Fukuşima etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fukuşima etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Japonya en ucuz enerji kaynağını keşfetti

Özgür Gürbüz-BirGün/31 Ağustos 2014

2011 Mart ayında Japonya’daki Fukuşima nükleer santralinde dev bir kaza oldu. Santralden sızan radyasyon, suya, havaya ve toprağa bulaştı. Reaktörleri soğutmada kullanılan tonlarca radyoaktif suyun büyük bir bölümü de okyanusa bırakıldı. Japonlar haftada bir okyanustan su örnekleri alıp radyasyon seviyesini ölçüyor. Radyasyon bir yere gitmiyor ama okyanus çok büyük olduğu için dağılıyor. Belirli bir noktada yüksek seviyede radyasyona rastlanmazsa bu zararsız kabul ediliyor ve alarm düğmesine basılmıyor. Düşük seviyedeki radyasyonun zararsız olmadığını söyleyen onlarca bilim adamı var ancak kuralları koyanlar buna inanmamızı istiyor. Japonya’daki ölçümler daha uzun yıllar sürecek. Toprak, hava ve balıklardaki radyasyon sürekli gözetim altında tutulacak. Balıkçılar ve çiftçiler o bölgeden umudunu kesti. Artık radyasyon Fukuşima’da hayatın bir parçası, yok etme şansınız yok.

Çernobil sonrası İngiltere’nin Cumbria bölgesindeki koyunlarda da radyasyon ölçümleri başlatılmış, hayvanların başka bölgelere götürülmesi yasaklanmıştı. 1986’da başlayan ölçümler 2012 yılında sonlandırıldı. 26 yıl boyunca çiftçiler, koyunlarını radyasyon taramasından geçirmeden pazara götüremediler. 2 bin kilometre ötede olmuş bir nükleer kaza sonucu alınan en basit önlemden bahsediyorum. Şimdi düşünelim. Mersin ya da Sinop’ta olacak bir nükleer kaza sonrası yapmamız gerekecek bin tane işin sadece üçünü düşünelim.

1. Karadeniz ve Akdeniz’de, onlarca farklı noktada, denizdeki radyasyon seviyesini sürekli ölçmemiz gerekecek.

2. Bölgedeki hayvan stoklarını düzenli radyasyon taramasından geçirmek zorunda kalacağız.

3. Topraktan, meyve ve sebzelerden sürekli örnek alıp onları radyasyon kontrolüne göndereceğiz. Yoksa ne yiyebileceğiz, ne de satabileceğiz.

İşte Türkiye’nin ihtiyacı olmamasına rağmen nükleer santralde ısrar etmesinin en zararsız sonuçlarından üçü bunlar olacak. Sizce ülkede bu denetimleri yapabilecek, hükümetten korkmadan sonuçları açıklayabilecek bir kapasite var mı?

Fukuşima kazasından önce Japonya’da 54 nükleer reaktör çalışıyor, ülkedeki elektriğin yüzde 30’unu üretiyordu. Daha sonra birer birer kapatıldılar. 15 Eylül 2013’ten bu yana Japonya’daki nükleer santrallerin hepsi kapalı. Nükleer lobi, santrallerden birkaçını yeniden açtırmak için uğraşıyor; Abe hükümeti de bu fikri destekliyor. Elektrik üretiminin neredeyse üçte birini nükleere bağlayan bir ülkede değişim anında olmaz ancak nükleersiz bir Japonya artık herkesin dilinde. Japonya’nın 2030 hedefinde elektrik ihtiyacının yüzde 20’sini rüzgar, güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamak yazılı. Daha da önemlisi, Japonya’nın tasarruf ve verimlilik tedbirleriyle elektrik talebini 2010-2012 arasında yüzde 8 düşürmüş olması. Aynı Almanya gibi, dünyanın bir başka sanayi devi de çözümü daha az tüketmekte buldu.

Türkiye ise yüzde 25’lere varan enerji tasarrufu potansiyelini görmek yerine, daha çok enerji tüketerek ekonomisini ilerletmeye çalışıyor. İşin komik tarafı, bir yandan da enerji ithalatından şikayet ediyor. Halbuki, tasarruf edilen, verimli kullanılan enerjiden ucuzu yok. Japonya’dan nükleer santral almak yerine, iki yılda nasıl oldu da Türkiye’nin elektrik tüketiminin yaklaşık dörtte biri kadar tasarruf yapmayı başardılar onu öğrensek çok daha iyi olacak.

Kuzey Ormanları Savunması, 5-6-7 Eylül tarihleri arasında Kemerburgaz’da bir kamp düzenliyor. Kamptaki enerji atölyesine ve iklim değişikliğini konuşacağımız panele beklerim.

Nükleer montaj

Özgür Gürbüz-BirGün/12 Mart 2014

Fukuşima’daki nükleer felaketin üzerinden üç yıl geçti. 2010 yılında Japonya elektrik ihtiyacının yüzde 30’una yakınını nükleer santrallerden sağlıyordu. 2012’de bu oran yüzde 2’ye düştü. Neredeyse bir yıldır ülkedeki nükleer reaktörlerin hepsi kapalı. İktidardaki liberaller nükleer santrallerin en azından bir bölümünü tekrar çalıştırmak istiyor. Kolay değil, ülkenin elektriğinin üçte birini sağladığınız kaynak bir gecede yok oluyor. Halk tepkili ama aynı bizde olduğu gibi medyanın büyük bir kısmı nükleer endüstrinin sözcüsü gibi davranıyor. Ekonomik bahanelerle ve nükleer lobinin desteğiyle birkaç reaktörün önümüzdeki günlerde tekrar çalıştırılması kimseyi şaşırtmamalı. Uzun vadede ise Japonya’nın nükleer enerji politikası belirsizliğini koruyor. 140 bine yakın insan üç yıldır radyoaktiviteye maruz kalmış evlerinden uzakta yaşıyor. Bazıları ayda bir kez evlerini ziyaret edebiliyor ama geceleri kalmalarına izin verilmiyor. Nükleer enerjiye bir kez bulaştınız mı adeta bin yıl lanetleniyorsunuz.  Bizim gibi hiç bulaşmamış ülkeler çok şanslı. O yüzden de Sinop ve Mersin’deki mücadele çok önemli.

Fukuşima kazası diğer ülkeleri de etkiledi. Nükleersiz İtalya yoluna nükleersiz devam etme kararı aldı. İsviçre yeni reaktör yapmaktan vazgeçtiği gibi, eldekileri kapatma kararı aldı. Dünyanın en büyük sanayi devlerinden Almanya, kazadan sonra sekiz reaktörünü birden kapattı. Kalan dokuz tane de 2021’de kapanacak. Almanya’da bugün elektriğin dörtte biri yenilenebilir enerjiden sağlanıyor. Ne elektrikler kesiliyor, ne de fabrikalar kapanıyor. Elektrik ihraç ediyorlar, alıcılar arasında 58 nükleer reaktörü olan Fransa bile var. 150 milyar kilovatsaat elektrik rüzgar, güneş ve biyokütle gibi kaynaklardan sağlanıyor. Tüm Türkiye’nin 250 milyar kilovatsaat elektrik tükettiğini hatırlatalım.

Fukuşima Almanya’ya ders oldu. 2050 yılı hedefi, elektrik tüketiminin en az yüzde 80’ini, enerjinin de yüzde 60’ını yenilenebilirden sağlamak. Bunun adına ‘Enerji Dönüşümü’ diyorlar.

Mesele yenilenebilir enerji meselesi de değil. Fukuşima’dan ders çıkarma meselesi. Yeni bir santral kurmak yerine tasarruf yapabilirsiniz. Dilerseniz ekonomide enerji yoğun sektörlerden vazgeçip, arz talep dengesini, talebin kulağından tutarak sağlayabiliriniz. Çimento fabrikalarının yarısını kapatıp bu çok enerji tüketen sektörlerde üretimi iç tüketimle sınırlayabilirsiniz.  Verimli ampulleri zorunlu kılın, toplu taşımayı şart koşun ya da neon ışıklarını gece 10’dan sonra içkiyi yasakladığınız gibi yasaklayın. Çözüm böyle de gelebilir.

Akan suya bakmanızda inanın bir sorun yok. Dünyanın en güzel doğa harikaları arasında o akan sular var; tabi ki bakacaksınız. Asıl sorun patlayan nükleer santrallere öyle boş boş bakmanızda. Güvenli nükleer masallarına karnımız tok. Millet bu masalları değil tapeleri dinliyor; bilesiniz. Fukuşima kazası sonrası enerji bakanı ve başbakan arasındaki konuşmanın tapeleri internete düştü bile:

Enerji Bakanı: Başbakanım Japonya’da nükleer santralde kaza oldu, ne diyelim?
Başbakan: Montaj diyelim, olmadı sabotaj deriz. Yok mu elde Mersin ve Sinopluları kandırmak için kullandığımız görüntüler?
Bakan: Hangi görüntüler?
BB: Hani, şu nükleer şeyin yanında denize giren insanların fotoları var ya…
Bakan: Şu bikinili kadınları fotoşapla kaldırıp yerine bizim başörtülü bacılarımızı koyduğumuz fotoğraflar mı?
BB: Evet onlar. Bizim oğlan olsa anlamazdı, sen hemen kaptın.
Bakan: Yanına da deri eldivenli birkaç kişi koyalım mı?
BB: Yok, onları sonra kullanırız.
Bakan: İnanırlar mı efendim?
BB: 9 yıldır ne söylesek inanıyorlar, neden inanmasınlar?
Bakan: Ama görüntüleri gördüler, interneti de hemen yasaklayamadık…
BB: Dert etme, “tüpgaz patladı” de, geç. Ben şimdi bizim Fatih’i de arıyorum. Altyazı geçsin, ‘Japonya’da elim tüpgaz patlaması’ diye. Sen de Erdoğan’ı ara ama nazik ol, ağlatma şimdi koca adamı. Hassaslaştı bu günlerde.
Bakan: Başüstüne efendim.
BB: Hadi hayırlı günler.

Fukuşima'da 26 çocukta tiroit kanseri

Kimseyi korkutmak, acıları derinleştirmek istemiyorum ama nükleer santrallerin bir kaza veya sızıntı anında çevreye, doğaya ve insan sağlığına etkileri korkunç. Fukuşima'daki çocuklarda tiroit kanserine rastlandığını anlatan bugünkü haber hepimizi üzdü. 26 çocukta tiroit kanseri görülmüş, 33 çocuk ise risk altında.

Fukuşima kazasından 2,5 yıl sonra bu nükleer felaketin insan sağlığı üzerindeki ilk etkileri görülmeye başlandı. Umarız bu çocuklarımızın hepsini tedavi edebiliriz. Fukuşima kazası sonrası yaşanan acılar, umarız Japonya'daki insanların daha güvenli, nükleersiz bir geleceğe sahip olmasına vesile olur. Benzer bir sorunla karşı karşıyayız. Türkiye'nin iki ucunda, Mersin ve Sinop'ta nükleer santraller kurulmaya çalışılıyor. Birlikte mücadele edersek Mersin ve Sinop'taki çocuklarımızı benzer tehlikelerden koruyabiliriz. Türkiye'yi sonu olmayan bir maceradan, büyük bir mali külfetten uzak tutabiliriz.

İşin bir başka boyutu daha var. Bugün gelen kanser haberi sürpriz değil. Size Mart 2013 tarihli iki haber iletiyorum. Başlıklara tıklayarak haberleri okuyabilirsiniz.

Fukuşima tiroit kanserini patlatacak

Fukuşima çevresinde yaşayanlarda kanser oranı yüzde 30

Bugün yaşadıklarımız ne yazık ki öngörülüyordu. Radyasyondan kaçarak, koşarak kurtulmak mümkün değil. Bu yüzden hep birlikte, her yerde nükleere hayır demeliyiz. Nükleer santral elektrik üreten bir fabrika ve bugün daha ucuza, daha güvenli yöntemlerle elektrik üretme şansına sahibiz. Rakamlarla, verilerle bunu defalarca açıkladık. Nükleer enerji Türkiye için teknik bir zorunluluk değil. Yanlış bir siyasi tercih ve sonuçları çok ağır olabilir.

Nükleer karşıtları Japonya'yı uyarmıştı

Özgür Gürbüz-BirGün/10 Mart 2013

Arşiv bir gazetecinin her şeyidir. Yarın, Fukuşima Nükleer Santrali'nde meydana gelen kazanın ikinci yıldönümü. Fukuşima'yla ilgili elimde neler var diye arşivime baktım. 27 Ekim 2007'de Japonya'nın saygın gazetelerinden Asahi Şimbun'da çıkan uzun bir editoryal yazı gözüme ilişti. Yazı şöyle başlıyor: “Bilim insanlarına göre gelecek 30 yıl içinde Tokai bölgesinde büyük bir deprem olma olasılığı yüzde 87. Öngörülen depremin merkezinde yer alan Hamaoka Nükleer Santrali'nin yakınında oturanlar santralin böyle bir depreme dayanamayacağı gerekçesiyle mahkemeye başvurdu. Şizuoka Bölge Mahkemesi santralde deprem karşıtı tüm önlemler alınmış gerekçesiyle bu itirazı reddetti.
Fukuşima Daiçi Santrali-Foto: UAEA

Gazetedeki yazıya göre yerel halk, mahkemenin kararından memnun kalmamış. Santralin, sekiz şiddetinde bir depreme dayanacağı açıklamalarına güvenmiyorlar. 31 yaşındaki reaktörün korozyon gibi birçok nedenden dolayı eskimiş olacağını öne sürüyorlar. Mahkeme bu argümanlarını ciddiye almış ama düzenli kontrollerin nükleer santralin güvenilirliği için yeterli olacağını söyleyip, konuyu kapatmış. Nükleer santrallerin depreme dayanmayacağını iddia edenler iki noktaya dikkat çekiyor. Birincisi, depremin şiddeti çok büyük olmasa bile yüzeye yakın gerçekleştiğinde ciddi hasar verme olasılığı, ikincisi de Japonya'da henüz keşfedilmemiş aktif fay hatlarının bulunması.

Yazının sonunda ise okurken tüylerimi diken diken eden şu cümleler var. “Nükleer santrallerin depreme dayanıklılığı tartışması henüz bitmedi. Hükümet ve enerji şirketleri bu mahkeme kararına dayanarak rahatlayamazlar. Aksine, ülkedeki tüm nükleer santrallerin büyük bir depreme dayanacaklarını biran önce garanti etmeliler.

Görünen o ki, Fukuşima'dan 4,5 yıl önce Japonya'da nükleer santral karşıtları geliyorum diyen tehlikeye karşı hükümeti uyarmış. Büyük bir deprem olursa nükleer felaket kaçınılmaz demişler.  Uyarmış ama bugün de olduğu gibi, nükleer endüstrinin etkisi altındaki medya ve hükümet kılını kıpırdatmamış. Gazeteciler açık seçik yazmışlar, bilim insanları rakamlarla uyarmış, büyük bir deprem olursa sonucu nükleer felaket olur demişler. Üstüne, halk mahkemenin yolunu tutmuş. Hükümet dinlememiş, nükleer endüstri iplememiş, mahkeme es geçmiş. Belki de ülkedeki nükleer santralleri çok önceden kapatıp, Fukuşima'yı önleme şansını ellerinden kaçırmışlar.

Gelelim bizim memlekete. Bizde şu sıralar bir nükleer tiyatro oynanıyor. Oyunun metninden kısa bir alıntı sizlere:

Yaşamspor: Mersin Akkuyu'da nükleer santral olmaz. Burada fay hattı var. Akdeniz'de yeterli sismik araştırma da yapmadınız, geçmişte burada tsunami bile oldu. Fukuşima'yı unutmayın!
Atomspor (Rus aksanıyla): Dünyanın en güvenli nükleer santrallerinden biri olacak, 9 şiddetinde depreme dayanacak.
Yaşamspor: Rusya'da 9 şiddetinde deprem oldu mu, bu şiddette depreme dayanmış bir nükleer santraliniz var mı?
Atomspor: (Yutkunur  ve başını havaya kaldırır, başka yöne bakar).
Yaşamspor: Zemin etütlerini bitirdiniz, neden sonuçları açıklamıyorsunuz, bağımsız kuruluşların incelemesine neden izin vermiyorsunuz?
Atomspor: Iıım, bakın, santralin yanında insanlar yüzüyor.
Yaşamspor: Nükleer santral pahalı ve tehlikeli, Türkiye'nin elektrik üretmek için onlarca farklı seçeneği varken bu ısrar neden?
Atomspor: Tüpgaz da patlıyor...
Yaşamspor: Nükleer atıklar ne olacak?
Atomspor: Satarsınız, iyi para yapıyor.

Nükleer karşıtlarını ciddiye almamanın sonucunu yukarıda alıntı yaptığım yazı çok iyi anlatıyor. Bugün Fukuşima eyaletindeki çocuklar düzenli sağlık taramalarından geçiriliyor. 21 Ocak 2013 tarihinde açıklanan sağlık taraması sonuçları, 95 bin çocuğun yüzde 44'ünde tiroid anormallikleri olduğunu göstermiş. Mali hasarın ilk 10 yıl içinde 250 milyar doları bulacağı söyleniyor. Japon ekonomisi belki de en kötü günlerini yaşıyor. Ülkedeki 50 nükleer reaktörün 48'i kapalı. 160 bin kişi evlerini terk etmek zorunda kalmış. Nükleer enerjiye güvenmenin bedeli çok ağır oldu. Şirketler bir yolunu bulup paçayı kurtarıyor ama insanlar ve doğanın kaçacak yeri yok.

Bu yazı, nükleer karşıtlarını, “bunlar bir şeyden anlamayan çiçek-böcekçiler” diye hiçe sayanlara armağanım olsun.

Nükleer santral kaça patlar?

Özgür Gürbüz-2050 Degisi/8 Kasım 2012

Türkiye nükleer santral kurma konusunda ısrarını sürdürüyor. Halka rağmen ısrar sürüyor da denebilir. Yapılan farklı araştırmalar Türkiye'de halkın yüzde 60-70'inin nükleer santral istemediğini ortaya koyuyor. Bu birçok ülkede santral planlarının çöpe atılmasına yetecek bir orana işaret ediyor. 1978 yılında Avusturya'nın Zwentendorf kentindeki yapımı biten nükleer reaktör hiç çalıştırılmadan kapatılmıştı. Nedeni ne santral teknolojisinin eski, ne de maliyetinin yüksek olmasıydı. Halk istemediği için santralin kapısına hiç açılmadan kilit vuruldu. Nükleer santralin çalıştırılmasına hayır diyenlerin oranı halk oylamasına katılanların yüzde 50,47'siydi. Yaklaşık 30 bin oy farkla 730 megavat (MW) gücündeki santrale ve planlanan diğer reaktörlere “hayır” dendi. Bu oylamanın ardından Avusturya hükümeti ülkede fisyon reaktörleri kurulmasını yasakladı. Yıl 1978. İlginçtir, dünyadaki ilk büyük nükleer kaza 1979 yılında meydana gelen Üç Mil Adası (Three Mile Island) kazasıydı. Kısmi çekirdek erimesiyle sonuçlanan bu kazadan önce Avusturya'nın böyle bir karar alması başlı başına incelenmesi gereken bir konu.

Halk oylamalarının nükleer enerji konusunda karar almak için bir yöntem olarak kullanılıp kullanılamayacağı tartışılan bir konu. Halk oylamasına karşı çıkan en kuvvetli görüşlerden biri, dört yıllığına iktidara getirilen bir hükümetin 250 bin yıl radyoaktif kalacak atıkların üretilmesi konusunda karar alma yetkisine sahip olup olmadığı. Bu açıdan bakıldığında, halkın büyük bir kesimine danışılmış olsa da, bugün yaşayanların henüz doğmamış insanların geleceğini etkileyecek bir karara imza atmaları tartışmalı. Doğada oy kullanamayan diğer canlıların düşünceleri ise insan merkezli bir toplumda zaten hiç dikkate alınmıyor. Halk oylaması taraftarı karşı görüş ise, 10-20 kişiden oluşan bakanlar kurulu yerine, milyonlarca insanın fikrinin alındığı bir demokratik yöntemin uygulanmasının daha akılcı ve kabul edilebilir olduğunu öne sürüyor. Tartışmayı uzatmak mümkün ama kısaca özetlemeye çalıştığım gibi halk oylamasının nükleer enerji konusunda “tek yetkili merci” olduğunu söylemek mümkün değil. O halde nasıl karar vereceğiz? Bu sorunun yanıtı da kolay değil ama işin ekonomik yönünü değerlendirmek, en azından nükleer enerji için ödenecek maddi bedelin bir kısmının bugün yaşayanlar tarafından karşılanacak olması nedeniyle üzerinde daha kolay anlaşılır bir yöntem olabilir. Bu analizi, sorunu tek başına çözemeyeceğini baştan kabul ederek okumakta fayda var. Bir ekonomik analiz içerisinde tüm sosyal (dışsal) maliyetleri hesaba katmak zaten çok zor. Kesilen bir ağacın Orman Bakanlığı'nın fiyat tarifesinde bir bedeli olabilir ancak o ağaçta yuvası olan bir kuş için bu bedel emin olun ki yetersizdir. Bu nedenle, sosyal maliyetler konusunu başka bir yazıya bırakarak nükleer santraller için düz bir maliyet hesabı yapığımı baştan belirtmeliyim.

İşe, Fukuşima'daki nükleer felaketten sonra santral maliyetlerinin daha da arttığını söylemekle başlayalım. Bu çok normal. 1986 yılındaki Çernobil kazasından sonra da reaktör tasarımları ciddi bir değişikliğe uğramış, bu da doğal olarak maliyetlere yansımıştı. Reaktör tasarımlarındaki farklılıkları kabaca bağlı bulundukları kuşaklara (nesil veya jenerasyon da deniyor) göre sınıflandırabiliriz. Şu anda en yeni kuşak reaktörler 3+ olarak adlandırılıyor ve 4. kuşak reaktörlerin ticari faaliyete geçmesi içinse en iyimser tahminler 2030'ları işaret ediyor. Bir reaktörün farklı bir kuşağa ait olması, onun daha güvenli, daha ekonomik ve nükleer silah yapımına neden olacak teknik açıklara müsaade etmemesi için bazı tasarımsal değişikliklere uğradığını anlatır. En azından teoride bu böyle. Yeni teknoloji ürünü nükleer reaktörlerin, daha ucuza elektrik üreteceği, daha az güvenlik problemiyle karşılaşacağı ve daha kısa sürede yapımının tamamlanacağı söylenir ancak iş uygulamaya gelince durum dramatik değişiklikler gösterebiliyor.

İLK YATIRIM MALİYETİ
Nükleer santraller için önemli maliyet kalemleri, içine yapım giderlerini de alan ilk yatırım maliyeti, yakıt maliyeti, işletim giderleri ve söküm bedeli olarak sıralanabilir. ABD Enerji Enformasyon İdaresi'nin (EIA) 2010 yılında nükleer reaktörler için belirlediği ilk yatırım maliyet tahmini kilovat kurulu güç başına 3 bin 902 dolardı. Bir yıl sonra, 2011'de bu tahminlerini 5 bin 339 dolara çıkardılar. Nükleer reaktörlerin bir yılda ilk yatırım maliyeti yüzde 37 arttı. 2012 yılında Litvanya'da yapılması düşünülen ve hükümetle muhalefeti birbirine düşüren 1350 MW’lık nükleer reaktör için verilen teklif ise 8 milyar 640 milyon doları buldu[1]. Bu da kilovat kurulu güç başına ilk yatırım maliyetinin 6 bin 400 dolara çıktığını gösteriyor. EIA'nın 2010 rakamıyla, Litvanya'daki fiyatı karşılaştırırsak bu iki yılda yüzde 60'a varan bir artışa işaret ediyor. Tüm elektrik üretim seçenekleri için benzer bir eğilimin söz konusu olmadığını göstermek adına güneş enerjisinden elektrik üreten fotovoltaik panellerin yatırım maliyetine bakmakta fayda var. EIA'nın aynı raporunda, fotovoltaik paneller için kurulu güç maliyetinin 2011'de yüzde 25 oranında ucuzlayarak 6 bin 300'den 4 bin 75 dolara gerilediği belirtiliyor. 2012'de fotovoltaik paneller için bu fiyatın bin 800-2 bin 300 bandında seyrettiğini de hatırlatalım[2].

Nükleer santrallerden üretilen elektriğin maliyetinin yüzde 60 (bazı kaynaklar da bu oran daha yüksek) oranında ilk yatırım maliyetiyle ilişkili olduğu belirtilir[3]. Ucuza elektrik üretmek istiyorsanız ilk yatırım maliyetini düşürmeniz gerekir ki, nükleer santraller için bunun gerçekleştiğini söylemek çok zor. Söküm maliyeti reaktörden reaktöre değişse de Dünya Nükleer Birliği (WNA) ilk yatırım maliyetinin yüzde 9 ila 15'ine işaret etmektedir. Bu bilgiler ışığında analizimizi Türkiye'ye ve Akkuyu'da yapılması düşünülen nükleer reaktöre çevirmekte fayda var. Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında 12 Mayıs 2010 tarihinde bir anlaşma imzalandı ve Akkuyu sahası ihalesiz bir şekilde devlet şirketi Rosatom'a verildi. Nükleer santral kararını haklı çıkarmak için üretilen teknoloji transferi yapacağız, enerjide dışarıya özellikle de Rusya'ya bağımlıyız şeklindeki sloganlar bu anlaşmayla anlamını yitirdi.

Türkiye, dört adet 1200 MWe gücünde reaktörden oluşan Akkuyu Nükleer Santrali için farklı bir finansman modeli oluşturdu. Santralin mülkiyetini Akkuyu NGS'ye verdi. Böylece 20 milyar doları bulacağı söylenen ilk yatırım maliyetini Rus şirketine yükledi; beraberinde kredi bulma derdini ve onun faiz yükünü de. Bu nedenle ilk yatırım maliyetinde meydana gelen ve yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız fiyat artışı Türkiye Cumhuriyeti'ni çok da kaygılandırmadı. Aslında kaygılandırması gerekiyor. Türkiye'nin aksine fiyat artışları Rusları etkiledi. Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Vladimir İvanovski birkaç hafta önce yaptığı açıklamada, 2013’te Mersin’de temeli atılacak Akkuyu Nükleer Santrali’nin maliyetinin artacağını söyledi. İvanovski, “Maliyet 20 milyar dolardan 25 milyar dolara çıkabilir” dedi[4]. Anlaşmada Türkiye tarafına ilk yatırım maliyetiyle ilgili bir yükümlülük verilmediğinden olsa gerek (en azından bizim bildiğimiz ve görebildiğimiz kadarıyla) Enerji Bakanlığı bu açıklamaya bir tepki vermedi. Akkuyu NGS yetkilileri haberin kamuoyunu olumsuz etkileyeceğini düşünmüş olmalılar ki, daha sonraki açıklamalarında yine 20 milyar dolar rakamını telaffuz etmeye hatta daha aşağıya çekmeye başladılar. Biz 20 milyar doları temel alalım. Bu durumda Akkuyu için ilk yatırım maliyeti, kW kurulu güç başına 4 bin 116 dolar seviyesinde kalacak (20 milyar/ 4800 MW). ABD'de ilk yatırım maliyetlerinin 7 bin doların üzerinde olacağı yönünde raporların geldiği şu günlerde Rusya'nın bu rakamı nasıl tutturacağı bir soru işareti. Ana parayı devlet kasasından alsalar ve faiz ödemeseler bile (faiz gelir kayıplarını hesaba hiç katmadıklarını düşünüyorum) bu rakamı tutturmak zor. Çin'de yapımı süren AP-1000 tipi reaktörün ilk yatırım maliyetinin kW başına 3 bin 500 dolara geldiği yönünde haberler var[5]. Çin'de işçilik maliyetlerinin ucuz olmasının nükleer santrallerin diğer ülkelere kıyasla daha ucuza mal edilmesine neden olduğu biliniyor. Bu durumda birkaç seçenek var. Ruslar Akkuyu'daki reaktörü ya Çinli işçilere yaptıracak ya da çalışacak işçilere Çinli işçilerin aldığı parayı verecek. Üçüncü seçenek ise VVER-1200 modelinin Batı’daki reaktörlere göre, bir şekilde daha ucuza yapılacak olması. Peki ama nasıl? Umarım bu sorunun yanıtını Enerji Bakanlığı yetkilileri biliyordur.

Nükleer enerjinin bir sorunu da inşaat tarihlerinin planlandığından uzun sürmesi. Diyelim bir apartman yapacaksınız. Parayı verip, bir köşeye demir-çelik yığdığınızda o apartmanın maliyetini aşağı yukarı bilirsiniz. Nükleerde siz müteahhitle parayı verip el sıkışsanız bile, inşaat sırasında fiyatın artması ve müteahhidin kapınızı daha fazla para için çalması sürpriz olmaz. Buyurun size iki güncel örnek. Batı Avrupa’da yeni nükleer reaktör yapan iki ülke var;  Finlandiya ve Fransa. Finlandiya’da inşaatına 2005’te başlanan reaktörün 2009’da devreye girmesi bekleniyordu. İnşaat hala sürüyor, en erken 2014’te reaktör elektrik üretmeye başlayacak. Bu gecikme sonucunda 3 milyar avroya mal olması beklenen reaktörün maliyeti 6 milyar avroyu geçti. Fransa’da yapımı süren aynı tip reaktörün kaderi de aynı oldu. İnşaatına Finlandiya’dan 2 yıl sonra başlanan reaktör de söylenildiği gibi 4 yılda bitirilemedi. 2016 yılında biterse Fransızlar bayram edecek, maliyeti de yine söylendiği gibi 3 milyar avroda kalmadı, şimdiden 6 milyarı gördü. Bu da başka bir risk. Türkiye’de bir gecikme olursa bilin ki Akkuyu NGS bunu fiyatlara yansıtmak ve maliyeti oradan çıkarmak zorunda kalacak.

ELEKTRİK FİYATLARI YÜKSELMEK ZORUNDA
Anlaşmaya göre Türkiye'nin santralin maliyetiyle ilgili yükümlülüğü dolaylı ve alım garantisiyle sınırlı. Yap-İşlet-Sahip ol (Build-Operate-Own / BOO) modeli gereği Akkuyu NGS’nin ilk yatırım bedelini şirket elektrik satışıyla karşılamak zorunda. Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında imzalanan uluslararası anlaşmanın1 10. maddesinin beşinci bendinde belirtildiği gibi, TETAŞ, “Akkuyu NGS” adlı proje şirketinden santralde üretilmesi planlanan elektriğin ilk iki ünite (reaktör) için yüzde 70'ini ve diğer iki ünite için de yüzde 30'una tekabül eden sabit miktarlarını, her bir güç ünitesinin ticari işletmeye alınma tarihinden itibaren 15 yıl boyunca 12,35 ABD senti/kWh ağırlıklı ortalama fiyattan (Katma Değer Vergisi dâhil değil) satın almayı garanti etti. Akkuyu NGS, dört reaktör faaliyete geçtiğinde santralin yılda 40 milyar kWs elektrik üreteceğini söylüyor. Bu kapasite faktörünün yüzde 90'larda olacağı anlamına geliyor ki, daha önce çalıştırılmamış yeni bir model (VVER-1200) için çok iddialı. Bu rakamı esas alırsak 15 yıl boyunca Akkuyu NGS'ye ödenecek rakam 50 milyar doları bulacak. Reaktörlerin planlandığı gibi peşi sıra devreye girdiği varsayılırsa ilk reaktörün devreye girmesinden 11 yıl sonra ilk yatırım maliyeti kadar bir paranın Akkuyu NGS'ye sadece alım garantileri karşılığında ödenmiş olacağı anlamına geliyor. Bu süetçe ödenecek işletme giderlerini, yakıt maliyetini de hesaba katarsak ve inşaatta hiç gecikme olmadığını varsayarsak 15 yıldan sonra ilk yatırımın geri dönüşünden bahsedebiliriz. Şirketin alım garantisi dışındaki üretimini piyasaya satması halinde kâr etmesi bile mümkün (bütün bu hesabı yaparken faizsiz para aldıkları ve faiz getirisini hesaba katmadıklarını düşünüyorum). Tabii bir şartla. Yatırım maliyetinin söylendiği gibi, düşük sayılabilecek 20 milyar dolar seviyesinde tutulması gerekiyor. 15 yıllık sürenin sonunda ise bizi daha ilginç bir süreç bekliyor. Yılda 40 milyar kilovatsaat elektrik üretecek bu santralin serbest piyasaya elektrik satması gerekecek. Şu anda PMUM'da oluşan fiyatların 7 dolar sent civarında olduğunu anımsarsak, Akkuyu NGS'nin kâr edebilmesi için fiyatların serbest piyasada daha da yükselmesi şart. Çünkü alım garantisinde verilen 12,35 sentin altında bir fiyattan piyasaya elektrik satışı santralin kâr etmesini engelleyebilir. Pazarlık masasında 12,35 sentlik fiyatın belirlendiği tarihte sonuçları açıklanan Citi Bank'ın araştırması bu iddiamın emellerinden birini oluşturuyor.

“Yeni Nükleer – Ekonomi Hayır Diyor" başlıklı ve 9 Kasım 2009 tarihli “Citi Group” araştırmasında, beş ana risk alanına dikkat çekiliyor. Planlama, inşaat, elektrik satış fiyatı, santralin işletimi ve nükleer atık sorunuyla miyadı dolan santralin söküm işlemleri. Citi raporuna göre, nükleer reaktörün yapım maliyeti kurulu kilovat güç başına 3 bin 400 - 4 bin 733 dolar arasında değişiyor. Raporda, bir nükleer reaktörün zarar etmemesi için üretilen elektriğin kilovatsaatinin piyasada en az 6,5 avro sentten (8-9 dolar sent) satılması gerektiğine vurgu yapılmış. Akkuyu için öne sürülen ilk yatırım maliyetinin kilovat kurulu güç başına 4 bin 116 dolar olduğu hesaba katılırsa bu raporda kâr edilmesi için belirtilen fiyat şartının Akkuyu nükleer santrali için de geçerli olduğu söylenebilir (Batı standartlarında bir nükleer santral yapılacaksa işçilik maliyetleri dışında fiyatı aşağı çekecek bir etken olmamalı). Dokuz sent civarındaki fiyat şu andaki piyasa fiyatının üzerinde ve raporda da belirtildiği gibi üreticiye ciddi bir kar sağlamıyor. Akkuyu NGS ya da Rosatom bu fiyatın üzerinde ve sürekli elektrik satmak isteyecektir. Tasarım ömrü 60 yıl olarak belirtilen (dünyada henüz hiçbir reaktör bu kadar uzun süre çalışmadı) reaktörün uzun vadede daha çok kâr edeceğini hesaplıyor da olabilirler. Komplo teorilerini hiç sevmem ama Türkiye’de elektriğinin yüzde 45'lere yakını doğalgaz çevrim santrallerinden sağlanıyor. Türkiye'nin bir numaralı doğalgaz tedarikçisinin Rusya olduğunu hatırlatalım. Doğalgaz fiyatlarının biraz artması, elektrik fiyatlarının da artmasına neden olur. İpler iyiden iyiye Rusya'nın elinde olacak. Bu senaryoyu bozmak için ya ciddi miktarda gaz sağlayacak yeni doğalgaz tedarikçileri bulacaksınız ya da bambaşka bir yola girip, hem enerjiyi verimli kullanacak hem de yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretmeye başlayacaksınız. Bunun önündeki en büyük engel ise sorunun bir numaralı kaynağı, Akkuyu'da kurulmak istenen santral.

NÜKLEER VE GÜNEŞ FARKLI DÜNYALARIN OYUNCULARI
30 bin megavat güneş ve bir o kadar da rüzgar kurulu gücüne sahip Almanya'da, sistem artık farklı işliyor. Güneşin veya rüzgarın çok olduğu günlerde, bu kaynaklardan üretilen elektrik miktarı o kadar artıyor ki, serbest piyasada fiyatları oldukça düşebiliyor. Mart ayında güneş enerjisinden elektrik üretim rekoru kıran Almanya'da bu oldu. Talebin arttığı gün ortasında güneş panelleri şebekeyi elektriğe boğdu ve azami yük (peak load) fiyatlarını aşağıya çekti. Spot piyasada fiyatlar 3,5 avro sente kadar indi. Bu durum başta nükleer olmak üzere, esnekliği olmayan baz yük santrallerini rahatsız ediyor.

Tablo 1. Almanya’da 7 Mart 2012 tarihinde oluşan fiyatlar

 
Aslında rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarıyla nükleer arasındaki asıl kavga şebeke üzerinden oluyor. Baz yük santrallerinin sayısının ve öneminin giderek azaldığı akıllı şebekelerle desteklenen bir modele uyum sağlamakta en çok nükleer santraller zorlanıyor. Bir nükleer santrali açıp kapamanız, nükleer reaksiyonu durdurup yeniden başlatmanız günler alabilir. Nükleer santraller yapı itibariyle sürekli çalışmak, yakıt değişimine kadar devamlı elektrik üretmek istiyor. Yenilenebilir enerji ise doğası gereği daha esnek. Diğer baz yük santrallerin nükleer kadar sorunu yok. Onlar da oyunu böyle oynamak istemiyorlar ama bir doğalgaz santralini açıp kapatmak nükleer kadar zor değil. Doğalgaz santrallerinin ilk yatırım maliyetlerinin kW kurulu güç başına 1000 dolar seviyesine geldiği günlerde elektrik üreticisi şirketler de bu durumdan çok şikayetçi değil. Nükleerin karşılaştığı tek sorun bu yeni sisteme “uyum” sorunu da değil. Fiyat rekabetinde de nükleer enerji zor günler yaşıyor. Aşağıdaki tablo yenilenebilir enerji kaynakları için farklı ülkelerden derlenmiş üretim maliyetlerini gösteriyor. Türkiye’de, hem işçilik hem de yenilenebilir enerji potansiyellerin güçlü olması nedeniyle (güneşlenme süresinin uzunluğu gibi) bu rakamların daha aşağısında üretim maliyetlerine ulaşmak da mümkün. Bir de bu karşılaştırmayı nükleer santralin en erken elektrik üreteceği tarih 2020’deki yenilenebilir enerji fiyatlarıyla yapmak lazım. Temiz enerjide teknoloji sürekli geliştiği ve ilk yatırım maliyetleri hızla aşağı çekildiği için aşağıdaki fiyatların da altında rakamları görmek mümkün olacak. Halihazırda 12,35 sentin altında üretim yapabilen biyokütle, jeotermal, rüzgar gibi enerji kaynaklarına o tarihlerde güneş enerjisini ve hatta yakın bir tarihe kadar adından dolayı espri konusu olan “dalga enerjisini” de ekleyebileceğiz. Bugün “ucuz nükleer” diye yola çıkanların yerinde olsam o tarihlerde uzun bir yurt dışı seyahatine çıkardım.

Tablo 2. Yenilenebilr enerji kaynakları elektrik üretim maliyetleri
TÜRÜ
kWs MALİYETİ (ABD sent)
Büyük Hidro (1 MW üstü)
5-10
Küçük Hidro (1 MW altı)
5-40
Rüzgar
5,2-16,5
Rüzgar Açıkdeniz
11,4-22,4
Rüzgar ev tipi (0,1-3 kw)
15-20
Biyokütle
7,9-17,6
Jeotermal
5,7-8,4
Güneş Çatı fotovoltaik paneli
22-44
Güneş fotovoltaik (santral tipi)
20-37
Yoğunlaştırılmış Güneş Termal
18,8-29
Dalga enerjisi
21-28
Kaynak: REN 21, 2012

SÖKÜM VE ATIK MALİYETLERİ
Söküm maliyetinin ilk yatırım maliyeti kadar gündeme gelmemesi, sökülme işlemine reaktör yapıldıktan 40-60 yıl (hatta daha geç) sonra başlanacak olmasından kaynaklanıyor. Genelde devletler, işletmeci firmadan söküm ve atık için gerekli parayı, üretime geçtikte sonra yavaş yavaş ödemesini ister. Türkiye'nin Rusya Federasyonu ile yaptığı anlaşma da bu temele dayanıyor ama özellikle nükleer atık konusunda ciddi belirsizlikler görülüyor. Atıkların Türkiye'de mi kalacağı, Rusya'nın yasalarına rağmen oraya mı gönderileceği belli değil. Akkuyu NGS A.Ş. Adlı Rosatom bünyesindeki şirketin Türkiye'de “halkı bilgilendirmek” için kurduğu internet sayfasında aynen şu satırlar yazılı: “Nükleer santralde kullanılacak tüm yakıt Rusya’dan getirilecek. Atıklar da yine Rusya’ya geri gidecek. Atıkları Türkiye satın almak isterse, Türkiye’de de kalabilecek”. Şirket, imza attığı uluslararası anlaşmanın 10. maddesinin 9. bendiyle çelişiyor. Bu maddede, “Proje Şirketi, ESA çerçevesinde TETAŞ tarafından alınan elektrik için kullanılmış yakıt ve radyoaktif yakıt yönetimi hesabına 0.15 ABD senti/kWh ve işletmeden çıkarma hesabı için 0.15 ABD senti/kWh tutarında ayrı bir ödeme yapar. ESA dışında satılan elektrik için Proje Şirketi yürürlükteki Türk kanunları ve düzenlemeleri uyarınca gerekli ödemeleri ilgili fonlara yapacaktır” deniyor. Kullanılmış yakıtlar Rusya’ya götürülecekse, neden TETAŞ’a para veriliyor? Nükleer atıklar (yakıt yerine nükleer atık demek daha doğru olur)  “bir şekilde” Türkiye'de kalacaksa, Türkiye bir de bunun için para mı ödeyecek? Bu kadar önemli bir konunun, santrale beton dökülme aşamasına gelindiği şu günlerde bile çözülmemiş olması kaygı verici.

Atıkları satın alacaksak bunun da bir maliyet kalemi olacağını ve tarihe geçeceğimizi belirterek söküm masraflarıyla ilgili bir hesap yapalım. Yılda 40 milyar kWs elektrik üretmesi beklenen Akkuyu NGS’den üretilen her kWs için 0,15 ABD sentini söküm masrafları için ayırması anlaşmada isteniyor. Santralin verim kaybı, çalışmayacağı ayları da hesaba katarsak 60 yılda 3 milyar dolara yakın bir paranın bu fona ayrılacağını söyleyebiliriz. Dünya Nükleer Birliği söküm bedelinin ilk yatırım maliyetinin yüzde 15’ine denk düşebileceğini söylüyor. Bu da tam 3 milyar dolara denk düşüyor. Siz de fark etmişsinizdir ki, yatırım maliyetinin gerçek yatırım maliyeti olup olmadığını, santralin sökümünün hangi standartlara uygun bir şekilde yapılacağını bilmeden bu rakamın yeterli olup olmayacağı konusunda bir yorum yapmak zor. Santralin bazı parçalarının yüksek seviyeli atık muamelesi göreceğini de biliyoruz. Atıkların ne yapılacağı bile belli değilken, sadece bu yüzdesel hesaba bakarak bir tahminde bulunmak doğru olmaz. Maliyet kadar bu belirsizlik de önemli. Elinizde 240 bin yıl radyoaktif kalan atıklar var ama bunu ne yapacağınızı belirlememişsiniz.

YAKIT MALİYETİ VE KAZA
Çernobil Nükleer Santrali - Foto: O. Gurbuz
Yakıt maliyeti nükleer santraller için elektrik üretim maliyetinin yüzde 10 ila 15’i arasında değişiyor. Farklı kaynaklarda farklı rakamlar var ama bu yazıda bahsetmeye çalıştığım diğer kalemlere göre yakıt maliyetini tahmin etmek veya hesaplamak daha kolay. Uranyum fiyatlarına endeksli bir hesaplama yapmanız gerekiyor. Fukuşima öncesi nükleer reaktör sayısının hızla artacağını uman nükleer endüstri uranyum fiyatlarının da aynı oranda artacağını düşünüyordu. Sınırlı uranyum rezervlerine ve madenlere de ilgi artmıştı. Uranyum rezervlerinin sınırlı olması yeniden işleme gibi yakıt maliyetini arttıran yöntemlerin de daha sık gündeme gelmesine neden olmuştu. Fukuşima sonrası birçok ülkenin nükleerden çıkış kararı alması bu eğilimi değiştirdi. Yakın zamanda fiyatlarda çok ciddi bir artış beklenmiyor. Yakıt konusunda bir başka sorun yakıtın fiyatından çok yakıt fabrikalarının belli ülkelerin tekelinde olması ve her reaktör tipinin farklı yakıt çubukları kullanmasıyla ilgili. Tek tedarikçiye bağımlılık burada “dışa bağımlılık” konusunu gündeme getiriyor.

Bu aşamada değineceğim son konu, kaza olması halinde ortaya çıkacak maliyet. Hem Çernobil hem de Fukuşima’da görüldüğü gibi sadece temizlik çalışmalarının tutarı bile 300-350 milyar doları bulabiliyor. Bu nedenle hiçbir sigorta şirketi bir nükleer santrali sigortalamaya yanaşmıyor. Hiçbir özel şirketin devlet desteği olmadan böyle bir maliyetin altından kalkması da mümkün değil. Nükleer kazadan sonra bir mucize eseri hiç can kaybı yaşanmasa bile, yatırım riski bu kadar büyük bir girişimin “normal şartlarda” serbest piyasa koşullarında gerçekleşmesini beklemek aslında bir hayal. İlk yatırım maliyeti, faiz oranları, inşaatın süresi gibi değişkenler nükleer santrallerin elektrik üretme maliyetlerini ciddi oranlarda etkileyebiliyor ancak bir kaza olması halinde asıl fiyat ortaya çıkıyor. Bırakın büyük çaplı bir kazayı, ufak bir radyoaktif sızıntının gerçekleşmesi halinde bile nükleer santral aylarca kapatılabilir. (Belçika’da şu günlerde olduğu gibi[6]) İşletme riskinin sadece sağlık açısından değil iktisadi açıdan da ne kadar riskli olduğunu anlamak için bu faktörü unutmamak gerek. Nükleer enerjinin şeffaf ve serbest bir piyasanın oyuncusu olmadığı açık. Sübvansiyonlar, sızıntı ve kazaların boyutlarını gizleyecek denetime kapalı otoriter rejimler nükleer enerji için tercih nedenidir. Bu nedenle kaça patlar sorusuna yanıtım kısaca “çok pahalıya” olacak.  


[1] http://www.reuters.com/article/2012/06/21/lithuania-energy-idUSL5E8HLBX620120621 adresinde en son 23 Eylül 2012 tarihinde görüldü.
[2] Renewables 2012, Global Status Report, REN 21.
[3] Reducing the capital cost of Nuclear Power Plants, Nuclear Energy Agency, 3 Şubat 2000.
[4] http://haber.gazetevatan.com/faturasi-25-milyar-s/463454/2/Haber adresinde en son 23 Eylül 2012 tarihinde görüldü.
[5] The Cost of Nuclear Power: Why nuclear will cost us more than the alternatives. No2nuclearpower, Şubat 2011.
[6] Bakınız: http://www.reuters.com/article/2012/09/13/belgium-nuclear-idUSL5E8KD9D420120913

Nükleer rönesansın sonu Fukuşima oldu

Özgür Gürbüz-EnergyTurk/Ekim 2012*

Nükleer enerjinin gelişimini anlamak için nükleer kazalardan önceki ve sonraki dönemlere bakmak gerekir. Çernobil öncesi, Çernobil sonrası ve Fukuşima sonrası nükleer endüstri çeşitli büyüme ve küçülme dönemleri yaşadı. Bu büyük nükleer kazalar, nükleer endüstrinin seyrini tahmin edilebileceği gibi olumsuz etkiledi. Nükleer reaktör teknolojilerindeki değişiklikler, yeni kuşak reaktörler ise sanıldığı gibi dünyada reaktör sayısının artmasına yol açacak, nükleer enerjiyi popülerleştirecek sonuçlar doğurmadı. Çünkü bu teknolojiler “kazasız nükleer santral” garantisini vermekten uzak. Nükleer enerjinin görece ilerlemeleri ise daha çok nükleer endüstri dışı krizlerin nükleer endüstri tarafından güçlü pazarlama kampanyalarıyla lehlerine kullanılmasıyla yaşandı.

1973'teki petrol krizi, iklim krizi ve Rusya'ya bağımlılık korkusuyla Avrupa'da etkili olan doğalgaz krizi, bu kısa süreli ilerlemelere örnek gösterilebilir. Fransa'nın nükleer enerji bağımlılığının en büyük nedeni 1973'teki petrol krizi sonrası agresif bir nükleer enerji politikası yürütmesidir. Devlet eliyle desteklenen ve fosil yakıtlara bağımlılığın azaltılmasını amaçlayan bu programın sonucunda Fransa bugün elektriğinin yüzde 77'sini1 nükleer santrallerden sağlayan bir ülke olmuştur. Elektrikte nükleere bu kadar bağımlı başka bir ülke yoktur. Buna rağmen, dünyada ABD'den sonra en çok nükleer reaktöre sahip ülke Fransa'nın (58 reaktör) enerjide dışa bağımlılık oranı yüzde 51,30'dur. Avrupa'da enerji ithalatçısı konumundaki tek ülke ise hiç nükleer reaktörü olmayan Danimarka'dır. Bu istatistik, enerjinin elektrikten ibaret olmadığını göstermesi ve Türkiye'nin enerjide dışa bağımlılık sorununu nükleer santral kurmakla çözemeyeceğini anlatması açısından önemlidir. 1970'lerde fosil yakıtlardan kaçmanın tek yolunun nükleer enerjinin kucağına atlamak olduğu söylenebilir. Günümüz koşullarında ise elektrik üretiminde nükleere mahkum olunmadığı açık. Bu nedenle petrol fiyatlarının 100 doların üzerinde seyrettiği günlerde bile “tek yol nükleer” diye çığlık atan ülkelerin ortalıkta gezinmemesine şaşırmamalı.

Nükleer endüstrinin fırsata çevirdiği ikinci kriz ise iklim değişikliği oldu. Yapım ve uranyumun çıkarılması sırasında atmosfere bırakılan emisyonları “hesaba katmadan” kendisini “karbonsuz” bir enerji kaynağı şeklinde tanıtan nükleer enerji, Çernobil kazasının unutulmasını da fırsat bilerek 2000'li yılların başında yeni bir pazarlama hamlesi yaptı. Fransa'nın milyarlarca dolar yatırdığı nükleer endüstrisini atıl bırakmamak için sahip olduğu fazla kapasiteye rağmen yapımına başladığı Flamanville-3 sayılmazsa adına “nükleer rönesans” denen bu hamle Batı'da Finlandiya'daki Olkiliuoto-3 reaktörüyle ses buldu. Fukuşima'daki kaza nükleer rönesans kampanyasına son noktayı koymuş gibi görünse de aslında rönesans başlamadan bitmişti. Fransa ve Finlandiya'daki bu son model reaktörlerin (3+ kuşak, Avrupa Basınçlı Su Reaktörü-EPR) inşası sırasında ortaya çıkan teknik aksaklıklar, uzayan yapım süreleriyle artan maliyetler buna işaret ediyordu. Finlandiya’da inşaatına 2005’te başlanan reaktörün 2009’da devreye girmesi bekleniyordu. İnşaat hâlâ sürüyor. Reaktörün 2014'te bile elektrik üretemeyeceği birkaç ay önce açıklandı ve yeni bir tarih verilmedi2. 10 yıla varan bu gecikme sonucunda 3 milyar avroya mal olması beklenen reaktörün maliyeti “en azından” 6 milyar avroyu geçti. Fransa’da yapımı süren aynı tip reaktörün kaderi de aynı oldu. İnşaatına Finlandiya’dan iki yıl sonra başlanan reaktör de söylenildiği gibi dört yılda bitirilemedi. 2016 yılında biterse Fransızlar bayram edecek. Maliyeti de yine söylendiği gibi 3 milyar avroda kalmadı, şimdiden 6 milyarı garantiledi. Bu fiyatlarla nükleerin değil ABD'de olduğu gibi ucuz doğalgazla baş etmesi, yenilenebilir enerjiyle rekabet etmesi bile mümkün görünmüyor. Tüm bunlar Batı Avrupa'da yeni reaktör kurmaya hevesli tek ülke İngiltere'yi de endişelendiriyor. Almanya'nın dev enerji şirketleri RWE ve E.ON, İngiltere'de 6 bin megavat(MW) gücünde nükleer santral kurmaya hazırlanıyordu ama Fukuşima sonrası yaşanan gelişmeler bu iki devi, 19 milyar avroluk bu projeden çekilmeye zorladı. Şimdi İngiltere'nin umudu, Finlandiya ve ülkesindeki inşaatlarda sınıfı geçememiş Fransa. Almanya'nın nükleer santrallerini kapatmaya başlaması ve 2022'ye kadar hepsinin kapısına kilit vuracak olması RWE ve E.ON'un bu kararında etkili oldu. Aynı Fukuşima sonrası Siemens'in nükleer enerjiden tamamen çekilmesinde olduğu gibi.

Fukuşima sonrası Almanya ve İsviçre'nin nükleerden çıkış kararı alması, Belçika ve İspanya'nın bu yöndeki tavırlarına devam etmesi, İtalya, İrlanda, Avusturya, Norveç, Yunanistan, Portekiz gibi birçok Avrupa ülkesinin nükleer enerjiyi defterden neredeyse tamamen silmesi nükleer endüstriyi belki de Çernobil sonrası dönemden bile daha zor bir duruma soktu. Dünyadaki çalışabilir 435 reaktörün 212'sine sahip üç ülkesinde (ABD, Japonya ve Fransa) Çernobil'den sonra bile bu kadar ciddi bir nükleer karşıtlığı görülmemişti. Fransa'nın nükleerin elektrik üretimindeki payını azaltma seçeneklerini tartışmaya başlaması, Japonya'nın Fukuşima'dan sonra sağlam kalan 50 reaktörden sadece bir tanesini çalıştırıyor oluşu ve ABD'de nükleer atıkların depolanması için düşünülen Yucca Dağı projesinin iptali nükleer dünyanın amiral gemilerinde bile kafaları karıştırdı. Avrupa ve Kuzey Amerika'da kurulacak birkaç yeni nükleer reaktörün bile bundan sonra tüm dünyada, ister adına rönesans ister devrim deyin, bu türde bir eğilim yaratması oldukça zor. Nükleer endüstri hem eldeki insan gücünü tutabilmek, hem de teknolojik yatırımları finanse edebilecek siparişleri almak için gözlerini Doğu'ya, özellikle de Çin ve Hindistan'a çevirmiş durumda.

UAEA'na göre şu anda yapımı süren 63 reaktörün 26'sı Çin'de, 11'i Rusya'da ve 7 tanesi de Hindistan'da. Bu üç ülkeyi bir kenara koyduğunuzda aralarında yapımına 1981 yılında başlanmış Arjantin'deki Atuça-2 gibi ne zaman biteceği şüpheli reaktörlerin de olduğu bir grup kalıyor. Rusya'daki reaktörlerin iki tanesi prototip, 35 megavat güce sahip üniteler. Geri kalan dokuz ünitenin arasında Kursk-6 gibi 1985'ten beri bir türlü bitirilemeyen reaktörler var. Kısaca UAEA'nın listesinde yer alan bu “63” rakamı da size gerçek durumu anlatmıyor. Dünyada elektrik ihtiyacı hiç tartışmasız herkesten daha fazla olan Çin bile Fukuşima sonrası yeni nükleer reaktörlere lisans vermeyi dondurdu. Petrol ve doğalgazda dışa bağımlı Çin'in yenilenebilir enerji ve enerji verimliliğine nükleer enerjiden daha fazla yatırım yaptığını söylemek yanlış olmaz. Çin'de kurulu rüzgar gücü son beş yılda 50 kat artarak 63 gigavata (GW) ulaştı. Güneş fotovoltaik kurulu gücü de yine 47 kat artarak 3,8 gigavat oldu. Aynı dönemde Çin'in kurulu nükleer gücü sadece yüzde 1,5 oranında arttı ve 12 gigavata ulaştı3. Çin, yapım halindeki 26 reaktörü (27,4 GW) 2020'ye kadar bitirirse o tarihte 40 GW'lık bir nükleer kurulu güce ulaşmış olacak. Çin Ulusal Enerji Müdürlüğü'nün açıkladığı hedeflere göre ise Çin'in o tarihte 200 GW rüzgar kurulu gücüne ulaşması bekleniyor4. Hedefler her iki kaynak için de tutturulursa 2020 yılında Çin'in rüzgar kurulu gücü nükleer enerjinin dört katından fazla olacak. Tahminen rüzgardan üretilen elektriğin payı da nükleeri geçecek. Nükleer enerjinin Çin'deki elektrik tüketiminin sadece yüzde 1,85'ini karşıladığını ve Çin'in rüzgar enerjisi için 2050 hedefinin 1000 GW olduğunu da hatırlatalım.

Tüm bu tablodan Türkiye'nin çıkaracağı onlarca sonuç var biz sadece birkaç tanesini yazalım. Almanya gibi Türkiye'den üç kat daha fazla elektrik tüketen bir endüstri devi yoluna nükleersiz devam edebiliyorsa Türkiye gibi yenilenebilir enerji kaynakları açısından Almanya'dan çok daha şanslı bir ülke rahat rahat devam eder. Bu birinci sonuç. İkinci sonuç ise daha politik. Dünyada nükleer endüstrinin pazar bulduğu ülkeler, ağırlıklı olarak, demokrasi düzeyinin tartışmalı olduğu, halkın fikrinin sorulmadığı, nükleer atık, kaza sonrası sorumluluk gibi hayati konuların gündeme bile alınmadığı ülkelerden oluşuyor. Türkiye'nin nükleer endüstri için iyi bir pazar işareti vermesi bu açılardan da tartışılmazsa ileride ülkeye büyük zarar verir. Rusya'nın Belarus ve Ukrayna ile olan ilişkileri, bu ülkelerde nükleer enerjinin mevcut hükümetlerce desteklenmesi, nükleer karşıtlarına bu ülkelerde uygulanan baskılar, nükleer enerjinin beraberinde neleri getirdiği sorusunun da sorulmasına neden oluyor. Nükleer enerjinin yapısı itibariyle anti-demokratik olduğunu ve otoriter rejimlerde daha rahat yayıldığını söylemek mümkün.

Son sonuç ise teknolojik gelişme ve istihdamla ilgili. Teknoloji transferi ve istihdam açısından yenilenebilir enerji kaynakları Türkiye gibi gelişme yönündeki ülkelere daha fazla fırsat tanıyor. Türkiye'nin yerli nükleer reaktör üretmek için harcayacağı para yerli bir rüzgar türbini üretmek için harcayacağından daha fazla. Yerli reaktörün AR-GE masraflarını karşılaması için ihraç edilmesi de gerekir ki, bu da yerli bir rüzgar türbini satmaktan kat ve kat daha zor. Çin'in, İspanya'nın güneş ve rüzgar enerjisinde kısa zamanda ihracat yapan ülkeler arasına girmesi gözden kaçırılmamalı. 

---

*Bu yazının kaleme alındığı tarih Ağustos 2012'dir.
1UAEA.
2Finland's Olkiluoto 3 nuclear plant delayed again. http://www.bbc.co.uk/news/world-europe-18862422 adresinde 24 Ağustos 2012 tarihinde görüldü.
3The World Nuclear Industry Status Report 2012, sf. 6.
4China Increases Target for Wind Power Capacity to 1,000 GW by 2050 http://www.renewableenergyworld.com/rea/news/article/2012/01/china-increases-target-for-wind-power-capacity-to-1000-gw-by-2050 adresinde 24 Ağustos 2012 tarihinde görüldü.

Fukuşima'nın yıldönümü ve mühürlü yürekler

Özgür Gürbüz-Birgün / 11 Mart 2011

Bundan tam bir yıl önce Japonya’nın Fukuşima eyaletinde dünya tarihinin gördüğü en büyük nükleer kazalardan biri oldu. 100 bin civarında insan evini terk etmek zorunda kaldı. Yaşadıkları yerlere geri dönebilecekleri şüpheli.

Fukuşima’daki nükleer santraldan suya, toprağa ve havaya radyasyon sızdı. Dünyanın en gelişmiş teknolojilerine, depreme karşı en dayanıklı yapılarına sahip Japonlar, nükleer kaza karşısında çaresiz kaldılar. Bölgede radyasyona bulanmış topraklar tam bir yıldır dozerlerle kamyonlara yükleniyor ve canlı yaşamından uzakta depolanıyor. Fukuşima'da toprak artık nükleer atık muamelesi görüyor. Kirlenmiş alanda tarımsal ve hayvansal üretim yapmak artık mümkün değil. 40 km. çapında bir daire içerisine ise girmek yasak. Alınan 76 gıda örneğinde izin verilen miktarların üzerinde radyasyona rastlandı. İnek etinden levreğe, mantardan domuz etine kadar birçok üründe sezyum, iyot gibi radyoaktif maddelere rastlanıyor. Balık tutmak, yemek ve satmak hayal. Nâzım Hikmet’in ‘Japon Balıkçısı’ şiirinde söylediği gibi:

“Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.”

Fukuşima artık kara bir tabut; Çernobil gibi. Güya insanlığın gelişmesi için yaratılan teknolojik canavarların en sinsisi nükleer santrallar, bulundukları ülkelerin ekonomik ve sosyal çöküntülerinin de mimarı oldular. Fukuşima’da radyoaktif kirlenmeye maruz kalan ve boşaltılan bazı bölgelerde radyasyon seviyesi 510 milisivert/yıl, boşaltılma kararı için gereken rakamın 25 katı[1].

Kazadan sonra hurdaya ayrılan dört reaktörü bugün yeniden yapmaya kalksanız en az 20 milyar dolar harcamanız gerekir. Reaktörlerin içindeki hasarlı yakıtları çıkarmak en iyimser tahminle 10 yıl, tüm söküm işlemlerinin tamamlanması ise 40 yıl sürecek. ABD’deki Üç Mil Adası kazasından sonra yakıtın reaktörden çıkarılması beş yıl sürmüştü. Siz şu satırları okurken, Fukuşima’daki her bir reaktöre tekrar ısınmamaları için saatte 10 bin tona yakın su basılıyor[2]. Tabii, bu rakamlar Japonya gibi elinde tüm teknolojik imkânları bulunduran bir ülke için geçerli. Mersin’de bir kaza olursa bu temizleme çalışmalarının kaç yüz yıl süreceğini varın siz hesap edin. Çernobil’den sonra halka yedirilip içirilen fındık ve çayı düşünün. Mersin’de meydana gelecek kaza sonrası kaç kasa limon, muz yiyeceğinizi yine varın siz hesaplayın. Antalya’da her denize girişinizde ne kadar radyasyona maruz kalacağınızı… Simitle değil geiger cihazıyla yüzersiniz artık.

Japonya, Fukuşima kazasından sonra ülkedeki diğer reaktörlerin hepsini çeşitli güvenlik testlerine tabi tutmaya başladı. Şu anda ülkedeki 50 reaktörden sadece ikisi çalışıyor. Japonya elektriksiz kalmadı, elektrik üretmenin bin bir çeşit yolu var. Siz bizim yetkililere bakmayın, onlara kalsa “biraz radyasyon kemiklere bile iyi gelir”[3]. Japonya kazadan sonra birçok gelişmiş ülke gibi yeni nükleer santral planlarını iptal etti. Kaza öncesi ülke elektriğinin yüzde 30’unu karşılayan nükleer santrallardan 2050’ye kadar tamamen kurtulabilecekler mi, onu tartışıyorlar.

Kazadan bir gün öncesine kadar ülkemizdeki sözde uzmanlar nükleer santral pazarlamakla meşguldü. Sorsaydınız, “Çernobil benzeri bir kazanın tekrar yaşanması mümkün değil” derlerdi. Zaten Çernobil, Rus teknolojisiydi ve bir insan hatası sonucu meydana gelmişti. Dünyadaki tüm reaktörlerin insanlar tarafından tasarlandığını, kaza riskinin hiçbir sanayi tesisinde (uzay mekiklerinde bile ölümcül kazalar oldu) sıfırlanamayacağını bilmesek bu sözde uzmanlara inanırdık. Bu yalanlara yanıt acı bir örnekle geldi, Fukuşima, en yüksek teknolojinin bile nükleer santrallardaki kazaların önüne geçemeyeceğini, insanların hesaplayamadığı birçok tehlikenin var olduğunu bize öğretti. Ne yazık ki hepimize değil...

2 Mart 2012 tarihinde Mersin’in Akkuyu beldesine kurulmak istenen nükleer santralın Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu görüşe açıldı. ÇED raporunun tutar yanı yok. Rapordan daha trajik olan aslında Fukuşima’dan bir yıl sonra nükleer santralda ısrar edenler, onun yok etme gücüne inanmak istemeyenler. Sanki gözleri kör, kulakları sağır; sanki lanetlenmiş gibiler. Hükümete oy veren ve kendilerinin dindar olduğunu söyleyen kesime de şaşıyorum. Onların Kuran’ın genel prensibini, bir şeyin zararı yararından daha fazlaysa o şeyin haram kabul edileceğini, yani nükleer enerjinin haram olduğunu bilmeleri gerekmez mi? Sesleri çıkmıyor. Gözleri kör, kulakları sağır ve yürekleri de mühürlü.

[1] One Year After Fukushima, Sharon Squassoni and Andrew Noble, CSIS, 7 Mart 2012.
[2] UAEA, Fukuşima Dayçi durum raporu, 23 Şubat 2012.
[3] Kenan Evren, dönemin Cumhurbaşkanı.

Nükleer enerji karşıtları Fukuşima'nın yıldönümünde sokağa çıkıyor

Japonya'nın Fukuşima Nükleer Santrali'nde meydana gelen nükleer kazanın yıldönümünde Nükleer Karşıtı Platform (NKP) tüm Türkiye'de çeşitli etkinlikler düzenliyor. İstanbul NKP 10 Mart 2012 tarihinde Fukuşima nükleer kazasının yıldönümünde ülkemizi nükleer maceraya sürükleyen sorumluların kınanması amacıyla bir basın açıklaması yapacak.

Basın açıklaması bilgileri:Tarih: 10 Mart 2012 Cumartesi
Saat: 13:30
Yer: Taksim Tramvay Durağı
İstanbul NKP Sekretaryası
EMO İStanbul Şubesi

***
İzmir NKP ise basın açıklamasını 11 Mart 2012 tarihinde (Pazar günü), Cumhuriyet Meydanı'nda saat 12:00'de yapacak.