Dilovası'nda araştırma "ticari sır" engeline takıldı

Özgür Gürbüz - Ağustos 2006

Devlet İstatistik Enstitüsü’nün rakamlarına göre Türkiye’deki ölümlerin yüzde 12,5’u kanser nedeniyle. Dilovası'nda ise kanserden ölüm oranı Türkiye ortalamasının yaklaşık üç katı. Araştırmayı Dilovası Belediyesi'yle beraber Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi yapmış. Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu bu rakamları doğrulamak için nüfus ve hastane gibi sekiz ayrı kayıdı kontrol ettiklerini belirtiyor. Kocaeli'nin tehlike haritasını çıkarmak için yaptıkları diğer bir çalışmada ise "ticari sır" engeline takılmışlar. Kocaeli'nde kullanılan hammaddeler nereden geliyor, hangi süreçlerden geçiyor öğrenememişler. Hamzaoğlu, "İtfaiye Müdürlüğü'ne bile verilmeyen bilgiler var. Bir yangında, İtfaiye bile bazı işletmelerde hangi maddeyle karşılaşacağını bilmiyor. Bunları bilsek hangi önlemler alınacağını da tahmin edebiliriz" diyor. Araştırmaya "ticari sır" nedeniyle valiliğin izin vermediği öne sürülüyor.

1 Ocak 1995 ile 10 Ekim 2004 tarihleri arasında Dilovası'nda toplam 494 ölüm gerçekleşti. Sekiz yılda gerçekleşen ölümlerin yüzde 32,3’ü kanserden. Bu ölümlerin yüzde 44’ü akciğer, yüzde 19,5’u da mide kanseri olarak kayıtlara geçmiş.

Nükleer santralin sökümü 100 yıl sürecek

Tüm dünyada nükleer enerji yeniden tartışılmaya başlanırken santrallerin atıkları ve sökümü hükümetleri korkutuyor. İngiltere'de bu yı sonunda devreden çıkacak Sizewell A reaktörünün söküm işlemlerinin tamamlanması için 100 yıldan fazla bir süre gerekecek.

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / Ağustos 2006

1980'li yıllardan itibaren nükleer atık ve güvenlik sorunları yüzünden popülaritesini yitiren nükleer enerji, önümüzdeki yıllarda ortaya çıkması beklenen enerji arzı sorunu nedeniyle tekrar tartışılmaya başlandı. Diğer seçeneklere göre ilk yatırım maliyeti çok daha yüksek olan ve 250 bin yıl kadar radyoaktif kalan atıklara henüz kalıcı bir çözüm bulamamış olan nükleer endüstrinin bugünlerdeki en büyük sorunu ise söküm maliyetleri ve işlemlerin zorluğu. Reuters'in İngiltereNükleer Tesisler Müfettişliği'ne dayandİngiltere'de bu yıl sonunda kapanacak olan Sizewell A reaktörünün bulunduğu alanın tamamen temizlenmesi 2110 yılında bitecek. 1966 yılında çalışmaya başlayan 420 megavat toplam güce sahip iki reaktörden oluşan santralin ilk olarak sökülecek türbin ve ek binalarının ise 2017'ye kadar tamamlanması umuluyor.

İngiltere'deki Nükleer Söküm İdaresi'ni (Nuclear Decommissioning Authority) asıl telaşlandıran ise bu değil. İngiltere'de halihazırda 23 nükleer reaktör çalışıyor ve bunların birçoğu yaş haddinden dolayı emekli olmak üzere. Öte yandan çok küçük (toplam kurulu güçleri 1200MW kadar) ve daha çok askeri amaçlara hizmet etmiş 22 reaktör ise zaten kapatılmış durumda ve sökülmeyi bekliyor. İdare'nin yaptığı hesaplara göre atıkların nereye konulacağı sorusunun yanında işin faturası da el yakacak. Tüm bu söküm çalışmalarının tamamlanması için tahmin edilen rakam 130,8 milyar dolar. İngiltere hükümeti yaşlanan bu reaktörlerin yerine yenilerinin konulması konusunda bu rakamları analiz ederek karar vermesi için bir komisyon görevlendirdi. Geçen hafta yaptığı konuşmayla, komisyon raporunu beklemeden nükleer enerjiye "yeşil ışık" yakmak isteyen Tony Blair ise hem parti içinde hem de kamuoyunda ağır eleştirilere uğradı.

Karaca: "Ekonomi çökerse çöksün"

Özgür Gürbüz / Mart 2006

Avrupa Birliği(AB) müzakere sürecinde Türkiye'nin tarım ve çevre politikalarını etkilemek ve kamuoyunu bilgilendirmek için "ABce" adı altında biraraya gelen Buğday Derneği, Çekül Vakfı, Doğa Derneği ve TEMA Vakfı, dünya su günü dolayısıyla ilk görüşlerini su politikaları üzerine açıkladı.

Toplantıda TEMA Vakfı adına söz alan Hayrettin Karaca, tüketim alışkanlıklarıyla ilgili sert eleştiriler yaptı. Karaca, yapılan toplantı gibi birçok toplantı yapıldığını ama sistemin çözümü tıkadığını söyledi. Karaca, "Hakkımdan fazlasını almayacağım(tüketmeyeceğim), çatlasan da patlasan da almayacağım. Ekonomi çökerse çöksün!" diye konuştu. Karaca, köy çeşmelerinin yüzde 70'inde suyun tükendiğine dikkat çekerken, ABce grubunun dönem sözcülüğünü yapan Doğa Derneği adına Genel Müdürü Güven Eken konuştu. Eken, "En geç 2007 sonuna kadar Su Çerçeve Yasası çıkarılarak suyun kim tafaından ne ölçüde kontrol edileceği belli olmalı" dedi. Eken, hiçbir suyun aslında boşa akmadığını, boşa akıyor denen akarsuların bile insanlara soludukları temiz hava ve yedikleri yiyecekleri sağlayan kaynaklar olduğunun unutulmaması gerektiğine dikkat çekti. AB'yle gelecek en önemli değişikliğin entegre havza yönetiminin Türkiye'ye yerleşmesi olacağını da sözlerine ekledi.

Çin nükleere temkinli yaklaşıyor

Son 20 yılda ortalama yüzde 9.5'ları bulan büyüme hızı, 1 milyar 300 milyonu bulan nüfus ve 2004'te 4 bin 600 dolara ulaşan kişi başına düşen milli gelirle devamlı büyüyen Çin'de enerji ihtiyacı da hızla artıyor. Buna rağmen Çin, nükleere temkinli yaklaşıyor.

Özgür Gürbüz - Analiz / Şubat 2006

Çin'i, sadece dünyanın en büyük barajına ya da seddine sahip ülke olarak tanımlarsak haksızlık etmiş oluruz. Çin aynı zamanda dünyanın en hızlı ve düzenli olarak büyüyen ekonomisine de sahip. Son 20 yılda ulaştıkları yüzde 10'lara varan ortalama büyüme hızının, gelecek 5 yılda da yüzde 8'lerde seyretmesi bekleniyor. 2006-2010 yılları arasında bu büyüme hızının da yüzde 8'lerde seyretmesi bekleniyor. Tüm bu rakamlara rağmen, bugün toplam elektriğin yüzde 2'sini sağlayan nükleer enerjinin, 2020 için tasarlanan tüm projeler hayata geçse dahi, toplam kurulu güç içinde payının yüzde 5'i geçemeyeceği tahmin ediliyor. 2003 yılı rakamlarına göre 338 GW'lık (gigavat) kurulu güce sahip olan Çin'in kapasitesinin 253 GW'ı termik santrallerden, 83 GW'ı hidroelektrikten ve sadece 2 GW'ı nükleerden oluşuyor. Üretilen 1 trilyon 807 milyar kilovatsaatlik elektriğin de sadece 42 milyon kilovatsaati nükleerden geliyor.

Geçtiğimiz günlerde TÜSİAD ve Boğaziçi Üniversitesi'nin konuğu olarak Türkiye'ye gelen Çin, Silah kontrol ve Silahsızlanma Grubu Araştırma Bölümü Direktörü Teng Jianqun, Çin'de daha az nükleer santral olmasının tamamen politik bir karar olduğunu söylüyor. Jianqun, "Hindistan'da sanırım 15'ten fazla nükleer santral var. Çin'de bu sayı daha az. Bu santraller 1990'larda faaliyete geçti. Nükleer enerjinin ilk kullanılmaya başlanmasının ardında askeri nedenler vardı. Çin, enerji kaynaklarında çeşitliliğe gitti ve nükleeri en son seçenek olarak gördü" diyor. İşletmede 9 santrali olan Çin'in inşaa halinde olan 1 ve planlanan 4 nükleer santrali daha var.

Çin'in hızla büyüyen ekonomisi, enerji ihtiyacını da arttırıyor. 2004 yılında ihraç edilen petrolün kullanılan petrol içindeki oranı yüzde 48'lere kadar çıktı. Dünyanın en çok kömür kullanan ülkesi olan Asya'nın dev ülkesi, yılda 957 milyon ton petrole eşdeğer kömür kullanıyor. Bu yüzden de iklim değişikliğine neden olduğu bilinen sera gazları içinde başı çeken karbondioksit emisyonlarında, 1 milyar tonun üzerinde bir rakama ulaşmış durumda. Yine de bu rakam her gün Çin'den 3 kat daha fazla petrol kullanan ve nüfusu Çin'in neredeyse 5'te 1'i olan ABD'den daha az. Dünyanın en çok karbondioksit emisyonuna neden olan ABD'de ise yılda 1 milyar 616 milyon ton karbondioksit atmosfere salınıyor.

Jianqun, Çin'in kalkınmasının büyük ölçüde enerjiyle, özellikle de petrolle bağlantılı olduğunu söylüyor. Nükleer enerjide bir başka çeşit enerji kaynağı ama kolay değil diyen Jianqun,"Sadece teknik olarak değil, güvenlik açısından da kolay değil. Çevrenin korunması açısından; eğer nükleer santral kaynaklı bir kaza olursa sonuç felaket" diyor. Jianqun Avrupa ve Çin'in enerji politikalarınındaki farklılığı da şöyle açıklıyor: "Çin petrolü elektrik üretmek için kullanmıyor örneğin, sadece ulaşımda kullanıyor. Su, kömür, petrol, rüzgar ve nükleer gibi başka seçeneklerimiz de var ama Çin'in en büyük enerji kaynağı kömür". Jianqun, "Bugün, birçok Batı ülkesi kendi ülkelerinde nükleer santral kurmaya sıcak bakmıyor. Çin'in de bazı nükleer planları var. Teknolojinin kontrol altında tutulabileceğini düşünüyorum ama yine de kimse bilemez" diyor.

Çin ve bazı ülkelerde petrol kullanımı

Günlük petrol kullanımı ve net ithalat* Kişi başı petrol kullanımı**

Çin 6.7 (3.2) 1.9
Hindistan 2.6 (1.7) 0.9
Almanya 2.6 (2.6) 11.9
Japonya 5.3 (5.3) 15.2
ABD 20.5 (13.3) 25.3

*Milyon varil---ithalat rakamları parantez içinde
**Yıllık, varil örneğin: Çin'de kişi başına her yıl 1,9 varil petrol kullanılıyor.

AKP'ye üç taraftan baskı var

Avrupa Parlamentosu Türkiye Karma Komisyonu Eş Başkanı Joost Lagendijk, müzakere sürecinin başlamasıyla AKP'nin milliyetçiler, AKP'ye oy verenler ve AB tarafından baskı altına alındığını söyledi.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Aralık 2005

Dün Türkiye'deki temaslarını bitiren Joost Lagendijk, AKP hükümetinin üzerindeki baskıların 3 Ekim'den sonra daha da arttığını söyledi. "AB treni rayından çıkıyor mu" sorumuza, "3 Ekim'den sonra, hatta öncesinde, hükümete iki taraftan baskı gelmeye başladı. Daha çok sesleri duyulan ve görülen milliyetçiler ve bir diğeri de AKP'ye oy veren, İmam Hatip okulları ve türban konusunda verdikleri sözleri tutmasını isteyen kesimler". Baskı yapan üçüncü tarafın ise politik reformları hayata geçirin diyen AB olduğunu söyleyen Lagendijk, "Bazen AB'ye giden yol size oy verenlerin, milliyetçilerin sevmediği işleri yapmayı gerektirir. Sanıyorum bunu şimdi anlamaya başladılar. Şimdi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'yle bir problem yaşadılar, sadece bir tane, ve AB'ye girmek isteyip istemedikleri konusunda karar vermeye çalışıyorlar" şeklinde konuştu.

Ordu hakkında verdiği demeçlerle ilgili olarak, demokratik ve şiddetsiz bir çözümü savunduğunu yineleyen Joost Lagendijk, "Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözümünde Başbakan sorumlu olmalı. Sorunun şiddetle çözüleceğini savunan herkesi eleştiriyorum. Benim için Şemdinli olayı, güvenlik güçlerinin bir bölümünün provokasyonuydu. Gazetelerde okuduğum bunlar. Güvenlik güçleri o insanların neden orada olduğuyla ilgili soruları yanıtlamak zorunda. Evet, PKK provokasyonlar yaptı ama ordu da ağır bir karşılık verdi" dedi.

Kıbrıs konusunda Güney Kıbrıs'ı çözüm yolunu tıkamakla eleştiren Yeşil milletvekili, bu konuda AB'yi sözünde durmamakla eleştiren Türkiye'nin haklılığını vurguladı. Lagendijk, "Geçen yıl AB'nin Kuzey Kıbrıs'taki izolasyonun kaldırılması yönündeki taahhütü doğru gerekçelere dayanıyordu ama şu ana kadar gerçekleşmedi. İngiltere, Alşmanya ve Fransa gibi büyük üyeler çözümü engelleyen Güney Kıbrıs'ı yeterince sıkıştırmıyorlar. 24 ülkeye karşı 1 ülke çözümü bir yıldır tıkıyor" şeklinde konuştu.

Türkiye'de özgürlükçü, sol tendanslı bir Yeşil parti olsa işlerinin daha kolay olacağını söyleyen Lagendijk, Yeşillerin en iyi çalıştığı kesimin AB yanlısı muhafazakar AK parti, alternatifin de CHP ve MHP gibi milliyetçi partiler olduğundan yakınarak, "Türkiye'deki yeşillerin gidecek çok yolu var ama Yeşil Parti'nin kurulması Türkiye'deki siyasi yelpaze için iyi olacak" dedi.

Türkiye'nin AB'deki ilk müslüman ülke olacağını söyleyen bir gazeteciyi sözcüklerini dikkatli seçmesi konusunda uyaran Lagendijk, "Ben Türkiye'nin müslüman bir ülke olduğunu hiç bir zaman söylemedim ve söylemeyeceğim. Türkiye çoğunluğun müslüman inanca sahip olduğu bir ülke, ikisi farklı şeyler. AB'de müslüman, katolik, protestan ve benim gibi ateist milyonlarca insan var. Bu yüzden de Türkiye'deki çoğunluğun müslüman olması AB üyeliği için engel değil" dedi.

Temiz enerjinin önlenemeyen yükselişi

Temiz enerjinin önlenemeyen yükselişi

Dünyanın artan enerji ihtiyacı ve klasik enerji kaynaklarının yarattığı çevre sorunları arasında sıkışan enerji sektörünün imdadına yenilenebilir enerji kaynakları yetişti. 2004 yılında dünya elektriğinin yüzde 4'ü temiz enerji kaynaklarından üretildi, toplam yatırımlar 30 milyar doları buldu.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi /Kasım 2005

"Yenilenebilir enerji artık büyük bir sektör" diyor Worldwatch Enstitüsü'nün hazırladığı "Yenilenebilir Enerji 2005, Küresel Durum Raporu"nun baş yazarı Eric Martinot. Raporun bulduğu rakamlar da öyle. 2004 yılında tam 30 milyar dolarlık yatırım yapılan sektör 2004 yılında üretilen toplam elektriğinin yüzde 4'ünü üretti. Kömür, doğal gaz ve nükleer gibi santral gibi konvansiyonel kaynaklara yapılan yatırımın 150 milyar dolar civarında olduğu düşünülürse temiz kaynakların büyüme hızı daha da iyi anlaşılabilir. 2004 yılında rüzgar, küçük hidroelektrik(1), güneş, jeotermal ve biyokütle gibi kaynaklar 160 Gigavat'lık (GW) elektrik üretme kapasitesine ulaşmış durumda.

Bu kaynakların her geçen gün daha çok kullanılması büyük firmaların da ilgisini çekiyor. General Electric, Siemens, Sharp ve Shell gibi firmalar da bu kaynaklara yatırım yapmaya başladılar. 20 ülkeden 100 araştırmacının hazırladığı rapor, yenilenebilir kaynakların hızla büyüdüğüne dikkat çekiyor. Örneğin güneş toplaçlarıyla sularını ısıtan ev sayısı 40 milyona yaklaşıyor ve bu sistemlerin birçoğu son 5 yıl içerisinde kuruldu. Toplam kurulu panellerin yüzde 60'ı Çin, yüzde 11'i Avrupa Birliği ve yüzde 9'u da Türkiye'de. Güneş enerjisinden elektrik üreten ve bunu enterkonnekte şebekeye aktaran fotovoltaik sistemler ise yüzde 60'lık büyüme hızıyla en hızlı büyüyen enerji kaynağı. Japonya, Almanya ve ABD'nin başını çektiği ülkelerin çatılarında artık 400 bine yakın güneş paneli var ve kurulu güç 1.1GW'tan 1.8GW'a ulaştı. İkinci en hızlı büyüyen temiz enerji kaynağı ise rüzgar enerjisi. Yıllık yüzde 28 büyüme hızına sahip sektörün en çok kurulu güce sahip ülkesi 17 bin Megavat (MW) civarındaki güçle Almanya. Biyodizel'de büyüme oranı yüzde 25, şebeke dışı fotovoltaik panellerde 17, jeotermal ısıtmada 13 ve ethanol kullanımında yüzde 11 oranında gerçekleşti. Petrol fiyatlarının artmasıyla daha çok gündeme gelmeye başlayan ethanol ve biyodizel gibi biyoyakıtların üretiminin 33 milyar litreyi aştığı görülüyor. Dünyada kullanılan yüzde 3'lük benzinin yerine bugün biyoyakıtlar kullanılıyor kısacası. Bu konuda başı çeken Brezilya'da, dizel araçlar dışında kullanılan toplam yakıtın artık yüzde 44'ü ethanol.

Bütün bu büyüme rakamlarının arkasında hükümetlerin yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik giderek artan destekleri yer alıyor. Bugün, dünyada 48 ülkenin yenilenebilir enerjileri destekleyen hükümet politikaları var ve bunların 14'ü gelişmekte olan ülkelerde. Birçok ülke, yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriğin gelecek 10 yıl içinde toplam elektriklerinin belli bir bölümünü sağlamasını hedefliyor ve bu oran ülkeden ülkeye, yüzde 5-30 arasında değişiyor. Dünya Bankası, Almanya Kalkınma Kredileri Kuruluşu gibi fon sağlayıcılardan gelişmekte olan ülkelere giden yardımlar bu büyümenin arkasındaki nedenlerden ve yılda 500 milyon doları buluyor. Bir başka etken de, Avrupa, ABD, Kanada, Avustralya ve Japonya'da sayıları 4.5 milyonu bulan ve elektriğini temiz enerji kaynaklarından almayı tercih eden tüketiciler. Tüm bunların sonucunda artık 1 milyon 700 bin kalifiye ve iyi ücret alan kişinin çalıştığı bir sektör var dünyada. 2004 yılı için bu büyük pazarın liderleri de, biyoyakıtlarda Brezilya, fotovoltaik'te Almanya, güneşten su ısıtma sistemlerinde Çin ve rüzgarda İspanya.

Türkiye "güneş enerjisi" diye de adlandırdığımız su toplaçlarında Dünya'da ülke olarak Çin'den sonra ikinci sırada yer alsa da, 80 bin MW'larda tahmin edilen büyük rüzgar potansiyeline ve Almanya'dan çok daha iyi olan güneş ortalamasına rağmen fotovoltaik paneller ve rüzgarda oldukça gerilerde yer alıyor. Türkiye'nin rapora da yansıyan ve kayda değer gelişme gösterdiği bir başka sektör ise jeotermal. 2000 yılından günümüze, ev ısıtmasında jeotermal enerjiyi kullanma oranı yüzde 50 arttı ve yaklaşık 70 bin ev jeotermal enerjiyle ısıtılıyor. Dünya lideri İzlanda'da bu oran yüzde 85.

Türkiye'nin raporda eksikliği fark edilen bir başka konu da yerel yönetim düzeyinde temiz enerji planlarının olmayışı. Barselona, Oxford, San Fransisko ve Toronto gibi kentler, kendilerine karbondioksit indirimleri için hedef belirliyor, çatılardaki güneş panellerinin sayısını arttırmak için politikalar oluşturuyor. Örneğin, Oregon, Santa Monika, Kaliforniya belediyeleri kendi binaları için gereken elektriğin tamamını "yeşil" enerji kaynaklarından alacaklar. Bu listede henüz Türkiye'den bir kent yok.

Bazı AB dışı ülkelerin yenilenebilir enerjiden elektrik üretim hedefleri

ÜLKE HEDEF YIL TOPLAM ELEKTRİĞİN %

İsrail 2016 5
Çin 2010 10
Mısır 2020 14
Güney Kore 2010 7
Malezya 2005 5



Şebekeye bağlı yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretim maliyetleri

TÜRÜ KİLOVAT/SAAT MALİYETİ (US sent) ANALİZ

Büyük Hidro* 3-4 İstikrarlı fiyat
Küçük Hidro** 4-7 İstikrarlı fiyat
Rüzgar 4-6 1990'a göre maliyetler yarıya düştü Rüzgar Açıkdeniz 6-10 Pazar büyüdükçe fiyatlar düşecek
Biyokütle 5-12 İstikrarlı fiyat
Jeotermal 4-7 1970'e göre maliyetler düştü daha da düşmesi bekleniyor
Güneş Çatı fotovoltaik paneller 20-40 Fotovoltaik modüllerdeki fiyatların
düşmesiyle maliyetler azalıyor
Güneş Termal 12-18 1980'de 44 olan fiyat 12 cent'lerde

SU ISITMADA
Biyokütle 1-6 İstikrarlı fiyat
Güneş Enerjisi 2-25 İstikrarlı fiyat ve az oranda düşüş bekleniyor
Jeotermal 0,5-5 Maliyetler düştü ve düşüyor

BİYOYAKITLAR BENZİN EŞDEĞERİ LİTRE FİYATI
Ethanol 25-30 sent Benzin eşdeğeri litresi İstikrarlı fiyat ve az oranda düşüş bekleniyor
Biyodizel 40-80 sent Benzin eşdeğeri litresi İstikrarlı fiyat ve az oranda düşüş bekleniyor

* 10 MW'dan büyük
** 10 MW'dan küçük

(1) Çin'de 50MW, Brezilya'da 30MW ve diğer yerlerde 10MW'ın aşağısında kurulu güce sahip hidroelektrik santraller küçük hidro kapsamında değerlendirilmiştir.


Cargill'in kapatılması büyük haksızlık olur hükümet arkamızda

ABD'li gıda devi Cargill'in Bursa İl Çevre ve Orman Müdürlüğü'nün aldığı, Orhangazi Kaymakamlığı'nın 11 Ekim'de uygulayacağını duyurduğu kapatma kararında gözler valilikten gelecek cevaba çevrildi.

Metin Can - Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 7 Ekim 2006

Türkiye'de yaklaşık 8 yıldır faaliyette olan ve bugüne kadar hakkında 6 dava açılan Cargill'in başı bu sefer de kapatma kararı veren Bursa İl Çevre ve Orman Müdürlüğü ve Orhangazi Kaymakamlığı ile dertte. Türkiye'nin nişasta bazlı şeker üretiminin yüzde 56'sını gerçekleştiren ABD'li gıda devi Cargill'in Murahhas Azası Mustafa Sayınataç, "Kaymakamlığın elinde bulunan kapatma kararı bugüne kadar karşılaştığımız en ciddi sorunlardan biri. Fabrikanın kapatılması büyük bir haksızlık olur. Çünkü ortada büyük bir yanlış anlama var. Bugüne kadar bütün hükümetler arkamızda durdu. Bugünkü hükümet de arkamızda. Çünkü bizim her şeyimiz yasal ve çevreye en küçük bir zararımız yok" dedi.
Bursa Orhangazi Kaymakamlığı'nın aldığı kapatma kararı, Cargill hakkında daha önce açılan davalara dayanıyor. 1998 yılında tarım arazisi üzerinde kurulduğu gerekçesi ile hakkında dava açılan firma, bugüne kadar birçok benzeri dava ile de mücadele etti ve mahkemeden birçok kez kapatma kararı çıktı. Ancak bugüne kadar alınan kapatma kararları uygulanmadı. Son olarak Bakanlar Kurulu Cargill sorununa çözüm bulmak için çevresinde bulunan 20'nin üzerinde fabrikayı da içine alan araziyi endüstri bölgesi ilan etti. Ancak Bakanlar Kurulu'nun bu kararı Bursa Barosu'nun Danıştay'a yaptığı itiraz üzerine bozuldu. Bu da Cargill'in kapatılmasını yeniden gündeme getirdi. Danıştay'dan çıkan son karar üzerine Bursa Orhangazi Kaymakamlığı devreye girerek 11 Ekim saat 10.00'da gerçekleştirilecek kapama işlemini "gizli" ibareli yazıyla valiliğe bildirdi ve yetkililerin görevlendirilmesini istedi. Şimdi gözler Bursa Valisi'nden gelecek yanıta çevrildi.

Burayı biz değil hükümet endüstri bölgesi ilan etti
"Gelinen nokta son derece üzücü" diyen Cargill Murahhas Azası Mustafa Sayınataç, yanlış yorumlamalar nedeniyle kapatma kararı alındığını söyledi. Sayınataç, şöyle devam etti: "Valilik 11 Ekim günü şirketi kapayabilir. Bize de bir tebligat yapıldı. Biz gerekli itirazlarımızı yaptık. 21 Eylül tarihinde Bursa Valiliği'ne yazdığımız yazıda yürütmeyi durdurma kararının Çevre ve Orman Bakanlığı Hukuk Müşavirliği'nin sunduğu hatalı hukuki görüş doğrultusunda alındığını ve valiliğin de kararı yanlış istikamette uyguladığını belirttik. Bu itirazı, 13 Eylül tarihinde valiliğe de yazılı olarak ilettik. Burayı hükümet endüstri bölgesi ilan etti. Biz etmedik!"
Cargill fabrikasının çevresinde 24 adet fabrika bulunduğunu, Türkiye'nin yüzde 90'ının tarım arazisi üzerinde sanayicilik yaptığını öne süren Sayınataç, "Danıştay'ın endüstri bölgesini iptal etmesi bizim kapanmamız anlamına gelmiyor. Ancak durum gerçekten üzücü. Sonuçta itirazımız kabul edilmeyebilir ve valilik şirketimizi kapayabilir. Şu an 3.1 milyon YTL'lik yatırım yapmış durumdayız. Bizim firmamızdan çıkan atık suyu çiftçiler sulama amaçlı kullanıyorlar" diye konuştu. "Kapatma kararı alınırsa Orhangazi halkı ayaklanır" diyen Sayınataç, "Burada tüm halk şirketimizi çok seviyor. Sadece birkaç kişi ve kurum yüzünden bugün bu noktaya geldik. Bu da gerçekten çok acı ve üzücü bir durum. 2006 yılında Orhangazi'ye 1.7 milyon YTL'ye ilköğretim okulu yaptık. Şimdi sağlık ocağı yapıyoruz. Türkiye'de üretilen mısırın yüzde 10'unu karşılıyoruz" dedi. İznik Gölü'nü kuruttukları yönündeki iddiaların doğru olmadığını, bu konuda DSİ'nin raporları bulunduğunu belirten Sayınataç, Cargill'in üzerine bu kadar gidilmesine bir anlam veremediklerini kaydetti.

Cargill'in geçmişi davalarla dolu
09.12.1997 Cargill Tarım San. ve Tic. A.Ş.’nin kurulmasına izin verildi.
17.06.1998 Bursa Valiliği İl İdare Kurulu, 1/1000 ölçekli hazırlattığı Mevzi İmar Planı'na istinaden inşaat ruhsatı verdi.
01.07.1998 Bursa 2. İdare Mahkemesi'ne hazırlanan Mevzi İmar Planı'nın İznik Nazım Planına uymadığı için dava açıldı.
14.08.1998 Bayındırlık ve İskan Bakanlığı plan değişikliğini onayladı ve ilk dava düştü.
27.06.2000 Bursa 2. İdare Mahkemesi imar planı ve yapı ruhsatının iptaline karar verdi.
24.07.2002 Bakanlar Kurulu faaliyetine devam etmesini uygun buldu.
26.12.2002 Danıştay 6. Dairesi, 1/25.000 Nazım İmar Planında yapılan plan değişikliğini iptal etti.
08.11.2004 Bursa 2. İdare Mahkemesi inşaat ve yapı ruhsatını iptal etti.
05.07.2005 Cargill’in bulunduğu alan Bakanlar Kurulu kararı ile “Özel Endüstri Bölgesi” ilan edildi.
20.03.2006 “Özel Endüstri Bölgesi” kararı hakkında Danıştay yürütmeyi durdurdu.
26.06.2006 Danıştay, "Özel Endüstri Bölgesi" kararının yürütmesinin durdurulmasına yapılan itirazı reddetti.
29.09.2006 Orhangazi Kaymakamlığı, Cargill'in 11 Ekim'de kapatılacağını bildirdi.

Validen savunma istenmişti
Cargill'le ilgili kapatma kararının uygulanıp uygulanmaması konusunda gözler Bursa Valiliği'nde. Cargill olayı 2005 yılında gündeme geldiğinde, o zamanın Bursa Valisi Kaan Oğuz Köksal hakkında Cargill'le ilgili kararları uygulamadığı gerekçesiyle soruşturma açılması için izin istenmişti. Hürriyet gazetesi yazarı Emin Çölaşan, Kaan Oğuz Köksal hakkında soruşturma açılması için istenen iznin Bakan Abdülkadir Aksu imzasıyla reddedildiğini yazmıştı. 3 Nisan 2006 tarihinde Yargıtay devreye girmiş ve Köksal'dan yazılı savunma istemişti.

Atıkları bize bırakmayacaklar

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler önceki gün yaptığı açıklamada* daha önce "satacağız" dediği nükleer atıkların başka ülkelere verilmesinin planlandığı sinyalini verdi. Güler, "Dünyadaki gelişmeleri yakından izliyoruz. Atıkları da bize bırakmayacaklar. Atığın kendisi de bir değer. Aynı zamanda yakıt özelliği olan ve başka amaçlarla kullanılabilecek maddeler" diyor. AK Parti'nin tabanındaki büyük bir kitle de dahil olmak üzere Türkiye'de hiç azımsanamayacak sayıda kişi nükleer enerjiye bölgede yaşanan gelişmelerden dolayı nükleer silah yapımına olanak sağlayacağından dolayı "şartlı" evet diyor. Bunun bir örneği de nükleer karşıtı hareketin ilk imzacılarından olan Doğu Perinçek'in İşçi Partisi. Bakanın açıklamaları ise zaten nükleer silahsızlanma anlaşmasına imza atmış Türkiye'nin nükleer atıklarla "haşır neşir" olmasına pek müsade edilmeyeceğinin sinyallerini veriyor. Güler, "Atıkları da bize bırakmayacaklar" diyor ve yakıtın yeniden değerlendirilmesi (reprocessing) dışındaki "başka amaçlar" kelimesiyle de bu konunun altını çiziyor.

Bilindiği gibi nükleer silah yapmak için ya İran gibi zenginleştirme tesisi kurarak ya da nükleer atıklar içinde yer alan Plutonyum'u kullanarak nükleer bomba yapabiliyorsunuz. AKP hükümetinin İsrail ve ABD ile yaşadığı gerginlik uluslararası arenada nükleer enerji uzmanlarına ister istemez Türkiye bir başka İran olur mu sorusunu sorduruyor. Geçtiğimiz aylarda yürürlüğe giren "Nükleer Enerjinin Barışçıl Kullanımına İlişkin İşbirliği Anlaşması" ve Hilmi Güler'in Amerika'da yaptığı gezide bu konu gündeme gelmiş olmalı. Güler'in dün gazetecilere yaptığı açıklama bu konunun mutabakata varan çözümü olabilir. Bu bir zamanlar, "Nükleer silah yapalım, Yahudinin kafasına atalım" diyen kesimler tarafından nasıl karşılanacak, o ise soru işareti. Çünkü bu kesimlerin çoğu silah söz konusu olmadığında yerli enerjiden yana net tavır koyuyor.

Özgür Gürbüz - Yorum / Ekim 2006

* Bakan Hilmi Güler'in açıklaması için:
http://www.emdistanbul.org/?hn=156