Çıralı’da neler oluyor?

Özgür Gürbüz-Birgün/13 Mayıs 2012

Antalya’nın Kemer ilçesi sınırlarındaki Çıralı kumsalında geçen hafta alışılmadık ziyaretçiler vardı. Dozerler, oraya denize girmek için gelmedikleri belli olan çevik kuvvet ile jandarma birlikleri ve Antalya Orman Bölge Müdürlüğü’ne bağlı ekipler gibi...

Çıralı'da yıkım protesto ediliyor.
Güvenlik kuvvetlerinin eşliğindeki dozerler Çıralı’daki dört pansiyonu yıktı. Yaşanan arbedede 25 kişi gözaltına alındı. Çıralı, sadece zenginlere hizmet eden, kumsalları halka kapatan otellere henüz boyun eğmemiş Türkiye’deki birkaç sahilden biri. Çok katlı yapılaşmaya kurban gitmemiş, çok uluslu şirketlerin eline geçmemiş turizm köylünün geçimini sağlar olmuş. Sorumlu ya da sürdürülebilir turizmin nadir örneklerinden, üniversitelerde ders niyetine okutulacak türden. Sosyal sorumluluk naraları atan dev şirketlerin hiçe saydığı değerleri köylü benimsemiş, kumsala yumurta bırakan deniz kaplumbağalarına (Caretta Caretta) bile sahip çıkmış.

Peki sahilde, Çıralı’da bu dozerlerin işi ne? Sahi, Çıralı’da neler oluyor?

Çıralı’da olan biteni yorum yapmadan anlatayım. Hukukun ‘guguk’ olduğu ülkemde kendime ve gazeteciliğe saygım bunu gerektiriyor. Öncelikle Çıralı’daki yıkımın arkasında bir mahkeme kararı olduğunu ve bu işlemin hukuken doğru olduğunu söyleyerek işe başlamalıyız. İşlem hukuka aykırı değil ancak akla, vicdana ve mantığa aykırı. Çıralı devletin adeta papatya falına kurban gitmiş bir yer. Burası için bir bakıyorsun devlet ‘orman’ diyor, bir bakıyorsun ‘orman değil’. 1941 yılında bölgedeki bir parsel, orman alanı dışına çıkarılıyor ve Ulupınar köyünde yaşayanlar burada tarım ve hayvancılık yapmaya başlıyor. Sonrası yaz-boz tahtası gibi. 1976’da orman oluyor, 1989’da ise tekrar kadastro çalışması yapılıyor ve 2B arazisi olarak kabul görüyor. 1989’da bölgenin 2B olmasıyla köylüler pansiyonculuğa başlıyor, turizm ön plana çıkıyor. Öyle oteller, lüks restoran saçmalıkları falan değil; çoğu kendi halinde alçakgönüllü ev işletmeleri. Bu ülkenin koşulları içerisinde örnek sayılabilecek bir model kendiliğinden şekilleniveriyor. Devletin karşı çıktığı falan da yok. Pansiyonlara elektrik, su veriliyor. Daha da ilginci, birkaç yıl önce köylüler 5 bin TL karşılığında işletme ruhsatlarını bile alıyor. Yazar kasaları var, okul var, cami var, vergi ödüyorlar.

Yapı ruhsatı yok ama işletme ruhsatı var. Maliye bir süre önce köylülere 2B listesinde isminiz var, başvuru yapın hakkınız kaybolmasın diyor. Orman Bakanlığı ise tam tersini söyleyip, yıllarca 2B dediği yere bir anda ‘ormandır’ damgası vuruyor. Nisan ayında söz konusu arazinin 2B olmadığı iddiasıyla dava açıyor ve kazanıyor. Ardından dört pansiyon için yıkım kararı çıkıyor. Mahkemesi süren 90-100 pansiyon daha var. Çıralı’da evi yıkılan Mehmet Çetin 1940 doğumlu. Doğduğu, 72 yıldır oturduğu ev şimdi bir moloz yığını. Diğer pansiyonlar da yıkılırsa yüzlerce kişi sokakta kalacak. Köylüler nereye gidecek, nerede yaşayacak ve ne iş yapacak belli değil.

Bu ülkede orman ve kırsal alan üzerinde çalışan onlarca STK ‘2B Yasası’ olarak bilinen Orman Arazileri Kanunu’na çok sert tepki gösteriyor. Tema Vakfı, Doğa Derneği gibi sivil toplum örgütleri, Bakanlık’ın orman vasfını yitirmiş dediği birçok yerin basbayağı orman olduğunu söylüyor. 2B arazileri orman vasfını yitirmemiştir deyince kızanlar şimdi üzerinde 100-200 pansiyon olan araziye ormandır diyor. Ormandır diyor hem de yıllar sonra! Afyon’da istediği kadar içkiyi yasaklasınlar, ‘kafayı bulmak’ için memlekette malzeme çok. Hükümetin icraatları, gençleri alkole teşvik ettiği gerekçesiyle yasaklansa kimse itiraz edemez bence.

Şimdi sormak lazım, Üçüncü Köprü için ormanların yok edilmesine ses çıkarmayanlar Çıralı’da ormanı neden hatırladı?

Kiminle konuşsam aynı şeyi söylüyor. Ortak fikir, buradaki pansiyonlar yıkılıp, köylü göçe zorladıktan sonra bölgenin turizm alanı ilan edileceği ve 49 yıllığına kiraya verileceği yönünde. Hükümete yakınlığıyla bilinen Rixos’a söz verildi söylentileri ortalıkta dolaşıyor. Birkaç ay önce yine Çıralı’da 397 numaralı parselin bir bölümünün Ormanspor üzerinden bir şahsa kiralanması da bu şüpheleri arttırıyor. Parçalar birleştirilince insan bu önemli kumsal için ranta dayalı planlar mı yapılıyor diye sormadan edemiyor.

Antalya Barosu Çevre Komisyonu Başkanı Avukat Tuncay Koç da Çıralı’nın turizme açılmasına giden yolda çalışmalar yapıldığına inanıyor. “Geçen ay 2B davaları açılmamış olsa bunu söylemezdim” diyen Tuncay Koç, “Acil yıkım kararlarına, ek süre vermeden jandarmanın köylüyle karşı karşıya bırakılmasına anlam veremiyoruz. Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın (WWF) yaptığı bir plan var. O plana ve Çıralı’daki doğal yapıyı, köylüyü koruyacak yeni bir modele göre bir çözüm üretilebilir. Mevcut yapı korunarak mülkiyet sorunları halledilmeli” diyor.

***
2B SORUNU SANILDIĞINDAN DAHA BÜYÜK
Yeri gelmişken 2B yasası ile ilgili bazı tespitlere de yer vermek isterim. Tasarının tamamının yasallaşması ve uygulanması halinde Türkiye’de ilk etapta 410 bin hektarlık orman alanı satışa çıkacak. KKTC’nin 1,5 katı büyüklüğünde bir alandan bahsediyoruz. Doğa Derneği Genel Müdürü Engin Yılmaz, “Bu Meclis’ten çıkan ‘yararlı olmayan orman’ kavramı gelecekte ibretlik bir söz olarak hafızalara kazınacaktır. Doğa ve biyoçeşitlilik üzerinde geri dönülemez tahribatlara neden olacağı açık bir gerçek olan bu yasayı ve yasalaştıranları tarih unutmayacaktır” diyor.

Bu işin bir boyutu. İkinci boyutu ise rantla ilgili. Dönümü 20-30 bin TL eden arazilere 100-130 bin TL rayiç bedel biçiliyor. Köylü şaşkın, alma şansı yok. O alamazsa başta inşaat şirketleri olmak üzere malum rantçılar devreye girecek. Köylünün tarım, gecekondu yaparak işgal ettiği orman arazileri bu defa oteller ve toplu konutlarca hem de ‘yasal’ bir işgale maruz kalacak.

Tarih ve bu ülkenin çocukları gerçekten de bu yapılanları unutmayacak. Bu beton yığını ülkede olan biteni hatırlayacak kadar uzun yaşarlarsa tabi.

Çıralı'yı kurtarmak için bir dilekçe de sen yaz!

Çıralı'da işletme ruhsatına sahip, elektrik ve suyu bağlı, yıllardır turizme hizmet veren pansiyonların yıkılmak istenmesi çevrecilerin tepkisine neden oldu. Köylülerle güvenlik güçleri arasında arbade yaşandı, gözaltılar var. Türkiye'deki çevre örgütleri ise bölgenin yapılaşmaya açılacağı kaygısını taşıyor. Bu kaygının nedeni de yaklaşık üç ay önce Çıralı'da yaşananlar. Lütfen hatırlayın: 

2B arazileri orman vasfını yitirmemiştir deyince kızdılar. Şimdi de üzerinde pansiyon olan araziye ormandır diyorlar. Ne garip bir ülkede yaşıyoruz!
Çevreciler, Çıralı'daki yıkımı durdurmak için bir dilekçe kampanyası başlattı. Kampanyaya katılmak istiyorsanız aşağıdaki dilekçeyi imzalayıp Antalya Valiliği'ne fakslayabilir veya e-posta ile gönderebilirsiniz.

Faks
0 242 248 93 95

Dilekçe örneği aşağıdaki gibidir:

                   İVEDİ İŞTİR

ANTALYA VALİLİĞİ’NE
KONU:  Çıralı’daki yıkımın derhal durdurulması hakkında.

Kemer kaymakamlığına bağlı Çıralı sahilinde ve çevresinde bugün yaşanan yıkım olaylarını endişe ile izliyoruz. Turizm sezonunun açıldığı bu günlerde, bölgenin en önemli geçim kaynağı olan turizmin, pansiyonların yıkılması nedeniyle adeta çökertilmesini doğru bulmuyoruz. Ayrıca bölgedeki pansiyonlardaki yerli ve yabancı turistler yaka paça pansiyonlardan çıkartılmıştır. Bu durum, bölgenin yerli ve yabancı turistler nezdindeki vizyonunu yok eden bir gelişmedir. Türkiye’nin en önemli ekolojik alanlarından biri olan Çıralı sahilinin bütün medyanın gözü önünde göz göre yıkılmasını içimize sindiremiyoruz. Bizler, Çıralı’yı, ekolojik yaşamı, dogayı, çevreyi seven insanlar olarak, bu yıkımın derhal durdurulmasını talep ediyoruz.

Ayrıca bir yandan işletme ruhsatı verilen pansiyonlar hakkında, diğer yandan yasal olmadığı gerekçesi ile yıkım kararı verilmesini çelişkili buluyor ve idarenin birliği ve sürekliliği ilkesi ile bağdaşmaz görüyoruz.

Diğer yandan unutulmamalıdır ki: her yasal olan, meşru değildir. Bu yıkım kararı halkın nezdinde meşru değildir ve derhal durdurulmalıdır.

08.05.2012
isim:

imza:

Bir Gerze masalı

Özgür Gürbüz-Birgün / 6 Mayıs 2012 

Gerze Yaykıl Köyü - Foto: O. Gurbuz
Geçen hafta Sinop'ta Sinop Nükleer Karşıtı Platform’un düzenlediği panele katıldım. Bir otelin düğün salonunda düzenlenen panelde 500’e yakın dinleyici vardı. Kentte nükleer santrale karşı duranların sayısı ve direnci görülmeye değerdi. Panelden önce Gerze’nin Yaykıl Köyü’nü ziyaret etme fırsatım oldu. Köyde bir ağaç gördüm, yanında bir tane daha, onun yanında on daha... Yemyeşil bir yamaç ve yine yemyeşil tarlalar gördüm. Sis indi köye, sisin seyreldiği yerde deniz gördüm; masmavi ve hafifinden dalgalı. İstanbul'a geldim hepsi yok oldu. Bin yeşil var idi, bir yeşil kalmadı. Kötü bir masal gibi.

Köyün bir tarafı deniz diğer tarafı alabildiğine yeşillik. Vaat edilen cennet, hadi daha mütevazi olalım, filmlerdeki özlem duyulan köy sanki. Sinop’tan İstanbul’a dönünce Gerze’nin değerini daha iyi anlıyorsunuz. Başka bir dünyadan ödünç alınmış bir hayat gibi yaşadıklarınız; bir varmış, bir yokmuş.

BİR VARDILAR TEZ YOK OLDULAR
Herhalde biliyorsunuz; Efes Pilsen, Komili, Mc Donald’s ve Coca Cola gibi birçok markasını tanıdığınız (ve umarım boykot ettiğiniz) Anadolu Grubu, dört yıldır Gerzelilerin korkulu rüyası oldu. İstanbul'un Gulyabanisi neyse Gerze için de Anadolu Grubu o. Yaykıllılar termik santral istemedikleri için aylardır köy girişinde nöbet tutuyorlar. Nasıl tutmasınlar? 22 Ağustos 2011 tarihinde Anadolu Grubu’na bağlı ekipler gece yarısı köyde sondaj yapmaya gelmişlerdi. Köylüler bir gözü açık uyumanın ödülünü, sondaj ekiplerini geri püskürterek aldılar. Canlarını siper ettiler. 70-80 yaşında dede ve nineler panzerlerin, jandarmanın ve polisin karşısına çıktı. Canları yandı, gözleri biber gazından görmez oldu, gözaltına alındılar, tutuklandılar ama Yaykıl’ı ise ve kömüre boğmak isteyen firmaya geçit vermediler. “Korkunç şeyler gördüm” başlıklı yazımda o saldırıyı, insanlık faciasını yazmıştım. Hatırladıkça yüreğim sızlıyor. Köylü direndi. Jandarma, polis ve sondaj ekipleri bir daha köyün yakınında gözükmedi. Bir vardılar, tez yok oldular.

Gerze Yaykıl Köyü, nöbetteki köylüler - Foto: O. Gurbuz
Yaykıl Köyü girişindeki eylem çadırının kenarında, Şükrü Amca nöbette. Şükrü Akgöz, 82 yaşında. Geceleri eylem çadırına gelemediğinden yakınıyor ama gündüzleri elde baston o da nöbet bekliyor. Panzerleriniz korksun, Şükrü Amca nöbette. Sakalı yok ama masallardaki ermiş dedeler gibi kendisi. Bir geliyor, bir söylüyor, tüm masal aydınlanıyor. Nöbet çadırının ışığıydı Şükrü Amca, beni kendine çekiverdi, içimi aydınlattı.

KÖYE CANAVAR GELMİŞ
Ahmet Tiryaki, köyün muhtarı. Başta köyde termiğe karşı çıkanlar yarı yarıyaydı diyor. İş vereceğiz vaatleri ilk başta pirim yapmış ama sonra köydekiler Elbistan’daki, Adana Sugözü’ndeki termik santralleri gitmiş görmüş. Temiz kömürün masal olduğunu anlamışlar. 6 Ağustos’tan beri nöbette olduklarını söylüyor. Tiryaki, baskının yapıldığı geceyi anlatıyor. O gece Yeşil Gerze Çevre Platformu (YEGEP) şirketin halkı yanına çekebilmek için düzenlediği sünnet törenine misilleme yapmış, iki çocuğu sünnet ettirmiş. Şirket de sünnet düğününe elde sondaj makinesiyle gelmiş. Çocuklar korkmuş tabi ama cesaretlerini toplayıp birlik olarak makineyi de sahte sünnetçiyi de kovmuşlar. Sünnet dediğin ucundan azcık olur, bunlar tüm köyü, köydeki tüm ağaçları kesmeye niyetliymiş. Köye canavar kükreyerek gelmiş, gelmiş ama inleyerek köyü terk etmiş.

Gerze Yaykıl Köyü - Foto: O. Gurbuz
Öykünün bir de kadın kahramanları var. Masallardaki periler gibi göz açıp kapayıncaya kadar Gerze'den Yaykıl'a uçuveriyorlar. Bir bakıyorsunuz eylemdeler, bir bakıyorsunuz dertlerini türkü yapmış söylüyorlar. Sinop'un bu modern amazonları 30 Nisan'da ÇED raporuna itirazlarını sunmak için Ankara'ya gittiler. İller Bankası önünde yeri göğü inlettiler. Uzmanlar ÇED raporunda 57 farklı konuda yanlışlıklar tespit ettiler, 8 binin üzerinde dilekçe verildi. Toplantıda, Karadeniz Sahil Yolu nedeniyle Gerze’nin sağından solundan otoyolların geçeceği, bölgenin doğal özeliğini yitireceği ve ilçede zaten denize bile girilemediği gibi bir sürü asılsız iddia ortaya atılmış. Gerzeliler ise bunların hepsine yanıt vermiş. Sinop Orman Genel Müdürlüğü, DSİ İl Müdürlüğü, Gerze ve Sinop Belediyesi olumsuz görüş bildirmiş. Orman ve su kaynaklarına zarar verir denmiş. Resmi kurumların yarısına yakını ise mazeret belirterek toplantıya katılmamış. Toplantı, şirkete eksik belgelerini tamamlamak için süre verilmesiyle son bulmuş. İki belediye başkanından da detaylı rapor istenmiş. Sürenin ne zaman biteceği de belli değil. Aynı masallardaki gibi, belgeleri üç vakte kadar getir demişler, şirketi azat etmişler.

KÖYLÜLERİN YEMİNİ İSTANBUL'DAN DUYULMUŞ
Gerzeliler termik santrale karşı dayanışma içinde -Foto: O. Gurbuz
Gerzeliler Ankara'ya kadar gitmiş, köye, memlekete boş dönecek değiller. Dönüş yolunda Çatalağzı termik santraline uğramışlar. Termik santral savunucuları öve öve bitiremiyormuş santrali. Gerzeliler santrali görünce gözleri faltaşı gibi açılmış, sinirden elleri kolları zangır zangır titremiş. Çatalağzı'ndaki termik santrali gördükten sonra hep birlikte yemin etmişler. “Biz santrali istemiyorduk ama şimdi ölümüne istemiyoruz” demişler. İçlerinden biri, “Bu uğurda birkaç ceset vermek gerekirse o cesetlerden biri benimki olsun” demiş. Diğerleri de tekrar etmiş, “o ceset benimki olsun!”. Gerzelilerin yemini ta İstanbul'dan Anadolu Grubu'ndan duyulmuş. Ortalığı buz kesmiş. Ankara'da Enerji Bakanlığı'nda bu yemin kulaktan kulağa konuşulur olmuş. Bakan 'Gerze' kelimesinin bakanlıkta konuşulmasını yasak etmiş.

Gökten üç yeşil elma düşmüş. Biri Yaykıl Köyü'ne, biri Gerze'ye diğeri de memleketin tüm yayla, ova, dere ve akarsularına.

Deprem nükleer sevdalılarını uyardı

Özgür Gürbüz/4 Mayıs 2012

Türkiye'nin bir deprem ülkesi olduğu sadece depremler meydana geldiğinde hatırlandığı için bugün bu ülkede hâlâ nükleer santraller konuşuluyor. 3 Mayıs 2012 Perşembe günü, saat 09:24'te Mersin ili sınırları içerisindeki Yeşilovacık beldesinde meydana gelen 4,0 büyüklüğündeki deprem yine akla nükleer santralleri getirdi. Yeşilovacık, nükleer santral yapılmak istenen Büyükeceli'ye 15 km uzaklıkta, Akkuyu mevkine ise 17-18 km. Bölgede ve özelikle santralin kıyısına kurulacağı Akdeniz'de ciddi bir sismik araştırma yapılmamış olmasına rağmen nükleer santralde ısrar eden hükümet, bölgenin deprem riski taşımadığını iddia ediyordu. Dün sabah (3 Mayıs) meydana gelen deprem ise tam tersini söylüyor, depremi hisseden Büyükeceli ve Gülnarlılar da.

Tehlikeye karşı tüm Türkiye'yi uyarmak isteyen Mersin Nükleer Karşıtı Platform (NKP) bugün yaptığı basın açıklamasında hükümeti göz göre göre geliyorum diyen tehlikeye karşı bir kez daha uyardı. Mersin NKP açıklamasında bilim insanlarının Akkuyu'yu etkileyebilecek depremlere daha önce de dikkat çektiğini hatırlattı. Yapılan açıklamada, başta Ecemiş Fayı olmak üzere, Kıbrıs Dalma Batma Kuşağı, Ölü Deniz Kırığı, Güney Ege Dalma Batma Kuşağı ve Doğu Anadolu kırıklarının hareketli olduklarına ve tarihte meydana getirdikleri 7,9 büyüklüğünde depremlerin ve tsunamilerin binlerce kişiyi öldürdüklerinin belgelendiğinin bizzat bilim insanlarınca açıklanmış olduğuna dikkat çekildi.

Mersin NKP açıklamasında, "Akkuyu'da kurulması planlanan nükleer santralde uygulanması düşünülen VVER1200 reaktör modeli dünyada denenmemiş bir teknolojidir. İşletmeye alınmayan bir teknolojinin yaratacağı riskler hakkındaki bilgi ve deneyim yetersizlikleri ortada iken deprem kuşağında olan ülkemizde kurulacak Akkuyu nükleer santrali başta ülkemiz olmak üzere tüm dünya için büyük bir felaket olacaktır. Japonya'da bulunan tüm nükleer santraller 9 büyüklüğündeki depreme dayanıklı olarak yapılmasına rağmen geçen yıl Mart ayında meydana gelen deprem sonrasında meydana gelen Fukuşima Nükleer Santral felaketi, nükleer santrallerin güvensizliğini, kaza riskinin yüksek olduğunu göstermiştir" denildi.

Mersin NKP, Japonya'da kaza sonrası sağlam kalan 50 reaktörden sadece bir tanesinin çalışır durumda olduğuna da değindi. Bu bilgi doğru. Son anda bir değişiklik olmazsa, yarın bu son reaktörde bakıma alınacak ve 1966 yılından sonra ilk kez Japonya'da nükleer santral kaynaklı elektrik üretimi 'sıfıra' inecek.

Bu haberi Mersin Nükleer Karşıtı Platform'un sözleriyle noktalayalım: "Deprem kuşağında olan ülkemizde, güvenlik kültürünün yerleşmediği, siyasal iktidarların, bilim insanlarını ve meslek odalarını hiçe sayan politikalarla günü kurtarmaya çalıştığı bir ülkede, nükleer santraller tehlike kaynağı olacaktır. Çakma sütlerle çocuklarını zehirleyen,‏ insanların güvenli yaşamaları için önlem alamayan bir anlayışla Türkiye’de Nükleer santral kurulamaz. Planlanan tüm nükleer santral projelerinden derhal vazgeçilmesini talep ediyoruz".