Özgür Gürbüz-Birgün / 11 Mart 2011
Bundan tam bir yıl önce Japonya’nın Fukuşima eyaletinde dünya tarihinin gördüğü 
en büyük nükleer kazalardan biri oldu. 100 bin civarında insan evini terk etmek 
zorunda kaldı. Yaşadıkları yerlere geri dönebilecekleri 
şüpheli.
Fukuşima’daki nükleer santraldan suya, toprağa ve havaya 
radyasyon sızdı. Dünyanın en gelişmiş teknolojilerine, depreme karşı en 
dayanıklı yapılarına sahip Japonlar, nükleer kaza karşısında çaresiz kaldılar. 
Bölgede radyasyona bulanmış topraklar tam bir yıldır dozerlerle kamyonlara 
yükleniyor ve canlı yaşamından uzakta depolanıyor. Fukuşima'da toprak artık 
nükleer atık muamelesi görüyor. Kirlenmiş alanda tarımsal ve hayvansal üretim 
yapmak artık mümkün değil. 40 km. çapında bir daire içerisine ise girmek yasak. 
Alınan 76 gıda örneğinde izin verilen miktarların üzerinde radyasyona rastlandı. 
İnek etinden levreğe, mantardan domuz etine kadar birçok üründe sezyum, iyot 
gibi radyoaktif maddelere rastlanıyor. Balık tutmak, yemek ve satmak hayal. 
Nâzım Hikmet’in ‘Japon Balıkçısı’ şiirinde söylediği gibi:
“Balık tuttuk 
yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından 
giren ölür.”
Fukuşima artık kara bir tabut; Çernobil gibi. Güya 
insanlığın gelişmesi için yaratılan teknolojik canavarların en sinsisi nükleer 
santrallar, bulundukları ülkelerin ekonomik ve sosyal çöküntülerinin de mimarı 
oldular. Fukuşima’da radyoaktif kirlenmeye maruz kalan ve boşaltılan bazı 
bölgelerde radyasyon seviyesi 510 milisivert/yıl, boşaltılma kararı için gereken 
rakamın 25 katı[1].
Kazadan sonra hurdaya ayrılan dört reaktörü bugün 
yeniden yapmaya kalksanız en az 20 milyar dolar harcamanız gerekir. Reaktörlerin 
içindeki hasarlı yakıtları çıkarmak en iyimser tahminle 10 yıl, tüm söküm 
işlemlerinin tamamlanması ise 40 yıl sürecek. ABD’deki Üç Mil Adası kazasından 
sonra yakıtın reaktörden çıkarılması beş yıl sürmüştü. Siz şu satırları okurken, 
Fukuşima’daki her bir reaktöre tekrar ısınmamaları için saatte 10 bin tona yakın 
su basılıyor[2]. Tabii, bu rakamlar Japonya gibi elinde tüm teknolojik imkânları 
bulunduran bir ülke için geçerli. Mersin’de bir kaza olursa bu temizleme 
çalışmalarının kaç yüz yıl süreceğini varın siz hesap edin. Çernobil’den sonra 
halka yedirilip içirilen fındık ve çayı düşünün. Mersin’de meydana gelecek kaza 
sonrası kaç kasa limon, muz yiyeceğinizi yine varın siz hesaplayın. Antalya’da 
her denize girişinizde ne kadar radyasyona maruz kalacağınızı… Simitle değil 
geiger cihazıyla yüzersiniz artık.
Japonya, Fukuşima kazasından sonra 
ülkedeki diğer reaktörlerin hepsini çeşitli güvenlik testlerine tabi tutmaya 
başladı. Şu anda ülkedeki 50 reaktörden sadece ikisi çalışıyor. Japonya 
elektriksiz kalmadı, elektrik üretmenin bin bir çeşit yolu var. Siz bizim 
yetkililere bakmayın, onlara kalsa “biraz radyasyon kemiklere bile iyi 
gelir”[3]. Japonya kazadan sonra birçok gelişmiş ülke gibi yeni nükleer santral 
planlarını iptal etti. Kaza öncesi ülke elektriğinin yüzde 30’unu karşılayan 
nükleer santrallardan 2050’ye kadar tamamen kurtulabilecekler mi, onu 
tartışıyorlar.
Kazadan bir gün öncesine kadar ülkemizdeki sözde uzmanlar 
nükleer santral pazarlamakla meşguldü. Sorsaydınız, “Çernobil benzeri bir 
kazanın tekrar yaşanması mümkün değil” derlerdi. Zaten Çernobil, Rus 
teknolojisiydi ve bir insan hatası sonucu meydana gelmişti. Dünyadaki tüm 
reaktörlerin insanlar tarafından tasarlandığını, kaza riskinin hiçbir sanayi 
tesisinde (uzay mekiklerinde bile ölümcül kazalar oldu) sıfırlanamayacağını 
bilmesek bu sözde uzmanlara inanırdık. Bu yalanlara yanıt acı bir örnekle geldi, 
Fukuşima, en yüksek teknolojinin bile nükleer santrallardaki kazaların önüne 
geçemeyeceğini, insanların hesaplayamadığı birçok tehlikenin var olduğunu bize 
öğretti. Ne yazık ki hepimize değil...
2 Mart 2012 tarihinde Mersin’in 
Akkuyu beldesine kurulmak istenen nükleer santralın Çevre Etki Değerlendirme 
(ÇED) Raporu görüşe açıldı. ÇED raporunun tutar yanı yok. Rapordan daha trajik 
olan aslında Fukuşima’dan bir yıl sonra nükleer santralda ısrar edenler, onun 
yok etme gücüne inanmak istemeyenler. Sanki gözleri kör, kulakları sağır; sanki 
lanetlenmiş gibiler. Hükümete oy veren ve kendilerinin dindar olduğunu söyleyen 
kesime de şaşıyorum. Onların Kuran’ın genel prensibini, bir şeyin zararı 
yararından daha fazlaysa o şeyin haram kabul edileceğini, yani nükleer enerjinin 
haram olduğunu bilmeleri gerekmez mi? Sesleri çıkmıyor. Gözleri kör, kulakları 
sağır ve yürekleri de mühürlü.
[1]              One Year After Fukushima, 
Sharon Squassoni and Andrew Noble, CSIS, 7 Mart 2012.
[2]              
UAEA, Fukuşima Dayçi durum raporu, 23 Şubat 2012.
[3]              Kenan 
Evren, dönemin Cumhurbaşkanı.
 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder