Paris’te
gerçekleşen iklim konferansından çıkan anlaşma birçok kişiye kapitalizmi
eleştirmek için bir fırsat daha verdi. Kapitalizmi hedef alan eleştirilere hiç
itirazım yok ama sorunu tanımlamada kolaycı ve eksikler. Kapitalizmi eleştirmek
için Paris’i beklemeye de gerek yok.
Dünyanın
ortalama sıcaklığı sanayi devriminden bu yana 1 derece artmış durumda çünkü yaklaşık
150 yıldır atmosfere haddinden fazla seragazı pompalıyoruz. Bunu petrol, kömür
ve doğalgaz dediğimiz fosil yakıtları kullanarak, ormanları yok ederek, tarımda
endüstrileşerek ve hayatın her aşamasında durmadan atık üreterek yapıyoruz.
Kapitalizm tüketimi körüklediği için sorumlu ama şu ana kadar gördüğümüz
örneklerine bakarsak, “sosyalizm” ve “karma ekonomi” gibi diğer ekonomiler de sanayileşmeyi
destekledikleri, kentleşmeyi yücelttikleri ve teknolojik değişimi
sorgulamadıkları için masum sayılmazlar. İşin özünde bugünkü iktisadi anlayışın
olumlu bir hareket kabul ettiği büyüme var. Büyümeyi, refahı, endüstrileşmenin amacını yeniden tanımlamazsak iklim
krizini durduramayız.
İkinci eksik
nokta da, yine sadece kapitalist ekonomiye özgü olmayan sınır bilmezlik. Sola
yakın iktisadi teoriler paylaşımı daha çok önemsese de, aslında ortada bir
kaynak sorunu olduğu gerçeğini çok dile getirmiyorlar. “Her ABD vatandaşın bir
arabası var, her Afrikalının da olmalı” söylemi kulağa hoş gelse de gerçekçi
değil. Asıl söylenmesi gereken, “her ABD vatandaşının arabası olmamalı çünkü
dünya herkese otomobil üretecek demire, plastiğe, cama veya petrole sahip değil”
olmalı. Ya da, “bunların kullanımı sonucunda doğada ortaya çıkacak hasarı
telafi edecek güce sahip değil” demeliyiz. Paris’teki iklim konferansından ve
daha önceki 20 taneden elle tutulur bir sonuç çıkmamasının nedeni de bu. Varsıllar,
bugünkü konforlarından ödün vermek istemiyor. Yoksullar da aynı kalmayı değil, zenginler
gibi olmayı istiyor. Varsıl Kuzey
ülkelerini bugünkü refaha razı etsek bile, yoksul Güney Kuzey’dekiler gibi
yaşamayı istedikçe gezegende ekolojik hayatın çöküşünü önleyemeyeceğiz.
Şu anda bile,
insanların mavi gezegenimizden talep ettiği doğal kaynakları (varlıkları)
karşılamak için 1,6 Dünya’ya ihtiyaç duyuyoruz. Böyle giderse 2050’de talep
ettiğimiz doğal kaynakları karşılamak için 2
gezegene ihtiyacımız olacak. Paris’ten çıkmayan ve eleştirilerde eksik
kalan kısım asıl bu.
Paris’ten ne
çıktı diye sorarsanız, tüm ülkelerin içinde olduğu bir anlaşma derim. Kyoto’nun
birinci evresinde bile bu yoktu. Anlaşmanın ortalama sıcaklık artışını 2,
mümkünse 1,5 derecede sınırlamak istemesi de kayda alınmalı ama biraz da
gülünmeli. Bilim yıllardır bu uyarıyı yaptığı için iklim sorunu gündemde. İklim
değişikliği tehlikesinden bahseden her hükümet yetkilisi bu gerçeği zaten kabul
etmiş sayılır. Şimdi bunu kâğıda döktüler diye zilleri takıp oynamanın anlamı
yok. Özellikle de, 188 ülkenin seragazlarıyla ilgili taahhütlerinin bırakın
sıcaklık artışını 2 derecenin altında tutmayı, 3 derecenin altında tutması bile
garanti değilken. Paris’i hayra yoranlar, anlaşmanın yürürlüğe geçeceği 2020’ye
kadar, ülkelerin verdikleri taahhütleri düzelterek bu hedefe ulaşabilmeyi
umuyor. Kyoto’da bağlayıcılığı olan maddeler olmasına rağmen, ABD, Japonya,
Rusya ve Kanada gibi ülkelerin masayı nasıl terk ettiğini unutmadık. Bu defa
isyanın başını Türkiye çekerse şaşırmamalı. Konferansın son günü, İklim
Değişikliği Başmüzakerecisi Mehmet Emin Birpınar’ın, ‘bize finansal yardım sözü vermiştiniz ama ortada yok. Bu durumda
anlaşmanın Meclis’ten geçmesi zor’ mesajı veren tehdidi gözden kaçtı.
Verdiği taahhütle, indiriyor gibi yapıp aslında seragazı emisyonlarını arttıran
ve Rusya ile birlikte ‘kaçak güreş’te başı çeken Türkiye, yeni isyanın
başrolünü kapmaya hevesli görünüyor.
Hoşunuza gider ya da gitmez, bu iş de bize kaldı. İklimi siyaset sahnesinde listenin en
başlarına koyup, oy alınıp verilen bir konu yapamazsak; üretim süreçlerini ele
alıp, iklim dostu edemezsek; tembellikten, ‘ben değil başkası yapsın’dan
vazgeçmezsek; tüketimdeki gücümüzü iklim düşmanlarını cezalandırmak için hayata
geçirmezsek ve konfora sahip olanlar o konforu bozmazsa, yükselen deniz
seviyesi bizim boyumuzu da aşacak.
19 Aralık’ta Edirne Çevre Gönüllüleri Derneği’nin
düzenlediği ‘Temiz Enerji’ başlıklı paneldeyim. Yer: Makine Mühendisleri Odası,
saat: 14.30.