İstanbul’u dört teker üstünde gezmeye alternatif geliyor!

İstanbul çok yakında bisiklet yollarıyla bir uçtan bir uca bağlanacak. 630 kilometrelik mavi renkli bisiklet yollarının İstanbul trafiğine ve bisiklet satışlarına nasıl etki edeceği merak konusu.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 21 Ekim 2005

Taksim’deki evinizde sizi bekleyen güzel bir yemeğin masada soğumaya başladığını düşünün. Kokusunu bile alıyorsunuz ama Mecidiyeköy girişinde trafiğe takılıp kalmışsınız. Hem de “gıdım” ilerlemeyen cinsinden. Radyoda Arif Sağ, inadına yaparmış gibi “Yolver Dağlar”ı söylüyor. Dağ olsa daha kolay aşardım dediğiniz bir anda “vız” diye bir şey geçiyor sağ taraftan. Aynaydı, dikizdi derken bir tane daha: Vızz!

Merak edip daha dikkatli baktığınızda, maviye boyanmış darca bir şerit görüyorsunuz yolun sağında. Üzerine trafik işaretlerindeki bisiklet şekline benzer birşey çizilmiş. Yemeğe soğumadan yetişme fikri sizi çıldırtıyor ve siz o anda arabanızı garaja çekmeye karar veriyorsunuz. Kendinizi çimdiklemeyi bırakın. Bu söylediklerimin hepsi çok kısa bir süre içinde gerçek olabilir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi 630 km.’lik bisiklet yolunun projelendirmesini tamamlamak üzere. Bisiklet yolları, aşırı eğim ve dar yollarla karşılaşılmadığı sürece, ana arterlerin üzerinde ve 27 ilçenin 27’sinde de olacak. Bazı yerlerde 10, bazı yerlerde 60 km. uzunluğunda yapılacak. Bisiklet severler bisikletlerini yolun sağında çizgi, brodür ve mavi renkle ayrılmış özel şeritte kullanacak. Büyükşehir Belediyesi yolların eğim tesbitlerini bitirmiş, uygun olmayan yolların alternatifleri üzerinde çalışıyor. Yapılmak istenen daha önce de örneklerini gördüğümüz süs gibi duran yollardan çok, sürekli bir yol ağı oluşturmak. Bu konuda en büyük engel ise İstanbul’un topografik yapısı.

Türkiye’de bisiklete gönül vermiş olanlar minübüs ve taksilerle aynı yolda yaptıkları adrenalini yüksek yolculukları özlerler mi bilmiyorum ama gelişmiş ülkelerde yıllardır bisiklet kullanımının teşvik edildiğini söyleyen Murat Suyabatmaz, o ülkelerdeki insanların, hareketsizliğin, çevre kirliliğinin getirdiği sağlıksızlığın ve sorunların farkında olduğunu söylüyor. “İşe bisikletiyle gidip gelen bir insan için spor salonlarına gerek olmayacağı ortada. Bisiklet bir eğlence aracı değil, ciddi bir tasarruf, sağlık ve spor aracıdır” diyor Suyabatmaz.

Bisiklet Sevenler Derneği Genel Sekreteri Murat Suyabatmaz, pilot bir çalışma olarak Halkalı’da 2. ve 3. etapta 30 bin kişinin yaşadığı bir bölgede 12 kilometrelik çizgi çizerek bisiklet yolunu çizgiyle ayırarak pilot bir proje başlattıklarını ve öğrencileri okula bisikletle gitmeye çağırdıklarını anlatıyor. Önemli olan sadece kampanya veya yol yapmak değil haliyle. Bisikleti doğru kullanmayı bilmek herşeyin başında geliyor. Eski Topkapı garajının olduğu yerde şimdi bir Trafik Eğitim Parkı kurulması planlanıyor. Tüm bisiklet yolu türleri orada denenecek. Okullardaki trafik derslerini uygulamalı olarak orada görebilecek. Suyabatmaz’a göre, çocuklar 18 yaşına kadar trafiğin içinde pişer, kırmızı ışıkta durmayı öğrenir, hızını ayarlar. Geleceğin sürücülerini yetiştirmenin temel yolu bisikleti öğretmek..

Bisiklet yollarının nasıl olacağı konusunda söz konusu yolun yoğunluğu, araçların hızları önemli bir rol oynayacak. Bisiklet yolunun anaarter üzerinde mi veya yaya yolu üzerinde mi olacağına bu incelemeden sonra karar verilecek. Şu anda belli olan, anaarter üzerindeki yolların renginin mavi olacağı. Maliyeti 990 bin YTL.olan projelendirme sürecinin bu yıl sonunda bitip, ihale ve inşaat aşamasına geçilmesi planlanıyor.

İstanbul’u biraz bilenleriniz şimdiden güvenliğin nasıl sağlanacağını düşünmeye başlamıştır bile. Haksız da sayılmazlar. Kimbilir kimleri göreceğiz bisiklet yollarında? Bu yüzden projeler oluşturulurken işaretlemeye çok önem verilecek. Yolların ayrı renkte ve çizgilerle ayrılması planlanıyor ama bazı bölümlerde brodürler ve daha yüksek kedi gözleri de kullanılacak. Büyükşehir, Türkiye’de ki standartların geliştirilmesini de önemli buluyor. Avrupa'daki istatistiklere baktığınızda her 100 milyon kilometrede 11 kişinin öldüğü İtalya en güvensiz ülke olarak göze çarpıyor. İtalya aynı zamanda, kişi başına günde 0.2 kilometreyle İngiltere'den sonra en az bisikletle yol alınan ülke. Ölüm oranının en düşük olduğu yer ise, kişi başına günde 3 kilometreyle en çok yol katedilen Hollanda. Bu da Suyabatmaz'ın tezini doğruluyor gibi.

İstanbul’daki bisiklet yollarının güvenliğini bisikletçiler sağlayacak

Suyabatmaz ise zaten yarım şerit büyüklüğündeki bu yollara arabaların sığmayacağını bisiklet yolunu günde sadece 10 kişi kullanıyorsa o yolun herkes tarafından işgal edileceğini söylüyor. Kısaca bisikletçilerin bu yolları kullanması ve sahip çıkması gerek.. Bu yolların asıl amacı Avcılar, Bakırköy gibi merkezlerin yerel ulaşımını çözmek. Bisiklet parklarıyla destekleyerek, insanların ev ve işyerlerinden toplu taşıma araçlarına,metro duraklarına ulaşmalarını sağlamak. “Dikkat ederseniz trafiğin kilitlendiği noktalarda yaya alanları oluşturuluyor. Ama bu alanlar yürümekle bitmiyor. Bu noktalarda bisiklet adeta hızlı yürümenize yarayacak” diyor Murat Suyabatmaz.

Dünyada bisiklet üretimi yılda yaklaşık 100 milyon adet. 40 milyon civarındaki otomobil üretiminin 2.5 katı kadar. Bisiklet ömürlerinin yaklaşık 10 yıl ve nüfusun genç olduğu düşünülürse, Türkiye’de ticari potansiyel büyük. Merdiven altı üretimiyle birlikte yılda 1 milyona yakın üretim yapıldığı öne sürülüyor ama DİE'nin anketine yanıt veren firmalardan topladığı sonuçlar 2002 üretim rakamını 283 bin olarak gösteriyor. 2000 yılı içinse DİE'nin hiçbir rakama ulaşamaması, pazardaki bilgi eksikliğini gösteriyor. Firmalardan aldığımız rakamlarda bu konuya işaret ediyor. Bianchi Türkiye'de yılda 350 bin adet bisiklet üretiyor ve 70 binini ihraç ediyor. Salcano bisikletin üretim rakamı 120 bin ve yaklaşık yüzde 60'ı başta İngiltere olmak üzere yurt dışına satılıyor. Bisan'ın 150 binlik üretim rakamını da buna ekleyince rakam 620 bini buluyor ve var bu işte bir terslik deyiveriyorsunuz. 2003 yılında tam 15 milyon dolarlık ihracat yapılmış, ithalat rakamı ise sadece 900 bin dolar civarında. Konya ve Adana gibi illerde yıllık üretimleri binleri bulan irili ufaklı bir sürü firma var ancak bisiklet yollarının satışları artırıp arttırmayacağı konusunda bisiklet sevenlerle,üreticiler farklı düşünüyor. Yılda 30 bin bisiklet ihraç eden Bisan Şirketler Grubu Genel Koordinatörü Muhittin Olgaç, yolların satışlara fazla etkisinin olacağını düşünmüyor örneğin.


Ne dolar ne Eurobond, en iyisi 1 ton karbon!

2005 yılı başında Avrupa ekonomisi sessiz sedasız bir borsanın daha açılışına tanık oldu. Kyoto Protokolü gereği, 1990 yılı emisyonlarını yüzde 8 oranında azaltmak zorunda olan AB, 15 binden fazla işletmeyi bu sisteme dahil etti. Ocak ayından bu yana çalışmaya başlayan karbon borsasında ton başı karbon fiyatı, yüzde 360 artarak 9 ayda 6 Avro’dan 23 Avro’ya çıktı.

Özgür Gürbüz- Referans Gazetesi/Ekim 2005

Eurobond, dolar, yatırım fonu… Yoksa siz hala babadan kalan yöntemlerle mi yatırım yapıyorsunuz? Allah bilir, Londra City’de turlarken, yanınıza yaklaşan ve İngiltere’nin gökyüzünden de daha gri giyinmiş birinin “ucuz karbon var” sorusuna, korkarak, “hayır kullanmıyorum, teşekkürler” diye yanıt da vermişsinizdir? O zaman siz karbon borsasını hiç duymamış, küresel ısınmayı da hiç ciddiye almamışsınız. Neyse, bugün yarından daha geç değildir.

ABD her ne kadar 16 Şubat’ta yürürlüğe giren Kyoto Protokolü’ne taraf olmayıp protokolün işe yaramayacağını savunsa da, AB küresel ısınmayı durdurmak için oluşturulan protokolün başarısı için önderlik etmeye devam ediyor. Protokolün sera gazı emisyonlarını düşürmek için ortaya attığı mekanizmalardan bir olan “emisyon ticareti” AB içinde 2005’ten itibaren çalışmaya başladı. Ocak ayında günlük 300 bin ton karbonun alınıp satıldığı hacme sahip olan karbon pazarı, Temmuz ayında 2 milyon tonluk bir hacme ulaştı. Fiyatlar da ona paralel olarak arttı ve Ocak ayında ton başına 6 Avro ödeyerek aldığınız karbon hissesi, Temmuz’da 29 Avro’dan tavan yaptı ve bugünkü fiyatı 23.95 Avro. AB içinde, başta en büyük sera gazı emisyonlarına sahip olan endüstrileri kapsayan bu proje 25 üye ülkeyi içine alıyor.

Nasıl çalışıyor?
AB’nin 2012 yılına kadar, 1990 yılındaki emisyonlarını yüzde 8 azaltması için her üye ülkenin üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmesi gerekiyor. Her üyenin hedefi farklı ama amaç aynı; yüzde 8’lik ortalamayı yakalamak. Örneğin, Avusturya yüzde 8, Danimarka ve Almanya yüzde 21 azaltma hedefiyle yola çıkarken; Portekiz yüzde 27, Yunanistan yüzde 25 ve İrlanda 90 seviyesine göre artışlarını yüzde 13’ün üstüne çıkarmamak zorundalar. Tüm bu sınırlamalarla bağlantılı olarak, ülkelerin salabileceği miktarlar da belirlenmiş oluyor. İşlemlerin kolaylaştırılması için tüm sera gazları CO2 cinsinden hesaplanıyor ve CO2'e olarak adlandırılıyor. Daha sonra her ülke, emisyon ticaretine dahil olan firmalarını ve onların kotalarını belirliyor. Bu kota normal koşullar altında atmosfere salınacak sera gazlarının daha altında bir rakam olarak belirleniyor. Firmalar bu sınırı aşmamak için ya teknolojilerini ya da üretim yöntemlerini değiştirmek zorunda kalıyorlar. Bir diğer seçenek ise kotalarının üstünde kalan her birim karbonu pazardan satın almak. Eğer bunu yapmazsanız bir cezası da var tabii. 2008’e kadar ton başına 40 Avro ödemek zorundasınız. 2008’den sonra bu rakam 100 Avro'ya çıkacak. Bu da, ceza ödemektense şu anda 20 Avro civarında olan temiz hisseleri satın almayı daha makul bir seçenek haline getiriyor.

Kyoto Protokolü’nün hayata geçmesiyle, emisyon ticaretiyle birlikte iki mekanizma daha çalışmaya başladı. Bunlardan bir tanesi Ortak Uygulama diğeri ise Temiz Kalkınma Mekanizması. Bu mekanizmalar sayesinde, protokole taraf EK-1 ülkeleri, gelişmekte olan ülkeler ve kendi aralarında yaptıkları karbonsuz yatırımlar karşısında da kredi kazanabiliyorlar. İngiltere’de kömür santralleri olan bir firma, Hindistan’da kurduğu bir güneş santrali sonucu kredi kazanabiliyor. Nükleer enerji ve toprak kullanımıyla ilgili yapılan değişiklikler sonucu oluşan emisyon indirimleri ise özellikle AB ülkelerinin nükleere pek sıcak bakmaması nedeniyle kapsam dışında tutuluyor. Türkiye henüz protokole taraf olmadığı ve gelişmekte olan ülkeler sınıfında da yer almadığı için bu mekanizmalardan yararlanamıyor ama bu durum AB sürecinde çok hızlı bir şekilde değişebilir. Kısacası, bırakın temiz hava ve suyu, kirli havanın bile bir fiyatı var artık.

Karbon Borsası
Her yıl 50 bin ton CO2e salımı yapan bir firmaya 45 bin tonluk bir limit konulduğunu düşünün. Bu firma, yıl sonunda CO2e salımlarını 40 binde tutmayı başarırsa, satabileceği 5 bin ton karbon hissesine sahip oluyor. Limit aşımında ise diğer kuruluşlardan bu hisseleri satın almak zorunda. Temiz karbon hisselerinin çokluğu ve azlığı da fiyatı belirliyor.