Türkiye’nin faşizmle sınavı

Birgün zamanaşımı tehlikesini
22 Haziran 2011'de manşetten duyurmuştu
Özgür Gürbüz-Birgün/18 Mart 2012

İki ay arayla oldu. İki ay arayla, birbirine 3 bin 500 km uzaktaki iki ayrı kentte insanlar yakıldı. Almanya’daki kentin adı Solingen, Türkiye’dekinin adı ise Sivas.

29 Mayıs 1993 sabahı Genç Ailesi’nin yaşadığı Solingen’deki ev sabahın erken saatlerinde dört ırkçı Alman genci tarafından ateşe verilmişti. Genç ailesinden beş kişi hayatını kaybetmiş, ailenin diğer üyeleri de yaralanmıştı. İki ay sonra, 2 Temmuz 1993’te Sivas’taki Madımak Oteli önünde toplanan binlerce kişi oteli ateşe verdi. Otelde Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak; türkü söylemek, dans etmek ve konuşma yapmak üzere gelmiş aydınlar vardı. Türkiye’nin şairleri, yazarları, sanatçıları… Otelde çalışan iki kişiyle birlikte 33 aydın yanarak veya dumandan boğularak can verdi. Onları öldürmeye çalışırken ölen iki kişiyi ise saymaya bile gerek yok, onlar zaten yaşayan birer ölüydüler.

‘Dindar’ bir gazetede olsam herhalde, “Solingen’de dört şeytan gece sinsice Genç Ailesi’nin evine yaklaştı” diye yazardım. Sivas’ta binlercesi bütün gün boyunca sokaklardaydı. Geçen salı günü Ankara’da, Sivas davası düşmesin, yıllardır bulunamayan beş zanlı hakkındaki arama kararları kaldırılmasın diye toplanan göstericilere gaz bombası sıkan kolluk kuvvetleri 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta yoktu.

Solingen’de Genç Ailesi’nin evini kundaklayan aşırı sağcı dört genç hemen yakalandı. 1994 Nisan’ında dava görülmeye başlandı ve Ekim 95’te yaşları 16 ile 23 arasında değişen bu dört kişiye 10 ila 15 yıl arasında değişen cezalar verildi. Sivas’ta ise olaydan sonra 124 kişi hakkında dava açıldı. 26 Aralık 1994'te karara bağlanan dava sonucunda 22 sanık hakkında 15'er yıl, 3 sanık hakkında 10'ar yıl, 54 sanık hakkında üçer yıl, altı sanık hakkında ikişer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat kararı verildi. Dava böyle bitmedi, temyize gidildi. Yargıtay ile Devlet Güvenlik Mahkemesi arasında dolaşan davada cezalar ağırlaştırıldı. 2000’de haklarında idam cezası verilen kişi sayısı 33’tü. İdam cezası kaldırılınca cezalar müebbet hapse çevrildi. Olayların bir numaralı sorumlusu olarak nitelendirilen Sivas Belediye Meclisi Üyesi Cafer Erçakmak, katliamın olduğu kentte, Sivas’ta ölene kadar bulunamadı. Aranan beş sanık ise davanın 13 Mart’ta zamanaşımına düşürülmesiyle resmi olarak ‘aranmaz’ oldu. Sanıkların arandıkları sırada ellerini kollarını sallaya sallaya ortalıkta dolaştıklarına dair pek çok bilgi var. Örneğin, katliam sanığı Muhammed Nuh Kılınç’ın Almanya’da Mannheim’da bir dönerci dükkanı işlettiği basında yer almıştı.

Peki, yargı sürecinden sonra ne oldu? Solingen’de ölen 18 yaşındaki Hatice Genç’in okuduğu okulun önüne “gamalı haçı” parçalara ayıran iki metal figür kondu. Sivas’ta ise 35 insanın yakıldığı Madımak Oteli’nin altına kebapçı açıldı. Solingen’deki saldırıdan sonra Almanya Cumhurbaşkanı cenaze törenine katıldı. Zamanaşımından sonra Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, “Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun'' dedi. Gerçekten bunu mu kastetti yoksa bir dil alışkanlığı mı bilemiyorum.

Başbakan daha birkaç ay önce Almanya’da, Türkiye’den Almanya’ya işçi göçünün 50. yılı nedeniyle yaptığı bir toplantıda, Solingen’i Almanlara hatırlatmıştı. Konu açılmışken, bu sorulara yanıt vermeme üzerine kurulmuş iletişim stratejisi üzerine de birkaç şey söylemek isterim. Sanıyorum bu başbakana verilmiş bir taktik. Başbakanın danışmanları, “size Ermeniler derlerse siz onlara Cezayir deyin. Size Kürtler derlerse siz onlara Solingen deyin. 12 Eylül derlerse 28 Şubat’a konuyu bağlayın” diye Erdoğan’a öğütlemiş olmalılar. Bu taktik halkı uyutmak için yeterli olur ama sadece başbakanın tek başına konuşmacı olduğu yerlerde işe yarar. Belki de o yüzden Başbakan Erdoğan muhalefet liderleriyle teke tek tartışmaktan çekiniyor, kim bilir?

Solingen’de ölen 9 yaşındaki Hülya Genç’in adı Frankfurt’ta bir meydana verildi. Meydanda yine neo-nazilerin simgesi haline gelen “gamalı haçı” çekiçle parçalayan bir adam heykeli var. Genç ailesinin evinin önünde ise ölen her bir kişi için dikilmiş beş adet kestane ağacı bulunuyor.

Sivas’ta ise 35 kişinin yakıldığı otel olaydan tam 17 yıl sonra kamulaştırıldı. Binada katliamda ölenlerin isimlerinin olduğu bir pano var ama o panoya sanki dalga geçer gibi 35 kişiyi yakarken ölen iki kişinin adları da eklendi.

Sivas’ta otelin önünde sadece 150 kişi yoktu. Otelin önünde eyleme karışan binlerce kişi bugün hâlâ serbest. Sivaslıların belki de birçoğu komşularının katil olduğunu biliyor ama kollarından tutup polise götürmüyor. Madımak Oteli’nin önünde toplananlarla aynı sokakta yürüyor, aynı marketten alışveriş yapıyor ve aynı otobüsü paylaşıyor. Bazıları da katillerle aynı yatağı…

Katillerle bir arada yaşamaktan çekinmeyenlere, suçluları bilmesine rağmen, gece uykularında canlı canlı yakılan o masum yüzleri görmeyenlere bilmem ne demeli. Kelimeler, sözler yetersiz kalıyor. Geçmişte dünyanın en kuvvetli faşist diktatörlüklerinden birine sahne olan Almanya bugün başka bir ülke. İngiliz yayın kuruluşu BBC, yıllar önce bir anket yapmış ve Avrupalılara kendilerini ilk önce hangi kimlikle tanımladıklarını (örneğin İngiliz mi yoksa Avrupalı mı) sormuştu. Almanya, Avrupa’da kendisine Avrupalı diyenlerin en çok olduğu ülkeydi. Almanya’nın da hâlâ sorunları var ama milliyetçiliğin, ırkçılığın geldiği nokta bu. Türkiye ise faşizme karşı vermek zorunda olduğu sınavdan kaçmak için türlü bahaneler uydurmaya devam ediyor. Bu nedenle ruhlarını kötülüğe teslim edenlerle birlikte yaşamaya mecbur bırakılıyoruz. Sınavdan kaçarak sınıf atlamak mümkün mü? Böyle bir memleketin sonu hayırlı olabilir mi?

Akkuyu'da nükleer santral için halkın katılımı toplantısı yapılacak

Akkuyu'da kurulmak istenen nükleer santral için bildiğiniz gibi ÇED süreci başladı. 29 Mart'ta Büyükeceli Beldesi, Belediye Düğün Salonu'nda halkın kaılımı toplantısı yapılacak. Aşağıda bilgi notunu bulabilirsiniz. Mersin'deki tüm duyarlı dostların o gün orada olması gerekiyor. Yanlış bilgilendirmeye fırsat vermeyelim.

Bilgi notu aşağıda:

Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş. Tarafından Yapılması Planlanan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesine İlişkin ÇED Sürecine Halkın Katılması Toplantısı İlanı.

Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş. tarafından, Mersin İli Gülnar İlçesi Büyükeceli Beldesi sınırları içerisinde yapılması planlanan ve 4800 MWe kurulu gücünde olan “Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi” ile ilgili olarak 17/07/2008 tarih ve 26939 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nin 9. maddesi uyarınca ÇED sürecine halkın katılımını sağlamak, halkı yatırım hakkında bilgilendirmek, görüş ve önerilerini almak üzere aşağıda belirtilen gün ve yerde “ÇED Sürecine Halkın Katılımı Toplantısı” düzenlenecektir.

İlgilenenlerin katılımını rica ederiz.

NOT; 29/03/2012 tarihinde aşağıda belirtilen yerlerden toplantıya katılmak isteyenler için saat: 08.00 itibari ile proje sahibi tarafından Belediye Binalarının önünden araç kaldırılacaktır.

-Mersin Merkez, Gülnar, Silifke, Bozyazı, Aydıncık, Anamur, Taşucu, Yeşilovacık, Akdere.

FAALİYET SAHİBİ;

Akkuyu NGS Elektrik Üretim A.Ş.
Aziziye Mahallesi Kırkpınar Sokak No:18/5 06650
Çankaya-ANKARA

Telefon Numarası: 0 312 4426000
Faks Numarası: 0 312 4426016


RAPORU HAZIRLAYAN KURULUŞ;


DOKAY-ÇED Çevre Mühendisliği Ltd. Şti.
Ata Mah. 1042.Cadde No:140/A
Dikmen 06460 Çankaya/ ANKARA

Telefon: (312) 475 7131
Faks: (312) 475 7130

TOPLANTI YERİ VE TARİHİ;
Mersin İli Gülnar İlçesi Büyükeceli Beldesi Belediye Düğün Salonu
Tarih: 29/03/2012 – Saat: 10.00
Mersin Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü

İzmir Nükleer Karşıtı Platform nükleer enerjiyi ve depremi tartışıyor

İzmir Nükleer Karşıtı Platform, yarın (14 Mart 2012) Elektrik Mühendisleri Odası İzmir Şubesi'nde bir söyleşi düzenliyor. Nükleer santral konusunda son gelişmelerin ele alınacağı panelde deprem tehlikesi de ele alınacak.

Elektrik Mühendisi Talat Canpolat ve Jeofizik Yüksek Mühendisi Erhan İçöz saat 18:00'de gerçekleştirilecek etkinliğin konuşmacıları. İzmir'de yaşayanlar için nükleer enerji konusunda bilgilenmek için güzel bir fırsat, kaçırmamanızı öneririm. 

İzmir NKP geçen pazar günü de Fukuşima'daki nükleer kazanın yıldönümü nedeniyle bir basın açıklaması yapmış, hükümetin Mersin'de nükleer santral kurma girişiminden vazgeçmesini istemişti. 

Fukuşima'nın yıldönümü ve mühürlü yürekler

Özgür Gürbüz-Birgün / 11 Mart 2011

Bundan tam bir yıl önce Japonya’nın Fukuşima eyaletinde dünya tarihinin gördüğü en büyük nükleer kazalardan biri oldu. 100 bin civarında insan evini terk etmek zorunda kaldı. Yaşadıkları yerlere geri dönebilecekleri şüpheli.

Fukuşima’daki nükleer santraldan suya, toprağa ve havaya radyasyon sızdı. Dünyanın en gelişmiş teknolojilerine, depreme karşı en dayanıklı yapılarına sahip Japonlar, nükleer kaza karşısında çaresiz kaldılar. Bölgede radyasyona bulanmış topraklar tam bir yıldır dozerlerle kamyonlara yükleniyor ve canlı yaşamından uzakta depolanıyor. Fukuşima'da toprak artık nükleer atık muamelesi görüyor. Kirlenmiş alanda tarımsal ve hayvansal üretim yapmak artık mümkün değil. 40 km. çapında bir daire içerisine ise girmek yasak. Alınan 76 gıda örneğinde izin verilen miktarların üzerinde radyasyona rastlandı. İnek etinden levreğe, mantardan domuz etine kadar birçok üründe sezyum, iyot gibi radyoaktif maddelere rastlanıyor. Balık tutmak, yemek ve satmak hayal. Nâzım Hikmet’in ‘Japon Balıkçısı’ şiirinde söylediği gibi:

“Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.”

Fukuşima artık kara bir tabut; Çernobil gibi. Güya insanlığın gelişmesi için yaratılan teknolojik canavarların en sinsisi nükleer santrallar, bulundukları ülkelerin ekonomik ve sosyal çöküntülerinin de mimarı oldular. Fukuşima’da radyoaktif kirlenmeye maruz kalan ve boşaltılan bazı bölgelerde radyasyon seviyesi 510 milisivert/yıl, boşaltılma kararı için gereken rakamın 25 katı[1].

Kazadan sonra hurdaya ayrılan dört reaktörü bugün yeniden yapmaya kalksanız en az 20 milyar dolar harcamanız gerekir. Reaktörlerin içindeki hasarlı yakıtları çıkarmak en iyimser tahminle 10 yıl, tüm söküm işlemlerinin tamamlanması ise 40 yıl sürecek. ABD’deki Üç Mil Adası kazasından sonra yakıtın reaktörden çıkarılması beş yıl sürmüştü. Siz şu satırları okurken, Fukuşima’daki her bir reaktöre tekrar ısınmamaları için saatte 10 bin tona yakın su basılıyor[2]. Tabii, bu rakamlar Japonya gibi elinde tüm teknolojik imkânları bulunduran bir ülke için geçerli. Mersin’de bir kaza olursa bu temizleme çalışmalarının kaç yüz yıl süreceğini varın siz hesap edin. Çernobil’den sonra halka yedirilip içirilen fındık ve çayı düşünün. Mersin’de meydana gelecek kaza sonrası kaç kasa limon, muz yiyeceğinizi yine varın siz hesaplayın. Antalya’da her denize girişinizde ne kadar radyasyona maruz kalacağınızı… Simitle değil geiger cihazıyla yüzersiniz artık.

Japonya, Fukuşima kazasından sonra ülkedeki diğer reaktörlerin hepsini çeşitli güvenlik testlerine tabi tutmaya başladı. Şu anda ülkedeki 50 reaktörden sadece ikisi çalışıyor. Japonya elektriksiz kalmadı, elektrik üretmenin bin bir çeşit yolu var. Siz bizim yetkililere bakmayın, onlara kalsa “biraz radyasyon kemiklere bile iyi gelir”[3]. Japonya kazadan sonra birçok gelişmiş ülke gibi yeni nükleer santral planlarını iptal etti. Kaza öncesi ülke elektriğinin yüzde 30’unu karşılayan nükleer santrallardan 2050’ye kadar tamamen kurtulabilecekler mi, onu tartışıyorlar.

Kazadan bir gün öncesine kadar ülkemizdeki sözde uzmanlar nükleer santral pazarlamakla meşguldü. Sorsaydınız, “Çernobil benzeri bir kazanın tekrar yaşanması mümkün değil” derlerdi. Zaten Çernobil, Rus teknolojisiydi ve bir insan hatası sonucu meydana gelmişti. Dünyadaki tüm reaktörlerin insanlar tarafından tasarlandığını, kaza riskinin hiçbir sanayi tesisinde (uzay mekiklerinde bile ölümcül kazalar oldu) sıfırlanamayacağını bilmesek bu sözde uzmanlara inanırdık. Bu yalanlara yanıt acı bir örnekle geldi, Fukuşima, en yüksek teknolojinin bile nükleer santrallardaki kazaların önüne geçemeyeceğini, insanların hesaplayamadığı birçok tehlikenin var olduğunu bize öğretti. Ne yazık ki hepimize değil...

2 Mart 2012 tarihinde Mersin’in Akkuyu beldesine kurulmak istenen nükleer santralın Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu görüşe açıldı. ÇED raporunun tutar yanı yok. Rapordan daha trajik olan aslında Fukuşima’dan bir yıl sonra nükleer santralda ısrar edenler, onun yok etme gücüne inanmak istemeyenler. Sanki gözleri kör, kulakları sağır; sanki lanetlenmiş gibiler. Hükümete oy veren ve kendilerinin dindar olduğunu söyleyen kesime de şaşıyorum. Onların Kuran’ın genel prensibini, bir şeyin zararı yararından daha fazlaysa o şeyin haram kabul edileceğini, yani nükleer enerjinin haram olduğunu bilmeleri gerekmez mi? Sesleri çıkmıyor. Gözleri kör, kulakları sağır ve yürekleri de mühürlü.

[1] One Year After Fukushima, Sharon Squassoni and Andrew Noble, CSIS, 7 Mart 2012.
[2] UAEA, Fukuşima Dayçi durum raporu, 23 Şubat 2012.
[3] Kenan Evren, dönemin Cumhurbaşkanı.