Özgür Gürbüz-BirGün/ 14 Mayıs 2020
Krizler yıkımları da beraberinde getirir. Salgınla
birlikte çok ciddi bir sosyoekonomik krizle karşı karşıya kaldığımız ortada.
Bazı ülkeler bu gibi durumlarda dibe çöker bazıları ise krizlerden çözüm
üreterek çıkar. İlham vermesi dileğiyle krizlerden yaratıcı çözümlerle çıkmayı
başaran ve sürüyü takip etmek yerine aksi yönde gitmekten korkmayan birkaç
ülkeyi hatırlatmak istiyorum. Zor zamanlar, ülkelerin ne kadar iyi
yönetildiğinin göstergesidir.
Adını çok duymadığımız bir ülke Bhutan. Himalayalarda, Hindistan ve Çin’in arasında yer alıyor. Ekonomik büyümeyi uzun yıllardır sosyal, kültürel ve çevresel değerlerin korunması koşuluyla yapılandıran bir anlayışa sahip. 1970’lerde ülkenin 4. kralının ortaya attığı “gayri safi milli mutluluk” kavramı, o gün bugündür Bhutanlılar için gayri safi hasılanın yerini almış. Dünyaya meydan okurcasına, daha çok tükettiğinizde bunu büyüme kabul eden ekonomik anlayışı esas almak yerine insanların refah ve mutluluğunu büyüme göstergesi kabul etmişler. Üç milyar dolara yaklaşan “küçük” ekonomisi tarım ve ormancılığa dayanıyor. Kişi başına düşen gelir Türkiye’den çok daha az ama eğitim ve sağlık tamamen ücretsiz. İlaçlar buna dahil. Çalışkan öğrenciler için üniversite eğitimini de devlet karşılıyor.
Ekonomisi Türkiye’deki birçok şirketten küçük olan Bhutan
hızlıca zenginleşmek ya da birilerini zengin etmek için bütün ormanlarını kesme
ya da madenlerini yabancı şirketlere satıp zenginleşmeye çalışmıyor. Ülkenin
yüzde 72’si ormanlarla kaplı ve anayasaları bunun en az yüzde 60 olmasını
zorunlu kılıyor. Köylülere odun yakmamaları için bedava elektrik veriyor, enerji
tasarrufu yapan LED lambalar ve elektrikli araçlar için destek sunuyorlar. Yaban
hayvanları birbirine bağlı koridorlarla ülkedeki her bölgeye ulaşabiliyor.
Bhutan belki de dünyada iklim krizine katkıda bulunmayan
nadir ülkelerden biri. Ürettiği emisyonun çok daha fazlasını ormanları
sayesinde telafi ediyor. Gelir adaletsizliğinde Bhutan’ın Türkiye’den daha iyi
durumda olduğunu da (Gini katsayısına bakarak) söyleyebiliriz. Özetlersek, sürüden
ayrılma cesareti Bhutan’ı bambaşka bir ülke yapıyor.
Krizden çözüm üretenlere de bir örnek verelim… 1970’li
yıllarda petrol krizi dünyadaki her ülke gibi Danimarka’yı da vurdu. Enerjisinin
yüzde 90’ınını petrolden karşılayan ülkede zorunlu enerji tasarrufu dönemi
başladı. Gece elektrik kesintileri, yollarında otomobilsiz günler gören
Danimarka, enerji dönüşümünü başlattı. Petrol krizi bitse de onlar enerji
ihtiyacını güneş, rüzgar ve biyokütle gibi kaynaklardan sağlamaya karar verdi.
Nükleer enerjiyi de Çernobil’den bir yıl önce mecliste aldıkları kararla bir
kenara iten kuzeyliler, rüzgar başta olmak üzere dünyanın bu alanlardaki
teknoloji devlerinden biri oldu. Bugün nihai enerji tüketiminin yüzde 35’ini,
elektrik ihtiyacının ise yüzde 62’sini yenilenebilir enerji kaynaklarından
sağlayan Danimarka’nın 2050 hedefi yüzde 100 yenilenebilir enerjiyle çalışan
bir ülke.
Küçük ülkeler deyip küçümsemeyin. Danimarka ölçeğinde bir
ilde benzer bir uygulama yapsak Türkiye’nin diğer illerine de yayılır.
Bhutan’ın ekonomik modelini bir ilde başarıyla uygulasak kalan 80 ile yayılır
ve birleşince Türkiye olur. Kaldı ki, nükleer santrallarının hepsini Fukuşima
sonrası kapatma kararı alan Almanya gibi dev ekonomiler de var. Sorun örneğin
büyük ya da küçük olması değil, ülkenin bir çizgisinin olması.
Almanya Federal Meclisi’nin olduğu binayı ele alalım.
Çatısındaki güneş panelleriyle elektriğini üreten, ısıtma için toprak kaynaklı
ısı pompaları kullanan bambaşka bir enerji mantığıyla inşa edilmiş örnek bir
bina Bundestag. Son eklentiler 21 yıl önce yapıldı, yeni de değil. Türkiye’nin
son 20 yılda yaptığı dev binalara, adliyelere, saraylara baktığınızda yeni ne
görüyorsunuz? Yıl 2020, Cumhurbaşkanlığı için yapılan Beştepe’deki binanın çatısında
elektrik üreten bir güneş paneli bile yok.
Dünyada fark yaratanların öne çıktığı bir çağdayız ve biz
asırlar öncesini taklitle meşgulüz. Acı ama gerçek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder