nin hidrojen bombasını bulup denedikleri 1953’tü.
Bülten’deki makalenin yazarları Aaron Stein ve Chen Kane, Türkiye’nin nükleer enerji programının silah üretme amaçlı olmadığına inanıyor ve bu alanda bir tehlike görmüyor. Ancak aynı yazarlar, Ankara’nın sınırlı finansal kaynaklarla bu işe girmesini ve santrallerin yapımını çok kısa bir sürede gerçekleştirmek istemesini riskli buluyor. Türkiye’nin Sinop ve Mersin için izlediği model “yap-sahip ol-işlet”. Bu modelin nükleer santrallerin yapımında hiç kullanılmadığını söyleyen yazarlar, Türkiye’nin tüm kontrolü yabancı şirketlere devrettiğine dikkat çekiyor. Makalede aynen şu ifade var: “Türkiyeli yetkililer santral tedarikçilerinin maliyetleri aşağıda tutmak için kestirme yollara sapıp sapmadığını denetlemenin bir yolunu bulmak zorundalar”. Şimdi soru şu, bu denetimi kim yapacak? Hayatı boyunca bürokratik işlerle uğraşan, nükleer santrallerde hiç çalışmamış Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) çalışanları mı yoksa Rusya’ya gönderilen mühendis adayı öğrenciler mi? TAEK’in nükleer enerji konusundaki becerilerini Gaziemir’deki nükleer atık meselesinde daha yeni sınamadık mı?
Atomik Bilim İnsanları, Erdoğan’ın 2023’ten önce en az bir reaktörü çalıştırma arzusunu da tehlikeli buluyor ve Uluslararası Atom Enerji Ajansı’nın (UAEA), nükleer enerjiye yeni geçecek ülkelere 10-15 yıllık bir hazırlık süresi tavsiye ettiğini anımsatıyor. Bu da ikinci uyarı. Üçüncü uyarının hedefinde ise Enerji Bakanlığı ve TAEK var. UAEA, nükleer enerji konusunda kontrolü ve denetlemeyi sağlayan düzenleyici kurumların, TAEK gibi nükleer enerjinin promosyonunu yapan kurumlardan ayrı ve bağımsız olmasını istiyor. Türkiye’de TAEK’in hem lisans veren, hem denetleyen hem de nükleer enerjiyi özendiren kurum olmasını bu yüzden tehlikeli buluyorlar. TAEK’in finansal ve idari açıdan Başbakanlık tarafından kontrol altında tutulması da ayrı bir dert. Özetle; şeffaflık, denetim eksikliği ve güvenliğin ikinci plana atılıp, işin aceleye getirildiği yönünde kaygıları var. Nobel ödüllü 18 bilim insanının desteklediği bu örgüte Başbakan acilen bir telefon açmalı. İnşa ettiğimizin nükleer santral değil “tüpgaz” olduğunu anlatmalı ve kaygılarını azaltmalı.
Murat Boz ve Greenpeace
Greenpeace kampanyalarında ünlü yüzler kullanmaya devam ediyor. Sonuncusu da Murat Boz oldu. BirGün yazarlarından Bedia Ceylan Güzelce eleştiri işini bana havale edince boynumuzun borcu deyip bir kelam etmek zorunda kaldım. Boz, Kuzey Kutbu’nu kurtarmak için Greenpeace’in yeni yüzü olmuş. Hatırlarsınız, bir önceki yüzü Ayşe Arman’dı. Greenpeace Arman’ı “dört çeker cipiyle” Kuzey Kutbu’na götürmüştü. Arman durumun umutsuz olduğunu görmüş olmalı ki dönünce bir inşaat firmasının reklamlarında oynamaya başladı. Boz’da herhalde yakında otomobil reklamlarına çıkar. Merak edenler için söyleyelim. Kutbu kurtarmak için yapmanız gereken sosyal medyada Greenpeace’i takip etmek, imza vermek. Siz imza veriyorsunuz onlar da size bir sanal ayı veriyorlar. Mesajı yaydıkça da ayı büyüyor sizin de sertifika, bileklik ve tişörtünüz oluyor. Vapurlarda kalem aldığınızda yanında tarak verirlerdi ya, o hesap. Sonra Kuzey Kutbu kurtuluyor, yerinizden kalkmanıza bile gerek yok.
Kimse yanlış anlamasın, Greenpeace’i severim. İki yıl çalışanıydım, gönüllülük yaptım ama son 5-6 yıldır örgüt çok kötü yönetiliyor. Tek dertleri daha fazla bağış almak, sanal alemde takipçi sayısını arttırmak. Facebook’ta binlerce takipçi olunca sanki dünya kurtulacak. Oyuncak ve promosyonla takipçi edinmek kolay ancak eylemci bulmak, bu iş için hayatını veren insanları harekete katmak zor. Kampanya başarıları azaldı, mesajlar yanlış. Enerji Bakanı Taner Yıldız’a “Nükleere hazır mısınız” yazılı tişört verdiklerinde bakanın kendilerine, “hazırız” dediği anı hiç unutmuyorum. Kampanya o an yerle bir olmuştu. En güçlü olduğu yanı kampanya yapmaktı artık en zayıf yönü. Sanal alemde destekçiler çoğaldı ama sokakta yalnızlar. Güncel bir örnek daha: 11 Mayıs’ta iklim değişikliğine dikkat çekmek için yazdıkları yazıda, “Türkiye sera gazı salımlarını 1990'dan beri %95 artırdı” yazmışlar. Halbuki artış yüzde 124. İki yıl önce bile yüzde 98’di. Aynı yazıda, “Türkiye'de 57 kömürlü termik santral planı var” diyor, bir satır aşağıda ise bu rakam 50 oluyor. Böyle yaparsanız size kim inanır? Greenpeace şirketlerden bağış almıyor iyi ama bireylerin verdikleri paralar da boşa gidiyor.
Yaşam ve Çevre Politikaları
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası, 1-2 Haziran’da Levent Kültür Merkezi’nde “Yaşam ve Çevre Politikaları” başlıklı bir çalıştay düzenliyor. Çalıştayda çok değerli konuşmacılar var. Sanayi ve enerji politikalarından halk sağlığına kadar birçok ilginç konu başlığı var. Ayrıntılar Oda’nın internet sayfasında. www.cmo.org.tr
1 yorum:
Detayli bilgileriniz icin tesekkurler izninizle paylasiyorum...
Yorum Gönder