Etek boyu dizden yukarı olmayacak, yırtmaca izin yok. Kot
ve benzeri pantolon yasak. Kolsuz ve çok açık yakalı gömlek, bluz veya elbise
giyilmeyecek. Dar pantolonu sormaya bile gerek yok; o bizi tümden daraltır. Erkekler
de rahat duracak. Saçlar kulağı kapatmayacak. Enseden uzatmak yasak, gömlek
yakasını aşmayacak. Sandalet falan haşa! Sakal bırakılmaz, bıyık da üstten
alınmaz, yanlar üst dudak hizasında olur, alt uçları dudak hizasından kesilir.
Baş, kadınlardaki gibi daima açık bırakılır…
Halen yürürlükteki yönetmelik kamu kurum ve
kuruluşlarında çalışanların böyle giyinmesini söylüyor. Bu ucube kuralların
çoğunun artık uygulanmadığını biliyoruz. Hafta başında açıklanan paketten
anladığımız kadarıyla yasal zemin de hazırlanacak ve 16 Temmuz 1982 tarihli
genelge tarih olacak. Peki, bu türban ya da başörtüsü sorununu halledecek mi?
Ne yazık ki hayır…
Kıyafetin politikleşmesi aslında bu ülke için yeni bir
şey değil. Özellikle 12 Eylül döneminde erkeklerin bıyığına bakıp siyasi
görüşünü tahmin etmek zor değildi. Şimdi imgeler çeşitlendi. Uzun saç, küpe,
dinlediğin müzik… Son dönemde bu kervana türban ve badem bıyık da eklendi. Sokaklar,
semtler, kafeler ayrıldı. AKP iktidarında bu ayrımcılığın kadrolaşmaya yansıması
da öncekilerden daha belirgin. Adalet, ekonomi, eğitim hep kendileri gibi
olanların yönetimine verildi. Hükümetin icraatlarını protesto ederken polis
tarafından vurulanlara artık rahmet bile dilenmiyor. Öteki kabul ettikleri yok
sayılıyor. Giyimin, hayat tarzın iktidardakilerin hoşuna gitmiyorsa iş
bulamıyorsun, dayak yiyorsun. İntihar eden hakim adayı Didem Yaylalı’yı
hatırlayın. Muhafazakar olmadığı için hakim olmasına izin verilmeyen Didem’i.
Ya da, akşam sekiz buçukta sokağa çıktığı için bir polis memuru tarafından
tacize uğrayan ve tecavüzden kurtulan Pınar’ı...
Kıyafetiyle, yaşam tarzıyla iktidarın dayattığı yaşam
tarzından uzak insanların yerine koyun kendinizi. Türbanlı öğretmenin çocuğuna
bilerek düşük not verdiğini, hakimin davacı olduğu kişinin türbanlı avukatı
sayesinde aleyhte karar aldığını, devlet dairesindeki işi badem bıyıkları
olmadığı için kaptırdığını düşünmeyecekler mi? Ne yazık ki düşünecekler. Aynı
şekilde işini türban, davayı badem bıyığı nedeniyle kaybettiğini düşünenler de
oldu ve olacak. Açık konuşmak gerekirse biz aslında hiçbir zaman toplum olmayı
beceremedik. Hep ‘onlar ve biz’
olduk. Kürtler ve Türkler olduk. Aleviler ve Sünniler, dindarlar ve dinsizler. Kürtler,
Türkler, Aleviler, Sünniler, dindarlar ve dinsizlerden oluşan bir toplum
olamadık. Ya ayırdık yollarımızı ya da yok saydık bir tarafı. Bunu da
iktidardaki partilere borçluyuz, özellikle de AKP’ye. Erdoğan’ın çok emeği var
bu bölünmede. Bu bölünmeler bize asıl sorunları ve mücadeleyi unutturuyor.
Neden bu kadar çok çalışıp hâlâ aza şükrettiğimizi, neden komşumuzdan daha
zengin olmaya çalıştığımızı ve onlarca benzer sorunun yanıtını düşünmüyoruz. Ayrı
düştük ve birbirimize güvenmiyoruz.
Bu güven sorununu aşılmadan türban ve benzeri sorunlar çözülemez.
Bunun için de devlet, başta eğitim ve dinden ideolojik desteğini çekmeli. İmam
hatipler özel okul olmalı, diyanet, zorunlu din dersleri kaldırılmalı. Temel
eğitim ideoloji ve dinlerden uzak olmalı. Erdoğan gibi özgürlükleri sadece
türbanla veya kendine yakın olanların istekleriyle sınırlarsanız sorun büyür.
Derslere türbanla girmek isteyen öğretmene izin verirken, mini etekle, askılı
elbiseyle girmek isteyene hayır diyemezsiniz. Kumaş pantolon ve badem bıyık
serbestse, uzun saç ve şort da serbest olmalı. Özgürlük bütündür. Sokakta,
kamuda her yerdedir. Görünen o ki AKP’nin görüşü ve kapasitesi buna yetmiyor. Sorunu
gerçekten çözmek için bireylerin birbirine güven duyduğu bir topluma ve onu şekillendirecek
başka bir siyasi harekete ihtiyaç var. Özgürlükçü ve eşitlikçi bir siyaset
Türkiye’nin özlemidir. İnsan sevdiğine öyle bir bakar ki sadece gözlerini
görür. Birbirimizi sevmeye ihtiyacımız var. Başa, eteğe, saça değil
gözlerimizin içine bakmaya ihtiyacımız var.