Turizmcilerden madenciye tepki

Çevreciler ve yerel yönetimlerden sonra turizmciler de Kazdağları’nda maden arama çalışmalarına tepki gösteriyor.

Özgür Gürbüz - Sabah / 20 Ekim 2007

Kaz Dağı'nda onlarca şirkete maden arama ruhsatı verilmesine turizmcilerden de tepki geldi. Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Güney Marmara Bölgesi Başkanı Hasan Erdem, yıllar önce Uludağ'ın zirvesinde yapılan maden arama çalışmalarını anımsatarak, "Uludağ'ın zirvesini tahrip ettiniz. Elimizde Kaz Dağı kaldı, bari Kaz Dağı'na dokunmayın" diye konuştu. Uludağ'ın zirvesinde uzun yıllar açık kalan volfram madeninin terk edilmesinden sonra bölgenin moloz yığınına döndüğünü belirten Erdem, "Bölge molozlar ve atıklarla dolu. Kaz Dağı'nda rehabilitasyon yapmadan bırakıp gidecekleri kesin. Yeraltından çıkartılmış o topraklarda bitki bile yeşermiyor. Durum içler acısı. Kaz Dağı'nda milyonlarca metreküp toprak dışarı çıkarılacak, kullanılan kimyasal maddelerden dolayı bitki örtüsü ve toprak kirlenecek. Böyle bir şey olabilir mi?" dedi. Kaz Dağı'nın bir oksijen deposu olma özelliği dışında tarihiyle de önemli bulunduğunun altını çizen Erdem, Anadolu'nun en büyük medeniyetlerine ev sahipliği yapan bölgede meydana gelecek bir hasarın telafisinin mümkün olmayacağına dikkat çekti. Erdem, "Maden ocakları plansız ve programsız şekilleniyor. Her yerde terk edilmiş mermer, kireç ocakları var. Halbuki Çanakkale bizim için önemli bir turizm bölgesi. Her yıl onlarca İngiliz ve Anzak geliyor. İç turizm açısından da çok önemli. Buraya gelen turistler günlük gezilerle Kaz Dağı'nı geziyor" dedi.

TEMA, Maden Yasası değişsin, izinler iptal edilsin diyor

TEMA Vakfı, Maden Yasası’nın yeniden düzenlenmesi için ilgili tüm kuruluşlara mutabakat çağrısı yaptı. Maden Kanunu’nda 2004 yılında yapılan değişikliklerin maden arama ve işletme ruhsatı talebinde patlamaya neden olduğunu belirten TEMA Vakfı, Enerji Bakanlığı verilerine dikkat çekiyor. Bakanlık verilerine göre 2004 yılında 3.984 izin talebinde bulunulurken, 2005'te 15.149, 2006'da 18.208, 30.09.2007 itibariyle de 13.908 izin başvurusu yapılmış. TEMA Vakfı, bu çarpıcı veriler ışığında hükümetin üstün kamu yararı ve toplumsal uzlaşının sağlanması adına kamuoyundan yükselen sese kulak vermesi gerektiğini söylüyor ve Maden Yasası’nın konu ile ilgili sivil toplum örgütlerinin görüşleri alınarak yeniden düzenlenmesini istiyor. Vakıf, bu süre zarfında verilen arama ve işletme izinlerinin iptali için de gerekli yasal düzenlemeler yapılmasını istiyor.

Bir alyans için 18 ton toprak siyanürleniyor

Oxfam ve Earthworks adlı kuruluşların hazırladığı madencilik raporuna göre 1 ton bakır elde edilirken 110, 31 gram altın çıkarılırken de geriye 79 ton atık bırakılıyor. Dünyada tüketilen enerjinin yüzde 10’una yakınını da madenler tüketiyor.

Özgür Gürbüz - Sabah / 19 Ekim 2007*

Kazdağları’ndaki maden arama çalışmalarıyla gündeme gelen madencilik tartışmaları sadece Türkiye’de değil tüm dünyada da çok tartışılan bir konu. Dünyaca ünlü kalkınma ve yardım organizasyonu Oxfam’ın ABD’deki şubesi ve ABD’nin en büyük çevre kuruluşlarından Earthworks’ün hazırladığı “Kirli Metaller” adlı rapor madencilik sektörünün çevre ve ekonomik boyutunu tartışmaya açıyor. Rapora göre, madencilik sektörünün atıkları, enerji tüketimi ve gelişmekte olan ülkelerdeki çevre felaketleri çok ciddi boyutlarda. Bugün değerli metallere ulaşmak için daha derinlere inmek ve birçok kimyasal madde kullanmak gerekiyor. Oxfam’ın raporuna göre 1 ons (31 gram) altın elde edilirken 79 ton madensel atık çıkıyor. 1 ton bakır içinse bu rakam 110 ton. Kazılan kaya ve topak da hesaba katıldığında bu rakam 200 tonu buluyor. Bir başka deyişle, 1 alyans üretmek için 18 ton altın cevheri çıkarıp, siyanürle ayrıştırarak işlemek gerekiyor.

Arsenik atıklarının yüzde 96’sı metal madenlerinden

Açık maden işletmelerinden çıkan en önemli atıklar ise birçoğu canlılar için ölümcül olabilecek toksik atıklar. 2001 yılındaki verilere göre ABD’de metal madenlerinden çıkan toksik atıkların miktarı 1300 ton. Bu rakam aynı yıl ABD’deki tüm endüstrilerden çıkan toksik atıkların yüzde 46’sına denk geliyor. Aynı zamanda tüm ABD’de çıkan arsenik atıklarının yüzde 96’sı, kurşun atıklarının da yüzde 76’sı metal madenlerinden kaynaklanıyor.

Madencilik sektörüne çevre dışında getirilen en büyük eleştirilerden biri de enerji tüketimiyle ilgili. Bugün dünyada tüketilen enerjinin yüzde 7 ile10’unu tüketiyor. Ağırlıklı olarak fosil yakıt kullanıldığı için küresel ısınmaya katkısının büyük olduğu öne sürülüyor. Yine aynı rapora göre, zengin maden rezervlerine sahip gelişmekte olan ülkelerin bu kaynakları kalkınmalarına yansıtmaları her zaman aynı oranda olmuyor. İhracat gelirlerinin yüzde 67’sini yakıt dışı madenlerden sağlayan Nijer’de halkın yüzde 63’ü hala ülkedeki yoksulluk sınırının altında yaşıyor. İhracat gelirinin yüzde 66’sını yine madenlerden sağlayan Zambia’da durum daha da kötü. Halkın yüzde 86’sı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Harward Üniversitesi ekonomistlerinden Jeffry Sachs ve Andrew Warner’ın hazırladığı bir başka rapor ise bir ülke ekonomisinin doğal kaynak ihracatına bağımlılığı ne kadar çoksa kişi başına düşen milli gelirdeki artış hızı o kadar yavaş olur diyor. Madenleri ekonomik kalkınmaya dönüştürme konusunda Şili diğerlerinin önünde geliyor. Toplam ihracatın yüzde 43’ü madenlerden gelirken yoksulluk sınırı altında yaşayanların oranı yüzde 21. Buna rağmen Şili’deki madenlerde yaşanan çevre sorunları gerçek ekonomik getirinin ne olduğu konusunda tartışmaları gündeme getirmeye devam ediyor.

* Gazetede yayınlanan metnin genişletilmiş hali

Madencilere karşı Zeytin Yasası kartı

Kaz Dağları'ndaki köylüler, "Zeytinlik alanlara 3 kilometre mesafede hiçbir kimyevi tesis kurulamaz işletilemez" maddesine güveniyor.

Özgür Gürbüz - Sabah / 17 Ekim 2007-11-02

Bergama'nın "Hopdediks" lakaplı Bayram Çavuş'u vardı. Kaz Dağları'nın eteklerindeki Bahçedere köyünde ise bir tabur var. "Yaşamak için hava lazım, altın değil" diyorlar. Çanakkale'nin Küçükkuyu beldesine bağlı Bahçedere köylüsünün üzerine titrediği zeytinlikler sadece gelir kapısı değil aynı zamanda altın madenini durdurmak için ellerindeki en büyük koz. Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerin Aşılattırılması Yasası'nın 20. maddesi, "Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç; kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez" diyor. Sondaj alanları zeytinlikleriyle burun buruna olan köylüler bu yasaya güveniyor. Maden Yasası'nda yapılan değişikliklerle şirketlere verilen imtiyazlar da korkutuyor. Kaz Dağları'nı Koruma Girişimi altında birleşen maden karşıtları Maden Yasası'nda acilen değişiklik yapılmasını istiyor. Bu konuda Anayasa Mahkemesi'ne üç yıl önce başvuru yapıldı ama henüz sonuçlanmadı. TEMA Vakfı Genel Müdürü Uygar Özemsi de yasanın değişmesinden yana olduklarını belirtiyor ve "Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği"yle ilgili açtıkları davanın Danıştay'da görüşüldüğüne dikkat çekiyor. Özemsi, "Ormanlarımız, madenlerimizden şu aşamada daha önemli. Bu madenler kaçmıyor. Bir gün gelecek doğa dostu yöntemlerle çıkarmayı öğreneceğiz" diyor.

Koza Altın’ın açıklaması
Madenciler ise iddiaların doğru olmadığını söylüyor. Bergama'daki madeni işleten Koza Altın İşletmeleri Ovacık Altın Madeni Genel Müdür Yardımcısı Hayri Öğüt, dünyada çalışır durumda 875 altın madeni olduğunu öne sürüyor. ABD'de 126, Kanada'da 80 ve Avrupa'da 17 madenin aktif olduğunu belirten Öğüt'e göre, önemli olanın çevreye duyarlı bir madencilik anlayışının geliştirilmesi. Öğüt, "Ağaç sorun değil, 1 ağaç yerine 30 ağaç dikilir. Ovacık'ta biz kesilen ve hiçbir ekonomik getirisi olmayan kızılçamların yerine zeytin ve fıstık çamı diktik. Köylüye ek gelir sağladık" diyor. Öğüt, "Bizim birinci sınıf gayrısıhhi müessese işletme ruhsatımız var" diye ekliyor. Ancak bu ruhsat, meskenlerden mutlaka uzak durması gereken işletmelere veriliyor.

'Kaz'ı kazan dağları

Oksijen ve yeşil cenneti Kaz Dağları'nda 11 şirket 37 ayrı noktada altın arıyor. Halk madencileri istemiyor.

Özgür Gürbüz - Sabah / 16 Ekim 2007

 
HAVA: Kullanılacak 400 bin ton siyanürün 100 bin tonu havaya karışacak
TOPRAK:
Bitki örtüsü ve tarım en büyük darbeyi yiyecek
SU:
Sondaj çalışması sırasında bile içme suları bulanmaya başladı

DENİZ: Dere ve kaynakların aktığı deniz bu kirlilikten nasibini alacak

Çanakkale ve Balıkesir arasında dünyada oksijenin en bol üç yerinden biri olarak bilinen Kaz Dağları'nda altın ve diğer değerli metalleri çıkarmak için ruhsat isteyen 11 firma, doğa harikası bölgeyi tehdit ediyor. Homeros'un İlyada adlı eserinde İda (Kaz) Dağı diye bahsettiği bölge; havası, suyu, toprağı ve deniziyle geçmişi MÖ 2000'li yıllara kadar dayanıyor. Truva Savaşları'na tanıklık eden, efsanelere konuk olan Kaz Dağları'nın eteklerinde ise Türkiye'nin en bereketli meyvesi ve sebzesi yetişiyor. Yüksek Jeoloji Mühendisi Tahir Öngür'e göre, Çanakkale, Etili, Bayramiç, Ezine, Ayvacık ve Küçükkuyu bölgelerinde çalışacak olan bu madenler, ömürleri boyunca toplam 300-400 bin ton arası siyanür kullanacak. Öngür, bu rakamın yaklaşık yüzde 30'unun yani 100 bin ton siyanürün havaya karışacağını söylüyor. Ayrıca bu madenler çalıştığı süre boyunca 1 trilyon ton kadar kayayı kazacak ve bütün Çanakkale ve ilçeleri kadar su tüketecek.

Şirket: Çevreye duyarlıyız
Şu ana kadar 37 ayrı noktada altın çıkarmak için ruhsat başvurusu yapan 11 firma arasında Kanada'nın dev maden firması Teck Cominco'nun da ortağı olduğu irili ufaklı çok sayıda firma bulunuyor. Bu firmalar, Gönen'den Çanakkale İl Merkezi'ne, Çan'dan Edremit Körfezi'ne kadar olan bölgenin hemen hemen tümü için arama ruhsatı almış durumda. Global Madencilik şirketi ise başta siyanür olmak üzere yapılan açıklamaların gerçeği yansıtmadığı görüşünde. Siyanür ile ilgili raporların incelenmediğine dikkat çeken yetkililer, "Türkiye'de ithal edilerek kullanılan siyanür ve türevlerinin sadece yüzde 8'i altın madenciliğinde, yüzde 92'si ise çeşitli endüstri dallarında (boya, plastik, fotoğrafçılık, sağlık, ziraai ilaçlama vb.) kullanılmaktadır" açıklamasını yapıyor. Firma yetkilileri sadece Kaz Dağları değil Türkiye'nin tamamının hassas olduğuna inanıyoruz" diyor ve çalışmalarını çevre - insan faktörlerini en üst seviyede koruyarak sürdüreceklerini taahhüt ediyor.

Sorun Maden Yasası’nda
Çanakkale'de nereye gitseniz altın madenlerine karşı bir pankart ya da bir imza kampanyasıyla karşılaşılıyor. Bildiri dağıtan, imza toplayanlara halktan büyük destek var. Aramaların hızlanması turizm, zeytincilik ve halk sağlığıyla ilgili kaygıları artırıyor. Çanakkale ve Balıkesir'e bağlı belediye ve sivil toplum örgütleri birbiri ardına toplantılar düzenleyip, altın arama faaliyetlerinin durdurulması için çalışmaya başladı. Küçükkuyu Seğmen Otel'de 6 Ekim'de düzenlenen panele köy ve kentlerden binin üzerinde insan katıldı. Belediye başkanları ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri 27 Ekim'de Çanakkale'ye gelmesi beklenen Enerji Bakanı Hilmi Güler'den Maden Yasası'nın değiştirilmesini istiyor. 2004'te 5177 sayılı kanunla, Maden Yasası'nda yapılan değişiklikler maden arama çalışmalarına sahil şeridi ya da milli park içinde bile olsa izin veriyor. Kazdağı Koruma Girişimi sözcülerinden Süheyla Doğan, Türkiye'deki ilgili kuruluşlarla birleşerek "Maden Yasası'na Hayır" kampanyası başlatmayı hedeflediklerini belirtiyor.
 
Köylü, “biteriz” dedi madenciyi kovdu
Sondaj sırasında içme sularının kirlendiğini belirten köylüler: "Elde bir şey kalmaz, elbirliğiyle sonuna kadar gideceğiz.".
Bizi Küçükkuyu'da yakalayıp madenlere karşı mücadelenin merkezindeki Bahçedere köyüne götüren 61 yaşındaki Hüseyin Yığın, "Biz biteriz" diyor. Altına isyanın özeti bu. "Ne zeytinlikler kalır ne suyumuz, el birliği edecek sonuna kadar gideceğiz" diye ekliyor. "SABAH gazetesinden gazeteciler geldi" anonsu tüm köyde yankılanıyor; kahve kısa süre içinde pazara inmemiş köylülerle doluveriyor. Her gazeteciye konuşmuyorlar, bazıları Bergama'daki madeni işleten Koza Madencilik'in temsilcileriyle gelmiş köye. "Sağ gösterip sol vurdular" diye kızıyorlar. Gergin bir bekleyiş hâkim. Bahçedere köylüleri, köyün yukarısındaki sondaj çalışmaları sırasında bile sularının kirlendiğini söylüyor.

Kandırdılar
Global Madencilik ve Taşımacılık firması, 38 bin dönüm arazide sondaj yapma izni almış. Köylüler, şirket yetkililerinin köye ilk gelişlerinde altın aradıklarından bahsetmediklerini, tatlı getirip kahvede beraber yediklerini söylüyorlar. Sondajın sonuna doğru altın aradıkları ortaya çıkınca araları bozulmuş. Sürenin dolmasının ardından, birkaç gün önce tekrar sondaj alanına gelen şirket yetkililerini bu defa ormana sokmamışlar. Orman Müdürlüğü, köylüleri haklı bulup izinleri biten madencileri geri göndermiş. Sondaj için orman içinde açılan yol, dozerlerle yıkılan kayın ve çam ağaçları ise Bahçederelileri kızdıran bir başka konu.
 
Homeros İlyada ve İda Dağı
Kaz Dağları’nın bilinen tarihi MÖ 2000'li yıllara kadar dayanıyor. Bu tarihlerde kurulmaya başlayan birçok kent Truva savaşları sırasında yok edilmiş. Homeros, İlyada'sında İda Dağı (Kaz Dağı ) için 'Bol pınarlı vahşi hayvanlar anası' diye bahseder. İda Dağı, mitoloji ve efsaneler dağı olarak biliniyor. Kaz Dağları'ndaki üç ünlü efsaneden biri Yunan efsanesi İlyada diğeri Sarıkız Efsanesi ve Hasan ile Emine'nin aşkını anlatan öyküler. Doğal su kaynaklarıyla ünlü bölgede bin 500 metre yükseklikte bile yaz ve kış kurumayan kaynaklar mevcut.
 
Siyanürle altın ayrıştırmanın yasak olduğu yerler
* Alman Parlamentosu, 2001'de Avrupa Birliği düzenlemelerini gerekçe göstererek siyanür kullanılmasına hiçbir hükümet biriminin izin veremeyeceğine karar verdi.

* Çek Cumhuriyeti 2001'de siyanürlü altın çıkarılmasını yasakladı.

* Yunanistan'da 2002'de siyanürle altın çıkarmak isteyen firmanın ruhsatı iptal oldu ve yasaklandı

* Romanya'da 2000'de yaşanan bir siyanür sızıntısı sonrası Macaristan ve Yugoslavya'dan geçen Tuna Nehri kıyılarına binlerce ölü balık vurdu. Ülke, AB düzenlemelerini kabul ederek siyanürlü altın çıkarılmasını yasaklamaya hazırlanıyor.

* ABD'de ise Wisconsin ve Montana eyaletlerinin hepsinde, Kolarado'nun 5 ayrı bölgesinde siyanür kullanılarak altın çıkarılması yasaklandı.

Son pişmanlık para etmedi

AB fonuna 'hayır' diyen Rize'nin Şimşirli köyü karar değiştirdi ama başvuru tarihini kaçırdı. Köylüler bu kez de imza toplamaya başladı..

Özgür Gürbüz - Sabah / 11 Ekim 2007

Kışın sadece 20 hanede ışıkların yandığı, resmi rakamlara göre nüfusu 325 olan Rize'nin Şimşirli köyü bir anda Türkiye'nin hatta Avrupa Birliği'nin gündemine oturdu. AB'den kanalizasyon yapımı için verilen hibeye aralarında anlaşamadıkları için zamanında başvuramayan köylüler, gecikmelerine rağmen başvurularının kabul edilmesi için bu defa da imza kampanyası başlattı. Şimşirli Köyü Muhtarı Necmi Şimşek, şu ana kadar toplanan 150'ye yakın imzayla başvurularının kabul edilmesine çalışacaklarını söylüyor.

Aşağı Mahalle Karşı

Üç mahalleden oluşan Şimşirli köyünü Türkiye gündemine taşıyan gelişmeler, İkizdere Kaymakamlığı'nın AB'nin yörenin kanalizasyon ve çöp sorunlarını çözmek için 10 proje hazırlamasıyla başladı. Bunlardan sadece Şimşirli köyü kanalizasyon projesi AB'den olur aldı. Her yaz başta ABD ve İsrail'den olmak üzere birkaç otobüs dolusu turistin ziyaret ettiği köyde, 350 bin Euro'luk (yaklaşık 600 bin YTL) hibe haberine, Yukarı ve Orta mahalle sevinirken Aşağı mahalle konuya şüpheyle yaklaştı. Kimileri proje hakkında yeterli bilgilendirilmediklerinden, kimileri ise AB'nin karşılıksız para vermeyeceğini söyleyerek paranın alınmasına karşı çıktı. Dağlık arazide yer alan köyde arıtma tesisinin yapılacağı tek uygun yerin sahibi olan Ekrem Yılmaz, tüm çabalara rağmen ikna edilemedi. Muhtar ve kardeşinin 250 metrekarelik çaylık arazilerini Yılmaz'a vermeleri de sonucu değiştirmedi.

AKP’den sonra en çok oy AB muhaliflerine
Toplam kayıtlı seçmen sayısının 235 olduğu köyde, oy dağılımına bakıldığında AB fonunu geri çevirmede 'siyasi tercihlerin' de etkili olduğu fikri akıllara geliyor. Son seçimde sandıktan çıkan geçerli oy sayısı sadece 184. Geçerli 184 oyun 121'i AKP'ye giderken, ikinci parti konumunda 13 oy alan İşçi Partisi var. AB'ye çok sıcak bakmayan diğer partilere giden oylar ise hemen dikkati çekiyor. Şimşirli'de, Aydınlık Türkiye Partisi'ne 6, Halkın Yükselişi Partisi'ne 6, Bağımsız Türkiye Partisi'ne 3, Türkiye Komünist Partisi'ne 2, Saadet Partisi'ne ise 3 oy çıkmış.

10 bin futbol sahası büyüklüğünde orman yandı


Türkiye, 2007 yılında yaklaşık 10 bin futbol sahası büyüklüğünde ormanın alanını yangınlar sonucunda kaybetti. Uzmanlar, yaşanan kuraklık göz önüne alındığında bu rakamın kötü olmadığını söylüyor.

Özgür Gürbüz - Sabah Gazetesi / 2 Ekim 2007

Türkiye her yaz olduğu gibi bu yaz da orman yangınlarıyla yatıp kalktı. Geçtiğimiz beş yıla oranla, daha çok orman alanını yangınlara feda eden Türkiye’nin orman kaybı, 20 Eylül 2007 itibariyle 11 bin 135 hektar. Bu rakam, 10 bin büyük futbol sahasına bedel. Son beş yıla oranla yanan alan armış olsa da uzmanlar, yaşanan kuraklık ve seçim dönemine rağmen büyük bir orman kaybı olmadığına dikkat çekiyor.

İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğretim görevlisi Yrd. Doç. Dr. Ali Küçükosmanoğlu, Türkiye’de orman yangınlarıyla mücadelede ilerleme kat edildiğine dikkat çekiyor. 11 bin hektarlık rakam için “Hiç yüksek bir rakam değil” diyen Küçükosmanoğlu, “Özellikle seçim yıllarında orman yangınlarında büyük artışlar oluyor. Bu yıl seçim yılı olmasına rağmen yine de ortalamanın altında kaldığı söylenebilir” açıklamasını yapıyor. Orman yangınları sonucu yanan alan miktarının geçmişe göre azalmasını, Çevre Bakanlığı’nın ve sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarıyla, ormanları tahrip edenlere verilen cezaların arttırılmasına bağlayan Küçükosmanoğlu, medyanın konuya gösterdiği önemin de etkili olduğunu söylüyor.

Küçükosmanoğlu, “Bir ülkedeki yangın koruma ve savaş organizasyonunun başarısı bir yangına düşen alanla ölçülür. Türkiye’de son yıllarda bu rakam yangın başına 5 hektara kadar düştü, eskiden bu 18-20 hektar civarındaydı. Akdeniz ülkeleriyle kıyaslandığında çok kötü durumdaydık. Akdeniz İklim Kuşağı’nda olduğumuz için mutlaka yangınlar çıkacak. Önemli olan bu yangına kısa zamanda müdahale edip onu söndürmek” açıklamasını yapıyor. Küresel ısınmadan dolayı bu rakamın daha yukarılarda çıkmasından çok korktuğunu söyleyen Küçükosmanoğlu, helikopter sayısının az olduğuna ilişkin eleştirilere de katılmadığını belirtiyor. Küçükosmanoğlu, yangın söndürme konusunda önceliğin her zaman yerden savaş yöntemlerine verilmesi gerektiğini, ikinci aşamanın havadan savaş yöntemlerinde olması gerektiğini öne sürüyor.

Kızıl Ada'nın feneri, gezgin midelerin yeni gözdesi oldu


Fethiye Körfezi’ne yelken açan denizcilere 100 yıldan fazla bir süredir yol gösteren Kızıl Ada’nın beyaz feneri, artık rüzgarın yorduğu denizcilere hem barınak hem de mükemmel bir ziyafet sunacak.

Özgür Gürbüz - Sabah / 30 Eylül 2007
Fotoğraflar: Bülent Tavlı

Marsilya’dan getirilen tuğlalar üst üste konulduğunda 1800’lü yılların sonuydu. Fransızların inşa ettiği fener o gün bugündür Fethiye kıyılarında yolculuk yapan denizcilere yol gösteriyor. Kırmızıya çalan zemininden adını alan Kızıl Ada’yı bulmak için bugün fenerin ışığı dışında başka bir alternatifiniz daha var. Ada’da yeni açılan restoranın mutfağından körfeze dağılan enfes kokular tüm denizcilere akşam yemeği için nereye demir atacaklarını işaret ediyor.

Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’nün eski fenerleri kiralamaya başladığını duyar duymaz hayallerini gerçekleştirmek için işe koyulan dört işadamı Akdeniz’in ortasında farklı bir projeye imza attı. Kızıl Ada ve fenerini yıllığı 140 bin YTL’den 15 yıllığına kiralayan yatırımcılar, bir restoran ve 9 odadan oluşan butik oteliyle ilginç bir projeye imza atıyor. Restoran şimdiden denizcilerin ve tüm Türkiye’den gelen özel konukların gözdesi olmuş durumda. Müşteriler arasında Koç, Sabancı, Zorlu ve Hakko ailelerinin üyeleri var. Yemeklerin tadına bakmak için yatınızın olması gerekmiyor, rezervasyon yaptıran müşteriler karadan özel teknelerle alınıp adaya getiriliyor ve yemekten sonra ayışığını takip ederek tekrar karaya geri götürülüyor. Gelecek yıl resterasyon ve yapım işlemleri tamamlanacak olan butik otel açıldığında adada gecelemek de mümkün olacak. Yatıyla gelecekler içinse, misafirlerin karşılandığı ve ufak bir asansörle yukarı taşındığı koy, şiddetli dalagalara karşı portatif bir bariyerle güçlendirilerek doğal bir liman haline getirilecek. Adaya ayak bastığınız iskelenin tam arkasında yer alan minyatür koy ise adanın sürprizi olacak. Küçük bir bar ve denize girilebilecek size özel bir koy burada sizi bekleyecek. Sürprizler bununla da bitmiyor. Fethiye’nin en sıcak günlerinde bile ağaçlar altında, esen rüzgarın serinlettiği koltuklarınızda oturabiliyor, güneşin batışını önünüzden geçen yelkenlilerin üstünden izleyebiliyorsunuz.

Dört işadamının ortak rüyası
Kızıl Ada’nın beyaz fenerini turizm merkezine çevirme fikrinin arkasında uzun zamandır Fethiye’de turizm ve ticaretle uğraşan işadamları var. Ortaklardan Mehmet Günel, bugün butik otel olan Beyaz Yunus adlı deniz ürünleri lokantasının işletmecisi. Diğer ortakların ortak özelliği de Mehmet Bey’in müşterisi olması. Hikmet Selçuk, bölgenin en eski kaptanlarından. Yat imalatı ve yat turizminde ilk akla gelen isimlerden biri. Besir Pehlivan yine bölgenin bilinen balıkçılarından ama onun adaya bağlılığı diğerlerine göre çok daha özel. Besir Bey’in ailesi yıllarca adadaki fenerin bekçiliğini yapmış, kendisi okula gitmek için adadan kürek çekerek Fethiye’ye gidip gelmiş. 1980’li yılların başlarında güneş enerjisiyle çalışan otomotik sisteme geçilmesiyle beraber evleri olan adadan geçici bir ayrılık yaşamış olsa da bu projeyle yeniden geri dönmüş. Son ortak Salih Vural ise yıllar önce Fethiye’ye yerleşmiş, kuyumculuk ve hediyelik eşya ticaretiyle uğraşıyor. Salih Vural Kızıl Ada Restoran’ını anlatırken, karlı bir yatırım yapmaktan çok herkesin hayalini kurduğu, düşlediği projeyi gerçekleştirmeye çalıştıklarını söylüyor. Vural, “İşin doğrusu bu. Yazın çalışırken yarım saat buraya kaçsanız buranın keyfini anlarsınız.Yatırımı profesyonel tuttuk. Doğayı bozmamaya çalıştık. Ticari kaygı olsaydı böyle olmazdı. Çok büyük bir getiri beklemiyorduk” diyor. Düşler için de harcanmış olsa, şu ana kadar harcanan yatırımın değeri 2 milyon doları buluyor. Salih Vural bir o kadar daha harcanağını da tahmin ediyor.

Yüksek maliyete rağmen fiyatları karadaki rakipleriyle aynı tutmaya çalışacaklarını belirten Vural, Mehmet Günel’in Beyaz Yunus’taki tecrübesini ve kadrosunu adaya taşıdığını söylüyor. Ağırlıklı olarak balık ve kabuklu deniz ürünleri üzerinde uzmanlaşan restoranda yerli şaraplar tercih edilmiş. Akdeniz mutfağı havasında, biraz Güney Fransa biraz İtalyan. Yörenin balıkları öncelikli tercihler arasında, lahoz, akya, deniz kereviti gibi. Pişirme teknikleri de her restoran benzemiyor, vantuzlarıyla birlikte pişirilen ahtapot gibi. Deniz mahsulü mezeleri özellikle ilgi çekiyor. Yüz kişilik kapasitesi bazen denizden gelen yatçılar bazen ise özel partiler için İstanbul’dan ya da yurt dışından gelen davetliler taraından kullanılıyor. Kapasiteyi arttırmayı düşünseler de iki yüzün üzerine çıkmamaya kararlılar. Konaklama konusundaki prensipleri yemek konusunda da geçerli. Ada küçük bir ada değil ama sadece 9 odalı bir butik otel planlanıyor ve bunların 3’ü zaten fenerin içindeki odaların restorasyonu ile sağlanacak. Fenerin içindeki eski eşyalardan oluşan ufak bir müze fikri de projelerden bir tanesi. Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’de başka fenerlerden getirilen eşyalarla müzeyi zenginleştirecek. Bakalım, Kızıl Ada’nın şimdiden kulaktan kulağa fısıldanan restoranı Akdeniz’in turizm kültürünü bu müze fikri gibi daha da zenginleştirecek mi?

Adanın enerjisi güneş ve rüzgardan
Adaki tesisler ufak bir alana kurularak doğa korunmaya çalışılmış. 250 yeni fidan dikilmiş ve adanın büyük bir bölümüne dokunulmamış. Yaban tavşanları bile bulmak mümkün. Doğa koruma çabası enerji kullanımında da kendisini gösteriyor. Adada kurulu olan güneş panelleri (fotovoltaik) ve rüzgar türbini adanın tüm enerjisini karşılıyor. Akülerle desteklenen bu hibrid sistemin maliyeti 275 bin Avro. Taşıma ve kurulum ücretleriyle 300 bin Avro’yu buluyor. Gelecek yıl açılacak konaklama tesisleri için gerekli olan elektrik enerjisi de yine güneş panellerinden sağlanacak. Bunun için 100 bin Avro’luk ek bir kurulu güç daha sipariş edilmiş. İşletmeciler, ilk yatırım maliyeti büyük olsa da, adada motor çalışmasını istemediği için jenaratör seçeneğine sıcak bakmamış. Uzun vadede hem rüzgardan hem de güneşten nasibini alan adada temiz enerji sistemlerinin karlı bir seçenek olacağı kesin. Hem doğa hem de yatırımcılar kazanacak kısacası.

Salih Vural (Yatırımcı – Kızıl Ada Restoranı )
“Öncelikli müşterilerimiz yabancı yatçılar”
Göcek yat turizminde önemli bir nokta haline geldi. Fethiye’de de tüm marinalar dolu. Yabancılar buraya gelip tekne kiralıyorlar artık. Bütün gün denizde rüzgarla boğuşan bir kişi akşam yemek yapmakla uğraşmak istemiyor. Bizim hedef kitlemizin içinde yabancı yatçılar ön planda. Bu yüzden yatların rahat konaklayabilmesi için denizi uygun hale getireceğiz. Portatif bariyerler getirip, kışın deniz şiddetlendiğinde başka yere götüreceğiz. Kalıcı bir şey güzel olmaz. Zaten Çevre Koruma Kurulu da izin vermez. Sonuçta burası bir ada ve orman var. Burayı tahrip edemezsiniz. Yaptığımız yapılarda çok az taş ama genelde ahşap kullanmak istiyoruz. Beton kullanmaktan kaçınıyoruz. Birkaç odalı butik otel yapacağız çünkü bugün 500 - 1000 odalı otel yapanlar sonra nasıl pazarlayacağım diye düşünüp fiyatları indiriyor ve biraz da boşa çalışıyorlar. Herşeyden önce farklı birşey olsun istedik.

Yangın çok helikopter yok

Özgür Gürbüz-Haber Ekoloji / 20 Eylül 2007
www.haberekoloji.com Bu mail adresi spam botlara karşı korumalıdır, görebilmek için Javascript açık olmalıdır

Bu yaz da yangınlarla geçti. Toplam orman alanı 21 milyon hektar olan Türkiye’nin K.Maraş’tan İstanbul’a kadar 1700 km’lik sahil şeridinde yer alan yaklaşık 12 milyon hektar alan orman, yangına birinci dereceden hassas. Küresel ısınmanın yangın tehlikesini arttırdığı, 2B gibi yasalarla ormandan rant elde etmek isteyenlere göz kırpıldığını bilmeyen yok. Buna karşın Türkiye’de sadece 29 helikopter yangın söndürme görevi yapıyor. İtalya’nın 1 milyon hektarlık ormanlık alanı bulunan Toskana bölgesinde ise yaz aylarında devriye gezen helikopter sayısı 10.

Türkiye’de Yangınların sıkça görüldüğü Ege ve Akdeniz’deki ormanlık alanlar 8 milyon hektar civarında. Özellikle yaz aylarında artan yangın tehlikesine karşı ek helikopter kiralayan Çevre ve Orman Bakanlığı, 6’sı kendine ait olmak üzere toplam 29 helikopterle yangınlara müdahale etmeye çalışıyor. Çoğunlukla bu bölgelerde konuşlandırılan helikopterlerin sayısı diğer ülkelerle karşılaştırıldığında yeterli gözükmüyor. İtalya’nın Toskana bölgesinin orman varlığı sadece 1 milyon hektar ancak yaz aylarında 10 yangın söndürme helikopteri bölgede görev yapıyor. Kış aylarında 2 olan bu rakam Temmuz ayıyla beraber 10’a çıkıyor. İtalya’da bölgesel ve ülkesel hava filosu yangınlara müdahale ediyor. Orman yangınlarında helikopter kullanımı ile araştırmalar yapan profesör Enrico Marchi, bölgesel filonun yetmediği anlarda ulusal filonun da devreye girdiğini söylüyor.

Toskana’dan 21 kat fazla orman alanını sahip Türkiye’nin yangın söndürme helikopteri sayısı sadece 3 kat fazla. Yangına hassas olmayan bölgeler dışarıda bıraksak bile durumu kurtaramıyoruz. Türkiye’nin daha fazla helikoptere ihtiyacı olduğu açıkça görülüyor. Bu hesaplamaya kontrol edilmek istenen alanın büyüklüğü, ormanlar arası uzaklıklar da katılırsa ortaya daha vahim bir tablo çıkıyor. Türkiye’nin daha çok helikoptere ve de küresel ısınmayı daha yakından gözlemeye ihtiyacı var. Sıcak dalgasının vuracağı yıllar aylar öncesinden belli oluyor. Bu yıllar için en azından daha fazla helikopter kiralanması neden düşünülmüyor?

Küresel ısınma yangınları tetikliyor

Küresel ısınmanın etkisini arttırması da yangınların sayısı ve şiddetini arttırıyor. 1970 ile 2003 yılları arasında Batı Amerika’da çıkan 1166 yangını inceleyen bilim insanları, çıkan yangınların yüzde 72’sinin karların erken eridiği yani havanın daha sıcak, toprağın daha nemsiz olduğu yıllarda meydana geldiğini saptamış. Science Dergisi’nde yayınlanan rapor, yaz ve bahar aylarında yaşanan sıcaklık artışlarının daha çok orman yangınlarına yol açtığını ortaya koyuyor. Dünyanın en sıcak dördüncü yılı olan 2003’te, başta Portekiz olmak üzere tüm Avrupa’yı saran yangınlar da küresel ısınmayla orman yangınları arasındaki ilişki için önemli bir örnek olarak gösteriliyor. Bu yıl Avrupa’nın doğusunda yaşadığımız sıcak dalgasının sonuçlarını da Yunanistan ve Türkiye’de gördük.

Bakanlık bizim umurumuzda değil ya da bütçemiz yok diyorsa çevreci kuruluşlara buradan bir çağrı yapıyorum. Yakılan ağaçlar için para toplayıp fidan dikmek yerine, helikopter alınması için para toplayalım. Elimizdekini koruyamazsak yerine yenisini de koyamayız.