Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi / 1 Ağustos 2011
Çevre ve Orman Bakanlığı ikiye bölündü. Artık Çevre ve Şehircilik ile Orman ve Su İşleri adlarında iki yeni bakanlığımız var. İklim değişikliği gibi iki bakanlığı da ilgilendiren konularda bürokrasi yükünün artacağı ortada. Konu kentlerden ormanlara, sudan atıklara kadar birçok konuyu ilgilendiriyor. Sadece iki bakanlık değil başka bakanlıkların da çalışma alanına giriyor. Halihazırda bu bile sorun oluyordu.
Şu sıralar iklim değişikliğiyle ilgili yürütülen en önemli çalışma Ulusal Eylem Planı'nın hazırlanması. Çevre ve Orman Bakanlığı da uzun bir süredir bu konuda adeta bir moderatör rolü üstleniyor. Birkaç hafta önce Eylem Planı'nın taslağı kamuoyuna açıklanmıştı. Geçen cuma ise planın sunumu yapıldı ancak bakandan onay alınamadığı için dağıtım yapılmadı. Bize gelen duyumlar birkaç haftadır Tarım'dan Enerji Bakanlığı'na kadar birçok bakanlığın taslakla ilgili son dakika değişikliklerini Çevre Bakanlığı'na ilettiği. Bunlara son dakika itirazları da denebilir. Bütün bakanlıklar kendilerini rahatsız eden bölümlere itiraz edip, taslağı değiştirmiş. Elde dişe dokunur bir şey kaldı mı, göreceğiz.
Taslak kamuoyuna açıklandığında enerji bölümünü incelemiş ve dilim döndüğünce düşüncelerimi bakanlığa iletmiştim. O haliyle beni tatmin etmeyen bir plan vardı önümde. Bakanlığa gönderdiğim metne aynen şöyle başlamıştım: “Eylem planı, genel anlamıyla açık ve net hedefler belirlemiyor. Hedefsiz bir eylem planı da ister istemez amaca hizmet etmekten çok prosedür gereği hazırlanmış bir çalışmayı andırıyor. Türkiye, sera gazı salımlarının büyük bir bölümünü enerji sektörü kaynaklı üreten bir ülke olarak, bu sektörde “devrim” niteliğinde bir değişime gitmeden sorunu çözemez”. İtiraz ettiğim noktaları da sizlerle ana başlıklar halinde paylaşmak istiyorum. Böylece neden böyle düşündüğüm anlaşılabilir.
Enerji bölümündeki ilk hedeflerden biri enerji yoğunluğuyla ilgili. Kritik bir konu. Bugün enerji alanında yaşadığımız birçok soruna çözüm olabilecek önemde. Taslakta, 2015 yılında birincil enerji yoğunluğunun 2008'e göre yüzde 10 azaltılması hedeflenmiş. Neden nihai enerji yoğunluğu değil de birincil enerji yoğunluğu, bunu anlamış değilim.
Burada ikinci itirazım da yüzde 10'luk orana. Eurostat verilerinden yola çıkarsak İrlanda, 1990 yılında 253 kgep (1000 avro değerinde gayri safi yurt içi hasıla yaratmak için harcanan kilogram eşdeğeri petrol) olan enerji yoğunluğunu 2000 yılında 137 kgep'e, 2008'de ise 106 kgep'e indirmiş. Komşumuz Yunanistan 1990 yılında 264 kgep olan enerji yoğunluğu değerini 2000'de 204'e, 2008'de ise 169 kgep'e indirmeyi başarmış. Örnekler çoğaltılabilir ancak enerji yoğunluğu rakamlarının yakınlığı nedeniyle bu iki ülkeyi örnek aldım. Portekiz, Belçika, İsveç gibi ülkeler de 1990'larda Türkiye'ye yakın değerlere sahipti. O ülkelere de bakılabilir. Türkiye ise aynı tabloda yerinde saymış. 1990'da 258 kgep, 2008'de ise neredeyse aynı; 245 kgep. Görüldüğü gibi İrlanda ve Yunanistan sekiz yıl içinde, hem de nihai enerji yoğunluğunda yüzde 10'un çok üzerinde indirimlere gidebilmişler. 1990'a göre eldeki teknolojilerin daha ileride olduğu göz önüne alınırsa, taslaktaki yüzde 10'luk birincil enerji hedefinin 'mütevazi' olduğu görülecektir.
Yenilenebilir enerji kaynaklarında genel bir hedef seçmek yerine kaynak temelli hedefler belirlenmelidir. Eylem planında bu yapılmıyor. Rüzgar enerjisi için her yıl 1000 MW kurulu güç ve 20 yıl sonunda 20 bin MW toplam kurulu güç gibi bir hedef, Türkiye'de yerli türbin ve/veya parça üretiminden, yabancı üreticilerin Türkiye'de fabrika kurmasına kadar farklı ek faydalar yaratacaktır. Kümülatif hedefin kaynak bazında netleştirilmesi bu açıdan önemlidir. Ayrıca, YEK için belirlenen hedef veya çalışmaların yan faydaları içerisinde teknoloji geliştirme ve ihracat olanakları da eklenmelidir. Bu unsurlar göz ardı edilmemelidir.
Plandaki bir başka tartışmalı konu da hidroelektrik santrallerle ilgili. Enerji Bakanlığı'nca belirlenen 140 milyar kilovatsaatlik ekonomik üretim potansiyelinin yüzde 38'lik bölümünün halihazırda kullanıldığı belirtilmiş. Geriye kalan kısmın tamamının kullanılması hedefi, ciddi ekolojik ve sosyal sonuçlar doğuracaktır. Katkı payı yöntemi, yanlış ve/veya eksik ÇED raporları, eksik kamuoyu desteği gibi nedenlerle zaten büyük tartışmalara yol açan HES projelerinin, sadece potansiyele bakılarak, tümünün değerlendirilebileceğini savunmak doğru değildir.
Temiz kömür teknolojileri için yapılacak Ar-Ge ve benzeri araştırmalar sonucu elde edilecek emisyon indirimlerinin yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasıyla elde edilecek indirimler karşısında daha düşük olduğu açıktır. Elimdeki bazı veriler, temiz kömür teknolojisinin yüzde 30 civarında (CO², NOx, SOx) emisyon azaltımına neden olabileceğini göstermektedir. Linyit kömürü kullanıldığında 1 kWs elektrik üretimi için 729 gram CO² eşdeğeri sera gazı salındığı düşünülürse, yüzde 30'luk bir indirim bile YEK'nın salım rakamlarının çok ama çok uzağında kalacaktır. (Rüzgar, güneş ve biyokütle için bu değer kWs başına 20-60 gr arasındadır). Kömür kullanımının iklim eylem planında yer alması anlaşılır gibi değildir.
Planda sadece dağıtım kaybının yüzde 8'e çekileceği hedefi de ilginç. Neden sadece dağıtım? İletim kayıpları önemli değil mi? Dünya bankası rakamlarına göre 2008 yılında Türkiye'nin iletim ve dağıtım kayıpları yüzde 14'tür. Bu rakamın içinde kaçak elektrik kullanımının da olduğu düşünülürse bu yüzde 8'lik hedefin yeterli olmadığı görülecektir. Çin gibi dev bir ülkede bile iletim ve dağıtım kayıplarının oranı yüzde 6'dır. Eğer iletim kaybı ciddi bir oran teşkil etmiyor, yüzde 14'lük rakam sadece dağıtıma aitse yapılan doğru kabul edilebilir ancak durumun böyle olmadığını sanırım herkes biliyor. Bu sorun akıllı şebekelerle çözülür. Küresel iklim değişikliğine yol açan enerji kaynaklı sera gazı emisyonlarının azaltılması için olmazsa olmaz kabul edilen yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımında akıllı şebekeler önemli bir yer tutmaktadır. Bu konunun eylem planında yer almaması, yenilenebilir enerjinin kullanımının sınırlı tutulacağı anlamına gelmektedir.
Tüm bu noktaların yanında eylem planının en büyük eksiği, sera gazı emisyonlarının ne kadar indirileceği veya ne kadar arttırılmayacağına dair bir hedefe sahip olmayışı. Bu haliyle biraz “dostlar alışverişte görsün” der gibiyiz. Bu “alışveriş” in içeriğini de başka yazılara saklayalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder