Çernobil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çernobil etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Japonya en ucuz enerji kaynağını keşfetti

Özgür Gürbüz-BirGün/31 Ağustos 2014

2011 Mart ayında Japonya’daki Fukuşima nükleer santralinde dev bir kaza oldu. Santralden sızan radyasyon, suya, havaya ve toprağa bulaştı. Reaktörleri soğutmada kullanılan tonlarca radyoaktif suyun büyük bir bölümü de okyanusa bırakıldı. Japonlar haftada bir okyanustan su örnekleri alıp radyasyon seviyesini ölçüyor. Radyasyon bir yere gitmiyor ama okyanus çok büyük olduğu için dağılıyor. Belirli bir noktada yüksek seviyede radyasyona rastlanmazsa bu zararsız kabul ediliyor ve alarm düğmesine basılmıyor. Düşük seviyedeki radyasyonun zararsız olmadığını söyleyen onlarca bilim adamı var ancak kuralları koyanlar buna inanmamızı istiyor. Japonya’daki ölçümler daha uzun yıllar sürecek. Toprak, hava ve balıklardaki radyasyon sürekli gözetim altında tutulacak. Balıkçılar ve çiftçiler o bölgeden umudunu kesti. Artık radyasyon Fukuşima’da hayatın bir parçası, yok etme şansınız yok.

Çernobil sonrası İngiltere’nin Cumbria bölgesindeki koyunlarda da radyasyon ölçümleri başlatılmış, hayvanların başka bölgelere götürülmesi yasaklanmıştı. 1986’da başlayan ölçümler 2012 yılında sonlandırıldı. 26 yıl boyunca çiftçiler, koyunlarını radyasyon taramasından geçirmeden pazara götüremediler. 2 bin kilometre ötede olmuş bir nükleer kaza sonucu alınan en basit önlemden bahsediyorum. Şimdi düşünelim. Mersin ya da Sinop’ta olacak bir nükleer kaza sonrası yapmamız gerekecek bin tane işin sadece üçünü düşünelim.

1. Karadeniz ve Akdeniz’de, onlarca farklı noktada, denizdeki radyasyon seviyesini sürekli ölçmemiz gerekecek.

2. Bölgedeki hayvan stoklarını düzenli radyasyon taramasından geçirmek zorunda kalacağız.

3. Topraktan, meyve ve sebzelerden sürekli örnek alıp onları radyasyon kontrolüne göndereceğiz. Yoksa ne yiyebileceğiz, ne de satabileceğiz.

İşte Türkiye’nin ihtiyacı olmamasına rağmen nükleer santralde ısrar etmesinin en zararsız sonuçlarından üçü bunlar olacak. Sizce ülkede bu denetimleri yapabilecek, hükümetten korkmadan sonuçları açıklayabilecek bir kapasite var mı?

Fukuşima kazasından önce Japonya’da 54 nükleer reaktör çalışıyor, ülkedeki elektriğin yüzde 30’unu üretiyordu. Daha sonra birer birer kapatıldılar. 15 Eylül 2013’ten bu yana Japonya’daki nükleer santrallerin hepsi kapalı. Nükleer lobi, santrallerden birkaçını yeniden açtırmak için uğraşıyor; Abe hükümeti de bu fikri destekliyor. Elektrik üretiminin neredeyse üçte birini nükleere bağlayan bir ülkede değişim anında olmaz ancak nükleersiz bir Japonya artık herkesin dilinde. Japonya’nın 2030 hedefinde elektrik ihtiyacının yüzde 20’sini rüzgar, güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamak yazılı. Daha da önemlisi, Japonya’nın tasarruf ve verimlilik tedbirleriyle elektrik talebini 2010-2012 arasında yüzde 8 düşürmüş olması. Aynı Almanya gibi, dünyanın bir başka sanayi devi de çözümü daha az tüketmekte buldu.

Türkiye ise yüzde 25’lere varan enerji tasarrufu potansiyelini görmek yerine, daha çok enerji tüketerek ekonomisini ilerletmeye çalışıyor. İşin komik tarafı, bir yandan da enerji ithalatından şikayet ediyor. Halbuki, tasarruf edilen, verimli kullanılan enerjiden ucuzu yok. Japonya’dan nükleer santral almak yerine, iki yılda nasıl oldu da Türkiye’nin elektrik tüketiminin yaklaşık dörtte biri kadar tasarruf yapmayı başardılar onu öğrensek çok daha iyi olacak.

Kuzey Ormanları Savunması, 5-6-7 Eylül tarihleri arasında Kemerburgaz’da bir kamp düzenliyor. Kamptaki enerji atölyesine ve iklim değişikliğini konuşacağımız panele beklerim.

Çernobil’in 28. yılında nükleer enerji -3

BirGün gazetesi için hazırladığım üç günlük yazı dizisinin üçüncü ve son bölümü. İlk bölüm için lütfen buraya, ikinci bölüm içinse buraya tıklayınız. 

 TÜRKİYE’NİN NÜKLEER İNADI PAHALIYA PATLAYACAK

Özgür Gürbüz-BirGün/28 Nisan 2014

Adalet ve Kalkınma Partisi, 2004’ten bu yana nükleer santral kurmak için çabalıyor. Mersin ve Sinop’ta kurulmak istenen nükleer santraller için Rusya ve Japonya ile anlaşmalar imzalandı. 12 Mayıs 2010 tarihinde Rusya Federasyonu ile yapılan uluslararası anlaşmaya göre Mersin’in Akkuyu mevkiinde 4 bin 800 megavat (MW) kurulu gücünde bir nükleer santral kurulmak isteniyor. Rus devlet şirketi Rosatom Türkiye’deki faaliyetlerini Akkuyu NGS adlı bir şirket üzerinden yürütüyor. Şirket yüzde 100 Rus sermayeli ve istese bile en fazla yüzde 49 hissesini satabiliyor. Anlaşmaya göre Türkiye, ilk iki reaktörün üreteceği elektriğin yüzde 70’ini, diğer iki reaktörün üreteceği elektriğin ise yüzde 30’unu 15 yıl boyunca Akkuyu NGS A.Ş.’den satın alacak. Fiyatı da belli, kilovatsaat (kWs) başına 12,35 dolar sent (26 kuruş). Sinop için de 3 Mayıs 2013 tarihinde benzer bir anlaşma imzalandığı ve bu defa 20 yıl boyunca 11,80 dolar sentlik bir alım garantisi verildiği belirtiliyor. Belirtiliyor diyoruz çünkü anlaşma metni aradan geçen bir yıla rağmen kamuoyuyla paylaşılmadı. Sürecin gizli yürütülmesi Sinop projesine özgün değil. Mersin’de nükleer santral yapmak için alınması gereken yer lisansı süreci, daha önce eksik bulunduğu için iade edilen Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) raporunun son hali aynı bu anlaşma gibi kamuoyundan gizleniyor. Nükleer enerjiyi savunan hükümet yetkilileri, nükleer karşıtlarıyla tartışmaya yanaşmıyor. Şeffaf bir süreç işletilmiyor. Türkiye’nin nükleer projeleri demokrasi açısından sorunlu ama tek sorun o değil. Nükleer enerjinin maliyeti de tartışmalı.

Nükleer enerji ucuz mu?
Bozcaada rüzgar santrali - Foto: O. Gurbuz
Nükleer santrallerde en büyük maliyet kalemi santralin kendisi. İlk yatırım maliyeti neredeyse elektrik fiyatının dörtte üçünü oluşturuyor. Bu nedenle nükleer santraller çoğu zaman gizli ya da açık, devlet desteğine ihtiyaç duyuyor. Akkuyu ve Sinop’taki projelerin her biri 20-25 milyar dolar. Türkiye bu finansmanı karşılayamayacağı için yatırımı yabancılara yaptırıyor ama her iki santrale de ‘alım garantisi’ veriyor. Sinop’ta kamu kuruluşu EÜAŞ’ın yüzde 35 payla ortaklığı da söz konusu. Alım garantisi, santrallerin üreteceği elektriğin devlet tarafından belirlenmiş bir fiyattan satın alınması demek. Nükleer enerjinin ucuz olup olmadığını anlamak için Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynaklarına verilen alım garantileriyle nükleeri karşılaştırdık. Türkiye, Akkuyu santralinden üretilecek elektriğin kilovatsaatini 12,35 dolar sentten alacak. Herhangi bir rüzgar veya hidroelektrik santralden üretilen elektriğin 1 kilovatsaatini 7,3 dolar sentten, jeotermali 10,5, güneş ve biyokütle santrallerinde üretileni ise 13,3 sentten satın alıyor. Hesap ortada. Bir kilovatsaat elektriği rüzgardan alırsa, devletin kasasından 5 sent daha az para çıkıyor. Üstelik, nükleere verilen alım garantisi Mersin’de 15, Sinop’ta 20 yılken, yenilenebilir kaynaklara verilen taahhüt 10 yılla sınırlı. Türkiye’deki alım garantileri adeta ‘kral çıplak’ diyor ve ‘ucuz nükleer’ masalını boşa çıkarıyor.

KAZA VE SÖKÜM MALİYETLERİ
Nükleer enerjinin pahalı olmasında santrallerdeki kaza ve sızıntıların önemli bir payı var. Çernobil kazasının yüz milyar dolarlarla ifade edilen maliyetini bir kenera bırakalım. Her kaza veya sızıntı, aynı hatanın tekrarlanmaması için santrallerdeki güvenlik önlemlerinin arttırılmasına neden oluyor. Bu da ek maliyetler getiriyor. Bulgaristan’da, Çek Cumhuriyeti’nde nükleer projelerden vazgeçilmesinin ardında bu santrallerin pahalı olması yatıyor. ABD Enerji Bilgi İdaresi’nin (EIA) 2014 yılına ait raporu buna iyi bir örnek. EIA, 2019’da faaliyete geçecek, gelişmiş, yeni bir nükleer reaktörden elektrik üretmenin maliyetinin kWs başına 9,6 sent olacağını tahmin ediyor. Aynı yıl faaliyete geçecek bir rüzgar türbini ise 8 sent maliyetle elektrik üretiyor. Bu rakam hidroelektrikte 8,45, jeotermalde 4,79 ve güneşte 13 sent. Bu hesaplamalar sadece ilk yatırım, yakıt ve işletme giderleri üzerinden yapılmış. Nükleer santrallerin söküm ve binlerce yıl radyoaktif kalan atıklarının depolama, bakım maliyetleri hesaba dahil değil.

Nükleer enerjinin tek rakibi de yenilenebilir enerji kaynakları değil. EIA’nın tahminine göre, doğalgaz ve kömür santrallerinde 1 kWs elektrik üretim maliyeti 6,4 ile 9,5 sent. Ve bu kaynaklar aynı rüzgar ve hidroelektrik gibi devlet desteğine ihtiyaç duymadan kurulabiliyor. ABD’de geçen yıl dört nükleer reaktör (Crystal River-3, Kewaunee, San Onefre 2-3) kapatıldı. Bunların üçü tasarım ömürlerini doldurmamıştı. Başta doğalgaz olmak üzere rekabete dayanamadılar. San Onofre santralinin iki reaktörü için 4,1 milyar dolarlık bir söküm maliyeti hesaplandı. Bu rakamı esas alarak tahmin yaparsak, Akkuyu ve Sinop santrallerinin radyasyona bulaşmış parçalarını sökmek için 20 milyar dolar daha gerekecek. 

Türkiye nükleere mecbur mu?
Türkiye 2013 yılında 240 milyar kWs elektrik tüketti. 2012’ye göre elektrik tüketimi yüzde 1,3 oranında arttı. Hükümetin beklentisi bu artışın en az yüzde 5,3 olmasıydı. Yüksek talep tahmini ise yüzde 7,4’tü. 2011’de yüzde 9 artan elektrik talebi, 2012’de yüzde 5,1 ve 2013’te de yüzde 1,3 oranında artarak düşüş eğiliminde olduğunu gösterdi. 2014 sonunda artışın yüzde 4,6 olması beklense de, büyüme rakamlarının yüzde 2’lerde kalması halinde 2013 benzeri düşük bir artış kimseyi şaşırtmaz. Nükleer santralleri gerekli göstermek için kullanılan en önemli argümanın 2-3 yıldır geçerli olmadığı ortada.

Nükleer santraller sadece elektrik enerjisi üretebiliyor. Bu nedenle nükleer yerine hangi kaynaktan, daha ucuz ve çevreci elektrik üretebiliriz diye bakmak akıllıca bir yol olur. Çevrecilerin sıkça kullandığı “rüzgar, güneş bize yeter” sloganı, rakamlarla desteklenebilir. Hükümetin de kabul ettiği güneş enerjisi potansiyeli 380 milyar kWs. 240 milyarlık tüketimin çok üstünde. Halihazırda, 3 bin megavat kurulu güçle elektrik tüketiminin yüzde 3’ünü sağladığımız rüzgar enerjisinin, 45 bin megavatlık ekonomik potansiyeli daha var. Bu iki teknolojinin en büyük avantajı elektrik üretim maliyetlerinin giderek azalması. Makina Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu Başkanı Oğuz Türkyılmaz, hidroelektrik, rüzgar, güneş, jeotermal, yerli linyit ve biyogaz kaynaklarından 700-750 milyar kWs’lik bir üretimin gerçekleştirilebileceğini söylüyor. Bugünkü tüketimin 3 katı büyüklüğünde bir potansiyelden bahsediyor. Türkyılmaz ayrıca, enerjiyi verimli kullanarak yüzde 25 oranında tasarruf sağlanabileceğine de işaret ediyor. Bu, enerji verimliliği tedbirleri arttırılsa, Türkiye dörtte bir oranında az elektrik/enerji harcayarak aynı üretimi yapabilir demek. Türkyılmaz’ın reçetesinde nükleer, yeni ithal kömür ve doğalgaz santrali yok. Çevreciler hidroelektrik, linyit gibi kaynaklara sıcak bakmıyor, zaman zaman bazı rüzgar projeleriyle ilgili şikayetlerini de dile getiriyor. Bu tartışmalı kaynakları dışarıda bıraksak bile Türkiye’nin Sinop ve Mersin nükleer santralleri devreye girdiğinde üreteceği yaklaşık 80 milyar kWs’lik elektriği başka kaynaklardan hatta sadece enerjiyi verimli kullanarak karşılayabileceği söylenebilir. Bu durumda son sözü nükleer mühendis Prof. Dr. Tolga Yarman’a bırakmalı. Yarman, nükleer enerji kararının teknik değil, siyasi olduğunu söylüyor. O halde hükümet bu siyasi kararının gerekçelerini halka açıklamalı.

-BİTTİ- 

Çernobil’in 28. yılında nükleer enerji -2

BirGün gazetesi için hazırladığım üç günlük yazı dizisinin ikinci bölümü. İlk bölüm için lütfen buraya tıklayınız. 

NÜKLEER RÖNESANS HAYAL OLDU 

Özgür Gürbüz-BirGün/27 Nisan 2014

Nükleer enerjinin en büyük şansı 1973’teki petrol kriziydi. Kriz, birçok ülkede paniğe neden oldu ve o zaman sınırlı olan seçenekler içinde nükleer enerjinin yıldızını parlattı. Fransa bu paniğin en iyi örneğidir. Bugün Fransa’da çalışır durumda 58 nükleer reaktör var ve elektrik ihtiyacının yüzde 73’ü nükleer santrallerden sağlanıyor. Bu 58 reaktörün 36 tanesi, petrol krizinden hemen sonra başlatılan nükleer enerji hamlesi sonucu 1977 ile 1989 yılları arasında kurulmuştur. 1977’ye kadar kurulan reaktörlerin birçoğunun düşük kapasiteli olduğu da düşünülürse, Fransa’nın bugün sahip olduğu kurulu gücünün o paniğin sonucu olduğu açıkça görülebilir. Fransa, 1999 yılından sonra sadece bir reaktör inşa etti. Bugün yapımı süren tek reaktör (Flamanville) ise aynı Finlandiya’daki ikizi gibi mali bir felakete yol açtı ve ne zaman faaliyete geçeceği bilinmiyor.

Rakamlarla dünyada nükleer enerji
Petrol krizinin hızıyla nükleer enerjiyi kurtuluş sananların birçoğu, ABD’deki Üç Mil Adası kazasıyla irkildi. Çekirdek erimesi, yani reaktörün kalbindeki yakıt hücrelerinin hasara uğraması, bununla birlikte nükleer reaksiyonun kontrolden çıkması nükleer endüstrinin korkulu rüyasıdır. Üç Mil Adası’nda kısmen bir çekirdek erimesi yaşanması başta ABD olmak üzere bazı ülkelerde tedirginlik yaratsa da, nükleerden kaçış Çernobil’le başladı. 1986 yılında dünyadaki elektrik tüketiminin yüzde 11’i nükleer santrallerden sağlanıyordu. Çernobil’den sonra yeni siparişlerin durması, nükleer enerjinin yükselme eğilimine de darbe vurdu. Mevcut inşaatların tamamlanmasıyla 1997’de nükleer enerjinin küresel elektrik üretimindeki payı yüzde 17’lik tarihi zirvesini gördü. Dünya enerji tüketimine katkısı ise yüzde 6 civarındaydı çünkü nükleer santraller sadece elektrik üretebilirler. Fosil yakıtlar ve yenilenebilir enerji kaynakları ısı ve elektrik üretebildikleri için nükleere karşı hep avantajlıdır.

Nükleer endüstri Çernobil sonrası akıllı bir manevrayla kabuğuna çekildi. Çernobil’in unutulmasını beklemekten başka çareleri yoktu. 2000’den sonra Çernobil’in unutulduğunu düşünen nükleer lobi tekrar atağa geçti. Bu sefer ‘nükleer rönesans’ sloganıyla sahneye girdiler. Daha fazla bekleyemezlerdi zira yeni teknik eleman yetişmiyor, mevcut kadrolar emekliye ayrılıyordu. Üniversitelerde nükleere ilgi azalmıştı. Yeni ve daha güvenli olduğu söylenen nükleer reaktörlerle yeniden elektrik piyasasına hücum ettiler. Avrupa ve Amerika’yı ikna edemeseler de, Asya’dan aldıkları siparişlerle endüstri canlanır gibi oldu. Türkiye gibi birçok ülke yeniden nükleer enerjiyi konuşmaya başladı. Buna rağmen, 2010 yılı sonunda (Fukuşima kazasından önce) nükleer santrallerden üretilen elektriğin payı yüzde 12’ye kadar geriledi. Güvenli nükleer reaktörler piyasanın tek talebi değildi. Ucuz olmaları da gerekiyordu. Atık sorunu hâlâ çözülememişti. Üstelik, güvenli nükleer santral demek maliyet demekti. Nükleer enerji, kömür, gaz, rüzgar, güneş ve hidroelektrik gibi kaynaklarıyla rekabet edemiyordu. 2010 sonunda küresel elektrik üretiminde nükleerin payı yüzde 12’ye düşerken, yenilenebilir enerji kaynakların payı yüzde 20’ye çıkıyordu. Fukuşima sonrası ise nükleer enerjinin küresel elektrik üretimindeki payı yüzde 10’lara kadar düştü. Bir başka deyişle, 30 yıl öncesine geri döndü.

bitmeyen nükleer santral inşaatları
1974’te Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA), 2000 yılına gelindiğinde nükleer santrallerin dünyadaki kurulu gücünün 4 bin 500 gigavata (GW) ulaşacağını tahmin ediyordu. Bugün itibariyle bu rakam sadece 372 GW ve buna bir yıldır çalışmayan Japonya’daki yaklaşık 50 GW da dahil. Rakamlar küresel eğilimin nükleerin lehine gitmediğini gösterse de bu tablo ülkeden ülkeye değişebiliyor. Dünyada çalışabilir durumda 435 reaktör var ve UAEA’ya göre 72 reaktör de yapılıyor. 72 reaktörün 28’i  Çin, 10’u Rusya, 6’sı Hindistan, 5’er tanesi Güney Kore ve ABD, 2’şer adedi Birleşik Arap Emirlikleri, Ukrayna, Slovakya, Japonya, Arjantin ve Pakistan, 1’er adet de Belarus, Brezilya, Fransa ve Finlandiya’da inşa ediliyor. Detaylara bakmazsanız ‘72’ sayısı size çok gelebilir, öyle düşünmenizi de istiyorlar. Halbuki bu 72 reaktörün bazıları yıllardır, yapımı sürenler listesinde yer alıyor. Örneğin Arjantin’deki Atucha-2 reaktörü; 1981’den beri inşa ediliyor. Arjantin’de yapımı süren diğer reaktör ise bir prototip. ABD’deki Watts Bar-2’nin inşaatına ise 1972’de başlandı. Hindistan’daki Kudankulam’da iki reaktör 12 yıldır bitirilemedi. Slovakya’daki iki reaktör 1987’den beri yapılıyor(!). Ukrayna’da durum hemen hemen aynı. Nükleer reaktörün yapımız uzadıkça, kâr etmesi zorlaşır. İlk yatırım maliyeti yüksek olduğu için biran önce elektrik üretip, satmaları gerekir. Bu örneklerin hepsinin ortak noktası ekonomik bir felaket olmaları.

Yine aynı listede, Rusya’da 10 yeni reaktörün yapıldığı söyleniyor ancak bu 10 reaktörün iki tanesinin deniz üstü için tasarlanmış, küçük reaktörler olduğu yazmıyor. Pakistan’daki iki reaktör de küçük, toplamı bir Yatağan santrali etmiyor. Japonya’daki iki inşaat Fukuşima’dan sonra rafa kalktı ama hâlâ yapımı sürenler listesinde yer alıyor. Finlandiya’da Fransızların dünyanın en üstün teknolojisi diye pazarladıkları Olkiluoto reaktöründe inşaat durdu. Zarar 5 milyar avroyu geçti. Fransa’da da durum farklı değil. Flamanville-3 reaktörünün yapımı 7 yıldır sürüyor ve ne zaman biteceği belli değil. Nükleer enerji alanında dünya lideri sayılabilecek Fransa’nın 2025'e kadar elektrik üretiminde nükleerin payını yüzde 50'ye indirmeyi planlaması da iyi okunmalı. Görüldüğü gibi, nükleer endüstri dünyada 72 reaktör inşa halinde demeyi sever ama her zaman olduğu gibi sizden gerçekleri gizler. Yeni yapımların yarıdan fazlasının Çin ve Rusya’da olduğu göze alınılırsa, dünyada herkesin nükleer enerjiye koşmadığı açıkça görülüyor. Nükleer enerji söylendiği gibi ucuz ve güvenli olsaydı bu tablo bambaşka olurdu.

***
Hangi ülkeler nükleerden vazgeçti?
·         Avusturya tek reaktörü Zwentendorf’u bitirmesine rağmen hiç çalıştırmadan kapattı. 1978’de halk oylaması yapıldı ve yüzde 51 nükleere hayır dedi.  
·         Çernobil sonrası İtalya 4 reaktörünü birden kapattı. İtalyanlar Haziran 2011'deki yeni halk oylamasında da nükleer enerjiye hayır dediler.
·         İspanya’da Zorita ve Vandellos-1 reaktörleri kapatıldı, 7 reaktör kaldı.
·         Litvanya'da İgnalina-I ve İgnalina-2 (2004, 2009) kapatıldı.
·         İsviçre Fukuşima öncesi yeni reaktör yapmayı planlıyordu. Kazadan sonra 5 reaktörü 2034'te kapatma kararı aldı.
·         Belçika 2025'e kadar 7 reaktörünü kapatacak.
·         Yunanistan, İrlanda, Danimarka, Norveç, Portekiz, Latvia, Lüksemburg nükleer santral kurmadıkları gibi Fukuşima sonrası nükleere karşı bir deklarasyon yayınladılar.
·         Almanya, Fukuşima’dan hemen sonra 8 reaktörü aynı anda kapattı. Kalan 9 reaktör de 2022’ye kadar kapatılacak.  
 
3. Bölüm: Nükleer enerji ucuz mu? / Türkiye nükleere mecbur mu?
3. Bölüm için lütfen buraya tıklayınız.

Çernobil’in 28. yılında nükleer enerji -1

BirGün gazetesi için hazırladığım üç günlük yazı dizisinin ilk bölümü.

Özgür Gürbüz-BirGün/26 Nisan 2014

Pripiyat'ta lunapark - Foto: O. Gurbuz
28 yıl önce bugün, gece yarısına doğru Çernobil nükleer santralinde büyük bir patlama meydana geldi. Kazadan ilk haberdar olanlar, dört nükleer reaktöre ev sahipliği yapan Çernobil santralinde çalışanlar ve ailelerinin yaşadığı Pripiyat kentinde oturanlardı. Üç kilometre uzaktaki bu kentten santralden çıkan dumanı görmek mümkündü. Dünya kazadan iki gün sonra, 28 Nisan 1986 akşamı saat 11’de haberdar oldu. Sovyet Haber Ajansı Tass, Çernobil nükleer santralinde ölümlü bir kaza olduğunu söylemekle yetinmişti. Halbuki Danimarka’daki bir nükleer araştırma laboratuvarı, Tass’ın haberinden iki saat sonra Çernobil’deki kazanın en yüksek seviyede bir nükleer kaza olduğunu duyurmuştu. Radyasyonun büyük bir bölümü ilk 10 gün içinde havaya karıştı. Dönemin yetkilileri, santrali merkez alan 30 km yarı çapında bir alanda yaşayan 130 bin kişiyi ilk 10 gün içinde tahliye etmekle yetindiler. 140 km uzaklıktaki Kiev’de ve radyasyon sızıntısından en çok etkilenen Belarus’un başkenti Minsk’teki 1 Mayıs kutlamaları bile iptal edilmedi.

Çernobil, 1979’da ABD’de meydana gelen Üç Mil Adası reaktöründeki kazanın çok ötesinde bir kazaydı ve dünya böyle büyük bir endüstriyel felakete daha önce şahit olmamıştı. Çernobil, nükleer enerjinin kaderini değiştirdiği gibi, birçok siyasi sonuç doğurdu. Kimilerine göre Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının nedenlerinden biriydi. Avrupa’da nükleer karşıtı hareketi, onunla birlikte çevre ve yeşil hareketi güçlendirdi. Halkın çevrecilere güveni arttı çünkü onlar geliyorum diyen kazaya karşı herkesi uyarmıştı. Nükleerin gözden düşmesiyle yenilenebilir enerji ve doğalgaz yatırımları arttı. Bu sonuçların bazıları olumlu gözükse bile, kazanın olduğu bölgedeki hasar tüm kazanımları gölgede bırakacak nitelikte. Ölen binlerce insan ve canlılar. 28 yıl geçmesine rağmen ekilemeyen, barınılamayan topraklar, yeni sızıntılara neden olmaya hazır radyoaktif materyaller ve milyarlarca liralık ekonomik kayıp. Bu yazı dizisinde daha çok Çernobil ve Fukuşima sonrası nükleer enerjinin durumuna bakacağız ama nükleer felaketin sadece rakamlardan ibaret olmadığını en baştan hatırlatmakta yarar var.

İNSANLAR KANSER ORMANLAR ZEHİRLİ
Çernobil kazası nedeniyle 350 bin kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. Kaza ve kazadan sonra temizlik çalışmalarında 800 bine yakın kişi çalıştı. ‘Tasfiyeci’ adı verilen bu kişilerin haklarını savunan birlik, 800 bin temizlikçiden 60 bininin öldüğünü, 165 bininin ise sakat kaldığını söylüyor. Sovyetler Birliği’nden kalan resmi raporlar ise 25 bin tasfiyecinin öldüğünü kabul ediyor.

Çernobil'de ölen itfaiyeciler için yapılmış anıt-Foto: O. Gurbuz
Çernobil nedeniyle kaç kişinin kansere yakalandığı ve hayatını kaybettiği tartışmalı bir konu. İçlerinde Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın da bulunduğu ve bu yüzden şüpheyle yaklaşılan BM Çernobil forumu, 2005 yılında ölü sayısını 4 binle sınırladı. Bu rapor büyük tepki topladı ve yanıt niteliğinde farklı raporlar yayımlandı. Bugün Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu’na eş başkanlık yapan Rebecca Harms’ın desteklediği ve iki İngiliz bilim insanının hazırladığı 2006 tarihli TORCH raporu, 30 ila 60 bin arasında kanser kaynaklı ölüme işaret ediyor. Greenpeace’in çalışması ise Çernobil yüzünden 270 bin kanser vakasına rastlanacağını, bunlardan 93 binin ölümcül olacağını belirten bir rapor yayımladı. Çalışmalarından dolayı Nobel ödülü almış, Uluslararası Nükleer Savaşa Karşı Doktorlar Birliği (IPPNW) ise on binlerce tasfiyecinin ölmüş olabileceğini söylüyor. 2006’da hazırladıkları rapor, 10 bin kişinin tiroit kanseri olduğunu ve 50 bin vakanın daha görüleceğini belirtiyordu. IPPNW’ye göre Çernobil, Avrupa’da 10 bin sakat doğuma ve 5 bin ölü doğuma neden oldu.

Kesin olan, Çernobil nedeniyle sağlık sorunu yaşayanların çokluğu. 1996 yılında Ukrayna, Rusya ve Belarus’ta çocuklar arasında tiroit kanseri yüzde 200 arttı. Dünya Sağlık Örgütü o tarihte, bu üç ülkede 4 milyon kişinin nükleer felaketten etkilendiğini ve 1 milyonunun tedavi gördüğünü söylemişti. Çernobil’den, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarından 100 kat fazla radyasyon yayıldı. Ukrayna, Belarus ve Rusya sınırları içerisindeki 125 ila 146 bin kilometrekarelik bir alan radyoaktif kirliliğe (sezyum-137) maruz kaldı. Sezyum-137 izotopunun radyoaktivitesini yitirmesi için 300 yıl geçmesi gerekiyor.

4 MİLYARLIK TABUT
Yüksek seviyedeki radyasyon yüzünden Çernobil’in kaza yapan 4 numaralı reaktörünün içerisinde kalan nükleer yakıt çıkarılamıyor. Kazadan sonra aceleyle kapatılan reaktör binasının çökmesi halinde ciddi bir radyasyon sızıntısıyla karşı karşıya kalınabilir. Bu yüzden dev bir lahit inşa ediliyor. 4,3 milyar TL’ye mal olan koca bir çatının inşası sürüyor. İnşaat bittiğinde çatı reaktör binasının üzerine kapatılacak ve içerideki radyoaktif materyaller sızıntıya olanak vermeyecek şekilde kapatılacak. Projenin gecikmesi herkesi endişelendiriyor. Diğer endişe kaynağı da radyasyona maruz kalmış bölgedeki ormanlarda çıkacak bir yangın. Yangın, ağaçların, bitkilerin emdiği radyasyonun açığa çıkmasına neden olacak. 2006’da bölgeyi ziyaret ettiğimde Çernobil’le ilgili çalışmalarda toplam 7 bin kişinin çalıştığını öğrenmiştim. İşçilere, Ukrayna’daki diğer işlere göre daha yüksek ücret ödeniyor. İki vardiya halinde çalışıyorlar ve yüksek seviyede radyasyona maruz kalmamaları için ayın iki haftasını bölgeden uzakta geçirmek zorundalar. Birçoğunun görevi, olası bir yangını önlemekti.

Belarus’taki ormanların yüzde 21’i, ekilebilir alanların da yüzde 22’si kirlendi. Ukrayna’da ise ülke ormanlarının yüzde 40’ı radyoaktif kirliliğe maruz kaldı. Bitki ve hayvanlar kadar ülke ekonomileri de yara aldı. Belarus ekonomisinin ilk 30 yıldaki kaybının 43 milyar doları geçmesi, toplamda ise 235 milyar doları bulması bekleniyor. Bu rakam Belarus’un 1985 bütçesinin 32 katına denk geliyordu. Belarus ülke bütçesinin yüzde 6’sını Çernobil’in sonuçlarıyla baş etmek için harcıyor. Ukrayna’da da durum farklı değil. Çernobil’in ülke ekonomisine maliyetinin 2015’e kadar 201 milyar doları bulması bekleniyor. Ukrayna da bütçesinin yüzde 5’ini Çernobil harcamalarına ayırıyor.

2. Bölüm:Rakamlarla dünyada nükleer enerji / Hangi ülkeler nükleerden vazgeçti? 
2. Bölüm için lütfen buraya tıklayınız.

Nükleer santral kaça patlar?

Özgür Gürbüz-2050 Degisi/8 Kasım 2012

Türkiye nükleer santral kurma konusunda ısrarını sürdürüyor. Halka rağmen ısrar sürüyor da denebilir. Yapılan farklı araştırmalar Türkiye'de halkın yüzde 60-70'inin nükleer santral istemediğini ortaya koyuyor. Bu birçok ülkede santral planlarının çöpe atılmasına yetecek bir orana işaret ediyor. 1978 yılında Avusturya'nın Zwentendorf kentindeki yapımı biten nükleer reaktör hiç çalıştırılmadan kapatılmıştı. Nedeni ne santral teknolojisinin eski, ne de maliyetinin yüksek olmasıydı. Halk istemediği için santralin kapısına hiç açılmadan kilit vuruldu. Nükleer santralin çalıştırılmasına hayır diyenlerin oranı halk oylamasına katılanların yüzde 50,47'siydi. Yaklaşık 30 bin oy farkla 730 megavat (MW) gücündeki santrale ve planlanan diğer reaktörlere “hayır” dendi. Bu oylamanın ardından Avusturya hükümeti ülkede fisyon reaktörleri kurulmasını yasakladı. Yıl 1978. İlginçtir, dünyadaki ilk büyük nükleer kaza 1979 yılında meydana gelen Üç Mil Adası (Three Mile Island) kazasıydı. Kısmi çekirdek erimesiyle sonuçlanan bu kazadan önce Avusturya'nın böyle bir karar alması başlı başına incelenmesi gereken bir konu.

Halk oylamalarının nükleer enerji konusunda karar almak için bir yöntem olarak kullanılıp kullanılamayacağı tartışılan bir konu. Halk oylamasına karşı çıkan en kuvvetli görüşlerden biri, dört yıllığına iktidara getirilen bir hükümetin 250 bin yıl radyoaktif kalacak atıkların üretilmesi konusunda karar alma yetkisine sahip olup olmadığı. Bu açıdan bakıldığında, halkın büyük bir kesimine danışılmış olsa da, bugün yaşayanların henüz doğmamış insanların geleceğini etkileyecek bir karara imza atmaları tartışmalı. Doğada oy kullanamayan diğer canlıların düşünceleri ise insan merkezli bir toplumda zaten hiç dikkate alınmıyor. Halk oylaması taraftarı karşı görüş ise, 10-20 kişiden oluşan bakanlar kurulu yerine, milyonlarca insanın fikrinin alındığı bir demokratik yöntemin uygulanmasının daha akılcı ve kabul edilebilir olduğunu öne sürüyor. Tartışmayı uzatmak mümkün ama kısaca özetlemeye çalıştığım gibi halk oylamasının nükleer enerji konusunda “tek yetkili merci” olduğunu söylemek mümkün değil. O halde nasıl karar vereceğiz? Bu sorunun yanıtı da kolay değil ama işin ekonomik yönünü değerlendirmek, en azından nükleer enerji için ödenecek maddi bedelin bir kısmının bugün yaşayanlar tarafından karşılanacak olması nedeniyle üzerinde daha kolay anlaşılır bir yöntem olabilir. Bu analizi, sorunu tek başına çözemeyeceğini baştan kabul ederek okumakta fayda var. Bir ekonomik analiz içerisinde tüm sosyal (dışsal) maliyetleri hesaba katmak zaten çok zor. Kesilen bir ağacın Orman Bakanlığı'nın fiyat tarifesinde bir bedeli olabilir ancak o ağaçta yuvası olan bir kuş için bu bedel emin olun ki yetersizdir. Bu nedenle, sosyal maliyetler konusunu başka bir yazıya bırakarak nükleer santraller için düz bir maliyet hesabı yapığımı baştan belirtmeliyim.

İşe, Fukuşima'daki nükleer felaketten sonra santral maliyetlerinin daha da arttığını söylemekle başlayalım. Bu çok normal. 1986 yılındaki Çernobil kazasından sonra da reaktör tasarımları ciddi bir değişikliğe uğramış, bu da doğal olarak maliyetlere yansımıştı. Reaktör tasarımlarındaki farklılıkları kabaca bağlı bulundukları kuşaklara (nesil veya jenerasyon da deniyor) göre sınıflandırabiliriz. Şu anda en yeni kuşak reaktörler 3+ olarak adlandırılıyor ve 4. kuşak reaktörlerin ticari faaliyete geçmesi içinse en iyimser tahminler 2030'ları işaret ediyor. Bir reaktörün farklı bir kuşağa ait olması, onun daha güvenli, daha ekonomik ve nükleer silah yapımına neden olacak teknik açıklara müsaade etmemesi için bazı tasarımsal değişikliklere uğradığını anlatır. En azından teoride bu böyle. Yeni teknoloji ürünü nükleer reaktörlerin, daha ucuza elektrik üreteceği, daha az güvenlik problemiyle karşılaşacağı ve daha kısa sürede yapımının tamamlanacağı söylenir ancak iş uygulamaya gelince durum dramatik değişiklikler gösterebiliyor.

İLK YATIRIM MALİYETİ
Nükleer santraller için önemli maliyet kalemleri, içine yapım giderlerini de alan ilk yatırım maliyeti, yakıt maliyeti, işletim giderleri ve söküm bedeli olarak sıralanabilir. ABD Enerji Enformasyon İdaresi'nin (EIA) 2010 yılında nükleer reaktörler için belirlediği ilk yatırım maliyet tahmini kilovat kurulu güç başına 3 bin 902 dolardı. Bir yıl sonra, 2011'de bu tahminlerini 5 bin 339 dolara çıkardılar. Nükleer reaktörlerin bir yılda ilk yatırım maliyeti yüzde 37 arttı. 2012 yılında Litvanya'da yapılması düşünülen ve hükümetle muhalefeti birbirine düşüren 1350 MW’lık nükleer reaktör için verilen teklif ise 8 milyar 640 milyon doları buldu[1]. Bu da kilovat kurulu güç başına ilk yatırım maliyetinin 6 bin 400 dolara çıktığını gösteriyor. EIA'nın 2010 rakamıyla, Litvanya'daki fiyatı karşılaştırırsak bu iki yılda yüzde 60'a varan bir artışa işaret ediyor. Tüm elektrik üretim seçenekleri için benzer bir eğilimin söz konusu olmadığını göstermek adına güneş enerjisinden elektrik üreten fotovoltaik panellerin yatırım maliyetine bakmakta fayda var. EIA'nın aynı raporunda, fotovoltaik paneller için kurulu güç maliyetinin 2011'de yüzde 25 oranında ucuzlayarak 6 bin 300'den 4 bin 75 dolara gerilediği belirtiliyor. 2012'de fotovoltaik paneller için bu fiyatın bin 800-2 bin 300 bandında seyrettiğini de hatırlatalım[2].

Nükleer santrallerden üretilen elektriğin maliyetinin yüzde 60 (bazı kaynaklar da bu oran daha yüksek) oranında ilk yatırım maliyetiyle ilişkili olduğu belirtilir[3]. Ucuza elektrik üretmek istiyorsanız ilk yatırım maliyetini düşürmeniz gerekir ki, nükleer santraller için bunun gerçekleştiğini söylemek çok zor. Söküm maliyeti reaktörden reaktöre değişse de Dünya Nükleer Birliği (WNA) ilk yatırım maliyetinin yüzde 9 ila 15'ine işaret etmektedir. Bu bilgiler ışığında analizimizi Türkiye'ye ve Akkuyu'da yapılması düşünülen nükleer reaktöre çevirmekte fayda var. Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında 12 Mayıs 2010 tarihinde bir anlaşma imzalandı ve Akkuyu sahası ihalesiz bir şekilde devlet şirketi Rosatom'a verildi. Nükleer santral kararını haklı çıkarmak için üretilen teknoloji transferi yapacağız, enerjide dışarıya özellikle de Rusya'ya bağımlıyız şeklindeki sloganlar bu anlaşmayla anlamını yitirdi.

Türkiye, dört adet 1200 MWe gücünde reaktörden oluşan Akkuyu Nükleer Santrali için farklı bir finansman modeli oluşturdu. Santralin mülkiyetini Akkuyu NGS'ye verdi. Böylece 20 milyar doları bulacağı söylenen ilk yatırım maliyetini Rus şirketine yükledi; beraberinde kredi bulma derdini ve onun faiz yükünü de. Bu nedenle ilk yatırım maliyetinde meydana gelen ve yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız fiyat artışı Türkiye Cumhuriyeti'ni çok da kaygılandırmadı. Aslında kaygılandırması gerekiyor. Türkiye'nin aksine fiyat artışları Rusları etkiledi. Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Vladimir İvanovski birkaç hafta önce yaptığı açıklamada, 2013’te Mersin’de temeli atılacak Akkuyu Nükleer Santrali’nin maliyetinin artacağını söyledi. İvanovski, “Maliyet 20 milyar dolardan 25 milyar dolara çıkabilir” dedi[4]. Anlaşmada Türkiye tarafına ilk yatırım maliyetiyle ilgili bir yükümlülük verilmediğinden olsa gerek (en azından bizim bildiğimiz ve görebildiğimiz kadarıyla) Enerji Bakanlığı bu açıklamaya bir tepki vermedi. Akkuyu NGS yetkilileri haberin kamuoyunu olumsuz etkileyeceğini düşünmüş olmalılar ki, daha sonraki açıklamalarında yine 20 milyar dolar rakamını telaffuz etmeye hatta daha aşağıya çekmeye başladılar. Biz 20 milyar doları temel alalım. Bu durumda Akkuyu için ilk yatırım maliyeti, kW kurulu güç başına 4 bin 116 dolar seviyesinde kalacak (20 milyar/ 4800 MW). ABD'de ilk yatırım maliyetlerinin 7 bin doların üzerinde olacağı yönünde raporların geldiği şu günlerde Rusya'nın bu rakamı nasıl tutturacağı bir soru işareti. Ana parayı devlet kasasından alsalar ve faiz ödemeseler bile (faiz gelir kayıplarını hesaba hiç katmadıklarını düşünüyorum) bu rakamı tutturmak zor. Çin'de yapımı süren AP-1000 tipi reaktörün ilk yatırım maliyetinin kW başına 3 bin 500 dolara geldiği yönünde haberler var[5]. Çin'de işçilik maliyetlerinin ucuz olmasının nükleer santrallerin diğer ülkelere kıyasla daha ucuza mal edilmesine neden olduğu biliniyor. Bu durumda birkaç seçenek var. Ruslar Akkuyu'daki reaktörü ya Çinli işçilere yaptıracak ya da çalışacak işçilere Çinli işçilerin aldığı parayı verecek. Üçüncü seçenek ise VVER-1200 modelinin Batı’daki reaktörlere göre, bir şekilde daha ucuza yapılacak olması. Peki ama nasıl? Umarım bu sorunun yanıtını Enerji Bakanlığı yetkilileri biliyordur.

Nükleer enerjinin bir sorunu da inşaat tarihlerinin planlandığından uzun sürmesi. Diyelim bir apartman yapacaksınız. Parayı verip, bir köşeye demir-çelik yığdığınızda o apartmanın maliyetini aşağı yukarı bilirsiniz. Nükleerde siz müteahhitle parayı verip el sıkışsanız bile, inşaat sırasında fiyatın artması ve müteahhidin kapınızı daha fazla para için çalması sürpriz olmaz. Buyurun size iki güncel örnek. Batı Avrupa’da yeni nükleer reaktör yapan iki ülke var;  Finlandiya ve Fransa. Finlandiya’da inşaatına 2005’te başlanan reaktörün 2009’da devreye girmesi bekleniyordu. İnşaat hala sürüyor, en erken 2014’te reaktör elektrik üretmeye başlayacak. Bu gecikme sonucunda 3 milyar avroya mal olması beklenen reaktörün maliyeti 6 milyar avroyu geçti. Fransa’da yapımı süren aynı tip reaktörün kaderi de aynı oldu. İnşaatına Finlandiya’dan 2 yıl sonra başlanan reaktör de söylenildiği gibi 4 yılda bitirilemedi. 2016 yılında biterse Fransızlar bayram edecek, maliyeti de yine söylendiği gibi 3 milyar avroda kalmadı, şimdiden 6 milyarı gördü. Bu da başka bir risk. Türkiye’de bir gecikme olursa bilin ki Akkuyu NGS bunu fiyatlara yansıtmak ve maliyeti oradan çıkarmak zorunda kalacak.

ELEKTRİK FİYATLARI YÜKSELMEK ZORUNDA
Anlaşmaya göre Türkiye'nin santralin maliyetiyle ilgili yükümlülüğü dolaylı ve alım garantisiyle sınırlı. Yap-İşlet-Sahip ol (Build-Operate-Own / BOO) modeli gereği Akkuyu NGS’nin ilk yatırım bedelini şirket elektrik satışıyla karşılamak zorunda. Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında imzalanan uluslararası anlaşmanın1 10. maddesinin beşinci bendinde belirtildiği gibi, TETAŞ, “Akkuyu NGS” adlı proje şirketinden santralde üretilmesi planlanan elektriğin ilk iki ünite (reaktör) için yüzde 70'ini ve diğer iki ünite için de yüzde 30'una tekabül eden sabit miktarlarını, her bir güç ünitesinin ticari işletmeye alınma tarihinden itibaren 15 yıl boyunca 12,35 ABD senti/kWh ağırlıklı ortalama fiyattan (Katma Değer Vergisi dâhil değil) satın almayı garanti etti. Akkuyu NGS, dört reaktör faaliyete geçtiğinde santralin yılda 40 milyar kWs elektrik üreteceğini söylüyor. Bu kapasite faktörünün yüzde 90'larda olacağı anlamına geliyor ki, daha önce çalıştırılmamış yeni bir model (VVER-1200) için çok iddialı. Bu rakamı esas alırsak 15 yıl boyunca Akkuyu NGS'ye ödenecek rakam 50 milyar doları bulacak. Reaktörlerin planlandığı gibi peşi sıra devreye girdiği varsayılırsa ilk reaktörün devreye girmesinden 11 yıl sonra ilk yatırım maliyeti kadar bir paranın Akkuyu NGS'ye sadece alım garantileri karşılığında ödenmiş olacağı anlamına geliyor. Bu süetçe ödenecek işletme giderlerini, yakıt maliyetini de hesaba katarsak ve inşaatta hiç gecikme olmadığını varsayarsak 15 yıldan sonra ilk yatırımın geri dönüşünden bahsedebiliriz. Şirketin alım garantisi dışındaki üretimini piyasaya satması halinde kâr etmesi bile mümkün (bütün bu hesabı yaparken faizsiz para aldıkları ve faiz getirisini hesaba katmadıklarını düşünüyorum). Tabii bir şartla. Yatırım maliyetinin söylendiği gibi, düşük sayılabilecek 20 milyar dolar seviyesinde tutulması gerekiyor. 15 yıllık sürenin sonunda ise bizi daha ilginç bir süreç bekliyor. Yılda 40 milyar kilovatsaat elektrik üretecek bu santralin serbest piyasaya elektrik satması gerekecek. Şu anda PMUM'da oluşan fiyatların 7 dolar sent civarında olduğunu anımsarsak, Akkuyu NGS'nin kâr edebilmesi için fiyatların serbest piyasada daha da yükselmesi şart. Çünkü alım garantisinde verilen 12,35 sentin altında bir fiyattan piyasaya elektrik satışı santralin kâr etmesini engelleyebilir. Pazarlık masasında 12,35 sentlik fiyatın belirlendiği tarihte sonuçları açıklanan Citi Bank'ın araştırması bu iddiamın emellerinden birini oluşturuyor.

“Yeni Nükleer – Ekonomi Hayır Diyor" başlıklı ve 9 Kasım 2009 tarihli “Citi Group” araştırmasında, beş ana risk alanına dikkat çekiliyor. Planlama, inşaat, elektrik satış fiyatı, santralin işletimi ve nükleer atık sorunuyla miyadı dolan santralin söküm işlemleri. Citi raporuna göre, nükleer reaktörün yapım maliyeti kurulu kilovat güç başına 3 bin 400 - 4 bin 733 dolar arasında değişiyor. Raporda, bir nükleer reaktörün zarar etmemesi için üretilen elektriğin kilovatsaatinin piyasada en az 6,5 avro sentten (8-9 dolar sent) satılması gerektiğine vurgu yapılmış. Akkuyu için öne sürülen ilk yatırım maliyetinin kilovat kurulu güç başına 4 bin 116 dolar olduğu hesaba katılırsa bu raporda kâr edilmesi için belirtilen fiyat şartının Akkuyu nükleer santrali için de geçerli olduğu söylenebilir (Batı standartlarında bir nükleer santral yapılacaksa işçilik maliyetleri dışında fiyatı aşağı çekecek bir etken olmamalı). Dokuz sent civarındaki fiyat şu andaki piyasa fiyatının üzerinde ve raporda da belirtildiği gibi üreticiye ciddi bir kar sağlamıyor. Akkuyu NGS ya da Rosatom bu fiyatın üzerinde ve sürekli elektrik satmak isteyecektir. Tasarım ömrü 60 yıl olarak belirtilen (dünyada henüz hiçbir reaktör bu kadar uzun süre çalışmadı) reaktörün uzun vadede daha çok kâr edeceğini hesaplıyor da olabilirler. Komplo teorilerini hiç sevmem ama Türkiye’de elektriğinin yüzde 45'lere yakını doğalgaz çevrim santrallerinden sağlanıyor. Türkiye'nin bir numaralı doğalgaz tedarikçisinin Rusya olduğunu hatırlatalım. Doğalgaz fiyatlarının biraz artması, elektrik fiyatlarının da artmasına neden olur. İpler iyiden iyiye Rusya'nın elinde olacak. Bu senaryoyu bozmak için ya ciddi miktarda gaz sağlayacak yeni doğalgaz tedarikçileri bulacaksınız ya da bambaşka bir yola girip, hem enerjiyi verimli kullanacak hem de yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretmeye başlayacaksınız. Bunun önündeki en büyük engel ise sorunun bir numaralı kaynağı, Akkuyu'da kurulmak istenen santral.

NÜKLEER VE GÜNEŞ FARKLI DÜNYALARIN OYUNCULARI
30 bin megavat güneş ve bir o kadar da rüzgar kurulu gücüne sahip Almanya'da, sistem artık farklı işliyor. Güneşin veya rüzgarın çok olduğu günlerde, bu kaynaklardan üretilen elektrik miktarı o kadar artıyor ki, serbest piyasada fiyatları oldukça düşebiliyor. Mart ayında güneş enerjisinden elektrik üretim rekoru kıran Almanya'da bu oldu. Talebin arttığı gün ortasında güneş panelleri şebekeyi elektriğe boğdu ve azami yük (peak load) fiyatlarını aşağıya çekti. Spot piyasada fiyatlar 3,5 avro sente kadar indi. Bu durum başta nükleer olmak üzere, esnekliği olmayan baz yük santrallerini rahatsız ediyor.

Tablo 1. Almanya’da 7 Mart 2012 tarihinde oluşan fiyatlar

 
Aslında rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarıyla nükleer arasındaki asıl kavga şebeke üzerinden oluyor. Baz yük santrallerinin sayısının ve öneminin giderek azaldığı akıllı şebekelerle desteklenen bir modele uyum sağlamakta en çok nükleer santraller zorlanıyor. Bir nükleer santrali açıp kapamanız, nükleer reaksiyonu durdurup yeniden başlatmanız günler alabilir. Nükleer santraller yapı itibariyle sürekli çalışmak, yakıt değişimine kadar devamlı elektrik üretmek istiyor. Yenilenebilir enerji ise doğası gereği daha esnek. Diğer baz yük santrallerin nükleer kadar sorunu yok. Onlar da oyunu böyle oynamak istemiyorlar ama bir doğalgaz santralini açıp kapatmak nükleer kadar zor değil. Doğalgaz santrallerinin ilk yatırım maliyetlerinin kW kurulu güç başına 1000 dolar seviyesine geldiği günlerde elektrik üreticisi şirketler de bu durumdan çok şikayetçi değil. Nükleerin karşılaştığı tek sorun bu yeni sisteme “uyum” sorunu da değil. Fiyat rekabetinde de nükleer enerji zor günler yaşıyor. Aşağıdaki tablo yenilenebilir enerji kaynakları için farklı ülkelerden derlenmiş üretim maliyetlerini gösteriyor. Türkiye’de, hem işçilik hem de yenilenebilir enerji potansiyellerin güçlü olması nedeniyle (güneşlenme süresinin uzunluğu gibi) bu rakamların daha aşağısında üretim maliyetlerine ulaşmak da mümkün. Bir de bu karşılaştırmayı nükleer santralin en erken elektrik üreteceği tarih 2020’deki yenilenebilir enerji fiyatlarıyla yapmak lazım. Temiz enerjide teknoloji sürekli geliştiği ve ilk yatırım maliyetleri hızla aşağı çekildiği için aşağıdaki fiyatların da altında rakamları görmek mümkün olacak. Halihazırda 12,35 sentin altında üretim yapabilen biyokütle, jeotermal, rüzgar gibi enerji kaynaklarına o tarihlerde güneş enerjisini ve hatta yakın bir tarihe kadar adından dolayı espri konusu olan “dalga enerjisini” de ekleyebileceğiz. Bugün “ucuz nükleer” diye yola çıkanların yerinde olsam o tarihlerde uzun bir yurt dışı seyahatine çıkardım.

Tablo 2. Yenilenebilr enerji kaynakları elektrik üretim maliyetleri
TÜRÜ
kWs MALİYETİ (ABD sent)
Büyük Hidro (1 MW üstü)
5-10
Küçük Hidro (1 MW altı)
5-40
Rüzgar
5,2-16,5
Rüzgar Açıkdeniz
11,4-22,4
Rüzgar ev tipi (0,1-3 kw)
15-20
Biyokütle
7,9-17,6
Jeotermal
5,7-8,4
Güneş Çatı fotovoltaik paneli
22-44
Güneş fotovoltaik (santral tipi)
20-37
Yoğunlaştırılmış Güneş Termal
18,8-29
Dalga enerjisi
21-28
Kaynak: REN 21, 2012

SÖKÜM VE ATIK MALİYETLERİ
Söküm maliyetinin ilk yatırım maliyeti kadar gündeme gelmemesi, sökülme işlemine reaktör yapıldıktan 40-60 yıl (hatta daha geç) sonra başlanacak olmasından kaynaklanıyor. Genelde devletler, işletmeci firmadan söküm ve atık için gerekli parayı, üretime geçtikte sonra yavaş yavaş ödemesini ister. Türkiye'nin Rusya Federasyonu ile yaptığı anlaşma da bu temele dayanıyor ama özellikle nükleer atık konusunda ciddi belirsizlikler görülüyor. Atıkların Türkiye'de mi kalacağı, Rusya'nın yasalarına rağmen oraya mı gönderileceği belli değil. Akkuyu NGS A.Ş. Adlı Rosatom bünyesindeki şirketin Türkiye'de “halkı bilgilendirmek” için kurduğu internet sayfasında aynen şu satırlar yazılı: “Nükleer santralde kullanılacak tüm yakıt Rusya’dan getirilecek. Atıklar da yine Rusya’ya geri gidecek. Atıkları Türkiye satın almak isterse, Türkiye’de de kalabilecek”. Şirket, imza attığı uluslararası anlaşmanın 10. maddesinin 9. bendiyle çelişiyor. Bu maddede, “Proje Şirketi, ESA çerçevesinde TETAŞ tarafından alınan elektrik için kullanılmış yakıt ve radyoaktif yakıt yönetimi hesabına 0.15 ABD senti/kWh ve işletmeden çıkarma hesabı için 0.15 ABD senti/kWh tutarında ayrı bir ödeme yapar. ESA dışında satılan elektrik için Proje Şirketi yürürlükteki Türk kanunları ve düzenlemeleri uyarınca gerekli ödemeleri ilgili fonlara yapacaktır” deniyor. Kullanılmış yakıtlar Rusya’ya götürülecekse, neden TETAŞ’a para veriliyor? Nükleer atıklar (yakıt yerine nükleer atık demek daha doğru olur)  “bir şekilde” Türkiye'de kalacaksa, Türkiye bir de bunun için para mı ödeyecek? Bu kadar önemli bir konunun, santrale beton dökülme aşamasına gelindiği şu günlerde bile çözülmemiş olması kaygı verici.

Atıkları satın alacaksak bunun da bir maliyet kalemi olacağını ve tarihe geçeceğimizi belirterek söküm masraflarıyla ilgili bir hesap yapalım. Yılda 40 milyar kWs elektrik üretmesi beklenen Akkuyu NGS’den üretilen her kWs için 0,15 ABD sentini söküm masrafları için ayırması anlaşmada isteniyor. Santralin verim kaybı, çalışmayacağı ayları da hesaba katarsak 60 yılda 3 milyar dolara yakın bir paranın bu fona ayrılacağını söyleyebiliriz. Dünya Nükleer Birliği söküm bedelinin ilk yatırım maliyetinin yüzde 15’ine denk düşebileceğini söylüyor. Bu da tam 3 milyar dolara denk düşüyor. Siz de fark etmişsinizdir ki, yatırım maliyetinin gerçek yatırım maliyeti olup olmadığını, santralin sökümünün hangi standartlara uygun bir şekilde yapılacağını bilmeden bu rakamın yeterli olup olmayacağı konusunda bir yorum yapmak zor. Santralin bazı parçalarının yüksek seviyeli atık muamelesi göreceğini de biliyoruz. Atıkların ne yapılacağı bile belli değilken, sadece bu yüzdesel hesaba bakarak bir tahminde bulunmak doğru olmaz. Maliyet kadar bu belirsizlik de önemli. Elinizde 240 bin yıl radyoaktif kalan atıklar var ama bunu ne yapacağınızı belirlememişsiniz.

YAKIT MALİYETİ VE KAZA
Çernobil Nükleer Santrali - Foto: O. Gurbuz
Yakıt maliyeti nükleer santraller için elektrik üretim maliyetinin yüzde 10 ila 15’i arasında değişiyor. Farklı kaynaklarda farklı rakamlar var ama bu yazıda bahsetmeye çalıştığım diğer kalemlere göre yakıt maliyetini tahmin etmek veya hesaplamak daha kolay. Uranyum fiyatlarına endeksli bir hesaplama yapmanız gerekiyor. Fukuşima öncesi nükleer reaktör sayısının hızla artacağını uman nükleer endüstri uranyum fiyatlarının da aynı oranda artacağını düşünüyordu. Sınırlı uranyum rezervlerine ve madenlere de ilgi artmıştı. Uranyum rezervlerinin sınırlı olması yeniden işleme gibi yakıt maliyetini arttıran yöntemlerin de daha sık gündeme gelmesine neden olmuştu. Fukuşima sonrası birçok ülkenin nükleerden çıkış kararı alması bu eğilimi değiştirdi. Yakın zamanda fiyatlarda çok ciddi bir artış beklenmiyor. Yakıt konusunda bir başka sorun yakıtın fiyatından çok yakıt fabrikalarının belli ülkelerin tekelinde olması ve her reaktör tipinin farklı yakıt çubukları kullanmasıyla ilgili. Tek tedarikçiye bağımlılık burada “dışa bağımlılık” konusunu gündeme getiriyor.

Bu aşamada değineceğim son konu, kaza olması halinde ortaya çıkacak maliyet. Hem Çernobil hem de Fukuşima’da görüldüğü gibi sadece temizlik çalışmalarının tutarı bile 300-350 milyar doları bulabiliyor. Bu nedenle hiçbir sigorta şirketi bir nükleer santrali sigortalamaya yanaşmıyor. Hiçbir özel şirketin devlet desteği olmadan böyle bir maliyetin altından kalkması da mümkün değil. Nükleer kazadan sonra bir mucize eseri hiç can kaybı yaşanmasa bile, yatırım riski bu kadar büyük bir girişimin “normal şartlarda” serbest piyasa koşullarında gerçekleşmesini beklemek aslında bir hayal. İlk yatırım maliyeti, faiz oranları, inşaatın süresi gibi değişkenler nükleer santrallerin elektrik üretme maliyetlerini ciddi oranlarda etkileyebiliyor ancak bir kaza olması halinde asıl fiyat ortaya çıkıyor. Bırakın büyük çaplı bir kazayı, ufak bir radyoaktif sızıntının gerçekleşmesi halinde bile nükleer santral aylarca kapatılabilir. (Belçika’da şu günlerde olduğu gibi[6]) İşletme riskinin sadece sağlık açısından değil iktisadi açıdan da ne kadar riskli olduğunu anlamak için bu faktörü unutmamak gerek. Nükleer enerjinin şeffaf ve serbest bir piyasanın oyuncusu olmadığı açık. Sübvansiyonlar, sızıntı ve kazaların boyutlarını gizleyecek denetime kapalı otoriter rejimler nükleer enerji için tercih nedenidir. Bu nedenle kaça patlar sorusuna yanıtım kısaca “çok pahalıya” olacak.  


[1] http://www.reuters.com/article/2012/06/21/lithuania-energy-idUSL5E8HLBX620120621 adresinde en son 23 Eylül 2012 tarihinde görüldü.
[2] Renewables 2012, Global Status Report, REN 21.
[3] Reducing the capital cost of Nuclear Power Plants, Nuclear Energy Agency, 3 Şubat 2000.
[4] http://haber.gazetevatan.com/faturasi-25-milyar-s/463454/2/Haber adresinde en son 23 Eylül 2012 tarihinde görüldü.
[5] The Cost of Nuclear Power: Why nuclear will cost us more than the alternatives. No2nuclearpower, Şubat 2011.
[6] Bakınız: http://www.reuters.com/article/2012/09/13/belgium-nuclear-idUSL5E8KD9D420120913