Özgür Gürbüz-BirGün/29 Aralık 2013
İstanbul’da
Göztepe’yi bilen pazar köprüsünü de bilir. Köprü, Göztepe’yi ikiye bölen
demiryolunun üstünden geçer, kestirme bir yol gibidir. Küçük ama onlarca
merdiveni olan bir köprüdür. Çocukluğumda köprünün bir ucuna pazar kurulurdu.
Annem pazara gider, alışverişi bitmeye yakın ben de köprünün altında onu beklerdim.
Ağzına kadar dolu pazar çantasını köprüden geçirip eve kadar götürmek benim işimdi.
Yine
bir pazar günüydü. Annem pazarın sonuna yetişmişti. Onu beklemeye gittiğimde pazar
toplanmış, belediye temizliğe başlamıştı. Tam karşımda, yolun öte tarafında
10-12 yaşlarında bir kız çocuğu belirdi. Annesi pazar tezgahlarının arkasına
saklanmış gibiydi. Eliyle kızına bir yeri işaret ettiğini gördüm. Pardösüsü
eskimiş, kollarının uçlarında yırtıklar vardı. Yırtıkları takip ederek
parmaklarına, daha sonra da parmaklarının gösterdiği yere baktım. Kızı da aynı
yere bakıyordu. Boşalmış tezgahların altında duran ezilmiş meyveleri gösteriyordu.
Herhalde elmaydılar. Annesi durmadan bir şeyler söylüyordu ama ben çok azını
duyuyordum. “Al” dedi, “alsana” dedi. Kız önce elmalara sonra bana baktı. Göz
göze geldik. Hemen bakışlarımı bir başka yere çevirdim. İlgilenmiyormuş gibi
yaptım. Tezgahları kendisine siper almış annesinin söylediklerini seçemesem de sesini
hala duyuyordum. Donup kaldım. Kızı da benim gibi donup kalmıştı. Bir anda çöpçüler
belirdi. Sanki saatlerdir oradaydık. Çöpçüler pazardan arta kalan, tezgahtan
düşen, yere atılan ne varsa metal kovalarına doldurdular.
Annesi
söyleniyordu, kız ise başını önüne eğdi. Giderken arkalarından baktım. Çok
canım yandı, yüreğim sızlıyordu.
Utancın
ne demek olduğunu o gün orada, o eski pazar köprüsünün ayağının altında anladım.
Annesi yoksulluğundan, kız benden, bense varlığımdan utandım. Pazarda kalanları
toplamalarının sorumlusu ben miydim? Hiç sanmıyorum. Paramızın olduğu kadar
olmadığı günleri de hatırlarım. Başka birileriydi o tablonun sorumlusu, dünyada
herkese yetecek elma vardı ama birileri başkasının payını alıyordu.
O
ana ve kızın çalışacak işleri, aç kaldıklarında devletin onlara verecek iki
kuruş parası yoksa, bilin ki yokluktan değil, haksız kazançtan, yolsuzluktandır.
Birileri devletin arsasını ucuza kapatıp, aslında halkın olanı cebine attıkları
içindir. Herkese beşe sattıklarını devlete 10’a vermeleri yüzündendir. O ana
ile kızı yerdeki elmaya muhtaç bırakan torpille işe girenler, zengine gelince var,
yoksula gelince yok diyenlerdir.
Ve
sizler; yolsuzlukları soruşturmak yerine kefen giyip adalete meydan okuyanlar. Mahkemelerin
önünü açacağına elini kolunu bağlayanlar. Saadet zincirine bir yerinden dahil
olup sesini çıkarmayanlar. Korktukları, koltukları için yazamayanlar. Duayla,
dinle, vaazla harama övgü düzenler. Bedduayla işin içinden çıkmaya çalışanlar. Gözlerini
kör, kulaklarını sağır edenler, bilin ki bugün bu ülkede aç yatanların hesabı
sizden sorulur. Bayramlarda zekat vermekle, kurban kesip bağış yapmakla bu
günah affolunmaz çünkü sistem değişmezse açlık kalıcıdır. Bir günlük karın doyurmayla bir yıl tok gezilmez.
Sözüm
kefen meraklılarına, havalimanı şakşakçılarına. Hak etmediğiniz her kuruş,
pazardaki ana-kızın boğazına gitmesi gereken lokmadır. Bu bir iktidar
mücadelesi değil, adalet ve vicdan muhasebesidir. Bu ülkenin kimseyi pazardaki
artıklara muhtaç etmeyecek kadar zengin olduğunu bilin. Bırakın yolsuzlukların
üstüne gidilsin. Bırakın bu ülkede analar, babalar ve çocuklar açlık utancını
yaşamasın, aç bırakanlar utansın.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Çılgın projeler dondurulsun
Özgür Gürbüz-BirGün/22 Aralık 2013
Özelleştirmelerden
önce TEAŞ (Türkiye Elektrik Üretim İletim A. Ş.) vardı. Elektrik üretimi ve
iletiminden sorumluydu. 2000 yılında Başbakan Bülent Ecevit’in iptal ettiği
nükleer ihaleye TEAŞ’ın altındaki Nükleer Santraller Dairesi bakıyordu. Her ne
kadar Ecevit, nükleer ihaleyi bütçeye yük getirecek diyerek iptal etmiş olsa da,
pis kokular her yeri sarmıştı. Enerji sektörünün yargıya taşınmış en önemli
yolsuzluk dosyalarından biri Beyaz Enerji operasyonuyla ortaya çıkmıştı. İşin
içinde nükleer enerji de vardı. Nasıl olmasın ki, milyarlarca dolarlık bir
ihaleden bahsediyorduk.
TEAŞ’ın Genel
Müdürü Muzaffer Selvi, Ankara DGM (Devlet Güvenlik Mahkemesi) Savcılığı’na 13
Ocak’ta verdiği ifadesinde, “Nükleer
enerji santral ihalesi yapımı gündeme geldiğinde Kanada firmasının 50 milyon
dolar rüşvet dağıttığı ortada söylendi… Enerji Bakanı Ersümer’in nükleer
santralin yapım işinin Kanada konsorsiyumuna verilmesi yönünde bir baskısı oldu
ama bu baskıyı niçin uyguladı bilmiyorum” demişti. TEAŞ Genel Müdür
Yardımcısı Ünal Peker ise ifadesinde, “Bu
ihale aşamasında tahminimce 6 ay veya 1 yıl kadar önce ihaleye katılan Kanada
firması tarafından bakanlık seviyesinde birilerine 50 milyon dolar para
verildiğini duydum. Bu paranın Anavatan Partisi adına alındığını duymuştum.
…Enerji Bakanlığı’nda yukarıda anlattığım konu herkes tarafından bilinmektedir”
sözlerine yer vermişti. (Rüşvetin
Deşifresi, Aykut Küçükkaya, sayfa 106, 111)
Selvi ve
yardımcısı Peker, Beyaz Enerji Davası’ndan 11 yıl ceza aldı. ANAP Genel Başkanı
Mesut Yılmaz adını rüşvet meselesine karıştırdıkları için daha sonra birçok
kişiye tazminat davası açmıştı. 2012’de dava zaman aşımıyla düştü. İhalelere
fesat karıştırma iddiasıyla açılan davada sadece nükleer enerji yoktu. Birçok
büyük şirketin adı bu davaya karıştı. Dönemin Enerji Bakanı Cumhur Ersümer Yüce
Divanlık oldu. Daha da ilginci, Mesut Yılmaz’ın itirazına rağmen koalisyon ortağı
MHP lideri Bahçeli’nin ısrarı ve muhalefetin baskısı nedeniyle Ersümer görevinden
istifa etmek zorunda kaldı. Bu ülke yolsuzluk nedeniyle bir bakanın istifa
ettiğini gördü. Hem de ‘vesayet, mesayet’ denilen o yıllarda.
Bütün bunları
hatırlatmamın elbette bir nedeni var. Bugün Türkiye’nin her yanından çılgın
projeler fışkırıyor. Her biri milyarlarca liralık projeler. Akkuyu Nükleer
Santrali 20-22 milyar dolar. Rus şirket sermaye maliyetinin yüzde 43’ünün
inşaat maliyeti olduğunu açıkladı. Nereden baksanız 10 milyar dolarlık ihaleden
bahsediliyor, bunun yüzde 90’ı açık ihale olacakmış. Sinop Nükleer Santrali
için biçilen miktar da 22 milyar dolar. İki
nükleer proje 50 milyar dolar.
Rakamlar
havada uçuşuyor ve değişiyor ama fikir
vermesi için yazıyorum. Marmaray yeni bitti, ederi 5,5 milyar TL. İstanbul’daki
3. Köprü 4,5 milyar TL. 3. Havalimanı’nın yapımı 28, 25
yıllık işletmesi için ödenecek ücret 72 milyar TL. Hepsi 110 milyar TL.
Rakamlar
yüksek. Bu projelerin ilgili olduğu bakanlıklar arasında Çevre ve Şehircilik
ile Ekonomi Bakanlığı da var. Yolsuzluk soruşturması sonuçlanmadı ama kabul
etmeliyiz ki, iki bakan ve bakanlık zan altında. Yargı süreci titizlikle ve
şeffaf bir biçimde yürütülmeli. Bunlar olurken de, zaten varlık nedenleri
şaibeli bu projeler dondurulmalı. Denetim organları bu ihaleleri gözden
geçirmeli, sürece sivil toplum örgütleri de dahil olmalı. Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı TMMOB’u değil, TMMOB Bakanlık’ı denetlemeli. Kızmanın, suçu İsrail’e
Marslılara atmanın anlamı yok. Adalet ve Kalkınma Partisi ‘AK’lanmak istiyorsa
ancak böylesi kapsamlı ve şeffaf bir denetim sürecinden geçerek aklanabilir. Şu
ana kadar, Emniyet’te yaptıkları operasyonlarla, başta İçişleri olmak üzere
ilgili bakanları görevde tutmakla yapılması gerekenin tam tersini yaptılar.
Nükleer
enerjiye muhtaç olmadığımızı bilen herkes, Türkiye’nin bu maceraya neden
girdiğini açıklamakta zorlanıyor. Elektrik üretmek için daha ucuz ve temiz
kaynaklar mevcut. Enerji tasarrufu potansiyeli ortada. Rüşvet meselesi nükleerde
hep söylenirdi şimdi daha fazla gündeme gelecek. O yüzden hükümet, bu
projelerde daha ileri gitmeden ‘AK’lanma işini ciddiye alsa iyi olur.
Keçilerin çiftleşmesi iklimi değiştiriyor
Özgür Gürbüz-BirGün/15 Aralık 2013
Belki hatırlarsınız, bir ara küresel iklim değişikliğine metan gazı nedeniyle ineklerin neden olduğu söylenmiş, koca koca fabrikaları bırakıp dört ayaklı dostların peşine düşmüştük. Merak etmeyin, ineklerden sonra sıra keçilere gelmedi. Küresel iklim değişikliğinin sorumlusu ne inekler ne de keçiler; asıl sorumlu insan. Bunu da, sanayi devriminden günümüze kadar kullandığımız kömür, petrol ve doğalgazla yaptık.
Belki hatırlarsınız, bir ara küresel iklim değişikliğine metan gazı nedeniyle ineklerin neden olduğu söylenmiş, koca koca fabrikaları bırakıp dört ayaklı dostların peşine düşmüştük. Merak etmeyin, ineklerden sonra sıra keçilere gelmedi. Küresel iklim değişikliğinin sorumlusu ne inekler ne de keçiler; asıl sorumlu insan. Bunu da, sanayi devriminden günümüze kadar kullandığımız kömür, petrol ve doğalgazla yaptık.
Peki,
ya keçiler diyorsunuz, nereden çıktı bu keçiler? Açıkçası sözlükten çıktı.
Türkiye’de iklim değişikliği konusunu ciddiye alan kişi sayısının azlığından
olsa gerek, yazarken, konuşurken terminolojiye de dikkat etmiyoruz. Falanca
santralin yol açtığı seragazı salımı diyoruz ama bir gün merak edip salım
kelimesinin anlamına bakmıyoruz. Türk Dil Kurumu’nun (TDK) sözlüğünde böyle bir
kelime yok. Dil Derneği sözlüğünde ise salım kelimesinin iki anlamı var. İlk
anlamı ‘nezle’. İkinci anlamı da ‘tekelerin dişi keçilerle çiftleşme zamanı’.
Bu durumda seragazı salımı dendiğinde iki ihtimal karşımıza çıkıyor.
Seragazlarının fena halde üşütüp nezle olmasından veya bu gazların tekelerle
keçilerin arasına girdiği garip bir ilişkiden bahsediyoruz. Salım kelimesi bize
o kadar yabancı ki, kullanırken de hata yapıyoruz. Koca koca gazeteler,
televizyonlar salım yerine çoğu zaman salınım kelimesini kullanıyor. Salınım, salınmak
eylemini, bir çeşit devinimi anlatıyor. Yakında salık, salışık, salma gibi yeni
kelimeleri de duyarız.
İtiraf
etmeliyim ki ilk başlarda ben de Fransızca kökenli emisyon yerine salım demeyi
tercih ediyordum. Biraz da Türkçe’ye yerleşir düşüncesiyle. ‘Salım’ın ‘salınım’a
dönüştüğünü duyduğumda vazgeçtim. Anlatması zor bir olayı daha da karmaşık hale
getirmek doğru değil. Emisyon kelimesi egzoz emisyonu gibi birçok yerde
karşımıza çıktığı için en azından bir fikir veriyor. Bu yüzden uzunca bir süredir seragazı emisyonu
diyor ve yazıyorum. Meslektaşlarıma, iklim değişikliği çalışan akademisyen ve
eylemcilere duyurulur. Keşke sesimizi dil bilimciler de duysa da bu soruna
yerli bir çözüm üretsek.
Medyanın,
sivil toplumun Türkçe’ye ilgisizliği bu konuyla sınırlı değil. Farkındalık, sivil
toplum kuruluşlarında çalışan arkadaşların bayıldığı bir kelime. Yakın zamana
kadar o da sözlüklerde yoktu, TDK, “farkında olma durumu” diyerek sözlüğe
eklemiş. Dil Derneği sözlüğünde ise hâlâ karşılığı yok. İte kaka sözlüğe giren
bu kelime bence yerine oturmadı. Genelde ‘farkındalık
yaratma’ şeklinde kullanılıyor. Böyle olunca da ‘farkında olma durumu yaratma’ gibi bir ucube ortaya çıkıyor.
Bilinçlendirme, bilgilendirme ve duruma göre kullanılabilecek onlarca kelime
varken farkındalıkta ısrar etmeyi anlamsız buluyorum. İngilizce’de her
gördüğünüz kelimeye Türkçe karşılık aramaktan vazgeçin artık. Bir ucube
kelimeyle konuyu anlatmaktansa iki bildik kelimeyle anlatmak sizi daha
anlaşılır kılar.
Dil,
toplumu değiştirmek, dönüştürmek isteyenlerin en önemli aracı. Özellikle
siyasetçilerin, kampanyacıların yalın, herkesin konuştuğu dile hakim olmaları
bu yüzden çok önemli. İletişim çoğu zaman, özellikle de bizim toplumumuzda
sözle başlar, yazıyla devam eder. Aksi takdirde, başta yeni kavramlar olmak
üzere, derdinizi anlatmakta zorlanırsınız. Bir başka örnekle açıklayayım.
Toplumsal cinsiyet sivil toplumun alıştığı bir kavram olsa da, çoğumuza
yabancı. Bunu, bir de ‘gender’
(cendır okunur) diyerek daha da yabancılaştırmayın. Derdiniz karşınızdakine
ulaşmaksa, anlaşılır olmak elzemdir.
Düzgün
bir dil kullanılmasında başta medyaya çok iş düşüyor ama medya organlarının
adlarının bile yabancı kelimelerden seçildiği bir ülkede yaşıyoruz. ‘CNBC-e’ gibi ilk dört harfi İngilizce
okunup, en son harfe gelince Türkçe’nin akla geldiği bir kanalımız bile var. (SiEnBiSi-e, İngilizce’de “e” harfi “i”
okunur ). Can Yücel olsaydı her halde şöyle derdi: “Türkçe’yi kıçına gelince mi
hatırladınız?”
Çimlere Basmayın 9 (13 Aralık 2013)
13 Aralık 2013 Cuma günü yayınlanacak Çimlere
Basmayın programında neler var? Merak edenler için kısa bir bilgi notu
hazırladık. İşte programımızdan bazı başlıklar:
* İklim değişikliğinin sorumlusu 90 şirket.
* Kazdağları'ndaki altın madenlerine yürütmeyi durdurma kararı
*Gökova'ya çevreyi korumak(!) için viyadük yapılacak
* Kentlerde meydanlarımız ne durumda ? İdeal meydanlar nasıl planlanmalı? Knt meydanları neden önemli? Mimdap Yayın Kurulu Üyesi Mimar Hasan Kıvırcık canlı yayında sorularımızı yanıtlıyor.
* Balık alırken boyuna bakın. Küçük balık almayın, balıkları karışlayın.
* Ergene Havzası'nı kim kirletti, kimler korumaya çalışıyor. Başbakan Erdoğan suçu CHP'li belediyelere attı. Çevreciler bu konuda ne düşünüyor? Ergene İnsiyatifi Temsilcisi, Gündoğdu belgeselinin yönetmeni Nejla Demirci canlı yayında sorularımızı yanıtlayacak.
* Yeşil ajanda: Tüm Türkiye'den çevre ve ekoloji etkinlikleri, duyurular.
* Ve "yeşil" türküler...
Çimlere Basmayın programını her cuma 13:00-14:00 saatleri arasında www.yonradyo.com.tr adresinden ya da İstanbul ve çevre illerde 96,6 FM bandından radyolarınız aracılığıyla dinleyebilirsiniz.
Çimlere basmayın, bu programı da kaçırmayın.
* İklim değişikliğinin sorumlusu 90 şirket.
* Kazdağları'ndaki altın madenlerine yürütmeyi durdurma kararı
*Gökova'ya çevreyi korumak(!) için viyadük yapılacak
* Kentlerde meydanlarımız ne durumda ? İdeal meydanlar nasıl planlanmalı? Knt meydanları neden önemli? Mimdap Yayın Kurulu Üyesi Mimar Hasan Kıvırcık canlı yayında sorularımızı yanıtlıyor.
* Balık alırken boyuna bakın. Küçük balık almayın, balıkları karışlayın.
* Ergene Havzası'nı kim kirletti, kimler korumaya çalışıyor. Başbakan Erdoğan suçu CHP'li belediyelere attı. Çevreciler bu konuda ne düşünüyor? Ergene İnsiyatifi Temsilcisi, Gündoğdu belgeselinin yönetmeni Nejla Demirci canlı yayında sorularımızı yanıtlayacak.
* Yeşil ajanda: Tüm Türkiye'den çevre ve ekoloji etkinlikleri, duyurular.
* Ve "yeşil" türküler...
Çimlere Basmayın programını her cuma 13:00-14:00 saatleri arasında www.yonradyo.com.tr adresinden ya da İstanbul ve çevre illerde 96,6 FM bandından radyolarınız aracılığıyla dinleyebilirsiniz.
Çimlere basmayın, bu programı da kaçırmayın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)