İstanbul Pekin'e benzer mi?

Özgür Gürbüz-BirGün/3 Mart 2013 

Pekin'de otomobiller bisikletlerin yerini alıyor-Foto: O.Gurbuz
Pekin'de 20 milyon kişi yaşıyor. Yaşıyor ama nefes almakta zorlanıyor. Geçen hafta kenti ziyaret eden kum fırtınası işleri daha da zorlaştırdı.  Pekin'de yaşarken kum fırtınası görmüşlüğüm var. Gökyüzünün kaybolması nasıl tarif edilir bilemiyorum ama öyle bir şey bu fırtına. Kum fırtınaları Pekinlilerin yabancı olduğu bir konu değil, hava kirliliği de ancak bu yıl nefes almakta zorlanır oldular. Öyle ki, Komunist Parti'nin yayın organı “Halkın Günlüğü” bile duruma isyan etti.

1 Mart Cuma günü Pekin'de, PM 2,5 yoğunluğu (çapı 2,5 mikron veya daha küçük olan ve akciğerlere nüfuz edebilen havadaki parçacıklar) metreküp başına 469 mikrograma ulaştı. Dünya Sağlık Örgütü bir gün boyunca maruz kalınacak miktarın metreküp başına 25 mikrogramı geçmemesi gerektiğini söylüyor. 469 bir şey değil, Pekin'in bazı bölgelerinde 600 mikrogram görüldü. Kabaca söylersek sınır değerin 20-25 katı bir hava kirliliğinden bahsediyoruz.

Hava kirliliğin iki ana kaynağı var. Endüstri ve ulaşım. 20 milyon kişilik kentte belediye metro ağını her geçen gün genişletiyor ancak araç sahipliği uçak hızıyla artıyor. Kentte 5 milyon 200 binin üzerinde araç var. Sadece 2010 yılında başkentte yola çıkan yeni araç sayısı 750 bin civarındaydı. 2011'de yerel yönetim duruma el koydu ve plaka dağıtımını kurayla yapmaya başladı. Otomobil almak için paranız olabilir ama önce şansınız olacak. 2012'de yola çıkan yeni araç sayısı, kura çekimi nedeniyle 173 bine düştü. Kentte tek-çift plaka uygulaması olduğunu da hatırlatalım. Kurada şansınız yaver gidip otomobilinize plaka alsanız bile, her gün o otomobili sürme şansınız yok. Yerel yönetimin şimdiki hedefi ise araçların egzoz emisyonlarını düşürmek. Pekin'de Avro 5 standardına yakın Çin 5 standardına sahip olmayan araçların satışı Cuma gününden itibaren yasaklandı. 2016'dan itibaren de Çin 6 standardı mecburi olacak. Otomobil üreticileri ayakta, birçoğunun elinde bu standartlara uyan araç yok. Pekin gibi dev bir pazarı terk etmek zorunda kalabilirler. Ulaşımda petrolün, endüstride ise kömürün rolünü unutmamak lazım. Elektrik üretimi ve sanayi kaynaklı hava kirliliğinde kömür kullanımı ana neden.

Nereden nereye! Çin'in ihracata yönelik ekonomik modelinin sürdürülebilir olmadığını anlayan merkezi yönetim iç tüketimi artırmak ve ekonomik büyümeyi sürdürmek için bireysel tüketimi artırmayı planlamıştı. Formül buydu. Ekonomik krizde büyüme hızının düşmemesinin ardında yatan nedenlerden biri de bu. Aynı bizde olduğu gibi. Çin'de kapağı şehre atıp, düzenli maaş alan herkes şimdi ev ve araba almaya çalışıyor. Bu aynı zamanda bir statü göstergesi haline geldi. Bisikletle dolu Pekin caddeleri otomobillerle doldu. Doldu ama önce trafik tıkandı sonra hava karardı. Şimdi başta Pekin olmak üzere her büyük kent aynı sorunlarla boğuşuyor. Artan nüfus, trafik ve hava kirliliği gibi sorunlarla...

İSTANBUL'DA 3 MİLYON ARAÇ
Türkiye çoğu zaman Çin'le kıyaslanıyor. Büyüme modeli ve hızı benzerlikler taşısa da arada belirgin farklar var. İstanbul ve Pekin'i ele alalım. Pekin'de yeni kurulan mahallelerde çarpık kentleşme daha az. Parklar, geniş caddeler göze çarpıyor. Toplu ulaşım da daha iyi durumda. Pekin'de mevcut metro hattının uzunluğu 442 km. 16 hat, 261 istasyon var. İstanbul'da hafif metroyu da saysanız 50 km'lik bir metro hattından bahsediyoruz.

İstanbul çarpık kentleşme için okullarda örnek gösterilebilir. İstanbul'un merkezinde, mezarlıklar dışında yeşil alan kalmadı. Bir de otoyol kenarları var. Taksim için cennet sayılabilecek Gezi Parkı bile rantın izniyle katledilmek üzere. Park deyince belediyenin aklına ağaç değil 'otopark' geliyor. Nasıl gelmesin? İstanbul'da araç sayısı 2 milyon 906 bin. Pekin'dekine yakın. İstanbul'un nüfusu ise 13 milyon; 7 milyon daha az. İstanbul bugün Pekin gibi bir hava kirliliği kriziyle karşı karşıya kalmıyorsa bunu iklime, coğrafi konumuna borçlu. Ağır metal kirliliği gözle görülmediği için o konu da es geçiliyor. Bu daha ne kadar böyle sürer bilinmez. Şehrin iki yakasını bir araya getirecek raylı sistem, Marmaray bitmeden, otomobiller için bir başka tüp geçit planlayanlar Pekin'den ders çıkarmalı. Halkın tüketim tercihlerini belirlemek her zaman yöneticilerin elindedir. Yüksek vergiler, iyi bir toplu ulaşım ağı, düzgün kentler hava kirliliğini önleyebilir, otomobil sevdasının önüne geçebilir. Enerji ithalatında aslan payının doğalgazda değil petrolde olduğunu hatırlatalım. Bu saçma ekonomik büyüme modelinden vazgeçmenin zamanı geldi. O sizden vazgeçmeden.

NÜKLEER KARŞITLARI SOKAKTA
Bulgaristan'ın Belene nükleer santralini yapmaktan vazgeçmesi geçen haftanın haberiydi. Bizim medyamız pek oralı olmadı. Hükümet korkusu mu, gazetecilik bilmemek mi yoksa Rus şirketin reklam pastası mı kestirmek zor. Almanya, Japonya, İsviçre, İtalya derken komşu Bulgaristan da nükleere hayır dedi. Mersin'e nükleer santral kurmak isteyen Rus şirketi Rosatom da bir açıklama yaptı ve bu yıl başlayacak inşaatın 2015'e kaldığını söyledi. Nükleer enerji miladını doldurdu, boşa kürek çekmenin anlamı yok. Mersin projesi de öyle ya da böyle iptal olacak. Ekonomik gerekçeler ve siyasi konjonktür nükleerin aleyhine. Nükleer enerjiyi ülkeden şutlamak için şimdi tek gereken halkın sahaya inmesi. Tüm dünyada bu iş böyle oldu. İstanbul Nükleer Karşıtı Platform da bunu yapıyor. Fukuşima'nın ikinci yıldönümünde, Galata Köprüsü'nde el ele vererek nükleere karşı bir insan zinciri yapacaklar. 10 Mart Pazar günü saat 12:00'de. Ben zincirin bir ucundan tutmaya gidiyorum. Hormonlu domates gibi çocuklarınız olsun istemiyorsanız siz de gelin.

Karadenizliler doğa için biraraya geliyor

Karadeniz'de hidroelektrik santrallere karşı başlayan mücadele, termik ve nükleer santrallerle sürüyor. Karadeniz İsyandadır Platformu, 2-3 Mart 2013 tarihlerinde İstanbul'da bir forum düzenleyerek farklı mücadele alanlarındaki insanları biraraya getiriyor. Forumun amacı ortak sorunları tartışmak ve bu sorunların çözümü için fikir geliştirmek.

Beşiktaş'taki Yıldız Dış Karakol Binası'nda (TMMOB Mimarlar Odası) gerçekleşecek forum programına ulaşmak için aşağıdaki adrese tıklayabilirsiniz. 2 Mart günü saat 10:00'da başlayacak forumda Hukuk, Medya, Sanat ve Mücadele gibi çeşitli atölyeler var.

http://forumkaradeniz.wordpress.com/

Geri dönüştürmeyi öğretebildiklerimizden misiniz?

Özgür Gürbüz-BirGün/24 Şubat 2013

İşe giderken evden kahvaltı yapmadan çıktığımda soluğu yakındaki bir pastanede alıyorum. Her gün aynı sandviçi yemekten sıkılmayanlardanım ama mesele bu değil. Yüzlerce kişi her sabah benim gibi soluğu o pastanede alıyor. Açma, börek, sandviç ve plastik torba alıyorlar. Bir simide bir torba. Bir açmaya bir torba. İki çöreğe iki torba… Plastik torba yiyip, plastik torba içiyorlar sanki. Onlar hamur işi yediklerini sanıyorlar, aslında petrol türevi bir maddeyi mideye indiriyorlar.

Her sabah yüzlerce insanın, aldığı en ufak yiyeceği bile naylon torbanın içine koydurması beni çıldırtıyor. Saydığım tüm bu yiyeceklerin kağıt torbalar içinde sunulduğunu da belirtmeliyim. Kimse nasıl bir suça ortak olduğunun farkında değil. Çözüm kolay. Aldığım sandviçi sırt çantamın içine güzelce yerleştiriyorum, ne kırıntı oluyor ne de leke yapıyor. Bu yöntemi beğenmeyenler, yanlarında ufak bir bez torba taşıyabilir. Her gün bir plastik torba tüketmek yerine bir bez torbayla aynı işi görebilir. Çok mu zor? Hayır, gereksizce kullanılan petrol ürünleri nedeniyle, onlarca canlının hayatına kastetmekten zor olmasa gerek. Bu torbalar atılsa dert, yakılsa dert. Plastiklerin yakılması ve suya temas etmesi kanserojen maddelerin üretilmesine neden oluyor. Sizin ve diğer insanların kansere yakalanma riskini artırmak istemiyorsanız plastik torbalar gibi, benzeri “kullan-at” ürünleri tüketmekten kaçınmalısınız. İşte size altı basit öneri:

Su ve meşrubat içerken cam şişeleri tercih edin.

Alışverişe bez torbanızla gidin.

Ambalajı bol ürünleri almaktan kaçının.


Depozitoyu savunun.

Tüm bunları yaptıktan sonra da elde kalan atıkları mutlaka geri dönüştürün.

Toplu taşımayı kullanın, bisiklete binmeyi veya yürümeyi ihmal etmeyin.


Yukarıdaki altı madde, doğayla uyumlu yaşamak için ilk yapılacaklar listesi gibidir. Tüketim toplumunu değiştirmek için bireysel çabalar tek başına yeterli olmaz ancak tüketmeme konusundaki kararlılığınızı gösterir. Bir çeşit meydan okumadır. Karşı tarafta suçluluk duygusu uyandırır. Üzerlerinde bir “yeşil baskı” kurar. Yeşil devrim de diğerleri gibi gökten zembille inmeyecek; adım adım ilerleyek. Tüketim toplumuna karşı duruşumuzun en iyi göstergesi attığımız nutuklar değil, irademizdir.

KİŞİ BAŞINA YILDA 407 KİLO ÇÖP
İşin politikacıları ilgilendiren bir boyutu daha var. Bir örnekle açıklamaya çalışayım. Türkiye’de belediye sınırları içerisinde oturan her bir kişi yılda 407 kilogram atık üretiyor. Avrupa Birliği’ne (AB) üye 27 ülkenin ortalaması ise 507 kilogram. Bizden daha çok belediye atığı çıkaran ülkeler var. Danimarka’da kişi başına 673, Macaristan’da 413, Portekiz’de ise 514 kilogram belediye atığı üretiliyor. Daha çok atık üretiyorlar ama bu ülkelerin hepsinde atıkların tümü işleniyor, doğaya kontrolsüz biçimde atılmıyor. 27 ülkenin hemen hemen hepsinde durum böyle. Türkiye’de ise kişi başına üretilen 407 kilogram atığın sadece 343 kilogramı işleniyor. Dünya Dostları Derneği’nin “Az Aslında Daha Çok” adlı (Less is More, Friends of the Earth, 2010) raporuna bakılırsa Türkiye’de belediye atıklarında geri dönüşüm yok denecek kadar az. Halbuki kamunun ya da özel sektörün açıkladığı rakamlar geri dönüşüm rakamlarının bu kadar da kötü olmadığını söylüyor. Bunun açıklaması şu olabilir. Kağıt toplayıcısı dediğimiz, ekmeğini çöplerden kazanan insanlar tüm belediye çöplerini ayıklayarak, istatistiklere girecek hiçbir geri dönüşüm malzemesini belediye araçlarına bırakmıyor. Çünkü raporda Türkiye’deki belediye atıklarının geri dönüşüme giden oranının yüzde sıfır olduğu yazılı.

Yine aynı raporda, Türkiye’deki alüminyum kutularının yüzde 75’inin geri dönüştürüldüğü ve bu işin büyük bir kısmının kayıt altına alınmadan yapıldığı yazılı. Bu da tezimi kuvvetlendiriyor ancak bir başka soruna daha işaret ediyor; sigortasız ve güvencesiz çalışan atık işçilerinin durumuna.

ESKİ ELBİSELER AFRİKA’YA
Atık denince akla sadece plastik torbalar, kağıt, cam ve metaller gelmemeli. Geri dönüşüm denince akla sadece bireylerin gelmemesi gerektiği gibi. Eski binaların yıkılmasıyla ortaya çıkan molozların, eski elbiselerin ve otomobil aküleri gibi onlarca ürünün geri dönüştürülmesi gerekiyor . Bu konu belediyeleri, özel sektörü ve hükümetleri de ilgilendiriyor. Londra’daki ünlü Wembley Stadyumu yenilenirken, eski stadyumun molozlarından çıkan alüminyumun yüzde 96’sının geri dönüştürüldüğünü (400 tondan fazla) unutmamak lazım. Bunu bireyler yapamaz. AB’de her yıl 5 milyon 800 bin ton tekstil ürünü çöpe atılıyor ve bunun sadece dörtte biri geri dönüştürülüyor. İşin çok tartışılacak bir sosyal boyutu daha var. Sadece İngiltere’de çöpe atılan her üç tekstil ürününden biri yeniden giyilmek üzere başka ülkelere gönderiliyor. En çok da Afrika’ya.