Çernobil’in 28. yılında nükleer enerji -2

BirGün gazetesi için hazırladığım üç günlük yazı dizisinin ikinci bölümü. İlk bölüm için lütfen buraya tıklayınız. 

NÜKLEER RÖNESANS HAYAL OLDU 

Özgür Gürbüz-BirGün/27 Nisan 2014

Nükleer enerjinin en büyük şansı 1973’teki petrol kriziydi. Kriz, birçok ülkede paniğe neden oldu ve o zaman sınırlı olan seçenekler içinde nükleer enerjinin yıldızını parlattı. Fransa bu paniğin en iyi örneğidir. Bugün Fransa’da çalışır durumda 58 nükleer reaktör var ve elektrik ihtiyacının yüzde 73’ü nükleer santrallerden sağlanıyor. Bu 58 reaktörün 36 tanesi, petrol krizinden hemen sonra başlatılan nükleer enerji hamlesi sonucu 1977 ile 1989 yılları arasında kurulmuştur. 1977’ye kadar kurulan reaktörlerin birçoğunun düşük kapasiteli olduğu da düşünülürse, Fransa’nın bugün sahip olduğu kurulu gücünün o paniğin sonucu olduğu açıkça görülebilir. Fransa, 1999 yılından sonra sadece bir reaktör inşa etti. Bugün yapımı süren tek reaktör (Flamanville) ise aynı Finlandiya’daki ikizi gibi mali bir felakete yol açtı ve ne zaman faaliyete geçeceği bilinmiyor.

Rakamlarla dünyada nükleer enerji
Petrol krizinin hızıyla nükleer enerjiyi kurtuluş sananların birçoğu, ABD’deki Üç Mil Adası kazasıyla irkildi. Çekirdek erimesi, yani reaktörün kalbindeki yakıt hücrelerinin hasara uğraması, bununla birlikte nükleer reaksiyonun kontrolden çıkması nükleer endüstrinin korkulu rüyasıdır. Üç Mil Adası’nda kısmen bir çekirdek erimesi yaşanması başta ABD olmak üzere bazı ülkelerde tedirginlik yaratsa da, nükleerden kaçış Çernobil’le başladı. 1986 yılında dünyadaki elektrik tüketiminin yüzde 11’i nükleer santrallerden sağlanıyordu. Çernobil’den sonra yeni siparişlerin durması, nükleer enerjinin yükselme eğilimine de darbe vurdu. Mevcut inşaatların tamamlanmasıyla 1997’de nükleer enerjinin küresel elektrik üretimindeki payı yüzde 17’lik tarihi zirvesini gördü. Dünya enerji tüketimine katkısı ise yüzde 6 civarındaydı çünkü nükleer santraller sadece elektrik üretebilirler. Fosil yakıtlar ve yenilenebilir enerji kaynakları ısı ve elektrik üretebildikleri için nükleere karşı hep avantajlıdır.

Nükleer endüstri Çernobil sonrası akıllı bir manevrayla kabuğuna çekildi. Çernobil’in unutulmasını beklemekten başka çareleri yoktu. 2000’den sonra Çernobil’in unutulduğunu düşünen nükleer lobi tekrar atağa geçti. Bu sefer ‘nükleer rönesans’ sloganıyla sahneye girdiler. Daha fazla bekleyemezlerdi zira yeni teknik eleman yetişmiyor, mevcut kadrolar emekliye ayrılıyordu. Üniversitelerde nükleere ilgi azalmıştı. Yeni ve daha güvenli olduğu söylenen nükleer reaktörlerle yeniden elektrik piyasasına hücum ettiler. Avrupa ve Amerika’yı ikna edemeseler de, Asya’dan aldıkları siparişlerle endüstri canlanır gibi oldu. Türkiye gibi birçok ülke yeniden nükleer enerjiyi konuşmaya başladı. Buna rağmen, 2010 yılı sonunda (Fukuşima kazasından önce) nükleer santrallerden üretilen elektriğin payı yüzde 12’ye kadar geriledi. Güvenli nükleer reaktörler piyasanın tek talebi değildi. Ucuz olmaları da gerekiyordu. Atık sorunu hâlâ çözülememişti. Üstelik, güvenli nükleer santral demek maliyet demekti. Nükleer enerji, kömür, gaz, rüzgar, güneş ve hidroelektrik gibi kaynaklarıyla rekabet edemiyordu. 2010 sonunda küresel elektrik üretiminde nükleerin payı yüzde 12’ye düşerken, yenilenebilir enerji kaynakların payı yüzde 20’ye çıkıyordu. Fukuşima sonrası ise nükleer enerjinin küresel elektrik üretimindeki payı yüzde 10’lara kadar düştü. Bir başka deyişle, 30 yıl öncesine geri döndü.

bitmeyen nükleer santral inşaatları
1974’te Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), 2000 yılına gelindiğinde nükleer santrallerin dünyadaki kurulu gücünün 4 bin 500 gigavata (GW) ulaşacağını tahmin ediyordu. Bugün itibariyle bu rakam sadece 372 GW ve buna bir yıldır çalışmayan Japonya’daki yaklaşık 50 GW da dahil. Rakamlar küresel eğilimin nükleerin lehine gitmediğini gösterse de bu tablo ülkeden ülkeye değişebiliyor. Dünyada çalışabilir durumda 435 reaktör var ve UAEA’ya göre 72 reaktör de yapılıyor. 72 reaktörün 28’i  Çin, 10’u Rusya, 6’sı Hindistan, 5’er tanesi Güney Kore ve ABD, 2’şer adedi Birleşik Arap Emirlikleri, Ukrayna, Slovakya, Japonya, Arjantin ve Pakistan, 1’er adet de Belarus, Brezilya, Fransa ve Finlandiya’da inşa ediliyor. Detaylara bakmazsanız ‘72’ sayısı size çok gelebilir, öyle düşünmenizi de istiyorlar. Halbuki bu 72 reaktörün bazıları yıllardır, yapımı sürenler listesinde yer alıyor. Örneğin Arjantin’deki Atucha-2 reaktörü; 1981’den beri inşa ediliyor. Arjantin’de yapımı süren diğer reaktör ise bir prototip. ABD’deki Watts Bar-2’nin inşaatına ise 1972’de başlandı. Hindistan’daki Kudankulam’da iki reaktör 12 yıldır bitirilemedi. Slovakya’daki iki reaktör 1987’den beri yapılıyor(!). Ukrayna’da durum hemen hemen aynı. Nükleer reaktörün yapımız uzadıkça, kâr etmesi zorlaşır. İlk yatırım maliyeti yüksek olduğu için biran önce elektrik üretip, satmaları gerekir. Bu örneklerin hepsinin ortak noktası ekonomik bir felaket olmaları.

Yine aynı listede, Rusya’da 10 yeni reaktörün yapıldığı söyleniyor ancak bu 10 reaktörün iki tanesinin deniz üstü için tasarlanmış, küçük reaktörler olduğu yazmıyor. Pakistan’daki iki reaktör de küçük, toplamı bir Yatağan santrali etmiyor. Japonya’daki iki inşaat Fukuşima’dan sonra rafa kalktı ama hâlâ yapımı sürenler listesinde yer alıyor. Finlandiya’da Fransızların dünyanın en üstün teknolojisi diye pazarladıkları Olkiluoto reaktöründe inşaat durdu. Zarar 5 milyar avroyu geçti. Fransa’da da durum farklı değil. Flamanville-3 reaktörünün yapımı 7 yıldır sürüyor ve ne zaman biteceği belli değil. Nükleer enerji alanında dünya lideri sayılabilecek Fransa’nın 2025'e kadar elektrik üretiminde nükleerin payını yüzde 50'ye indirmeyi planlaması da iyi okunmalı. Görüldüğü gibi, nükleer endüstri dünyada 72 reaktör inşa halinde demeyi sever ama her zaman olduğu gibi sizden gerçekleri gizler. Yeni yapımların yarıdan fazlasının Çin ve Rusya’da olduğu göze alınılırsa, dünyada herkesin nükleer enerjiye koşmadığı açıkça görülüyor. Nükleer enerji söylendiği gibi ucuz ve güvenli olsaydı bu tablo bambaşka olurdu.

***
Hangi ülkeler nükleerden vazgeçti?
·         Avusturya tek reaktörü Zwentendorf’u bitirmesine rağmen hiç çalıştırmadan kapattı. 1978’de halk oylaması yapıldı ve yüzde 51 nükleere hayır dedi.  
·         Çernobil sonrası İtalya 4 reaktörünü birden kapattı. İtalyanlar Haziran 2011'deki yeni halk oylamasında da nükleer enerjiye hayır dediler.
·         İspanya’da Zorita ve Vandellos-1 reaktörleri kapatıldı, 7 reaktör kaldı.
·         Litvanya'da İgnalina-I ve İgnalina-2 (2004, 2009) kapatıldı.
·         İsviçre Fukuşima öncesi yeni reaktör yapmayı planlıyordu. Kazadan sonra 5 reaktörü 2034'te kapatma kararı aldı.
·         Belçika 2025'e kadar 7 reaktörünü kapatacak.
·         Yunanistan, İrlanda, Danimarka, Norveç, Portekiz, Latvia, Lüksemburg nükleer santral kurmadıkları gibi Fukuşima sonrası nükleere karşı bir deklarasyon yayınladılar.
·         Almanya, Fukuşima’dan hemen sonra 8 reaktörü aynı anda kapattı. Kalan 9 reaktör de 2022’ye kadar kapatılacak.  
 
3. Bölüm: Nükleer enerji ucuz mu? / Türkiye nükleere mecbur mu?
3. Bölüm için lütfen buraya tıklayınız.

Çernobil’in 28. yılında nükleer enerji -1

BirGün gazetesi için hazırladığım üç günlük yazı dizisinin ilk bölümü.

Özgür Gürbüz-BirGün/26 Nisan 2014

Pripiyat'ta lunapark - Foto: O. Gurbuz
28 yıl önce bugün, gece yarısına doğru Çernobil nükleer santralinde büyük bir patlama meydana geldi. Kazadan ilk haberdar olanlar, dört nükleer reaktöre ev sahipliği yapan Çernobil santralinde çalışanlar ve ailelerinin yaşadığı Pripiyat kentinde oturanlardı. Üç kilometre uzaktaki bu kentten santralden çıkan dumanı görmek mümkündü. Dünya kazadan iki gün sonra, 28 Nisan 1986 akşamı saat 11’de haberdar oldu. Sovyet Haber Ajansı Tass, Çernobil nükleer santralinde ölümlü bir kaza olduğunu söylemekle yetinmişti. Halbuki Danimarka’daki bir nükleer araştırma laboratuvarı, Tass’ın haberinden iki saat sonra Çernobil’deki kazanın en yüksek seviyede bir nükleer kaza olduğunu duyurmuştu. Radyasyonun büyük bir bölümü ilk 10 gün içinde havaya karıştı. Dönemin yetkilileri, santrali merkez alan 30 km yarı çapında bir alanda yaşayan 130 bin kişiyi ilk 10 gün içinde tahliye etmekle yetindiler. 140 km uzaklıktaki Kiev’de ve radyasyon sızıntısından en çok etkilenen Belarus’un başkenti Minsk’teki 1 Mayıs kutlamaları bile iptal edilmedi.

Çernobil, 1979’da ABD’de meydana gelen Üç Mil Adası reaktöründeki kazanın çok ötesinde bir kazaydı ve dünya böyle büyük bir endüstriyel felakete daha önce şahit olmamıştı. Çernobil, nükleer enerjinin kaderini değiştirdiği gibi, birçok siyasi sonuç doğurdu. Kimilerine göre Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının nedenlerinden biriydi. Avrupa’da nükleer karşıtı hareketi, onunla birlikte çevre ve yeşil hareketi güçlendirdi. Halkın çevrecilere güveni arttı çünkü onlar geliyorum diyen kazaya karşı herkesi uyarmıştı. Nükleerin gözden düşmesiyle yenilenebilir enerji ve doğalgaz yatırımları arttı. Bu sonuçların bazıları olumlu gözükse bile, kazanın olduğu bölgedeki hasar tüm kazanımları gölgede bırakacak nitelikte. Ölen binlerce insan ve canlılar. 28 yıl geçmesine rağmen ekilemeyen, barınılamayan topraklar, yeni sızıntılara neden olmaya hazır radyoaktif materyaller ve milyarlarca liralık ekonomik kayıp. Bu yazı dizisinde daha çok Çernobil ve Fukuşima sonrası nükleer enerjinin durumuna bakacağız ama nükleer felaketin sadece rakamlardan ibaret olmadığını en baştan hatırlatmakta yarar var.

İNSANLAR KANSER ORMANLAR ZEHİRLİ
Çernobil kazası nedeniyle 350 bin kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. Kaza ve kazadan sonra temizlik çalışmalarında 800 bine yakın kişi çalıştı. ‘Tasfiyeci’ adı verilen bu kişilerin haklarını savunan birlik, 800 bin temizlikçiden 60 bininin öldüğünü, 165 bininin ise sakat kaldığını söylüyor. Sovyetler Birliği’nden kalan resmi raporlar ise 25 bin tasfiyecinin öldüğünü kabul ediyor.

Çernobil'de ölen itfaiyeciler için yapılmış anıt-Foto: O. Gurbuz
Çernobil nedeniyle kaç kişinin kansere yakalandığı ve hayatını kaybettiği tartışmalı bir konu. İçlerinde Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın da bulunduğu ve bu yüzden şüpheyle yaklaşılan BM Çernobil forumu, 2005 yılında ölü sayısını 4 binle sınırladı. Bu rapor büyük tepki topladı ve yanıt niteliğinde farklı raporlar yayımlandı. Bugün Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu’na eş başkanlık yapan Rebecca Harms’ın desteklediği ve iki İngiliz bilim insanının hazırladığı 2006 tarihli TORCH raporu, 30 ila 60 bin arasında kanser kaynaklı ölüme işaret ediyor. Greenpeace’in çalışması ise Çernobil yüzünden 270 bin kanser vakasına rastlanacağını, bunlardan 93 binin ölümcül olacağını belirten bir rapor yayımladı. Çalışmalarından dolayı Nobel ödülü almış, Uluslararası Nükleer Savaşa Karşı Doktorlar Birliği (IPPNW) ise on binlerce tasfiyecinin ölmüş olabileceğini söylüyor. 2006’da hazırladıkları rapor, 10 bin kişinin tiroit kanseri olduğunu ve 50 bin vakanın daha görüleceğini belirtiyordu. IPPNW’ye göre Çernobil, Avrupa’da 10 bin sakat doğuma ve 5 bin ölü doğuma neden oldu.

Kesin olan, Çernobil nedeniyle sağlık sorunu yaşayanların çokluğu. 1996 yılında Ukrayna, Rusya ve Belarus’ta çocuklar arasında tiroit kanseri yüzde 200 arttı. Dünya Sağlık Örgütü o tarihte, bu üç ülkede 4 milyon kişinin nükleer felaketten etkilendiğini ve 1 milyonunun tedavi gördüğünü söylemişti. Çernobil’den, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından 100 kat fazla radyasyon yayıldı. Ukrayna, Belarus ve Rusya sınırları içerisindeki 125 ila 146 bin kilometrekarelik bir alan radyoaktif kirliliğe (sezyum-137) maruz kaldı. Sezyum-137 izotopunun radyoaktivitesini yitirmesi için 300 yıl geçmesi gerekiyor.

4 MİLYARLIK TABUT
Yüksek seviyedeki radyasyon yüzünden Çernobil’in kaza yapan 4 numaralı reaktörünün içerisinde kalan nükleer yakıt çıkarılamıyor. Kazadan sonra aceleyle kapatılan reaktör binasının çökmesi halinde ciddi bir radyasyon sızıntısıyla karşı karşıya kalınabilir. Bu yüzden dev bir lahit inşa ediliyor. 4,3 milyar TL’ye mal olan koca bir çatının inşası sürüyor. İnşaat bittiğinde çatı reaktör binasının üzerine kapatılacak ve içerideki radyoaktif materyaller sızıntıya olanak vermeyecek şekilde kapatılacak. Projenin gecikmesi herkesi endişelendiriyor. Diğer endişe kaynağı da radyasyona maruz kalmış bölgedeki ormanlarda çıkacak bir yangın. Yangın, ağaçların, bitkilerin emdiği radyasyonun açığa çıkmasına neden olacak. 2006’da bölgeyi ziyaret ettiğimde Çernobil’le ilgili çalışmalarda toplam 7 bin kişinin çalıştığını öğrenmiştim. İşçilere, Ukrayna’daki diğer işlere göre daha yüksek ücret ödeniyor. İki vardiya halinde çalışıyorlar ve yüksek seviyede radyasyona maruz kalmamaları için ayın iki haftasını bölgeden uzakta geçirmek zorundalar. Birçoğunun görevi, olası bir yangını önlemekti.

Belarus’taki ormanların yüzde 21’i, ekilebilir alanların da yüzde 22’si kirlendi. Ukrayna’da ise ülke ormanlarının yüzde 40’ı radyoaktif kirliliğe maruz kaldı. Bitki ve hayvanlar kadar ülke ekonomileri de yara aldı. Belarus ekonomisinin ilk 30 yıldaki kaybının 43 milyar doları geçmesi, toplamda ise 235 milyar doları bulması bekleniyor. Bu rakam Belarus’un 1985 bütçesinin 32 katına denk geliyordu. Belarus ülke bütçesinin yüzde 6’sını Çernobil’in sonuçlarıyla baş etmek için harcıyor. Ukrayna’da da durum farklı değil. Çernobil’in ülke ekonomisine maliyetinin 2015’e kadar 201 milyar doları bulması bekleniyor. Ukrayna da bütçesinin yüzde 5’ini Çernobil harcamalarına ayırıyor.

2. Bölüm:Rakamlarla dünyada nükleer enerji / Hangi ülkeler nükleerden vazgeçti? 
2. Bölüm için lütfen buraya tıklayınız.

Yatağan’da liberal Sinop’ta devletçi

Özgür Gürbüz-BirGün/20 Nisan 2014

Kemerköy ve Yeniköy termik santralleri iki gün önce özelleştirildi. IC İçtaş adlı şirket 2 milyar 671 milyon dolar vererek bu iki santrali Elektrik Üretim A.Ş.’den (EÜAŞ) satın aldı. Ankara’da iki santralin ihalesi yapılırken, 2013 Haziran ayında özelleştirilen Seyitömer termik santralinde işten çıkarmalar başladı. 109 işçi işsiz kaldı. Kemerköy, Yeniköy ve Yatağan işçileri de 10 Nisan’dan beri Ankara’da. Birçoğu Kütahya’da olduğu gibi işlerini kaybetmekten korkuyor.

Sırada Afşin-Elbistan ve Yatağan’ın da aralarında bulunduğu 13 termik santral daha var. Sadece kömür ve doğalgaz santralleri değil, EÜAŞ’ın elinde bulunan HES’lerin 28 tanesi de satışta. EÜAŞ son özelleştirmelerden önce, 2013 yılında, 80 milyar kilovatsaat elektrik üretmiş. Türkiye elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 30’u. Özelleştirmeler tamamlanırsa devletin elektrik üretimindeki payı yüzde 20’nin altına düşecek. Peki, yaratılan gerçekten bir serbest piyasa mı? Değil.

Özelleştirmenin kendisi kadar, yaratılmak istenen serbest piyasanın ne kadar serbest olduğu da tartışılır. Termik santraller kolay satılsın diye Elektrik Piyasası Kanunu’na konan geçici maddeyi unuttunuz mu? Bu maddeyle termik santrallere en temel çevre yükümlülüklerini yerine getirmeleri için 2019’a kadar ek süre verilmişti. Düpedüz teşvik. Serbest piyasada çevreyi kirletmeme, teknoloji geliştirme gibi bir neden olmadan, bir kaynak lehine teşvik olur mu? Aynı teşvik nükleer santraller için de geçerli. Devlet, Mersin ve Sinop’taki santrallerde üretilecek elektriğin büyük bir bölümü için satın alma garantisi verdi. Akkuyu’da bu süre 15, Sinop’ta 20 yıl. Dahası var… Enerji Bakanı Taner Yıldız, Sinop’taki nükleer santralde EÜAŞ’ın yüzde 35 payı olacağını söylüyor. Elektrik üretiminde termik santralleri satarak payını azaltan devlet, nükleere girerek payını arttırıyor. Devlet elektrik üretiminden çekiliyor diye işsiz bıraktığınız işçilere bu durumu açıklamak zorundasınız. Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?

Nükleere alım garantisinin serbest piyasaya aykırı olduğunu sadece ben söylemiyorum. İngiltere de aynı bizimkine benzer bir model denedi. Avrupa Birliği bu alım garantisinin adaletsiz olduğunu belirterek geniş kapsamlı bir resmi soruşturma başlattı. Projenin AB’den onay almaması kimseyi şaşırtmayacak.

Özelleştirmeyi tümden reddeden sol/sosyalist gruplar için bu anlattıklarımız detay olabilir. Kontrollü serbest piyasa tezini savunan sosyal demokrat ve yeşiller için de bence durup düşünme zamanı geldi. Önce şu soruya yanıt bulmak zorundayız. Su, gıda ve enerji gibi bugünkü toplumun temel ihtiyaçlarını, giderek güçlenen ve devletleri kontrol eder hale gelen şirketlerin tekeline bırakmak ne kadar doğru? Günümüzdeki uygulamalar, özel sektör tekelinin devlet tekelinden daha iyi olduğunu göstermiyor. Bizi ilgilendiren güncel bir örnek vereyim. Almanya’nın nükleerden vazgeçip, kömür ve doğalgaz kullanımını azaltarak, elektrik üretiminde yenilenebilir enerjinin payını 2050’de yüzde 80’e çıkaracağını açıklaması RWE, E.ON, EnBW ve Vattenfall gibi dört dev elektrik üreticisini çileden çıkarttı. Kârları düşen şirketler Almanya’yı kararından vazgeçirmek için her yolu deniyor. Termik ve nükleer santrallerinden eskisi gibi kâr edemediğini söyleyen E.ON Yönetim Kurulu Başkanı Johannes Teyssen, Ağustos 2013’te santralleri kapatıp Türkiye’ye taşıyacaklarını söyleyerek adeta Alman hükümetine gözdağı vermişti. E.ON’un 2012 sonunda Enerjisa’ya yüzde 50 hisseyle ortak olması rastlantı değil.

Serbest piyasaya evet diyenler bile şu soruları sormalı: “İstediğiniz dev şirketlerin kontrolünde bir serbest piyasa mı? Başka bir yol yok mu?” Evet, var. Enerji üretiminin devlet veya dev şirketlerin tekelinde olmadığı, bireylerin, kooperatiflerin küçük santrallere sahip olduğu bir başka yol mümkün. İnanmadınız değil mi? 2012 başındaki rakamlara göre, Almanya’da yenilenebilir enerji kaynaklarının yarısının sahibinin bireyler olduğunu söylesem inanır mısınız? Bunların hatırı sayılır bir kısmının tarlasına rüzgar türbini diken çiftçiler olduğunu eklesem…

Güneş enerjisi bir çobanın hayatını değiştirdi

Özgür Gürbüz-BirGün/13 Nisan 2014

Kenan Sarıyer ve NKP Antalya sözcüsü Hediye Gündüz
Yaklaşık altı aydır Yön Radyo’da bu köşeyle aynı adı taşıyan bir radyo programı yapıyoruz. Çimlere Basmayın her hafta cuma günü saat 13.00 ile 14.00 arasında canlı yayınlanıyor. Amacımız dünya ve Türkiye’nin ekoloji/çevre gündemini dinleyicilere aktarmak, çevre mücadelelerine bir ses olabilmek. Son programımızda, Finike’nin Arif köyünde yaşayan ve çobanlık yapan Kenan Sarıyer’e canlı yayında bağlandık. Çoban Kenan Sarıyer’den Antalya Nükleer Karşıtı Platform’un sözcüsü Hediye Gündüz sayesinde haberdar oldum. Dört yıl önce aldığı güneş paneliyle dağdaki çadırının ışığını yakıyor, televizyonunu çalıştırıyor, cep telefonunun bataryasını dolduruyor. Daha da önemlisi, “biz çobanların en büyük ihtiyacı” dediği el fenerlerini şarj ediyor. Teknolojiye meraklı, bilgisayarı var ve onu da yine 120’ye 100 cm boyutundaki güneş panelinden elde ettiği elektrikle çalıştırıyor. Bir tek çayını elektrikli ocakta pişirmiyor. Anlaşılan çaya düşkün, içmeye davet ettiği çayını közde demliyor.

Kenan Sarıyer, güneş enerjisine geçerek hem kâr etmiş hem de kendisini büyük bir külfetten kurtarmış ama çevreye katkı yaptığının da farkında. Güneş enerjisinden elektrik üreten fotovoltaik paneli için, “Çevreye hiç zararı yok” diyor. Dört yıl önce 2 bin 700 liraya aldığı panel çoktan kendisini amorti etmiş. Güneşten önce gazla çalışan lambaları varmış. Diğer alternatif ise tüp kullanmak. Sarıyer, güneş enerjisini tercih etmesinin nedenini şu sözlerle açıklıyor: “Jeneratör alsaydım o zaman 500 liraydı. Şu zamana kadar benzin parası 3 bin lirayı geçerdi. Çilesi de cabası. Komşular benzin için yayladan 25 km araçla yol gidip, alıp geliyorlar. Bir bidon benzin için toplam 50 km yol kat ediyorlar. Biz aynı yerde üç çobanız. Artık onlar da güneş paneli takmak istiyor. Maddi durumları biraz zayıf olduğu için taktıramadılar. Parayı buldukları zaman gidip benzin alıyorlar, olmadığı zaman da gaz lambasıyla idare ediyorlar”. Sarıyer’in iki aküsü var. İki saatte aküler doluyor ve 4-5 günlük ihtiyacı karşılıyor. 200 civarı keçisi var. Yılın büyük bir bölümünde köyden uzakta. Üç ay yaylada, kalan zamanda Çataltaş mevkiinde yaşıyor. Nereye giderse panelini de beraberinde götürüyor.

Güneş gibi yenilenebilir enerjilerin maliyeti düşerken, kömürün, petrolün ve nükleerin artıyor. Halk, termik, nükleer ve hidroelektrik santrallere tepkiyle yaklaşırken, güneşe ve rüzgara daha sıcak bakıyor. İtirazlar da yok değil. Rüzgar meselesini Karaburun’da yaşayanlar bambaşka anlatırlar. Güneş enerjisine karşı olanlar da var. Tarlaların güneş panelleriyle kaplanmasına karşıyız diyorlar. Türkiye’de güneş enerjisinin önü zaten mevzuatlarla tıkanmış durumda. Kaldı ki güneş santralleri verimli arazilere kurulacak diye bir kural yok. Çatılar, bina yüzeyleri, sokak lambaları, boş araziler gibi onlarca farklı alanda güneş paneli kullanmak mümkün. Buna rağmen “güneş de zararlı” argümanı kabul görmüş bir doğruymuş gibi yazılıp çiziliyor.

Yenilenebilir enerjilerin ne her örneği melek ne de her uygulama şeytan. Enerji ihtiyacının sınırlarını çizip, kuralları, kırmızı çizgileri iyi belirleyip, halkın onayını aldıktan sonra bu projeler hayata geçirilebilir. Enerji kooperatifleri kurularak enerji kaynakları büyük şirketlerin tekeli olmaktan çıkarılabilir. Sen, ben, biz kendi enerjimizi üretebiliriz. Kenan Sarıyer dağda çobanlık yapıyor, tükettiği elektrik hepimizden az ama o da elektriğe ihtiyaç duyuyor, bilgisayar kullanmak istiyor. Bizden farkı şu, o hem daha az elektrik tüketiyor hem de tükettiğini üretiyor. Her şeye elde sağlam veriler olmadan karşı çıkmak umut ettiğimiz ekolojik dönüşümü gerçekleştirmemize değil, mücadelelerin kaybedilmesine yol açabilir.