Türkiye’de
kurulmak istenen nükleer santralların pahalı olduğunu herkes biliyor. Akkuyu’da
Rusya devlet şirketi Rosatom’a verilen alım garantisi kilovatsaat başına 12,35
dolar sent. Elektriğin şu andaki piyasa fiyatı 5 dolar sent. Rüzgar güneş gibi
kaynakların ihalelerde verdikleri fiyatlar 5 sentin bile altına iniyor. Sinop’ta
da durum farklı değil. Nükleer santrallar kurulursa Türkiye’de elektrik daha
pahalıya üretecek.
Enerji
Bakanlığı, enerjide “yerli ve milli” olalım diyor ama nükleer santralların
yerli ve milli olmadığını herkes biliyor. Nükleer santralları Rus, Japon ve
Fransız şirketleri kuracak. 60 yıl işletip yüksek alım garantileriyle ceplerini
doldurduktan sonra tonlarca nükleer atığı bize bırakıp gidecekler. Birkaç tane
yandaş şirket çimento, demir satacak, bizimkiler de onu yerliymiş gibi
gösterecek. Bu işin Rusya’dan ya da Japonya’dan elektrik almaktan farkı yok.
İthal nükleer, ithal bela. Yapılan anlaşmalar ortada. Santrallarda çoğunluk
hisse hep Rusya (Mersin) ve Japon-Fransız (Sinop) tarafında kalacak.
Rosatom'un
Ortadoğu ve Kuzey Afrika Direktörü Aleksandır Voronkov geçen hafta İstanbul’da konuştu. “Akkuyu’da güvenlik
standartları en üst seviyede” dedi. ABD’deki Üç Mil Adası kazası öncesi
Amerikalılar, Çernobil öncesi Sovyetler ve Fukuşima öncesi Japonlar da aynen
böyle düşünüyordu. Nükleer lobi, her kazadan sonra güvenlik standartlarını
yükselttiğini, bir daha böyle bir kaza olmayacağını söyler. Onların bu
söylemlerine inanalar yüzünden 50 yılda dünyada üç büyük nükleer kaza oldu.
Fukuşima
kazasının üzerinden yedi yıl geçti. Çekirdek erimesi yaşanan santralde nükleer
reaksiyonu kontrol altına almak için her gün tonlarca su kullanılıyor. Bu rakam
günde 400 tondan 100 tona indi ama okyanusa/toprağa karışması, radyoaktif kirliliğe maruz kalan bu suyun
depolanması gibi sorunlar çözülemedi. Santral sahasındaki tanklarda 1 milyon
tondan fazla radyoaktif su bekletiliyor. Arıtmadan sonra bile radyasyon içeren
bu suyun okyanusa boşaltılması konuşuluyor ki bunun bir çözüm olmadığı ortada.
Radyasyon
bulutlarının vurduğu bölgede de durum farklı değil. Radyasyona bulanmış toprak
tek tek kazınarak büyük siyah torbalara konuyor. Bölgedeki depolama alanlarında
15 milyon metreküpten fazla radyasyona bulanmış toprak olduğu belirtiliyor.
Türkiye’de bir nükleer kaza olduğunda, radyasyonlu toprağı kazıyacaklarını,
binaların cephelerinde radyasyon görürlerse o sıvaları sökeceklerini düşünüyor
musunuz? Radyasyon denen cin nükleer santraldan çıkınca onu durdurmak mümkün
değil. Bunu da herkes biliyor.
Peki, Türkiye
neden nükleer santral kurmakta inat ediyor? Yanıt belki de “inat” kelimesinde
gizli. Nükleer santral projesi sadece AKP değil, belki de son 50 yıldır bu
ülkede öyle bir pompalandı ki, mevcut hükümet kritik seçim öncesi projelerden vazgeçmenin
kendisine oy kaybettireceğini düşünüyor olabilir. Malum, seçmenlerin bazıları nükleer
santralın ülkeyi kalkındıracağını sanıyor. Nükleer santral sahibi Pakistan’ın
durumu ortada. Kalkınmada elektriğin rolü nükleer olması değil, ucuz ve güvenli
olmasıdır.
Birçokları ise
nükleer santral kurulduğunda Türkiye’nin nükleer silah yapabileceğini
düşünüyor. Bunun da ülkeyi güçlü kılacağını, bu yüzden de “dış güçler”in bunu
istemediğini. Bu komploların sahipleri, Türkiye’nin nükleer silah yapmamak için
Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’na imza attığını bilmiyor. Ne
de silah yapmaya kalktığınızda İran gibi ekonomik ve siyasi ambargoların en
ciddileriyle karşı karşıya kalacağımızı. Nükleer silahlanma ülkeleri güçlü
değil hedef yapar. Hindistan ve Pakistan’ı hatırlayın. Biri nükleer silah yapınca
öbürü de yapıyor. Kuzey Kore’de nükleer silah var ama ülke zaman zaman açlıkla
karşı karşıya kalıyor. Kısacası, “dış güçler”in Türkiye’ye nükleer santral
yaptırmamak gibi bir dertleri yok. Yapılırsa “onlar” yapacak zaten. Hükümetin
dostu gibi görünen nükleer lobi ise bizi yönetenlerin böyle düşünmesini istiyor
olabilir.