Özgür Gürbüz-BirGün / 20 Kasım 2025
| Foto: Kazdağı Derneği |
Madenciliğin gerçek ihtiyaçlara göre belirlenmesi, ithalat ve kâr amaçlı madenciliğin öne çıkarılmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Bu da kamucu bir bakış açkısıyla mümkün. Altın madenciliği ihtiyaç meselesini açıklamak için iyi bir örnek. 2024 yılında dünya altın talebi 4 bin 621 ton. En yüksek pay 2 bin 26 tonla mücevherata ait. Yatırım ve merkez bankalarının talebi de biner tonun biraz üstünde. Gerçek ihtiyaç kabul edebileceğimiz teknoloji kaynaklı talep ise sadece 326 ton. Dünya Altın Konseyi rakamlarına göre şu ana kadar çıkarılan altınların tümü teknoloji talebini 663 yıl karşılayacak seviyede.
Bizim altın madenciliği dediğimiz aslında bir daha yerine koyamayacağımız ekosistemleri, su kaynaklarını bilezik, küpe ve düğün hediyelerine dönüştürmek. Takılarınız ya da düğün hediyeniz için Kazdağları’nı, Karadeniz’i, İç Anadolu’yu feda etmeye gerçekten razı mısınız? Kapitalizm suyun bedelini altından ucuz belirlediği için su altından değersiz olmuyor. İhtiyaçları ve neyin gerçekten vazgeçilmez olduğunu bir kez daha düşünmeliyiz.
Madencilik sorununu çözmede atacağımız ikinci adım ise ‘kent madenciliği’nin payını hızla artırmak olmalı. Yerin altında maden aramayı bırakmalı, yerin üstüne bakmalıyız. Ürettiğimiz onlarca araç ve gereçte tonlarca kullanılmış maden var. Bu madenleri geri dönüştürme ve yeniden kullanma kapasitemizi artırmaya yatırım yapmak yeni maden açmaya kıyasla teşvik edilmeli. Avrupa ve ABD’de elektronik ekipmanların toplanma oranı yüzde 50, Japonya ve Güney Kore’de ise yüzde 30 seviyesinde. Türkiye’de net bir istatistik yok ama farklı raporlara bakarak yaptığım hesaplama, 2020 yılında yaklaşık yüzde 10’a ulaştığımızı gösteriyor. Gidilecek çok yol var.
Altın gibi bir takvim çerçevesinde azaltılması gereken bir madencilik de kömür madenciliği. İklim krizinin bir numaralı sorumlusu kömürden elektrik üretmenin yerine koyabildiğimiz, güneş ve rüzgâr gibi seçenekler var. İkame edebiliyorsak kazmamalıyız. Çimentoyu sadece ülke ihtiyacı için üretmek, doğal taş ihracatını sınırlamak gibi yasal düzenlemeler de doğanın üzerindeki baskıyı azaltır. Türkiye özel bir coğrafya. Avrupa kıtası kadar bitki türüne ev sahipliği yapan, dünyanın en eski yerleşim yerlerini barındıran bir ülkede madenciliğe kapalı alanlar olması bu yüzden bir zorunluluk. Çözüm önerilerimden biri de bu.
Hiç sorgulamadan kabul ettiğimiz endüstriyel yaşam biçimi, kent madenciliği de yapsak, güneş paneli veya buzdolabı da kullansak bizi birçok madene muhtaç bırakıyor. Toksik maddeler yine kullanılacak. Bunu da atlamayıp, iğneyi kendimize batırmayı unutmayalım. Tüketimi azaltabiliriz, alternatifler önerebilir ve takı kültürüyle mücadele edebiliriz. Tüm bunları yapsak da maden ihtiyacı bitmeyecek. Orada da çevre ve güvenlik kültürünü, rehabilitasyon ve denetim süreçlerini en üst düzeyde tutacak bir kural ve anlayışa ihtiyacımız var. Panele katılan Türkiye Madenciler Derneği Başkanı Mehmet Yılmaz’ın, çarpıcı bir örneği oldu. Yılmaz, Kanada’da ziyaret ettikleri bir sivil toplum örgütünün belirlediği standartlara işaret ederek, bunları uygulasak Türkiye’de madenci kalmaz dedi. Standartların ne olduğunu bilmiyorum ancak o seviyeye çıkmazsak, “sömürge madenciliği” ve “vahşi madencilik” eleştirilerine de kızamayız.
Kongredeki yüzlerce madenci içinde çevreye önem veren, doğa koruma mücadelelerine destek olan ve bir orta yol arayan onlarca madenciyle tanıştım. Orta yol arayan, hataları söyleyen, kamuyu savunan madenciler. İklim değişikliğiyle ilgili mücadelenin zayıflamasını hayra yoran, Trump’ın iklim inkarcılarına verdiği desteği destekleyen, kömürün enerji içindeki payının istenildiği hızda düşmemesine sevinen ilginç birkaç kişiyle de tanıştım. Açıkçası bu ruh halini anlamakta zorlandım. Yüz binlerce insan ve canlının hayatını tehdit eden, her yıl binlerce can alan iklim krizinin durdurulmamasına sevinmenin anlaşılır bir yanı yok. ‘İşimi kaybederim’ korkusuyla hareket edersek hepimiz topluma karşı sorumluluğumuzu yerine getirmemiş oluruz. Mesele bu değil, iklim inkarcılığıysa, üniversitelerin bilimsel eğitimden uzaklaşma sorunu acilen masaya yatırmalı. Neredeyse yer çekimi gibi üzerinde fikir birliğine varılmış bir konudan söz ediyoruz. Mühendisler ve madenciler sorunun değil çözümün parçası olmalı.

