Özgür Gürbüz-BirGün / 21 Ağustos 2025
![]() |
Foto: Landon Parenteau on Unsplash |
Orman yangınlarıyla ilgili söylemlerde de aynı motivasyonu görüyoruz. Veriler bize yangınların yüzde 90’ının insan eylemleriyle başladığını söylüyor. İletişimdeki özensizlik nedeniyle çoğu insan yangınları art niyetli insanların çıkardığını düşünüyor. Böyle olunca da ne ormanları ranta açan, iklimi değiştiren siyaset değişiyor ne de bizim siyasi ve bireysel tercihlerimiz.
İletişimdeki özensizliği de açayım. “Yüzde 90’ı insan kaynaklı” dediğimizde çoğu kişi bunu, ‘orman yangınlarının yüzde 90’ını insanlar yakıyor’ diye anlıyor. Halbuki iklim değişikliği kaynaklı sıcak hava dalgaları nemi azaltıyor, ortamı hazırlıyor, insan faaliyetleri yangını başlatıyor. Hangi insan faaliyetleri?
2024 yılında çıkan 3797 yangının yüzde 30’unun nedeni bulunamamış. Yüzde 7’ye yakını anız yakmadan, yüzde 6’sı avcılık ve çoban ateşinden, yüzde 2,7’si ise sigara izmaritinden çıkmış. Kasıtlı başlatılan yangınların oranı ise sigara izmaritine çok yakın; yüzde 3. Enerji tesisleri kaynaklı yangınların payı da avcılık kadar. Ormanların yanmasında anız yakma ve enerji kadar paya sahip olan avcılık ya da kasıtlı yangınlar kadar paya sahip sigara izmariti meselesinin gündeme gelmemesi garip değil mi?
Görüldüğü gibi işi bir ‘meczuba’ yükleyince sistemsel bir eleştiri ve değişiklik şansı kalmıyor. Herkesin de işine geliyor sanki bu durum. Avcılık eleştirisi yok, sigara izmaritlerinin gelişi güzel her yere atılması eleştirisi yok. Sistemsel eleştiri ise hiç yok. Çalışan ve ekipman yetersizliği, orman alanlarının tahribatı, enerji hatlarındaki bakımsızlık ve yangınların hazırlayıcısı iklim krizi gündem dışı. Öyle ya, insanlar bir bidon benzin alıp ormanları yakacak kadar kötüyse başka bir neden aramaya gerek var mı? Hükümeti de bireyleri de değişime zorlayacak toplumsal baskı yangınlardan önce suçu bir kişiye atarak söndürülüyor.
Kasıt arıyoruz ki daha çetrefilli sorunlarla uğraşmayalım. Petrol, kömür ve gaz kullanımını azaltmayı, enerjiyi verimli kullanmayı, tüketim toplumundan ekolojik topluma geçmeyi konuşmak önemsiz hale geliyor. Belki de bu ekolojik dönüşümün daha zor olduğuna hatta imkansız olduğuna inanıyoruz ya da dönüşümün kaçınılmaz olduğunu kabul etmiyoruz. Hayat kısa, bizden sonrası umurumda değil diyor da olabiliriz. Öyle söylemesek de yaşamaya gelince biz de eleştirdiklerimiz gibi yaşıyor olabiliriz.
Açık Semalar Anlaşması gibi iklimle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir konuyu, kimyasal madde püskürtmeyle ilişkilendirmeye çalışarak saçma sapan komplo teorileri üretmeyi seviyoruz. Ormanları lazerle yaktıklarını bile iddia edebiliyoruz. Bütün bu bilimi inkâr eden komplo teorilerini sosyal medyada paylaşmaktan, eşe dosta anlatmaktan hiç çekinmiyoruz. Bu garip davranışın bilime uzaklık, cahillik, araştırma yeteneğine sahip olmamak gibi nedenleri olabilir ama sadece bunlarla açıklanamaz. İşin içinde, belki de bilinç altında değişimden kaçmak veya korkmak yatıyor.
O zaman bize düşen, değişimin insanları korkuttuğu gerçeğini hesaba katıp, çözümün hiç de düşündükleri kadar zor olmadığını anlatmak olmalı. Fosil yakıt imparatorluğundan güneş cumhuriyetine geçmenin insanların hayatını zorlaştırmayacağını, kapitalizmden paylaşımcı bir ekonomiye geçmenin toplumun her kesimini mutlu edeceğini tam anlamıyla tasvir etmeli, gerektiğinde örnekleriyle göstermeliyiz. Çalışma saatlerini azaltmanın işsizlik, petrolsüz bir dünyanın evde oturmak, lüksten uzak durmanın yoksulluk anlamına gelmediğini anlatmalıyız. Mutluluğun yeni bir telefon ya da pantolonla satın alınmadığını ama paylaşıldığını tüm dostların kulağına fısıldamalıyız. Gezegenin kaynaklarının değil 8 milyar insana, 18 milyar insana da yetebileceğini asıl derdimizin bir insanın 180 insan kadar tüketmesi olduğunu verilerle açıklamalıyız.
Nobel ödüllü bilim insanı Marie Curie’nin dediği gibi, “Hayatta korkulacak bir şey yok, sadece anlaşılması gerekir. Şimdi daha fazla anlamanın zamanı, böylece daha az korkabiliriz”. Anlamak ve anlatmak zorundayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder