Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Çevre için kamu 50, özel sektör 18 milyar euroluk yatırım yapması gerekli
Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi - Analiz / 18 Aralık 2005
Müzakere sürecinin başlamasıyla Türkiye yeni bir sürece girdi. Avrupa Birliği'ne (AB) uyumlaştırılması gereken mevzuatımızın içinde 300 AB direktifine sahip çevre mevzuatı, müktesebatın büyük bir bölümünü oluşturuyor. Çevre ve Orman Bakanlığı verilerine göre, şu ana kadar yüzde 40'ı uyarlanmış durumda. Direktiflerin sanayi ile ilgili olanlarının ise şimdiye kadar beşte birinden daha azı uyarlanmış. En çok ilerlemenin kaydedildiği konu başlığı olan atıklarda bu oran, yarının üzerine çıkıyor. Müktesebatın uyumlaştırılmasının 2010 yılına kadar bitirilmesi hedefleniyor.
Asıl sorun sadece yeni yönetmelik ve kanunlarla AB standartlarını yakalamak olsaydı Türkiye'nin işi çok da zor olmayabilirdi. Müktesebatın değişmesiyle beraber, sanayici ve yatırımcıların uymak ve uygulamak zorunda kalacakları birçok yeni yasa ve yönetmelik, işletmelerin büyük miktarlarda yatırım yapmalarını gerektirecek. Yeni atık su arıtma tesislerinden, hava kalitesinin korunmasına, tehlikeli atıkların berterafından, iklim değişikliğine kadar pek çok konuda yapılacak yatırımların mali değeri Çevre Bakanlığı tarafından 68 milyar euro olarak hesaplanmış. Kamu sektörü 50 milyar euro, özel sektör ise 18 milyar euroyu gözden çıkarmak zorunda. Kamu sektörü için harcanması gereken 50 milyar euronun 35 milyarı içme suyu ve atıksu, 13 milyarı katı atıklar ve 2 milyarı da hava kirliliğiyle ilgili konulara ayrılacak. Özel sektörün en büyük kalemi ise 14 milyar euroyla entegre kirlilik önleme ve kontrol. Endüstriyel atık sular için 1.7 milyar, çiftlikler için 1 ve hava kirliliği için 800 milyon euroluk bir miktar da özel sektörün cebinden çıkacak.
AB standartına 2023'te ulaşabiliriz
Bakanlık bu projeksiyonu yaparken 2014 yılında Türkiye'nin topluluğa üye olacağını öngörmüş ve 2013'e kadar Polonya, Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerin standartlarına ulaşmak için 35 milyar euroya gerek duyulduğunu hesaplamış. Türkiye'nin Avrupa'nın gelişmiş ülkelerindeki çevre standartlarına ise 2023 yılında ulaşacaklarını hesaplayan Çevre Bakanlığı, 2013-2023 yılları arasında bir 35 milyar euroya daha ihtiyaç olduğunu söylüyor. Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, ilk 35 miyarın 5-6 milyarının AB hibe ve fonlarından sağlanacağını, geri kalan 30 milyar euroluk rakamın ise özel sektör, yerel yönetimler ve merkezi hükümet arasında eşit olarak paylaşılması gerektiğine dikkat çekmişti. İşin mali yükü de bürokrasisi kadar büyük olunca, Türkiye bu uyumlaştırma sürecini elinden geldiğince uzun vadeye yaymaya çalışacak.
Yatırımların hayata geçirilmesi için gerekli kaynakların yaratılması en önemli konulardan biri. Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar yardımcısı Hasan Zuhuri Sarıkaya, GSMH'dan ayrılacak binde 7'lik bir kaynağın hibe ve kredilerle birlikte sorunun üstesinden geleceğini söylüyor. Yıllara göre bakıldığında 2006 yılında kamu sektörünün yatırım ihtiyacı 1 milyar 250 milyon euro civarında. Bunun büyük bir bölümünün bütçeden karşılanması planlanırken, kredi ve hibeler toplam rakamın 3'te 1'ine denk geliyor. Üyeliğin gerçekleşmesi umulan 2014'ten sonra ise kamu sektörü yatırım ihtiyacı yılda 3 milyar eurolara buluyor. 2015'te hibelerin 1 milyarı geçmesi beklenirken kredilerin payının da 500 milyon euroyu geçmesi bekleniyor.
Belediyelerin durumu kritik
Kamu kuruluşları içinde belediyelerin durumu oldukça kritik. Hasan Sarıkaya, orta ve küçük ölçekli yerleşme yerlerinde belediyelerin gelirleri giderlerinden az, burada bir sorun var diyor ama sorunun kurumsal düzenlemelerle halledilebileceğini de ekliyor. Sarıkaya, "Türkiye'nin AB Çevre Ajansı'na üyelik aidatı olarak 3 milyon euro ödüyor. Ajans'tan Türkiye'ye gelen para ise 300-400 bin dolar" diyerek finasmanın ülke içinde yaratılmasının önemine değiniyor. Belediyelerin sorunları hakkında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Geliştirme Daire Başkanı Mahmut Sümer, çöplerin yüzde 15'inin ambalaj atığı olduğunu ve toplanamayan çöplerin yarattığı maliyetin ürünlere yansıtılması gerektiğini söylüyor. Atık sorunun en başta bir atık envanterinin olmamasından kaynaklandığını söyleyen Sümer, sanayi atıkları için büyük bir tesisin olmamasını ve çöplerin içindeki ağır metallerin en büyük sorun olduğunu söylüyor. İstanbul Teknik Üniversitesi Doç Dr. Erdem Görgün ise gereken 70 milyar euroluk rakamın ülke içi kaynaklardan sağlanması gerektiğini söyleyerek, geçmişte atık su arıtma projeleri gibi birçok projeye yabancı firmalar tarafından yüksek fiyatlar verildiğine dikkat çekiyor.
İSO Başkanı Tanıl Küçük
Batılı sanayiciler kazar zarar vermedik
İstanbul Sanayi Odası (İSO), çevre konusunda çok hassas bir kuruluş, Çevre Bakanlığı'ndan önce Çevre Şubesi'ni kurmuş daha sonra Çevre ihtisas Kurulu'nu kurmuş. Tüm bunlar bizim çevre konusunda ne kadar duyarlı olduğumuzun bir göstergesi. Çevre konusunda bahsedilen rakamlar çok izafi. Çevre Bakanı Osman Pepe, bu rakamın 35 milyar euro olduğunu, bunun yüzde 10-15'inin AB, kalanın da kamu ve özel sektör tarafından karşılanacağını söyledi. Müzakere sürecini doğru anlamamız lazım. Bu bir mazeret değil ama Türk sanayici bir batılı kadar çevreye zarar vermedi. Çevreden o kadar büyük boyutta rant elde etmedi. Bu rantı yaratmamış bir sanayiden, çevreyi korumak adına, gelişmiş ülkelerdeki sanayinin karlılık gücüne eriştiğini kabul ediyorsunuz ve bu kaynağı yaratmasını istiyorsunuz. Bu gerçekçi değil ama biz bunu yapacağız. Bunu yaparken sorunumuzu iyi anlatmak, geçiş sürecini uzun vadeye yaymak gerek. Yapmamak anlamında değil, gücünüze uygun hareket etmek anlamında. Dış kaynağı da daha fazla artırmak zorundayız. Büyük şirketlerimizin dışında, bilhassa KOBİ'lerimizin çevre konusunda AB'ye hazır olduğunu söylemek pek gerçekçi olmaz.
Yeşim Tekstil, Kalite ve Sosyal Uygunluk Müdürü Yasemin Başar
Hazır giyim sektörü fazla sorun yaşamaz
Tekstil sektörü içinde "hazır giyim" ve "örme" konusunda üretim yapanlar, AB sürecinde çok büyük sorun yaşamazlar. Özellikle hem atık suyun hem de hava kirliliğine neden olan kimyasalların kullanıldığı boyahaneleri olan işletmeler, ilgili izinleri almadıkları takdirde sorun yaşarlar. Sosyal uygunluk, iş sağlığı, iş güvenlik konusunda bir takım taahhütler isteniyor ve denetlemeler yapılıyor. Bu standartların sağlanırsa karşınıza çıkabilecek tarife dışı engellerle karşılaşmazsınız. Bu standartlara sahip olmanız ihracatınızı artırmaktan öte sizin ihracat yapmanıza olanak sağlar, bu belgeleriniz yoksa zaten sipariş alamazsınız. Yeşim Tekstil'in iş sağlığı, iş güvenliği, çevre ve iş kanunumuz AB'ye tamamen uyumlu hale getirildi. Atık su deşarj ve emisyon izinlerimiz var. Bu iki izne sahip olmak zaten AB'ye uyumlu çalıştığınızı ispatlıyor demektir. Müşterilerimizden biri Nike ve Nike arıtma tesisi olmayan bir işletmeyle çalışmaz.
Yatırım senaryosu
* 2006 yılında kamu sektörünün yatırım ihtiyacı 1 milyar 250 milyon euro civarında.
* Üyeliğin gerçekleşmesi umulan 2014'ten sonra kamu sektörü yatırım ihtiyacı yılda 3 milyar euro.
* 2006-2009 yılları arasında kamu sektörü, su, hava ve atık konularında 7 milyar euroluk yatırıma ihtiyaç duyuyor. Aynı dönemde özel sektörün ihtiyacı 5 milyar euro civarında olacak.
* 2015-2019 arasında kamuda 16, özel sektörde yatırımlar 5 milyar euroyu bulacak. Kamu sektöründe suyla ilgili konularda yapılacak yatırımın bedeli 11 milyar euro.
* 2020-2024 arasında 17 milyar euro daha harcanacak.
* 2025-2029 arasında ise AB standartlarına ulaşılacağı tahmin edildiğinden toplam yatırım miktarı 1 milyar euronun altında kalacak.
Ülkelere göre çevre yatırımları
Ülke / Yatırım maliyeti(milyon euro) / Nüfus (onbin kişi)
Bulgaristan / 8,61 / 7,5
Çek Cum. / 6,600-9,400 / 10,2
Estonya / 4,406 / 1,3
Macaristan / 4,118-10,000 / 10
Latviya / 1,480-2,360 / 2,3
Litvanya / 1,6 / 3,6
Polonya / 22,100-42,800 / 38,6
Romanya / 22 / 22,3
Slovakya / 4,809 / 5,4
Slovenya / 2,43 / 2
Türkiye / 65,000-68,000 / 69,7
Müktesebettaki konular
Dikey
* Hava ve su kirliliğine karşı alınan önlemler
* Atık Yönetimi
* Endüstriyel Kirlilik ve risk yönetimi
* Doğanın korunması
* Kimyasal maddeler ve genetik olarak yapısı değiştirilmiş organizmalar
* Çevresel gürültü yönetimi
* Nükleer güvenlik ve radyasyondan korunma
Yatay
* Aarhus Konvansiyonu
* Çevre Konusundaki Bilgilere Ulaşım Direktifi
* Raporlama Direktifi
* LIFE Tüzüğü
* Avrupa Çevre Ajansı
Deriner Barajı'nın maliyeti 3 kat arttı
Özgür Gürbüz - Referans /12 Aralık 2005
İnşaatına 1993 yılında başlanan Deriner Barajı ve Hidroelektrik Santrali için ilk belirlenen keşif bedeli 125 milyonu yol relakasyon olmak üzere 840 milyon dolardı, barajın inşaası için 715 milyon dolar yeterli görülmüştü. 2005 yılında bitmesi gereken ve son 3 yıl içinde ödeneklerin düzenli ödenmesine rağmen bitirilemeyen projeye Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) rakamlarına göre 2005 yılına kadar 1 milyar 721 bin 566 YTL (1 milyar 271 milyon dolar) harcanmış. Projenin gecikmesiyle beraber yapılan bir ikinci keşif artışında projenin yatırım ihtiyacı 1.7 milyar dolara yükseltilmiş. DPT'nin Dokuzuncu 5 yıllık kalkınma planları için yaptığı en son hesapta projenin bitiş tarihi 2009'a uzatılıyor ve proje tutarı 2 milyar 600 milyon dolara çıkarılıyor.
670 MW'lık kurulu güce sahip olan ve yılda 2.1 milyar kilovatsaat (kws) elektrik üretecek olan Deriner Barajı, en iyi olasılıkla 4 yıllık bir gecikmeyle devreye girecek ve ilk keşif bedeli olan 840 milyon doların yaklaşık 3 katına mal olacak. Devlet Planlama Teşkilatı'nın 2005 yılı kamu yatırımlarında Deriner Barajı'nın proje bedeli 2 milyar 941 milyon Yeni Türk Lirası, yani 2 milyar 186 milyon dolar olarak belirlenmiş. Bu da 2005 yılında 2 milyar 186 milyon dolara bitirilmesi umulan projenin bir yıl içinde 400 milyon dolar kadar daha pahalandığını gösteriyor.
Ankara Üniversitesi öğretim üyesi ve RESSİAD (Rüzgar Enerjisi ve Su Santralları İşadamları Derneği) Başkanı Prof. Dr. M. Özcan Ültanır, Deriner projesinin fizıbıl olması, geri ödeme sağlayabilmesi için bu santralin enerji satış fiyatının 25 sent/kWs'in üstünde olması gerektiğini, aksi halde birikmiş borç tutarının azalmayacağını söylüyor. Ültanır, "2 milyar 600 milyon doları , yıllık üretimi olan 2.1 milyar kws'e bölünce, yatırım öncesi birikmiş birim üretim maliyeti, amortisman süresi için 124 sent/kWs olur. Bu maliyete, yatırım dönemi faizlerini eklediğimizde maliyet muhtemelen iki katına, yani 250 sent/kws'e çıkacak. Bu rakamı amorti edebilmek için seçilecek süre 15 yıl, ödenecek reel faiz de %10 alınırsa, enerji satış bedeli kilovatsaat başına 31 sent'i buluyor. Her halükarda, amortisman suresi 50 yıl bile olsa, %10 reel faiz ödenen ülkemizde bu santralin kilovatsaat satış fiyatının 25 sent'in üstünde olması gerek" diyor. Projenin özel sektörün elinde 500 milyon doları baraj yapısı ve en fazla 100 milyon doları yol relakasyonu olmak üzere 600 ya da beklenmeyen giderlerle en fazla 700 milyon dolar maliyetle gerçekleştirilebileceğini de öne süren Ültanır, "Bazı kesimlerin diline sakız olan kamu yararı da bunu gerektiriyor" diyor. Ültanır, "Hesaplanan bu 2.6 milyar dolar içinde kredi faizleri de herhalde yoktur. Tabii, para Babacan Hazine'sinden çıkarsa, sıfır maliyetle EÜAŞ'a devredilirse Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı işletme giderlerine bakarak üretim maliyeti kilovatsaat başına 0.2 sent der ve elektriğe zam yapma gereğini bile duymaz. Vatandaşın verdiği vergiler de çarçur edilmiş olur" yorumunu yapıyor. M. Özcan Ültanır, özel sektörün 600-700 milyon dolara bitirebileceği Deriner Barajı ve HES projesinin, yüksek eskalasyon sonucunun da her şeyden önce korkunç yüksek olan DSİ birim fiyatlarıyla iş yapıldığı için ortaya çıktığını söylüyor. Ültanır, "DSİ'nin birim fiyatları korkunç yüksek. Müteahhitler, baraj yapımında DSİ'den bir işi alabilmek için baştan yüzde 50 civarında fiyat kırıyorlar ve buna rağmen de kar ediyorlar. İkili anlaşmayla yapılan bir barajda ise tüm fiyatlar DSİ birim fiyatları üzerinden hesaplanıyor. Ayrıca DSİ birim fiyatları da hep Türk Lirası üzerinden hesaplanıyor. Sonuçta YTL'deki aşırı değer artışı da göz önüne alınınca YTL’den dolara çevrilen maliyetler de çok yükseliyor. Büyük eskalasyon miktarı da buradan çıkıyor. Özel sektör yapsaydı DSİ birim fiyatları kullanılmayacaktı, maliyetler YTL üzerinden değil doğrudan dolar üzerinden hesaplanacaktı ve böyle acayip eskalasyon değerleri ile de karşılaşılmayacaktı" diyor.
Barajlar ve HES Daire Başkanı Ali Haydar Şahin, bahsedilen rakamın alt projeleri de kapsadığını ve konunun spekülasyon amaçlı gündeme getirildiğini söylüyor. Deriner Barajı'nın şu andaki tesis bedelinin 1 milyar 350 milyon dolar civarında olduğunu söyleyen Şahin, "Deriner Barajı'nı yaptığımız alan Karadeniz gibi coğrafyası çok çetin olan bir bölge. Göl alanına su topladığınızda su altında kalacak yolları yeniden köprü ve viyadüklerle inşaa etmeniz gerek. 60 kilometrelik yollar da bu projenin içinde. Karadeniz'de 1 km. yol yapmak için 5 milyon dolar harcamak zorundasınız. 1 milyar dolara baraj çıkıyor, 300 milyon dolar da yollara gidiyor" diyor. Barajın, 250 metrelik çok yüksek beton bir baraj olduğunu ve eskalasyon artışlarının dikkate alınmadığını söyleyen Şahin, 720 milyon dolarlık ilk keşif bedelinin bazı kazılar yüzünden 900'e çıktığını ancak para bulunamadığını söylüyor. Şahin, "Hem para bulunamadı hem de barajın bitmesiyle eşgüdüm sağlanamayacaktı. Yani, yollar bitmediğinden, vatandaşın geçmesi için baraj bitse bile su tutulamayacaktı. Bu yüzden de Borçka, Muratlı ve Deriner'in yolları bizim projelerimize dahil edildi. Bunun dışında 20 km.'lik daha ihale edilmemiş bir yol var ve bu 1 milyar 350 milyonluk rakamın içinde doların artışı yok" açıklamasını yaptı. Büyük hidroelektrik projelerinin ilk yatırım maliyetlerinin fazla ama üretim maliyetlerinin çok düşük olduğunu söyleyen Barajlar Daire Başkanı, "Bu baraj 80-90 yıl elektrik üretecek ve 2009 yılında bitecek. Uzamasının nedeni kredi kuruluşlarıyla hükümetler arasında süren pazarlıklar. Gövde betonu dökülmeye başlamak üzere. Tüm dünya baraj yapmayalım diye uğraşıyor, DSİ'nin yaptığı her işi kötülemeye çalışıyorlar. Biz, Türkiye, enerji darboğazını kendi özkaynaklarıyla aşsın, dışa bağımlı olmasın diye uğraşıyoruz" dedi.
Türkiye'nin en büyük hidroelektrik barajı olan Atatürk Barajı'nın inşaatı 1981 yılında ilk derivasyon tünellerinin açılmasıyla başlamıştı. 11 yıl sonra açılan ve ilk elektrik üretimini 1992 yılında gerçekleştiren Atatürk Barajı 4 milyar dolara mal oldu ve 2400 Megavat'lık(MW) kurulu gücüyle Deriner Barajı'nın 4 katı elektrik üretim kapasitesine sahip. Deriner Barajı diğer iki baraja göre daha yüksek ve 250 metrelik yüksekliğe sahip, Birecik 53, Atatürk ise 170 metre yüksekliğinde ama Atatürk Barajı da 84 milyon 400 bin metreküplük gövde hacmiyle dünyanın en büyük baraj gövdelerinden birine sahip. Deriner'in gövde hacmi ise 3,2 milyon metreküp. Türkiye'nin ilk yap-işlet-devret hidroelektrik santrali olan Birecik Barajı, Deriner Barajı'yla hemen hemen aynı güce sahip ve 672 MW'lık kurulu gücüyle yılda 2 milyar 516 milyon kilovatsaatlik elektrik üretiyor. 3,5 yıl gibi kısa bir sürede bitirilen Birecik Barajı'nın maliyeti 1 milyar 400 milyon dolar (2,3 milyar Alman Markı). Kulislerde konunun Başbakan Erdoğan'a DPT yetkilileri tarafından iletildiği haberi dolaşıyor.
TEİAŞ rüzgara tedbirli bir "yeşil ışık" yakıyor
Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Aralık 2005
Bundan birkaç ay öncesine kadar rüzgar santrali kurmak için yapılan 4000 megavatlık (MW) başvuruların sadece 1350'sine lisans verilmiş, EPDK (Enerji piyasası Denetleme Kurulu) Başkanı Yusuf Günay da bunun nedenini (bize) TEİAŞ plancılarının 1500MW'lık bir yükü tolere edebileceklerini söylemeleri olarak açıklamıştı. Günay, yılbaşına kadar ülkenin kaldırabileceği rüzgar yükünün ne kadar olduğunu TEİAŞ'tan hesaplamalarını istediklerini de sözlerine eklemişti. TEİAŞ'ın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın talep tahminlerine göre yaptığı çalışmada 2013 yılına kadar 3000MW'lık bir rüzgar gücünün önü açılmış gözüküyor.
TEİAŞ Genel Müdür Yardımcısı Halil Alış, 2007-2020 yılları arasında rüzgar enerjisi için her yıl 125MW'lık yeni kurulu güç öngördüklerini ama bu rakamların değişebileceğini, rüzgarın payında artış olursa diğer kaynaklarda yapılacak indirimle yine aynı hedefe ulaşılabileceğini belirtti. Türkiye'nin UCTE'ye (Elektrik İletimi Koordinasyon Birliği) bağlanmak için çalışmalar yürüttüğünü ve 14 ay sonra alınacak sonuçların, sistemin ne kadarlık bir rüzgar gücü kaldıracağı konusunda fikir vereceğini söyleyen Alış, "UCTE içinde de puant saatin yüzde 5'i oranında bir rüzgar gücü düşünülmüş ama o da çok belli değil" açıklamasını yaptı. EPDK'nin yeni lisanslar için TEİAŞ'la görüştüğü, TEİAŞ'ın da buna çok soğuk bakmadığı kulislerde konuşuluyor. Yatırımcı ve bürokratların üzerinde hemfikir olduğu nokta lisans verilen projelerin hayata geçmesi halinde herşeyin daha da netleşeceği.
Salahattin Baysal, "125 MW'lık rüzgar enerjisi yeterli değil ama bu konuda bir büyük savaş yapılması taraftarı da değiliz" diyor. Rüzgar Enerjisi Santralları Yatırımcıları Dernegi (RESYAD) Başkanı Baysal, "Öncelikle lisans verilen projeler içinde gerçekleşmeler olmalı. TEİAŞ'a Trakya'da ve Çeşme'de aynı anda rüzgarın kesilmeyeceğini ya da şiddetli rüzgar yüzünden türbinlerin durmasının Çanakkale'den İskenderun'a kadar aynı anda olmayacağını göstermeliyiz" diyor. Baysal, EPDK'nin bakanlıkça hazırlanan projeksiyonu dikkate alarak lisans vermesi gerektiğini, bu projeksiyonun alt yapısını TEİAŞ'ın hazırladığını ve sistemde bir değişiklik olmadığı takdirde 2020 yılına kadar 3000 megavat rüzgar enerjisinin sisteme bağlanabileceğinin belirlendiğini belirtiyor. Baysal, "Bir ülkenin enerjisinin ne kadarının yerli ne kadarının yabancı, ne kadarının rüzgar ne kadarının hidroelektrik olacağı bir politik iradenin kararıdır; siyasi bir tercihtir. Ben yenilenebilir enerji kaynaklarının uzun dönemde en ucuz kaynaklar olduğu ve dışa bağımlı olmadığı için tercih edileceğini düşünüyorum. Uzun dönemde ne nükleer ne doğalgaz bizden daha ucuz, diğer kaynakların çevresel/sosyal maliyetlerini eklemesek bile" yorumunu yapıyor.
Uçakların egzoz gazına kota bilet fiyatlarını 9 euro artıracak
Uçakların motorlarından çıkan karbondioksit oranına gelecek kota hem havayolları şirketleri arasında 'karbon borsası' kurulmasına hem de uçak fiyatlarının yükselmesine yol açacak.
Özgür Gürbüz - Yeni Aktüel Dergisi / 26 Nisan - 3 Mayıs 2007
Kyoto Protokolü'nün 16 Şubat'ta yürürlüğe girmesinin ardından sera gazı emisyonlarını düşürmek için devreye soktuğu mekanizmalardan biri olan emisyon ticareti, Avrupa Birliği (AB) içinde Ocak 2005'ten itibaren çalışmaya başladı. Buna göre firmalara atmosfere saldığı sera gazı oranlarına sınır değer getiriliyor. Bu kotaların altında ya da üstünde kalan miktarların serbest piyasada satılıyor. AB, halihazırda sistem içinde yer alan çimento, demir-çelik, enerji üreticileri gibi enerji yoğun işletmelere, 2008'den itibaren havayolu şirketlerini de ekleyecek.
Komisyon ilk olarak 5 bin 600 AB vatandaşı ile 200 organizasyonun görüşlerini aldı ve yüzde 82'si havayolu şirketlerine de kota konmasına sıcak baktı. Çevre komisyonu üyesi Stavros Dimas sonuçları, havacılık sektörünün sera gazı emisyonlarını azaltmasını, "fiyat artışına yol açsa bile gerekli bir adım olarak düşünenlerin geniş bir kitleyi oluşturduğu savı"nı pekiştiren bir gösterge olarak yorumladı. İstatistikler de Dimas'ı yanıltmıyor. AB içinde 1990 yılından 2003 yılına kadar olan sürede hava taşımacılığından kaynaklanan sera gazlarının oranı yüzde 73 arttı. Yine Temmuz ayında hazırlanan 245 sayfalık "Emisyon Ticaretini Kanatlandırmak" adlı raporda ise havacılık sektörünün emisyon ticaretine dahil olmasının başedilemez bir ekonomik yük getirmeyeceği ve yasal olarak sakınca doğurmayacağı sonucu yer aldı. Yapılan araştırmalar, işin mali boyutunun gidiş-dönüş biletlere yansıyacağını ve biletlerde 9 euroluk bir fiyat artışına yol açacağını ortaya koyuyor.
AB dışındaki ülkelerin tavrı
Ucuz hava taşımacılığına alışmış Avrupalı yolculardan, sektör temsilcilerine kadar geniş bir alanda uzlaşma sağlanmasına rağmen yine de her şey güllük gülistanlık değil. AB'yi tedirgin eden İngiliz Muhafazakar Parti üyesi, AB milletvikili Coroline Jackson'ın da açıkça söylediği gibi AB dışı ülkelerinin bu plana nasıl bakacakları. Jackson, "Komisyon, bizim firmalarımızı haksız bir biçimde dezavantajlı duruma düşürmeyecek, daha geniş ölçekli bir anlaşma için çalışmalı" diyor ve ekliyor: "Emisyon ticaretine dahil olmak en uygun çözüm. Bilet fiyatlarında bir artış veya yakıt vergisi getirmek ne yolcular ne de şirketler için adil değil".
Şu andaki planda, AB içinden kalkan tüm uçakların, uluslararası uçuşlarla beraber sisteme dahil olması öngörülüyor ve bunun AB şirketlerini yabancı firmalara karşı koruyacağı düşünülüyor. Komisyon, bu kuralın ülke farkı gözetmeksizin tüm şirketlere uygulanması gerektiğini düşünüyor ama ülkeler değil, uçaklar söz konusu olduğunda kimin limitleri belirleyeceği belli değil. Belli olmayan bir başka nokta ise AB dışından gelip, AB içi aktarma yapan uçakların sisteme nasıl dahil edileceği. Ayrıca, başta iki büyük firması yakınlarda iflas etmiş olan Amerikan havacılık sektörü olmak üzere, yabancı şirketleri bu konuda ikna etmek de kolay olmayacağa benziyor. Avrupa Havayolu Endüstrisi her ne kadar emisyon ticaretini ekstra vergilere tercih ettiğini söylese de, bunun AB içi uçuşlarla sınırlandırılmasını öneriyor. Şimdi top yine Komisyon'da. Uzmanlarla düzenli toplantılar düzenlenecek, görüşler alınacak ve 2006 yılı içinde bu sorunları çözmesi beklenen bir resmi yasa önerisi hazırlanacak. Görünen o ki, bu yasa tasarısının 2006 yılında AB'ye uçuşları olan yerli şirketlere bir "Karbon kıyağı" ya da bir "Karbon karmaşası" olarak geri dönme olasılığı da hayli yüksek.
Türk uçakları standarta uyuyor
THY'dan Uçak Yüksek Mühendisi Levent Demirel, "Emisyon kotalarının AB üyesi olmayan havayolu şirketlerine nasıl yansıtılacağı henüz tartışma safhasında olduğundan bu hususun rekabeti nasıl etkileyeceğini bugünden öngörmenin zor olduğunu" söylüyor ve ticari uçak motorlarında egzoz emisyonu değerlerinin motorun tasarımına bağlı olduğuna dikkat çekiyor. Demirel, THY'nın mevcut filosunda bulunan ve önümüzdeki dönemde filoya katılacak olan uçaklara takılı olan motorların hepsinin, egzoz emisyonları ile ilgili olarak dünya çapında kabul edilen ICAO Annex 16 Volume 2 standardına uyduğuna dikkat çekiyor.
Havayolu taşımacılığının yol açtığı sera gazı emisyonları, AB içindeki toplam emisyonların yüzde 3'üne denk geliyor. AB'yi endişelendiren nokta, diğer sektörlere göre artışın çok daha hızlı olması ve böyle bir sektörün mekanizma dışında bırakılarak tüm çabaların ciddiyetine gölge düşürülmesi. Çevreci ve yeşillerin baskısı da cabası. İçlerinde Greenpeace ve WWF'in de bulunduğu 10 çevreci STK, halihazırda Komisyon üyelerine bu konunun çözülmesi gereken ilk ve en acil adım olduğunu konusunda hemfikir olduklarını bildirdi.
Emisyon Ticareti
2004 yılından bu yana Avrupa Birliği içinde uygulanan Emisyon Ticareti'ne yaklaşık 12 bin işletme dahil. Her işletmenin kendine ait kotaları var ve yıl içerisinde karbondioksit (CO2) eşdeğeri emisyonlarını bu kotaların altında tutmak zorundalar. Tutamadıkları takdirde kotalarının altında kalmayı başarmış diğer firmalardan bir çeşit "kontenjan" satın almak durumundalar. Her CO2 hissesi için karşılığında serbest piyasada oluşan fiyatı ödemek zorundalar. Şu an için CO2'nin tonu, önceki güne göre 75 euro sent daha arttı ve dün itibariyle 22 euro 35 sente ulaştı.