Küresel ısınmanın yıllık maliyeti 300 milyar doları aşacak!

Küresel ısınmanın yıllık maliyeti 300 milyarı aşacak!

Birleşmiş Milletler küresel ısınmanın her yıl dünya ekonomisine maliyetini 304 milyar dolar olarak hesaplamıştı. Geçtiğimiz ay ABD'yi vuran Katrina ve Rita’nın, ABD bütçesine toplam maliyetinin 210 milyar dolar civarında olması, BM'nin tahminini destekler nitelikte.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / Ocak 2006

İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw, 2004 yılında İngiltere’nin uluslararası enerji stratejisini açıklarken, 2010 yılına gelindiğinde her yıl 265 milyar dolarlık küresel ısınma kaynaklı maddi zararın oluşacağı konusunda herkesi uyardı. Küresel ısınmanın konuşulduğu birçok toplantıda olduğu gibi, Straw'u dinleyenlerin çoğu, ne küresel ısınmanın nasıl yaşamı tehdit edeceğini, ne de ekonomi üzerindeki etkilerinin nasıl olacağını çok da fazla düşünmeden toplantıyı terk etti. Halbuki, Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından 2001 yılında hazırlanan rapor, Jack Straw'un ne demek istediğini ayrıntılarıyla anlatıyordu. BM, sıklaşan fırtınalar, toprak kayıpları ve deniz seviyesindeki yükselmeye bağlı olarak balıkçılık, tarım ve su kaynaklarında meydana gelecek zararların yıllık 304,2 milyar doları bulacağını söylemişti. Artık elimizde sadece Straw'un sözleri ve BM'nin raporu yok. Elimizde Katrina ve Rita var.

Rita kasırgası hızını yavaşlatıp ablası Katrina kadar ortalığı kırıp dökmese de, verdikleri maddi zararın 200 milyar dolar civarında olacağı tahmin ediliyor. Milyonlarca insanı evinden eden, petrol rafinerileri ve kuyularını devre dışı bırakarak petrol fiyatlarının yükselmesine neden olan fırtınaların yol açtığı maddi zararı karşılamak için Kongre’nin şu ana kadar harcadığı miktar da 62,3 milyar doları buldu. Sadece bu rakam bile Amerika’nın Çevre Koruma Ajansı’nın bütçesi olan 8,2 milyar doların yaklaşık 8 katı; 1991 yılındaki Körfez Savaşı’nın 83 milyar dolarlık bütçesine de çok yakın. İşin Amerika için en zor yanı ise, halihazırda 330 milyar dolarlara varan bütçe açığının Katrina ve Rita kasırgalarıyla daha da büyüyecek olması. Washington Post yazarlarına* göre gelecek yıl bütçe açığı bu felaketler yüzünden yeniden 400 milyar doların üzerine çıkabilir.

Sigortacılar tedirgin

Dünyanın en büyük yaşam ve sağlık reassürörü olan Swiss Re, Katrina kasırgası sonucu sigortalanmış mal zararının 40 milyar doları bulduğunu ve bunun 1,2 milyar dolarlık bölümünün kendilerine ait olduğunu belirtti. Firma, giderlerin bir bölümünü denkleştirme rezervlerinden karşılamayı planlıyor. Swiss Re CEO’su John Coomber, dünya genelinde doğal felaketlerin sayısında bir artış gözlemlendiğini, insanları ve ekonomiyi giderek artan bir şiddet ve sıklıkla vurduğunu ve sigorta sözleşme yenilemelerinde yeni fiyat ayarlamalarına gerek duyulacağını belirtiyor. Risk analiz firması AIR Worldwide'ın yaptığı en son hesaba göre, sadece su baskını yüzünden ev ve binaların uğradığı hasar 44 milyar dolar civarında. Tahmin edebileceğiniz gibi New Orleans 22 milyar dolarla başı çekiyor.

Türkiye’de küresel ısınmayla ilişkilendirilebilecek felaketler içinde sel baskınları oldukça öne çıkıyor. Kızılay’ın 2001-2003 yılları arasında Türkiye’deki sel felaketleri için harcadığı malzeme maliyeti 827 milyar TL.’yi geçiyor. Özellikle 2001 yılının son üç ayındaki felaketler Kızılay’ın raporunda, “…kış mevsiminin gelmesi ve hava koşularındaki ani değişmeler nedeniyle oluşan aşırı yağışlar nedeniyle yurdun muhtelif yerlerinde ardı ardına sel felaketleri yaşanmış ve birçok aile bu afetlerden olumsuz şekilde etkilenmiştir ” özel notuyla yer almış. 2001 yılının son 3 ayında ardı ardına gelen sel felaketlerinin yol açtığı maddi hasarın ilk 9 aydan daha fazla olması da ayrıca dikkat çekiyor. Türkiye, bilindiği gibi, iklim değişikliğini önlemek için ortaya konulan Kyoto sözleşmesine henüz taraf değil ama İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’na geçen yıl imza attı.

Kızılay’ın sel felaketleri için harcamaları (TL)**

2001 519. 591 144 000
2002 205 035 118 000
2003 103 009 732 000


Kızılay’ın en çok harcama yaptığı sel felaketleri (2001-2003) (TL)

Hatay 2001 218 477 400 000
Tarsus 2001 139 542 500 000
Silifke 2001 51 500 000 000
Kayseri 2002 68 800 000 000
Iğdır 2002 56 272 500 000
Hakkari 2003 43 707 490 350


* Jonathan Weisman ve Jim Vande Hei, Washington Post 15/09/2005
**Bilgiler Kızılay’ın yaşanan afetlerle ilgili raporlarından derlenmiştir.
Reuters

Artık Rock&Rakı zamanı

Yaptıkları müzik için arabesk-rock tanımlamasının eksik olacağını belirten grubun solisti Murat, "Biz değiştik, hayatımızda değişiklikler oldu, düşüncelerimiz değişti. Bizim ne yaptığımıza dinleyenler karar versin" diyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 7 Ocak 2006

Alınlarından öpmüş mü sormadım ama, Çamur'u dinleyen birinin kendilerine yıllardır hem rakı içip hem de rock dinleyeceği bir müzik aradığını ve en sonunda bulduğunu söylüyor. Ve "Rock&Rakı" gibi bir şey diye ekliyor Murat.

İlk albümleri "Bu Aşkın Izdırabını" iki gün önce raflardaki yerini aldı. Murat, Çağatay'la beraber 9 kişilik grubun en eskisi. Adapazarı'nda lise yıllarında tanışmışlar. Şimdi grubun solisti olan Murat o zaman bağlama çalıyormuş; Çağatay'da gitar. Üniversite yıllarında Ankara'da da beraber çalmışlar. Adapazarı'na döndüklerinde çalacak pek bir mekan bulamayınca soluğu İzmit'te almışlar ve grup orada genişlemiş. 18-19 yaşlarında Çağatay'ın "ÇA"sı ve Murat'ın "MUR"unun birleşmesiyle oluşan Çamur, beş kişilik bir grupla 3-5 sene İzmit'te çalıp söylemiş. Çocukça bir duyguyla koydukları ismin bugün grubun müziğini yansıttığına ve içinin dolmasına onlar da şaşırıyor aslında. Ne mi yapıyorlar? "Çamur" gibi bir müzik, ama çamur gibi değil. İnsanın kulağına çamur banyosu yaptırası geliyor.

Bu hayat herkesi kirletiyor
Yaptıkları müzik için arabesk-rock tanımlaması eksik olur diyorlar. Murat, "Biz şunu yapalım, gitar ekleyelim diye düşünmedik. Aslında ne yaptığımızı bilmeyerek bir şey yaptık. Hesap kitap yapmadık. Bundan 5-6 yıl önce daha çok Moğollar gibi müzik yapıyorduk. Biz değiştik, hayatımızda değişiklikler oldu, düşüncelerimiz değişti. Bizim ne yaptığımıza dinleyenler karar versin" diyor. Aynı zamanda şu anda yaptıkları müziğin, grubun adıyla çok uyumlu olduğuna da değiniyor. Müzikten çok yaşam tarzıyla ilgili bu. "Çamurla hem yıkanıyorsun hem de kirleniyorsun" diyorlar. Murat, "Biz de bu dünyada, bu hayatın içindeyiz. Herkes gibi kirlenmekten nasibimizi alıyoruz. Bu kirlilik örneğin müzik piyasasında da var. Bu yüzden de uzun süre albüm çıkmadı, bayağı direndik. Müzik endüstrisinin gruplara bakışı, bizim yerimiz, duruşumuzu anlatmak için bayağı uğraştık. Vazgeçme şansımız yoktu çünkü başka bir şey yapma şansımız yoktu" diye açıklıyor yaşam tarzlarını. Çağatay, son yıllarda gruplarda bir arabesk-ortadoğu tınısı olduğunu söylüyor ama batıdan doğuya bakmakla doğudan batıya bakmanın bambaşka olduğuna değiniyor. "Onlar oradan buraya bakıyorlar, biz ise buradan. Bizim yaşadığımız yer, doğduğumuz yer burası; İzmit, Adapazarı..."

Orhan Gencebay da dinledik, Ledd Zepplin de...
"Biz, herşeyi dinleyerek büyüdük" diyor Murat, "Orhan Gencebay da, Ledd Zepplin de. Müziğiniz dışarıdan gelen bir şey değil. Çağatay'la birlikte yıllarca bağlama ve gitarla türküler söyledik, rock parçalar yaptık. Bundan rahatsız olmadık, çıtayı yükseltmeye çalıştık. Evde oturup, dinleyemeyeceğimiz bir müzik yapmayız. Piyasa için bir şey yapmıyoruz, olursa da biz yapmadık" diyor ve gülüyor Murat. Çağatay ise şu anda yaptıkları müzik tarzının değişip değişmeyeceğini bilmediklerini ama 10 yıldır yaptıkları işten mutlu olduklarını ekliyor. Çamur'u dinlerken vurmalı çalgılar ve özellikle 70'li yılların rock "sound"unu çağrıştıran klavyeyi dinlemek pek keyifli. Ömür'ün kendi tasarımı olan "Çağlaması" da elektro divan sazı gibi bir ses çağrışımı yapıyor. Bu ilginç enstrüman hakkında benim hala şüphelerim var. Ömür'e ilk fırsatta soracağım, bas gitara parası yetmediği için sadece sapını mı alabildi diye. Bilim adamı olmak istemesine şaşırmamalı. Grubun müziğine doğu perkisyonlarının girişi yeni arkadaşların katkı koymalarıyla olmuş. Çağatay, Zaten yaşadığımız coğrafyanın enstrümanları bunlar. Avustralya'dan falan getirmedik ki? Her zaman gördüğümüz, çaldığımız enstrümanlar. Çağlama dışında tabi. O dünyada tek, Ömür'ün kendi tasarımı" diyor.
Çamur'un kalabalık grubu ve çok çeşitli enstrümanları kadar şarkı sözleri de dikkat çekiyor. bir tasavvuf, bir kadercilik ama minibüslerde dinlediklerimizden çok daha fazlasıyla hayata bağlı sözler bunlar. Sözleri Murat yazıyor o yüzden ben yanıt vereyim diyor Çağatay. "Murat'ın yazdığı her harfin, kelimenin önemi ve anlamı vardır. Bizim için söz çok önemli, gitarımı söz için feda ederim" diyor Çağatay. Neden Türkçe diyoruz? Bu soruyu da Murat yanıtlıyor: "Rüyalarınızı İngilizce görüyorsunuz İngilizce de söyleyin. Hissetmediğiniz bir şeyi söylemiyorsunuz. Cidden, duygularınızı İngilizce anlatamazsınız. Çağatay hayattaki en iyi arkadaşım. Ne yaşadığımı, ne demek istediğimi bilir. Ben oturur söz yazar şarkı yaparım. Çağatay düzenlemesini yaptığında o iş bitmiş olur. Bütün ekip birbirimizi tamamlıyoruz".

Herşey 80'de bitiyor
Murat, muhabbetimiz sadece müzikal değil dediği için grubun 60-70'li yılları andıran "sound"uyla ilgili duruşunu da merak ediyoruz. "Müziğimiz zaten bu ülkenin nasıl yönetildiğini gösteriyor" gibi ilginç bir yanıt geliyor. Müzik de ülkeyle gelişiyor. Sanayi toplumu, köylü toplumu bunların hepsiyle ilgili herşey diyorlar. Çağatay, "Bundan 10 yıl önce Orhan Gencebay'ı utanarak dinlerdik. Özal sonrası kuşak bir şeylerle yüzleşiyor. 68'lerin çocukları büyüdü. O yitikliği, öfkeyi, isyanı çok sert bir şekilde yaşadılar. Bu da hem hayata hem de müziğe yansıyor" yorumunu yapıyor. Klavyeden 60-70'lerin sesleri çıkıyor. Kendilerinin de söylediği gibi 80 sonrası rock müziğe pek ısınamamışlar. Murat, "Bu yeni tarzlardan pek anlamıyorum. Dub mup gibi. Müzikte de, hayatta da 80'de herşey bitiyor" diyor ve ekliyor: "68'lilerin çocukları büyüdü, bir taraftan canları anne ve babalarının yaşadığı gibi yaşamak istiyor bir yandan da hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyorlar. Ortada bir kafa karışıklığı var". Müziklerine bu karışıklığın oldukça olumlu yansıdığını söylemek gerek.
Oldukça uzun bir süredir ilk albümleri için bekleyen Çamur grubu bu arada Barışarock'ta, 3 Aralık'ta yapılan küresel ısınma eyleminde gönüllü olarak sahne aldı. Murat, "Barışarock'ta biz falanca kadına aşık olduk diye şarkı söylüyoruz. Bütün insanların istisnasız buluştuğu tek noktadır aşk" diyor. Müziklerine aşık olanlara ise "bu aşkın ızdırabını" anlattıkları ilk albümle teşekkür ediyorlar.

Çamur'un elemanları

Çağatay Kadı - Gitar
1976'da Sakarya'nın Karasu ilçesinde doğdu. 93 yılında Edirne'de müziğe başladı. 96'da Murat'la Çamur'u kurdu. Kısa ve uzun metrajlı film müzikleri yaptı. En son TRT'nin, Avrupa Yayın Birliği'nin düzenlediği belgeselde gösterilmek üzere hazırladığı Babaanne filminin müziklerini besteledi. Kadıköy Ses Müzik'te halen ses teknisyeni olarak çalışıyor.
Ömür Kılıçaslan - Çağlama
İlk ve ortaokul yıllarında bili
m adamı olmak istiyordu. Lisede gitara başladı halen Çamur ve Hariçten Gazelciler'le çalıyor. Bilim adamı olmadığına pişman mı bilinmez.
Murat Ak - Vokal
77 Sivas doğumlu. Müziğe bağlama çalarak başladı, Hacettepe ve İstanbul üniversitelerinde okuma girişimlerinde bulundu. Şimdi İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı'nda okuyor.

ŞARKI SÖZLERİ
Duman oldum o halimden eser kalmadı
Aşkım figanım gülüm baharım
Meyhanelerde sakiler derman olmadı
Çok istedim olsun diye sensiz olmadı
(Hara şarkısından)

Yaşamak ağır işmiş
Sebebi yok ömrümün
Baktım her şey değişmiş
Düş mü yoksa gördüğüm
(Serseri şarkısından)

Nükleer enerji Türkiye için erken, önce yerli kaynaklar kullanılmalı

Türkiye'de 35 yıldır hemen hemen her hükümet tarafından gündeme getirilen nükleer enerji tartışması, Ukrayna'daki doğalgaz kriziyle yeniden alevlendi. TBMM Enerji Komisyonu Başkanı Dr. Soner Aksoy, nükleer atık sorunun henüz çözülmediğine dikkat çekiyor.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi / 4 Ocak 2006

Elektriğinin yüzde 42'sini doğalgazdan üreten Türkiye'de de enerjide dışa bağımlılık korkutuyor. TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı, Kütahya Milletvekili Dr. Y. Müh. Soner Aksoy, Türkiye için nükleer santralin erken olduğunu söylüyor ancak nükleer enerjinin bir ülkeye girmesinin bilim ve teknolojinin girmesi olduğunun da altını çiziyor. Nükleer atık sorunun üzerinde duran Aksoy, "Atıkların üzerinde araştırmalar yapılıyor, sürekli gelişmeler var. Bu atıkları azaltıcı çalışmalar var. O bakımdan üçüncü nesil, dördüncü nesil neyse onu almak lazım. Bir de nükleer santralin devamlı atıkları var. Her sene ortaya çıkan atıklar var ki, o atıkları şimdi almak isteyenler de var. Bir de santrali kapatmak gerektiği zaman, o santral nasıl kapatılacak, toplumda nasıl bir çöplük halinde kalacak. Henüz bunun ciddi bir çözümü yok" diyor.

Nükleer santral araştırmaların hangi safhada olduğunu bilmediğini söyleyen Aksoy, "Bu araştırmalar yapılmış, bitmişse mesele yok. Bizim bu noktada birtakım çalışmalar yapmamız lazım. Bu bakımdan nükleer enerjiye girmekte fayda var fakat en son teknolojiyi almak bakımından, dünyadaki son gelişmelere dikkat edip ona göre bir düzenleme yapmak lazım. Bir de yerli kaynaklara ağırlık verip, onların da biran evvel devreye girmesini sağlamak lazım. Gerek kömür santralleri olsun, gerek yenilenebilir enerji kaynakları olsun. Bunların mutlaka, öncelikle ele alınması gerekli" yorumunu yapıyor.

Yerli kaynakları öncelikli olarak değerlendirmemiz gerektiği konusundaki sorumuzu ise Dr. Soner Aksoy şöyle yanıtlıyor: "Yerli kaynaklar ucuz. Kömür olsun, jeotermal enerji olsun, rüzgar olsun; bunlar ucuz. Çevreye zararı daha az. Nükleere oranla daha az, nükleerin de çevreye çok büyük bir tesiri yok ama daha sonra, 40-50 sene sonra onun kapatılmasında meydana gelen atıklar var."

Hidroelektrik potansiyelimiz henüz kullanmadık
Türkiye'nin 160 milyar kilovatsaate eşdeğer teknik hidrolik potansiyeli olduğunu ve bunun bizim 2006'da kullanacağımız toplam elektrik tüketimine eşit olduğunu söyleyen Enerji Komisyonu Başkanı, tereddütünün kendi kaynaklarımızı henüz bitirmemiş olmamıza bağlıyor. Aksoy, "Enerji de taban enerji, hidrolik enerjidir. Hidrolik enerjiyi bir bitirmemiz lazım. Avrupa hidroliği bitirmiş onun üzerine nükleer santrale girmişler. Türkiye potansiyelinin üçte birini bile kullanmıyor" diyor. Nükleer enerji konusunun çok iyi tetkik edilerek sonuçlandırılması gerektiğinin söyleyen Aksoy, Enerji Bakanlığı'nın da böyle davranacağına inandığını söylüyor. Yerli kaynakların önünü açtıklarını ama hala engeller olduğunu söyleyen Aksoy, yenilenebilir enerjinin önünde finansman ve bürokratik engeller olduğunu söyledi. Aksoy, "Bunları biran evvel aşmalı ve özel sektörün bu sahaya girmelerini sağlamalıyız. Özel sektörün yaptığı büyük bir santral, bir kaç tane hidrolik santral olmalı, bunları bir görmeliyiz. Nükleer için prensip olarak karar vermeli ama araştırmayı devam ettirmeliyiz" dedi.

Rafineri sektörüne 680 milyar dolarlık yatırım lazım

Özgür Gürbüz - referans Gazetesi / 30 Aralık 2005

Uluslararası Enerji Ajansı (UEA) Baş Ekonomisti ve Ekonomik Analizler Bölüm Başkanı Dr. Fatih Birol son 20-25 yıldır ihmal edilen rafineri sektörünün, gelecek 25 yıl içerisinde 680 milyar dolarlık yatırıma ihtiyaç duyduğunu söyledi. Türkiye'nin, stratejik konumu nedeniyle rafineri konusuna ilgi göstermesi gerektiğini vurgulayan Birol, gelecekte Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da petrol ve gaz üretiminin artmasını öngördüklerini söyledi. Günün koşullarına göre hazırladıkları senaryo çerçevesinde 2030 yılında bölgeden günde 39 milyon varil petrol, yılda da 434 milyar metreküp doğalgaz ihracatı olacağını söyleyen Birol, özellikle ulaştırma sektöründe petrolün yakın gelecekte de rakipsiz olacağına değindi. "Hidrojen enerjisi 2030-2040'larda düşünülebilecek bir çözüm" yorumunu yaptı.

Birol, dün Petrol Sanayi Derneği'nin (PETDER) konuğu olarak yaptığı konuşmada Türkiye özelinde nükleer enerji ve Kyoto konuları üzerinde de durdu ve nükleer enerjinin finansman konusunun ciddi bir şekilde tartışılması, nükleer atıkların ne yapılacağı konusunda işin başından çok saydam olunması gerektiğini söyledi. Türkiye'nin Hazar petrollerine odaklandığına dikkat çeken Birol, "Hazar gerçekten önemli bir bölge ama Ortadoğu'yu ikame edemez" dedi. Birol, Türkiye'nin Irak'ın petrol ve gaz rezervlerine ciddi bir şekilde bakması gerektiğini ifade etti. Türkiye'nin Kyoto'yu imzalamadan önce iki kere düşünmesi gerektiğini söyleyen Birol, enerjinin verimli kullanılmasının da önemli bir sorun olduğunu ve Türkiye'de aynı bardağı üretmek için Avrupa'ya oranla iki kat daha fazla enerji harcandığına dikkat çekti. UEA'nın araştırmalarına göre hükümetlerin bugünkü politikalara bağlı kalması halinde küresel enerji ihtiyacı 2030 yılında bugüne oranla yüzde 50 artacak.

Elektrikte mali uzlaştırma meskenleri etkilemeyecek

Elektrik piyasasındaki mali uzlaştırma yapılanmasındaki değişiklik meskenlere yansımayacak. Özel üretim şirketler ise taahhüt etikleri üretimi yapmazlarsa fiyat artışından etkilenecekler.

Özgür Gürbüz - Analiz / 28 Aralık 2005

Elektrik Piyasası Denetleme Kurulu (EPDK), Şubat 2006'dan itibaren elektrik piyasasındaki mali uzlaştırma dilimlerinde değişikliğe gidiyor. Elektrikte, gündüz, puant ve gece olarak adlandırılan üç ayrı dilimde ayrı fiyatlandırma yapılıyor. Gündüz 06.00-17.00, puant 17.00-22.00 ve gece dilimi 22.00-06.00 saatlerini kapsıyor. Yeni düzenlemeden sonra puant dilimi 24.00'e kadar uzatılacak ve gece dilimi de sabah 8'de son bulacak. İlk bakışta, daha ucuz elektrik için çamaşırlarını gece 10'dan sonra yıkayan ve gece tarifesi sayesinde daha az ödeyen son tüketicinin fazla para ödeyeceği düşünülse de EPDK bunun doğru olmadığını söylüyor. Çünkü bu yeni düzenlemeler, Piyasa Mali Uzlaştırma Merkezi'ne (PMUM) kayıtlı olan üretim, otoprodüktör ve otoprodüktör grubu ve ikili anlaşmalar yoluyla enerji temin eden serbest tüketicileri kapsıyor.

EPDK, düzenlemenin TEİAŞ'ın istekleri doğrultusunda, 22-24 saatleri arasındaki tüketimin 06-08 saatleri arasındakine oranla daha çok olmasından kaynaklandığını söylüyor. EPDK tarafından yapılan yazılı açıklamada fazla tüketim olduğu zaman dilimindeki enerjinin ucuz, az tüketimin bulunduğu dilimin ise pahalı dilim olması olması sistem işletmeciliği esaslarına ve ekonomik kurallara aykırı olduğu belirtiliyor. EPDK, "elektrik enerjilerini dağıtım şirketlerinden(TEDAŞ gibi) alan mesken ve diğer tüzel kişiler için herhangi bir değişiklik söz konusu değildir" diyor. Uygulamadan etkilenme olasılığı bulunanlar ise enerjilerini özel sektör üretim şirketlerinden satın alan serbest tüketiciler olarak tanımlanıyor. Bu tüketicilerin de, tedarikçileri kendilerinin tükettiği elektrik enerjisi kadar üretim yaparlarsa bu yeni düzenlemeden etkilenmeyecekleri düşünülüyor. Yine düzenleme sonrası oluşacak dengesizlik fiyatlarının ortalama değerinin, düzenleme öncesiyle aynı derecede kalacak şekilde ayarlanmasıyla kamu kuruluşlarının gelirlerinde de bir artış olmaması umuluyor. Kısaca, bu değişikliğin en çok etkileyeceği kesim özel sektör üretim şirketleri.

Bu yeni düzenlemenin ardında yatan neden için enerji piyasasında iki görüş öne çıkıyor. Birinci görüş, gerçekten de tüketimin gece 10'dan sonra artmış olabileceğini, bu düzenlemenin teknik anlamda yerinde bir düzenleme olarak kabul edilebileceğini söylüyor. İkinci konuşulan konu ise, bu düzenlemeye doğalgaz fiyatlarındaki artışın yol açtığı. Doğalgaz çevirim santrallerinde, fiyattaki artışlar yüzünden zorlanan bazı üreticiler, maliyetleri karşılayamadıkları için, gece 10-12 arasında kilovatsaati 10-12 yeni kuruşları bulan üretim maliyetlerine katlanmak yerine kendilerini cezaya bırakarak elektriği 6,5 yeni kuruştan TETAŞ'tan almayı tercih ettiler. Bu da kamunun ucuz tarife diliminde artan elektrik talebini karşılamak için yeni santralleri devreye sokmasına neden oldu. Sonuçta, artan talebin birim üretim maliyeti yüksek olan santrallerin çalışmasıyla karşılanması bu sefer de kamu kuruluşlarının üzerindeki yükü arttırdı. Çözüm, uzlaştırma dönemlerinde değişikliğe gitmekte bulundu. Nihai çözümün, elektrik üretiminin yüzde 42'sini sağlayan doğalgazdaki fiyat artışının, tüketicilere yansıtılması olduğu öne sürülüyor.

Rüzgar enerjisinin önündeki engeller yavaş yavaş kalkıyor

Yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili yasanın hayata geçmesinden sonra lisans başvurularında patlama yaşanmıştı. EPDK'nın lisanslara getirdiği sınırlama gevşetiliyor.

Özgür Gürbüz-Referans Gazetesi / 25 Aralık 2005

Bundan birkaç ay öncesine kadar rüzgar santrali kurmak için yapılan 4000 megavatlık (MW) başvuruların sadece bin 350'sine lisans verilmişti. Enerji piyasası Denetleme Kurulu (EPDK) Başkanı Yusuf Günay, bunun nedenini, Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (TEİAŞ) plancılarının 1500 MW'lık bir yükü tolere edebileceklerini söylemeleri olarak açıklamıştı. Günay, yılbaşına kadar ülkenin kaldırabileceği rüzgar yükünün ne kadar olduğunu TEİAŞ'tan hesaplamalarını istediklerini de bildirmişti. TEİAŞ'ın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın talep tahminlerine göre yaptığı çalışmada 2013'e kadar 3000 MW'lık bir rüzgar gücünün önü açılmış gözüküyor. TEİAŞ Genel Müdür Yardımcısı Halil Alış, 2007-2020 yıllarında rüzgar enerjisi için her yıl 125 MW'lık yeni kurulu güç öngördüklerini, ama bu rakamların değişebileceğini, rüzgarın payında artış olursa diğer kaynaklarda yapılacak indirimle, yine aynı hedefe ulaşılabileceğini söyledi. Türkiye'nin UCTE'ye (Elektrik İletimi Koordinasyon Birliği) bağlanmak için çalışmalar yürüttüğünü ve 14 ay sonra alınacak sonuçların, sistemin ne kadarlık bir rüzgar gücü kaldıracağı konusunda fikir vereceğini söyleyen Alış, "UCTE içinde de puant saatin yüzde 5'i oranında bir rüzgar gücü düşünülmüş, ama o da çok belli değil" dedi. EPDK'nin yeni lisanslar için TEİAŞ'la görüştüğü, TEİAŞ'ın da buna çok soğuk bakmadığı kulislerde konuşuluyor. Yatırımcı ve bürokratlar, lisans verilen projelerin hayata geçmesi halinde, herşeyin daha da netleşeceği noktasında hemfikirler.

Rüzgar Enerjisi Santralları Yatırımcıları Dernegi (RESYAD)Salahattin Baysal, "125 MW'lık rüzgar enerjisi yeterli değil ama bu konuda bir büyük savaş yapılması taraftarı da değiliz. Öncelikle lisans verilen projeler içinde gerçekleşmeler olmalı. TEİAŞ'a Trakya'da ve Çeşme'de aynı anda rüzgarın kesilmeyeceğini ya da şiddetli rüzgar yüzünden türbinlerin durmasının Çanakkale'den İskenderun'a kadar aynı anda olmayacağını göstermeliyiz" diyor. Baysal, EPDK'nin bakanlıkça hazırlanan projeksiyonu dikkate alarak lisans vermesi gerektiğini belirterek, "Sistemde bir değişiklik olmadığı takdirde 2020'e kadar 3000 megavat rüzgar enerjisinin sisteme bağlanabileceği belirlendi" dedi. Baysal, "Bir ülkenin enerjisinin ne kadarının yerli ne kadarının yabancı, ne kadarının rüzgar ne kadarının hidroelektrik olacağı bir politik iradenin kararıdır; siyasi bir tercihtir. Ben yenilenebilir enerji kaynaklarının uzun dönemde en ucuz kaynaklar olduğu ve dışa bağımlı olmadığı için tercih edileceğini düşünüyorum. Uzun dönemde ne nükleer ne doğalgaz bizden daha ucuz, diğer kaynakların çevresel/sosyal maliyetlerini eklemesek bile" yorumunu yapıyor.

Çevre için kamu 50, özel sektör 18 milyar euroluk yatırım yapması gerekli

Avrupa Birliği (AB) müzakere süreci içinde yer alan 35 başlık içinde Türkiye'yi en çok zorlayacak konulardan biri, yıllardır 'çiçek-böcek' işleri diye ihmal edilen çevre konusu. Çevre ve Orman Bakanlığı'na göre, Türkiye'de kamu ve özel sektör çevre için toplam 68 milyar euroyu bulan yatırım yapmalı.

Özgür Gürbüz - Referans Gazetesi - Analiz / 18 Aralık 2005

Müzakere sürecinin başlamasıyla Türkiye yeni bir sürece girdi. Avrupa Birliği'ne (AB) uyumlaştırılması gereken mevzuatımızın içinde 300 AB direktifine sahip çevre mevzuatı, müktesebatın büyük bir bölümünü oluşturuyor. Çevre ve Orman Bakanlığı verilerine göre, şu ana kadar yüzde 40'ı uyarlanmış durumda. Direktiflerin sanayi ile ilgili olanlarının ise şimdiye kadar beşte birinden daha azı uyarlanmış. En çok ilerlemenin kaydedildiği konu başlığı olan atıklarda bu oran, yarının üzerine çıkıyor. Müktesebatın uyumlaştırılmasının 2010 yılına kadar bitirilmesi hedefleniyor.

Asıl sorun sadece yeni yönetmelik ve kanunlarla AB standartlarını yakalamak olsaydı Türkiye'nin işi çok da zor olmayabilirdi. Müktesebatın değişmesiyle beraber, sanayici ve yatırımcıların uymak ve uygulamak zorunda kalacakları birçok yeni yasa ve yönetmelik, işletmelerin büyük miktarlarda yatırım yapmalarını gerektirecek. Yeni atık su arıtma tesislerinden, hava kalitesinin korunmasına, tehlikeli atıkların berterafından, iklim değişikliğine kadar pek çok konuda yapılacak yatırımların mali değeri Çevre Bakanlığı tarafından 68 milyar euro olarak hesaplanmış. Kamu sektörü 50 milyar euro, özel sektör ise 18 milyar euroyu gözden çıkarmak zorunda. Kamu sektörü için harcanması gereken 50 milyar euronun 35 milyarı içme suyu ve atıksu, 13 milyarı katı atıklar ve 2 milyarı da hava kirliliğiyle ilgili konulara ayrılacak. Özel sektörün en büyük kalemi ise 14 milyar euroyla entegre kirlilik önleme ve kontrol. Endüstriyel atık sular için 1.7 milyar, çiftlikler için 1 ve hava kirliliği için 800 milyon euroluk bir miktar da özel sektörün cebinden çıkacak.

AB standartına 2023'te ulaşabiliriz
Bakanlık bu projeksiyonu yaparken 2014 yılında Türkiye'nin topluluğa üye olacağını öngörmüş ve 2013'e kadar Polonya, Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerin standartlarına ulaşmak için 35 milyar euroya gerek duyulduğunu hesaplamış. Türkiye'nin Avrupa'nın gelişmiş ülkelerindeki çevre standartlarına ise 2023 yılında ulaşacaklarını hesaplayan Çevre Bakanlığı, 2013-2023 yılları arasında bir 35 milyar euroya daha ihtiyaç olduğunu söylüyor. Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, ilk 35 miyarın 5-6 milyarının AB hibe ve fonlarından sağlanacağını, geri kalan 30 milyar euroluk rakamın ise özel sektör, yerel yönetimler ve merkezi hükümet arasında eşit olarak paylaşılması gerektiğine dikkat çekmişti. İşin mali yükü de bürokrasisi kadar büyük olunca, Türkiye bu uyumlaştırma sürecini elinden geldiğince uzun vadeye yaymaya çalışacak.

Yatırımların hayata geçirilmesi için gerekli kaynakların yaratılması en önemli konulardan biri. Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar yardımcısı Hasan Zuhuri Sarıkaya, GSMH'dan ayrılacak binde 7'lik bir kaynağın hibe ve kredilerle birlikte sorunun üstesinden geleceğini söylüyor. Yıllara göre bakıldığında 2006 yılında kamu sektörünün yatırım ihtiyacı 1 milyar 250 milyon euro civarında. Bunun büyük bir bölümünün bütçeden karşılanması planlanırken, kredi ve hibeler toplam rakamın 3'te 1'ine denk geliyor. Üyeliğin gerçekleşmesi umulan 2014'ten sonra ise kamu sektörü yatırım ihtiyacı yılda 3 milyar eurolara buluyor. 2015'te hibelerin 1 milyarı geçmesi beklenirken kredilerin payının da 500 milyon euroyu geçmesi bekleniyor.

Belediyelerin durumu kritik
Kamu kuruluşları içinde belediyelerin durumu oldukça kritik. Hasan Sarıkaya, orta ve küçük ölçekli yerleşme yerlerinde belediyelerin gelirleri giderlerinden az, burada bir sorun var diyor ama sorunun kurumsal düzenlemelerle halledilebileceğini de ekliyor. Sarıkaya, "Türkiye'nin AB Çevre Ajansı'na üyelik aidatı olarak 3 milyon euro ödüyor. Ajans'tan Türkiye'ye gelen para ise 300-400 bin dolar" diyerek finasmanın ülke içinde yaratılmasının önemine değiniyor. Belediyelerin sorunları hakkında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Geliştirme Daire Başkanı Mahmut Sümer, çöplerin yüzde 15'inin ambalaj atığı olduğunu ve toplanamayan çöplerin yarattığı maliyetin ürünlere yansıtılması gerektiğini söylüyor. Atık sorunun en başta bir atık envanterinin olmamasından kaynaklandığını söyleyen Sümer, sanayi atıkları için büyük bir tesisin olmamasını ve çöplerin içindeki ağır metallerin en büyük sorun olduğunu söylüyor. İstanbul Teknik Üniversitesi Doç Dr. Erdem Görgün ise gereken 70 milyar euroluk rakamın ülke içi kaynaklardan sağlanması gerektiğini söyleyerek, geçmişte atık su arıtma projeleri gibi birçok projeye yabancı firmalar tarafından yüksek fiyatlar verildiğine dikkat çekiyor.

İSO Başkanı Tanıl Küçük
Batılı sanayiciler kazar zarar vermedik
İstanbul Sanayi Odası (İSO), çevre konusunda çok hassas bir kuruluş, Çevre Bakanlığı'ndan önce Çevre Şubesi'ni kurmuş daha sonra Çevre ihtisas Kurulu'nu kurmuş. Tüm bunlar bizim çevre konusunda ne kadar duyarlı olduğumuzun bir göstergesi. Çevre konusunda bahsedilen rakamlar çok izafi. Çevre Bakanı Osman Pepe, bu rakamın 35 milyar euro olduğunu, bunun yüzde 10-15'inin AB, kalanın da kamu ve özel sektör tarafından karşılanacağını söyledi. Müzakere sürecini doğru anlamamız lazım. Bu bir mazeret değil ama Türk sanayici bir batılı kadar çevreye zarar vermedi. Çevreden o kadar büyük boyutta rant elde etmedi. Bu rantı yaratmamış bir sanayiden, çevreyi korumak adına, gelişmiş ülkelerdeki sanayinin karlılık gücüne eriştiğini kabul ediyorsunuz ve bu kaynağı yaratmasını istiyorsunuz. Bu gerçekçi değil ama biz bunu yapacağız. Bunu yaparken sorunumuzu iyi anlatmak, geçiş sürecini uzun vadeye yaymak gerek. Yapmamak anlamında değil, gücünüze uygun hareket etmek anlamında. Dış kaynağı da daha fazla artırmak zorundayız. Büyük şirketlerimizin dışında, bilhassa KOBİ'lerimizin çevre konusunda AB'ye hazır olduğunu söylemek pek gerçekçi olmaz.

Yeşim Tekstil, Kalite ve Sosyal Uygunluk Müdürü Yasemin Başar
Hazır giyim sektörü fazla sorun yaşamaz
Tekstil sektörü içinde "hazır giyim" ve "örme" konusunda üretim yapanlar, AB sürecinde çok büyük sorun yaşamazlar. Özellikle hem atık suyun hem de hava kirliliğine neden olan kimyasalların kullanıldığı boyahaneleri olan işletmeler, ilgili izinleri almadıkları takdirde sorun yaşarlar. Sosyal uygunluk, iş sağlığı, iş güvenlik konusunda bir takım taahhütler isteniyor ve denetlemeler yapılıyor. Bu standartların sağlanırsa karşınıza çıkabilecek tarife dışı engellerle karşılaşmazsınız. Bu standartlara sahip olmanız ihracatınızı artırmaktan öte sizin ihracat yapmanıza olanak sağlar, bu belgeleriniz yoksa zaten sipariş alamazsınız. Yeşim Tekstil'in iş sağlığı, iş güvenliği, çevre ve iş kanunumuz AB'ye tamamen uyumlu hale getirildi. Atık su deşarj ve emisyon izinlerimiz var. Bu iki izne sahip olmak zaten AB'ye uyumlu çalıştığınızı ispatlıyor demektir. Müşterilerimizden biri Nike ve Nike arıtma tesisi olmayan bir işletmeyle çalışmaz.

Yatırım senaryosu
* 2006 yılında kamu sektörünün yatırım ihtiyacı 1 milyar 250 milyon euro civarında.
* Üyeliğin gerçekleşmesi umulan 2014'ten sonra kamu sektörü yatırım ihtiyacı yılda 3 milyar euro.
* 2006-2009 yılları arasında kamu sektörü, su, hava ve atık konularında 7 milyar euroluk yatırıma ihtiyaç duyuyor. Aynı dönemde özel sektörün ihtiyacı 5 milyar euro civarında olacak.
* 2015-2019 arasında kamuda 16, özel sektörde yatırımlar 5 milyar euroyu bulacak. Kamu sektöründe suyla ilgili konularda yapılacak yatırımın bedeli 11 milyar euro.
* 2020-2024 arasında 17 milyar euro daha harcanacak.
* 2025-2029 arasında ise AB standartlarına ulaşılacağı tahmin edildiğinden toplam yatırım miktarı 1 milyar euronun altında kalacak.

Ülkelere göre çevre yatırımları
Ülke / Yatırım maliyeti(milyon euro) / Nüfus (onbin kişi)
Bulgaristan / 8,61 / 7,5
Çek Cum. / 6,600-9,400 / 10,2
Estonya / 4,406 / 1,3
Macaristan / 4,118-10,000 / 10
Latviya / 1,480-2,360 / 2,3
Litvanya / 1,6 / 3,6
Polonya / 22,100-42,800 / 38,6
Romanya / 22 / 22,3
Slovakya / 4,809 / 5,4
Slovenya / 2,43 / 2
Türkiye / 65,000-68,000 / 69,7

Müktesebettaki konular
Dikey
* Hava ve su kirliliğine karşı alınan önlemler
* Atık Yönetimi
* Endüstriyel Kirlilik ve risk yönetimi
* Doğanın korunması
* Kimyasal maddeler ve genetik olarak yapısı değiştirilmiş organizmalar
* Çevresel gürültü yönetimi
* Nükleer güvenlik ve radyasyondan korunma
Yatay
* Aarhus Konvansiyonu
* Çevre Konusundaki Bilgilere Ulaşım Direktifi
* Raporlama Direktifi
* LIFE Tüzüğü
* Avrupa Çevre Ajansı

Deriner Barajı'nın maliyeti 3 kat arttı

Çoruh nehri üzerinde kurulması planlanan en büyük baraj olan Deriner Barajı hesap kitap dinlemiyor. İlk keşif bedeli 840 milyon dolardı, şimdi 2.6 milyar dolar oldu. Maliyeti neredeyse Türkiye'nin en büyük barajı olan 4 milyar dolarlık Atatürk Barajı'na yaklaştı, 2005'te bitecekti, 2009'a sarktı.

Özgür Gürbüz - Referans /12 Aralık 2005

İnşaatına 1993 yılında başlanan Deriner Barajı ve Hidroelektrik Santrali için ilk belirlenen keşif bedeli 125 milyonu yol relakasyon olmak üzere 840 milyon dolardı, barajın inşaası için 715 milyon dolar yeterli görülmüştü. 2005 yılında bitmesi gereken ve son 3 yıl içinde ödeneklerin düzenli ödenmesine rağmen bitirilemeyen projeye Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) rakamlarına göre 2005 yılına kadar 1 milyar 721 bin 566 YTL (1 milyar 271 milyon dolar) harcanmış. Projenin gecikmesiyle beraber yapılan bir ikinci keşif artışında projenin yatırım ihtiyacı 1.7 milyar dolara yükseltilmiş. DPT'nin Dokuzuncu 5 yıllık kalkınma planları için yaptığı en son hesapta projenin bitiş tarihi 2009'a uzatılıyor ve proje tutarı 2 milyar 600 milyon dolara çıkarılıyor.

670 MW'lık kurulu güce sahip olan ve yılda 2.1 milyar kilovatsaat (kws) elektrik üretecek olan Deriner Barajı, en iyi olasılıkla 4 yıllık bir gecikmeyle devreye girecek ve ilk keşif bedeli olan 840 milyon doların yaklaşık 3 katına mal olacak. Devlet Planlama Teşkilatı'nın 2005 yılı kamu yatırımlarında Deriner Barajı'nın proje bedeli 2 milyar 941 milyon Yeni Türk Lirası, yani 2 milyar 186 milyon dolar olarak belirlenmiş. Bu da 2005 yılında 2 milyar 186 milyon dolara bitirilmesi umulan projenin bir yıl içinde 400 milyon dolar kadar daha pahalandığını gösteriyor.

Ankara Üniversitesi öğretim üyesi ve RESSİAD (Rüzgar Enerjisi ve Su Santralları İşadamları Derneği) Başkanı Prof. Dr. M. Özcan Ültanır, Deriner projesinin fizıbıl olması, geri ödeme sağlayabilmesi için bu santralin enerji satış fiyatının 25 sent/kWs'in üstünde olması gerektiğini, aksi halde birikmiş borç tutarının azalmayacağını söylüyor. Ültanır, "2 milyar 600 milyon doları , yıllık üretimi olan 2.1 milyar kws'e bölünce, yatırım öncesi birikmiş birim üretim maliyeti, amortisman süresi için 124 sent/kWs olur. Bu maliyete, yatırım dönemi faizlerini eklediğimizde maliyet muhtemelen iki katına, yani 250 sent/kws'e çıkacak. Bu rakamı amorti edebilmek için seçilecek süre 15 yıl, ödenecek reel faiz de %10 alınırsa, enerji satış bedeli kilovatsaat başına 31 sent'i buluyor. Her halükarda, amortisman suresi 50 yıl bile olsa, %10 reel faiz ödenen ülkemizde bu santralin kilovatsaat satış fiyatının 25 sent'in üstünde olması gerek" diyor. Projenin özel sektörün elinde 500 milyon doları baraj yapısı ve en fazla 100 milyon doları yol relakasyonu olmak üzere 600 ya da beklenmeyen giderlerle en fazla 700 milyon dolar maliyetle gerçekleştirilebileceğini de öne süren Ültanır, "Bazı kesimlerin diline sakız olan kamu yararı da bunu gerektiriyor" diyor. Ültanır, "Hesaplanan bu 2.6 milyar dolar içinde kredi faizleri de herhalde yoktur. Tabii, para Babacan Hazine'sinden çıkarsa, sıfır maliyetle EÜAŞ'a devredilirse Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı işletme giderlerine bakarak üretim maliyeti kilovatsaat başına 0.2 sent der ve elektriğe zam yapma gereğini bile duymaz. Vatandaşın verdiği vergiler de çarçur edilmiş olur" yorumunu yapıyor. M. Özcan Ültanır, özel sektörün 600-700 milyon dolara bitirebileceği Deriner Barajı ve HES projesinin, yüksek eskalasyon sonucunun da her şeyden önce korkunç yüksek olan DSİ birim fiyatlarıyla iş yapıldığı için ortaya çıktığını söylüyor. Ültanır, "DSİ'nin birim fiyatları korkunç yüksek. Müteahhitler, baraj yapımında DSİ'den bir işi alabilmek için baştan yüzde 50 civarında fiyat kırıyorlar ve buna rağmen de kar ediyorlar. İkili anlaşmayla yapılan bir barajda ise tüm fiyatlar DSİ birim fiyatları üzerinden hesaplanıyor. Ayrıca DSİ birim fiyatları da hep Türk Lirası üzerinden hesaplanıyor. Sonuçta YTL'deki aşırı değer artışı da göz önüne alınınca YTL’den dolara çevrilen maliyetler de çok yükseliyor. Büyük eskalasyon miktarı da buradan çıkıyor. Özel sektör yapsaydı DSİ birim fiyatları kullanılmayacaktı, maliyetler YTL üzerinden değil doğrudan dolar üzerinden hesaplanacaktı ve böyle acayip eskalasyon değerleri ile de karşılaşılmayacaktı" diyor.

Barajlar ve HES Daire Başkanı Ali Haydar Şahin, bahsedilen rakamın alt projeleri de kapsadığını ve konunun spekülasyon amaçlı gündeme getirildiğini söylüyor. Deriner Barajı'nın şu andaki tesis bedelinin 1 milyar 350 milyon dolar civarında olduğunu söyleyen Şahin, "Deriner Barajı'nı yaptığımız alan Karadeniz gibi coğrafyası çok çetin olan bir bölge. Göl alanına su topladığınızda su altında kalacak yolları yeniden köprü ve viyadüklerle inşaa etmeniz gerek. 60 kilometrelik yollar da bu projenin içinde. Karadeniz'de 1 km. yol yapmak için 5 milyon dolar harcamak zorundasınız. 1 milyar dolara baraj çıkıyor, 300 milyon dolar da yollara gidiyor" diyor. Barajın, 250 metrelik çok yüksek beton bir baraj olduğunu ve eskalasyon artışlarının dikkate alınmadığını söyleyen Şahin, 720 milyon dolarlık ilk keşif bedelinin bazı kazılar yüzünden 900'e çıktığını ancak para bulunamadığını söylüyor. Şahin, "Hem para bulunamadı hem de barajın bitmesiyle eşgüdüm sağlanamayacaktı. Yani, yollar bitmediğinden, vatandaşın geçmesi için baraj bitse bile su tutulamayacaktı. Bu yüzden de Borçka, Muratlı ve Deriner'in yolları bizim projelerimize dahil edildi. Bunun dışında 20 km.'lik daha ihale edilmemiş bir yol var ve bu 1 milyar 350 milyonluk rakamın içinde doların artışı yok" açıklamasını yaptı. Büyük hidroelektrik projelerinin ilk yatırım maliyetlerinin fazla ama üretim maliyetlerinin çok düşük olduğunu söyleyen Barajlar Daire Başkanı, "Bu baraj 80-90 yıl elektrik üretecek ve 2009 yılında bitecek. Uzamasının nedeni kredi kuruluşlarıyla hükümetler arasında süren pazarlıklar. Gövde betonu dökülmeye başlamak üzere. Tüm dünya baraj yapmayalım diye uğraşıyor, DSİ'nin yaptığı her işi kötülemeye çalışıyorlar. Biz, Türkiye, enerji darboğazını kendi özkaynaklarıyla aşsın, dışa bağımlı olmasın diye uğraşıyoruz" dedi.

Türkiye'nin en büyük hidroelektrik barajı olan Atatürk Barajı'nın inşaatı 1981 yılında ilk derivasyon tünellerinin açılmasıyla başlamıştı. 11 yıl sonra açılan ve ilk elektrik üretimini 1992 yılında gerçekleştiren Atatürk Barajı 4 milyar dolara mal oldu ve 2400 Megavat'lık(MW) kurulu gücüyle Deriner Barajı'nın 4 katı elektrik üretim kapasitesine sahip. Deriner Barajı diğer iki baraja göre daha yüksek ve 250 metrelik yüksekliğe sahip, Birecik 53, Atatürk ise 170 metre yüksekliğinde ama Atatürk Barajı da 84 milyon 400 bin metreküplük gövde hacmiyle dünyanın en büyük baraj gövdelerinden birine sahip. Deriner'in gövde hacmi ise 3,2 milyon metreküp. Türkiye'nin ilk yap-işlet-devret hidroelektrik santrali olan Birecik Barajı, Deriner Barajı'yla hemen hemen aynı güce sahip ve 672 MW'lık kurulu gücüyle yılda 2 milyar 516 milyon kilovatsaatlik elektrik üretiyor. 3,5 yıl gibi kısa bir sürede bitirilen Birecik Barajı'nın maliyeti 1 milyar 400 milyon dolar (2,3 milyar Alman Markı). Kulislerde konunun Başbakan Erdoğan'a DPT yetkilileri tarafından iletildiği haberi dolaşıyor.