İstanbul Tabip Odası tarafından her yıl verilen Basında Sağlık ödülünü bu yıl radyo dalında Yaşar
Kanbur ile birlikte hazırladığımız Çimlere Basmayın adlı programla layık görüldük. İkinci kez bu ödülü almaktan onur duyduğumu belirtir, İstanbul Tabip Odası'na
teşekkür ederim. Ödülümü Dr. Nazmi Agan'ın elinden aldım.
Yön Radyo'da yayımlanan radyo programımızı kolektif bir ruhla hazırlıyoruz. Bizden sonraki dönemde programı Filiz Yavuz ve Onur Erem hazırlıyor ve sunuyor.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Nükleer elektrik değil yalan üretir
Özgür Gürbüz-BirGün/8 Mart 2015
Angra Nükleer Santrali, Brezilya-Foto: O. Gurbuz |
Yalan, nükleer
enerjiyi savunanların sıkça başvurduğu bir araç. Sovyetler Birliği Çernobil’den sonra kazayı kendi vatandaşlarından
bile gizlemişti. Ölü sayısı hep saklandı. Nükleer enerjinin lokomotifi diye
gösterilen Fransa’da hükümetin
sektöre verdiği sübvansiyon miktarı bir muamma. İngiltere’de, Sellafield’te meydana gelen nükleer kazanın ciddiyeti
yıllar sonra anlaşıldı. Daha da korkuncu, İngiliz hükümetinin santralde çalışan
işçiler üzerinde yaptığı deneylerin 2007 yılında ortaya çıkmasıydı. Nükleer
tesislerde çalışmış işçilerin aileleri, akrabalarının ölümlerinden sonra vücutlarından
parçalar, organlar alındığını ve bir dizi teste tabi tutulduğunu yıllar sonra
öğrendi. 1962 ile 1992 yılları arasında İngiltere’de, nükleer sahalarda çalışan
76 işçinin organları, doku örnekleri ailelerine bile haber verilmeden incelenmişti.
Çernobil sonrası Türkiye’deki
yetkililer de, radyasyonlu çayları bize içirmiş, halka doğruların söylenmemesi
için de bilim insanlarına baskı uygulamıştı. Tüm dünyada böyle onlarca örnek
var…
Şeffaf, halkın
bilgi isteğine, bağımsız kuruluşların denetimine açık bir nükleer santralin
bugünkü piyasa koşullarında rekabet şansı yok. Sızıntılara ceza kestiğinizde,
kazaların sorumluluğunu halka değil şirketlere yüklediğinizde hiçbir firma yeni
nükleer reaktör kurmaya teşebbüs bile etmez. Bu yüzden dünyadaki nükleer santraller
yaşlanıyor. Yaşlanan santrallerin yerine yenileri yapılmıyor. Bu yüzden yeni
nükleer reaktörler Rusya, BAE, Çin ve Pakistan gibi
ülkelerde alıcı buluyor. Nükleere verilen gizli destekler, rüşvetler,
pazarlıklar açıklansa halk gerçeği görecek. O nedenle nükleer meseleler Türkiye’de
olduğu gibi kapalı kapılar ardında hallediliyor. Bugün nükleeri savunanların
televizyonlarda karşımıza çıkamayışı, gazetecilerin, bu işlere bulaşmış
patronlarının korkusuyla nükleer meseleyi gündeme getiremeyişi bu yüzden.
İstisnalar yok
değil. Filiz Yavuz’un, “Beni ‘Akkuyu’larda Merdivensiz Bıraktın”
başlıklı kitabı bunlardan biri. Türkiye’de nükleer santral kurma mücadelesine
tanıklık eden kitap, Çernobil’den günümüze, nükleer meseleye bulaşmış tüm
tarafları buluşturuyor. Radyasyonlu çaylarla ilgili gerçekleri, nükleer silah
tutkusunu, Sinop ve Mersin’in kaygılarını derli toplu bir şekilde
okuyabiliyorsunuz. Kitapta nükleeri
savunan hükümetin ciddiye almadığı önemli bir unsur var; insanlar. Belki de
yazarının kadın olmasındandır. Nükleer enerjiye baktığında bir ticari anlaşmadan
fazlasını görenler. Bırakacağı radyoaktif atıkları düşünen, kanser yapacağı
yakınları için endişelenen insanlar.
BirGün’ün
yeşil sayfaları için de hatırı sayılır bir emek harcayan Filiz Yavuz’un kitabı
iki açıdan önemli. İlki, nükleer enerji konusunu tüm taraflarla konuşup, bize
tarihi bir belge bırakması. İkincisi, konuyu halkın katılımı, kaza riski ve
atıklar yönünden ele alarak, şirketlerin ve hükümetin gözünden değil halkın
gözünden anlatmayı başarması. Nükleer lobinin birçok gazete ve internet sitesine
sızarak propaganda yaptığı şu günlerde, Yavuz’un kitabı nükleer enerjiyi
anlamak için hepimize iyi bir fırsat sunuyor.
Nükleer santral demokrasi sevmez
Mersin-Akkuyu, nükleer santral yapılmak istenen koy. |
Bugün nükleer santral yapılan ülkelerin çoğunda demokrasiyle ilgili sorunlar var. Bu bir rastlantı değil. Şeffaflığın olmadığı, halkın katılımının aranmadığı ve hatta serbest piyasanın olmadığı ya da nükleer santraller için özel ekonomik koşulların yaratıldığı ülkelerde nükleer santral yapmak daha kolay. Bu iddiamı destekleyecek en yeni gelişmelerden biri Macaristan'da yaşandı. Macaristan hükümeti, iki yeni nükleer reaktörün yapımı için Rusya Federasyonu ile anlaştı. Şimdi de, yeni bir yasayla Rusya ile yapılan nükleer anlaşmayı 30 yıl boyunca gizleme kararı aldı. Böylece, 14 milyar dolarlık bu anlaşmanın ayrıntılarını Macar halkı 30 yıl boyunca öğrenemeyecek. Anlaşmanın detayları açıklandığında bugünkü hükümetten belki de kimse hayatta olmayacak. Ne gizlediklerini tahmin etmek zor olmasa gerek. Nükleer enerji bugün ekonomik ve sosyal gerekçelerle savunulabilecek bir elektrik üretim yöntemi değil.
Hatırlamakta fayda var. Mersin'de kurulmak istenen nükleer santralle ilgili açılan ihalenin Danıştay'ca yürütmesi durdurulmuştu. Bunun üzerine ihaleyi tümden iptal eden Adalet ve Kalkınma Partisi, bir daha ihale yapmadan aynı Macaristan'da olduğu gibi Rusya Federasyonu ile pazarlık yaparak bir uluslararası anlaşma imzalamıştı. Nükleer santral yapım işinin bir uluslararası anlaşma çerçevesine alınmasının nedeni Anayasa Mahkemesi'ne götürülmemesiydi. (Detaylı bilgi için Serkan Köybaşı'nın makalesini okuyabilirsiniz ( http://goo.gl/jrWwF2 ). Böylece, Anayasa Mahkemesi'ne itiraz edilmesinin önüne geçildi ve yurttaşların en demokratik haklarından biri ellerinden alındı.
Benzerliği görüyorsunuz değil mi?
Yozgat’ın başı uranyum madeniyle dertte
Özgür Gürbüz-BirGün/1 Mart 2015
Türkiye ve Yozgat bir büyük sorunla daha karşı
karşıya. Yozgat’ın Sorgun ilçesine
bağlı Temrezli köyünün bulunduğu
bölgede uranyum madeni açılması için çalışmalar hızlandı. Avustralyalı ‘Anatolia Energy’ adlı şirket, yaptığı
ön araştırmalarda maden sahasını ‘çok
kârlı’ buldu. Çevresel Etki
Değerlendirmesi raporu onay alırsa maden hayata geçecek. Aynı Bergama’da
olduğu gibi bu projede Temrezli’yle sınırlı kalmayacak. Yozgat-Şefaatli’den başlayarak İç Anadolu’daki diğer uranyum
sahalarında da kazılar başlayacak ve çıkarılan uranyum işlenmek üzere
Temrezli’deki merkeze gönderilecek.
Uranyum
madenciliği en belalı madencilik türlerinden biri. Madencilik çalışmaları
sonucunda yüksek seviyede radyoaktif atık ortaya çıkıyor. Çalışan işçilerin
sağlığı da ciddi risklerle karşı karşıya kalacak. Uranyum toprağın altında
kaldıkça nispeten zararsız bir madendir. Çünkü tonlarca kaya içerisinde az
miktarda saf uranyum bulunur. Kayda değer miktarda uranyum elde etmek için
deyim yerindeyse ‘toprağı yerle bir
etmeniz’ gerekir. Uranyum nükleer santrallerin yegâne yakıtı. Sadece bir
nükleer reaktörün yıllık yakıtını üretmek için yaklaşık 500 bin ton kaya atığı
çıkarırsınız. Çıkarılan cevherin değirmenlerde öğütülmesi gerekir. Bu aşamada
da 100 bin tona yakın atık daha çıkar. Uranyumun nükleer santrallerde
kullanılması için gazlaştırılması da gerekir. Bu aşamada da ciddi katı ve sıvı
atık ortaya çıkar. Özetle söylersek, 25-30 tonluk nükleer yakıt için
Yozgat’taki arazileri altüst etmeniz, dev çukurlar açmanız gerekir. Bu yakıt da
nükleer santralin bir reaktörüne sadece bir yıl yeter. Geride bırakılan atık
ise yüzlerce yıl radyoaktif kalır. Uranyum madenciliğinin katı atıklarındaki
radyasyon miktarı, kömürün uçucu külüne göre 3 bin kat daha fazladır.
Uranyum
madenciliği işçiler için de ciddi riskler içeriyor. Şirketin civardaki
köylüleri iş vaadiyle ikna etmeye çalıştığı biliniyor. Köylüler ise bir uranyum
madeninde çalışmanın başlarına ne belalar açacağını bilmiyor. Uranyum bulunan
toprak ve kayaların çıkarılması sırasında işçiler uranyum parçacıklarına maruz
kalır. Daha da tehlikelisi, maden faaliyetleri sonucu ortaya çıkan ve kansere
yol açan radon gazıdır. İşçiler
uranyum parçacıkları gibi bu gaza da maruz kalır. Radon gazına maruz kalınırsa
yüksek olasılıkla akciğer kanserine
yakalanılır.
Adında
‘Anadolu’ ismini taşıyan Avustralyalı şirket, yurt dışında medyaya verdiği
demecinde, Temrezli’deki madenin çok kârlı bir yatırım olduğuna vurgu yapıyor.
12 yıl çalışacak madenin 11 ay sonra kâra geçeceğini söylüyor. Şirket
Türkiye’de kamuoyunu ikna etmek için çıkarılan uranyumun Türkiye’de kurulmak
istenen nükleer santrallerin yakıtı olacağı imasında da bulunacaktır. Böyle bir
şey yok. Ortada nükleer santral olmadığı gibi Türkiye’de çıkarılan uranyumu
yakıta çevirecek ne bir tesis ne de teknoloji var. Böyle bir tesis kurulması
veya teknoloji yatırımı yapılması da mantıklı değil çünkü Türkiye’deki uranyum
rezervi az. Toplam rezerv 9 bin ton civarında. Prof. Dr. Tolga Yarman’ın da
belirttiği gibi kurulması düşünülen 8 nükleer reaktörün ikisine ancak yeter.
Kaldı ki, kurulmak istenen Rus ve Fransız yapımı nükleer reaktörlerin her biri
için ayrı tür yakıt çubukları hazırlamak gerek. Her reaktör farklı yakıt ister.
Ruslar ve Fransızlar santral yakıtını üretecek tesislere zaten sahip. Yeterli
uranyumu olmayan Türkiye’de böyle bir yatırımı yapmazlar. Özetlersek,
Türkiye’den çıkarılan uranyumun sadece onu uluslararası piyasada satacak
firmaya faydası var.
Kömür ve altın
madenlerinde yaşananları gördükten sonra Türkiye’de
uranyum madenciliğine yeşil ışık yakmak intihar etmekten farksız. Yozgat ve
Ankara’daki yetkililer umarım bu uyarılarımı değerlendirir.
***
Bu Cumartesi (7 Mart 2015) İstanbul Tabip Odası,
Kadıköy Bürosu’nda, “Nükleer Tehlikeye Karşı Güncel Stratejiler” başlıklı
panelde konuşmacıyım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)