Sermayeden yana "Taraf"ız...

Malumunuz, Taraf Gazetesi deyince hep akıllarda bir soru işareti oluşuyor. Kimin nesi ya da daha doğrusu kimin sesi diye. Aslında gazetenin haberlerine bakınca en azından net bir çizgi beliriveriyor. Sermayeye dokunmayan, dokunamayan bir gazete Taraf Gazetesi.

Tek duruş bu değil tabi, hükümete olan yakınlığı, çevre sorunlarına kayıtsızlığı gibi birçok başka unsur da Taraf'ın siyasi çizgisini belirginleştirmek için eklenecek ögeler arasında. Örneğin Kuzey Irak'tan hava görüntüsü ele geçirebilien, ordudan belge sızdırılan gazete, 20 metre ötesindeki dev Moda Oteli ile ilgili bir tek haber yapamadı şu ana kadar. Taşyapı'nın inşaatını yaptığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin izin verdiği otelden bahsediyoruz. Taraf'ın manşetine Tekel işçileri çıkamaz ama TÜSİAD çıkar.

Bu sermaye sevgisini ortaya çıkaran son bir örnek de Taraf Gazetesi eski editörü İbrahim Günel'den geldi. İşte, maaşı ödenmediği için itiraz eden bir gazetecinin, kendi ağzından Jaguarlı, Range Rover'lı hikayesi...

***

Daha önce 1997 yılında belimden disk kayması (bel fıtığı) ameliyatı olmuştum. Ameliyat sonunda müdahale edilen bölgede bazı dokularda yapışma olmuştu ve iki kez tekrarlamıştı. Ekim sonu kasım başı ağrılarım ayağıma ulaşınca yeniden ameliyat olduğum İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroşururji (Beyin ve Sinir Cerrahisi) Bölümü’ne başvurdum. Benden MR çektirmem istendi ve ayrıca 10 günlük iş görmezlik raporu aldım. MR için de 22 Kasım 2009 tarihine randevu aldım.

Daha sonra evde istirahat ederken iki yıldır çalıştığım Taraf Gazetesi"nin avukatı Yelda Bilal aradı ve bana sağlık raporumun eline ulaştığını, işten ayrılmak için mi rapor aldığımı sordu. Ben de kısaca sağlık durumumu kendisine aktardım. Ayrıca, rahatsızlığım dolayısıyla oturamadığımı da söyledim. Kendisine MR çektirdiğimi ve 1 Aralık’ta sonucunu alabileceğimi söyledim. 1 Aralık’ta MR sonucunu ve yeni on günlük sağlık raporumu alıp akşam saat 18.00’de gazeteye uğradım. Gazeteye raporumu teslim ettiğim sırada Av Yelda Bilal, beni tekrar cep telefonumdan aradı ve işyerinde olduğumu öğrenince görüşmek istediğini söyledi.

Taraf’ın bulunduğu ve gazetenin patronlarının sahibi olduğu Alkım Kitapevi’nin Kadıköy’deki binasının giriş katındaki Kahve Dünyası’nda buluştuk. Av Yelda Bilal, bana yöneticilerim Ahmet Altanile Yasemin Çongar’ın benimle çalışmak istemediğini aktardı ve “Keşke ikinci raporu almasaydınız” dedi. Ben de MR sonucunu yeni aldığımı, Cerrahpaşa Nöroşirurji’de bana bakan profesörün 7 Aralık 2009’tarihine kadar fakülte dışında olduğunu ve ancak müdahale konusunda o zaman karar verileceğini, raporu yasal zorunluluk gereği almam gerektiğini anımsattım.

Av Yelda Bilal’e o konuşmamızda ayrıca, Mart 2009, Temmuz 2009, Ağustos 2009 aylarından ödenmediğim maaşlarım olduğunu, ayrıca 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştırılanlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Yasa gereği iki yıllık kıdem tazminatım olduğunu, ihbar tazminatı ödemeleri gerektiğini, ayrıca iki yıldır gazetede hiç yıllık izin kullanmadığımı ve 10 yıllık meslek kıdemimi aştığım için yıllık altışar haftadan 12 haftalık izin paralarımı ödemeleri gerektiğini, bir de eylül ayından bu yana aynı yasaya aykırı olarak yönetimin maaşlarımızda kesintiye gittiği için bu farkları da istediğimi, yine yönetimim benden yasalara aykırı olarak Asgari Geçim İndirimi olan aylık 49 TL’lik ödemeleri 11 aydır yapmadığını, bunları da ödemeleri gerektiğini anımsattım. Ayrıca, kendisine hasta halimle davalarla uğraşmak istemediğimi de belirttim.

Bu istemlerim üzerine Av Yelda Bilal, bunları hesaplattıracağını, hasta halimi de göz önünde bulundurarak bir seferde ödemek için yönetimle görüşeceğini ve beni tekrar arayacağını söyledi. Daha sonra ise aramadı.

Bu süreçte ben alacaklarımı hesaplattım ve ikinci raporumun bitimine yakın kendisini aradım. Bana alacaklarımı hesaplattırmadığını söyledi. Ben de kendisine, benim hesaplattırdığımı ve kendisine mail ile gönderebileceğimi söyledim. Ardından da elektronik posta ile gönderdim.

Ertesi gün Av Yelda Bilal, beni aradı “Bunların anacak yarısını ödeyebiliriz. İsterseniz dava açın ama iki yıl sürer” dedi. Ben de kendisine yasal haklarımı hatırlattım ve sonuna kadar gideceğimi, gerekli şikâyetleri yapacağımı söyledim. Bana “Bizi tehdit mi ediyorsunuz?” demesi üzerine , “Bir hukukçu olarak böyle konuşamazsınız. Ben size yasal haklarımı sonuna kadar kullanacağımı söylüyorum” dedim. Ayrıca, “Beni hasta iken işten çıkartıyorsunuz, bunun ağır tazminatı vardır” diye anımsattım. Av Yelda Bilal bana işyerinin parasının olmadığını söyledi. Ben de kendisine “Bunu beni işe alırken düşünecektiniz. Ayrıca, parası olmayan gazetenin sahibi Başar Arslan nasıl oluyor da her gün işe 500 bin TL’lik Jaguar marka arabasıyla geliyor? Parası olmayan ve gazetenin hissedarı Ahmet Altan nasıl oluyor da her gün 250-300 bin TL’lik 4X4 Range Rover arabasıyla geliyor? Parası olmayan patron, nasıl oluyor da 3 milyon TL’ye matbaa kuruyor” dedim.

Bunun üzerine beni tekrar aradı ve Başar Arslan ile konuştuğunu tedavimi ettirip işe devam etmem gerektiğini söyledi. Ben de kendisine resmi raporum olduğunu herkese ödenmesine karşın Aralık maşamın banka hesabıma yatırılmadığını hatırlattım. Bana patron ile konuşacağını, halledeceğini söyledi. Daha sonra üçüncü raporumu da aldım ve 28 Aralık’ta da fizik tedavi için ’dan randevu aldım. Bu arada aralık maaşım banka hesabıma yatırılmadı. Birkaç kez Av Yelda Bilal’i aradım ve maaşımın yatırılmadığını söyledim. Her defasında bana patrona aktardığını ve ödeneceğini söyledi.

Yelda Bilal’i 14 Aralık tarihinde tekrar arayarak maaş durumumu hatırlattım. Yine patronu arayacağını, halledeceğini söylemesine karşın, bir hafta boyunca hesabıma hiç para yatırılmadı. Ben de 21 Aralık 2009 tarihinde noterden “haklı fesih”ihtarnamesini çekerek tüm alacaklarımı ve haklarımı istedim. 23 Aralık Çarşamba günü beni tekrar arayarak neden böyle bir şey yaptığımı sordu. Ben de kendisine beni hasta durumda beş parasız bırakan tedavimi yaptıramayacağım bir işyerine güvenmediğimi söyledim. Kendisi bana patrona maaş durumum aktardığını ve bir haftadır yurtdışında olduğunu söyledi. Ben de kendisine “Sizin yurtdışında olmanız beni ilgilendirmez. Ben size en son 10 gün önce telefon açarak maaşımın yatırılması gerektiğini. Yatırmamanın yasadışı olduğunu anımsattım” dedim.

Bunun üzerine beni tekrar aradı ve ilk başta istediğim tüm haklarımı ödeyeceklerini ama yarısını peşin yarısını da birkaç aylık çek verebileceklerini söyledi. Ben de kendisine avukatımla görüşüp arayacağımı söyledim. Daha sonra noterden haklı fesih ve alacaklarımın ödenme ihbarnamesinin 22 Aralık’ta ellerine ulaştığını öğrendim ve Av Yelda Bilal’i aradım. Kendisine ihtarnamede iki günlük ödeme süresi tanıdığımı anımsatarak hesaplattırdığım alacaklarımın yarısının en geç 25 Aralık Cuma gününe kadar yatırılmasını, geriye kalan yarısının da en geç 25 Ocak 2010 tarihli şirket çeki olmasını, müşteri çeki kabul etmediğimi ve çeki tahsil edene kadar da hiçbir şeye imza atmayacağımı söyledim. Ayrıca, gazeteden bana aylardır ödenmeyen alacaklarımın 5953 sayılı yasanın 14. maddesine göre günlük yüzde 5 faiz işlediğini anımsatarak, bunları istemediğimi de söyledim. Bunu dava yoluyla alabileceğimi kendisine anımsattım. Beni ertesi gün arayacağını söyledi.

Av Yelda Bilal, beni 24 Aralık Perşembe günü arayarak, Başar Arslan’ın alacaklarımı hesaplattırdığını ve benim hesaplarımla onların arasında 2 bin TL fark olduğunu söyledi. Ben de kendisine “Ben pazarlık yapmıyorum. Ayrıca hesabıma güveniyorum. Bunun pazarlığını yapmıyorum. Size son sözümü söyledim. Yarın hesabımda para görmezsem, gereğini yaparım” dedim.

25 Aralık 2009 tarihinde banka hesabımda hiçbir hareket görmeyince de avukatıma talimat vererek gazeteye dava açtım.

‘Çevreci Bonus’ Ilısu Barajı'nın finansörü mü olacak?

Tarihi Hasankeyf kentini sular altında bırakacak Ilısu Barajı’na yabancı bankaların kredi vermekten vazgeçmesi üzerine gözler yerli finansman kaynaklarına çevrildi. Çevreciler, baraj projesine kredi verecek bankalar arasında adları geçen Akbank ve Garanti Bankası’ndan 2 aydır yanıt bekliyor.

Özgür Gürbüz / 5 Aralık 2009

Yapımı yıllardır tartışmalara neden olan ve iki kez yabancı finans kuruluşlarının mali destekten vazgeçerek yarıda bıraktığı Ilısu Barajı projesi bu defa da yerli finansman krizi yaşıyor. Yabancı yatırım bankalarının, öne sürdükleri çevresel ve kültürel şartların sağlanmadığı gerekçesiyle projeden çekilmesinin ardından kredi için yerli bankalara yönelinmişti. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu yaptığı açıklamada eksik finansmanın Türkiye’deki büyük bankalardan karşılanacağını belirtmiş ve hükümet ile bankaların anlaşma için Ocak ayı içerisinde masaya oturacaklarını söylemişti.

Ilısu Barajı’nın tarihi Hasankeyf’in kültürel dokusuna ve Dicle Vadisi’ndeki ekolojik değerlere zarar vereceğini söyleyen Doğa Derneği, kredinin aralarında Akbank ve Garanti Bankası’nın da bulunduğu yerli bankalardan temin edilmeye çalışıldığını söylüyor. 13 Kasım tarihinde her iki bankanın genel müdürüne mektup yazan ve iddiaların doğru olup olmadığını soran Doğa Derneği yetkilileri aradan geçen iki aylık süreye rağmen hiç bir yanıt alamadıklarını söylüyor. Dernek Başkanı Güven Eken, “Hasankeyf ve Dicle Vadisi, UNESCO dünya mirası kıstastlarının onda dokuzuna uyan dünyadaki tek doğa ve kültür mirası. Çevre koruma projelerine desteği ile tanınan Garanti Bankası ile Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi’ne (Global Compact) imza atan Akbank’ın bu dünya mirasını yok edecek olan Ilısu Baraj Projesini desteklemelerinin hiçbir nedeni olamaz. Doğa Derneği, her iki bankadan da kamuoyunda büyük bir hassasiyet yaratmış olan Ilısu Baraj Projesi konusunda rahatlatıcı birer açıklama beklemektedir” diyor. Eken, Yeşil Atlas gibi Garanti Bankası’nın desteklediği pek çok çalışmada Ilısu ve diğer baraj projelerinin doğaya verdiği zararların belgelendiğini; Akbank’ın imzalamış olduğu “Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi”nin çevreyle ilgili maddelerinin bankanın Ilısu Barajı gibi bir projenin içinde bulunmasına olanak tanımadığını da ekliyor.

Ilısu Barajı, 2002 yılında özellikle İngiliz hükümeti üzerindeki tepkiler sonucu “Balfour Beatty” adlı firma ile Avrupalı ortaklarının çekilmesi sonucu askıya alınmış, son olarak da Temmuz 2009’da Almanya, İsviçre ve Avusturyalı bankalar kredi vermekten vazgeçmişti. Çevre Bakanlığı 30 yıllık geçmişi olan GAP projesi dahilindeki barajı tamamlamak isterken çevreciler ise Hasankeyf ve Dicle Vadisi’nin Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilmesi için UNESCO’ya başvurulmasını talep ediyor.

Zenginler kirletiyor, fakirler bedelini ödüyor

Almanya’da faaliyet gösteren sivil toplum örgütü "Germanwatch" tarafından hazırlanan İklim Değişikliği Performans Endeksi’ne göre küresel ısınmaya neden olan birçok zengin ülke, küresel ısınmayı durdurmak için en az çabayı harcayanların başında geliyor. En çok çaba harcayanlar listesinin son sıralarında ABD, Kanada ve Çin gibi ülkeler yer alırken en başında Brezilya var.

Özgür Gürbüz-Gzt. Haberturk / 3 Ocak 2009

Özellikle Kuzey ve Güney ülkeleri arasındaki eşitsizliklere dikkat çeken çalışmalar yürüten “Germanwatch” adlı sivil toplum örgütü, 2006 yılından beri düzenli yayınladığı “İklim Değişikliği Performans Endeksi”nin 2010 yılı sonuçlarını açıkladı. Endeks hazırlanırken ülkelerin iklim politikaları, seragazı emisyonlarındaki artış ya da azalış gibi birçok kriter değerlendiriliyor. Değerlendirme sonucu yapılan sıralama ise küresel ısınmayı durdurmak için en çok çaba harcayan ülkeleri sıralıyor. 2010 endeksinde de daha önce olduğu gibi ilk üçe girebilen bir ülke olmadı. En iyi dereceyi listede 4. sırada yer alan Brezilya yaptı, onu geçen yılın en başarılı ülkesi İsveç izledi.

İsveç’i, İngiltere, Almanya, Fransa ve Hindistan izledi. 10. sırada Norveç, 11. sırada ise Meksika yer aldı. Avrupa ülkeleri özellikle kuvvetli iklim politikalarından puan topladı. Buna karşın, atmosfere en çok seragazı salan Çin 52. sırada, onu izleyen ABD ise 53. sırada yer aldı. Bilindiği gibi Çin ve ABD atmosfere salınan seragazlarının yaklaşık yüzde 40'ından sorumlu. 60 ülkenin yer aldığı listenin son sıralarında ise sırasıyla yine petrol ve kömür üreticisi ülkeler olan Avustralya, Kazakistan, Kanada ve Suudi Arabistan yer alıyor.

Türkiye politikasızlıktan kaybetti
Geçen yılki listenin 36. sırasındaki Türkiye ise 2010 sıralamasında 39. sıraya geriledi. Türkiye kişi başına düşen enerji tüketiminin az olmasından dolayı puan toplarken, iklim ve yenilenebilir enerji politikalarının zayıflığından dolayı oldukça fazla puan kaybediyor. Evlerde enerjinin verimsiz kullanılması, artan uluslararası havacılık faaliyetleri de karneye eksi puan olarak yazılıyor.

Zarar görenler gelişmekte olan ülkeler
Germanwatch tarafından yapılan, “İklim Değişikliği Risk Endeksi” ise bir başka gerçeği gözler önüne koyuyor. 1990 ile 2008 yılları arasında meydana gelen aşırı iklim olaylarından en çok etkilenen ülkelerin bir sıralamasının yapıldığı bu endekste ise ilk sırayı Bangladeş alıyor. Bangladeş’te iklim kaynaklı felaketlerin her yıl 8 bin 241 can aldığı tahmin ediliyor. Onu Myanmar, Honduras, Vietnam ve Nikaragua izliyor. Seragazı emisyonlarını indirmek için en başarılı politikaları izleyen ülkeler arasında 7. sırada yer alan Hindistan, en çok zarar görenler sıralamasında da aynı sırada yer alıyor. Felaketlerden en çok zarar gören ülkeler arasında Kopenhag’daki görüşmelerde ABD’ye göre daha iyi bir hedef almayı öneren Çin de var. Çin, en çok zarar gören 10. ülke.

***
Aşırı iklim olaylarından en çok zarar gören 10 ülke:
  1. Bangladeş
  2. Myanmar
  3. Honduras
  4. Vietnam
  5. Nikaragua
  6. Haiti
  7. Hindistan
  8. Dominik Cumhuriyeti
  9. Philipinler
  10. Çin

***
En çok CO2 salan 10 ülkenin küresel ısınmayı durdurma performansı

Ülke -- Küresel CO2 payı(%)* -- 2009 sıralaması

İngiltere 1,81 -- 6
Almanya 2,76 -- 7
Hindistan 4,57 -- 9
Japonya 4,27 -- 35
İran 1,61 -- 38
Güney Kore 1,69 -- 41
Rusya 5,48 -- 45
Çin 20,96 -- 52
ABD 19,92 -- 53
Kanada 1,98 -- 59

* Enerji kökenli

İyi yıllar dünya!

Ağaca, kuşa, börtü böcek, çiçek, bitki ve insana, hepimizi omuzlarında taşıyan dünyamıza; sakin, yavaş ve barış dolu bir yıl geçirmeleri için yardım etme sözü veriyorum.

Özgür

Balinalar intihar mı ediyor?

Yeni Zelanda'da kıyıya vuran 63 balinadan sadece 43 tanesi kurtarılabildi. Doç. Dr. Muzaffer Çetingüç, balinalarının kıyıya vurmasının intihar olarak nitelendirilmesini doğru bulmuyor ve gerçek nedenin dört farklı tez içinde aranması gerektiğini söylüyor.

Özgür Gürbüz-Gazete Haberturk / 30 Aralık 2009

Yeni Zelanda'da 63 balinanın kıyıya vurması, balinaların intiharı olarak adlandırılan bu eylemin nedenleri konusunda farklı yorumlara yol açtı. Konunun gizemini koruduğunu öne sürenler olduğu kadar Havacılık Tıbbı Derneği Başkanı Doç. Dr. Muzaffer Çetingüç gibi bilimsel araştırmaların sonuca çok yaklaştığına inananlar da var. Çetingüç, "Balina ve yunusların bu davranışlarının intihar olarak yorumlanması yanlıştır" diyerek kıyıya vurma konusunda 4 farklı nedenin üzerinde durulduğunu belirtiyor.

Dr. Çetingüç, balinaların kıyıya vurmalarının dört olası nedenini şöyle sıralıyor:

  • Lider balinanın dalga, tsunami, bazı patlama veya katil balinalardan korkup kaçarken yönünü kaybetmesiyle sığ sulara girmesi sonucu diğerlerinin de onu takip etmesi. Balinaların sevdikleri mürekkep balıkları sahile yakın sıcak sulara geldikçe, balinaların da onları takip ederek sığ sulara vurma olasılığı üzerinde de duruluyor.
  • Denizaltı depremleri ve tektonik hareketlerle karaların çöküp denize, deniz diplerinin yükselip karalara dönüşmesinin, on binlerce yıl öncesinden balina beyinlerine işlenmiş göç yönü kodlarıyla çeliştiği de ileri sürülüyor. Bu iddiaya göre, içgüdüsel şifrelerine göre açık deniz, boğaz veya geçit olması gereken yerlerde kara parçalarıyla karşılaşan balinalar bunu kabullenemeyip ısrarlı biçimde kıyılara hamle yapmaya devam ediyor.
  • Askeri denizaltıların, deniz dibi haritalarını çıkaran veya petrol arayan sismik gemilerin güçlü sonar cihazlarının yaydığı ultrasonik dalgalar balina ve yunusların içsel pusulalarını (vestibülü) bozmakta, akustik travma yaratmakta veya damarlarında gaz habbecikleri ortaya çıkarmaktadır (dekompresyon hastalığı). Böylece beyin damarlarının tıkanması bilinçlerini bulandırmakta, konfüzyon ve oryantasyon bozukluğu yaratmaktadır. Bu şekilde şaşkınlaşarak sahile vuran balinalardan daha fazlası, muhtemelen derin denizlerde bizim gözlemlerimiz dışında, sessizce ölmektedir.
  • Çok hafif meyilli kumsalları olan denizlerde yüzen balinaların sonarları sahilden yansımadığı için, o bölgenin kara olduğu algılanamamaktadır. Avustralya Quinnstone açıklarında "Ocean Beach"te sahile yakın sularda derinlik açısı 0,5 derecedir. Balinaları şaşkınlığa uğratan bu eko yanılgısı, benzer sularda seyreden Amerikan denizaltıları için de geçerlidir.
***
M.Ö. 350 yılında bile Aristoteles kıyıya vuran deniz hayvanlarından söz ediyor, Romalılar ise balinaların Deniz Tanrısı Neptün'ü kızdırdıkları için bu şekilde cezalandırıldıklarına inanıyorlardı.

Bakanlığın GDO broşürüne 'bilgi kirliliği' suçlaması

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın GDO konusunda halkı bilgilendirmek için hazırlattığı ve 5 milyon kişiye e-posta yoluyla iletmeye başladığı broşür yeni bir tartışma yarattı. GDO'ya Hayır Platformu, broşürün 'bilgi kirliliği' yarattığını söyleyerek bir yanıt hazırladı ve bu sabahtan itibaren onlar da 5 milyon kişiye e-posta ile yanıtlarını göndermeye başladı.

Özgür Gürbüz-Gzt. Haberturk /29 Aralık 2009

Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’ı (GDO) içeren ürünlerle ilgili düzenlemelerin yapılması için Biyogüvenlik Yasa Tasarısı Meclis gündemine geldi ancak tartışmalar bitmedi. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın GDO konusunda halkı bilgilendirmek için bir broşür hazırladı ve bunu e-posta yoluyla 5 milyon kişiye ulaştıracağını söyledi. Ancak halkı bilgilendirme amacıyla hazırlanan bu broşüre GDO karşıtları, içerdiği bilgilerde hata olduğu gerekçesiyle itiraz ediyor. GDO’ya Hayır Platformu, itiraz ettikleri noktaları içeren bir açıklama hazırladı. Hazırlanan açıklamayı Tarım Bakanlığı gibi e-posta zinciriyle kamuoyuna iletmeye de başladı.

Yanlış bilgiler var
GDO’ya Hayır Platformu, öncelikle broşürlerde yer alan, “İspanya, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Portekiz, Polonya, Almanya ve Slovakya’da GDO’lu mısır üretilmektedir” açıklamasına itiraz ediyor. GDO karşıtları, Almanya’da Nisan 2009 itibarıyla GDO’lu mısır üretimini yasaklandığını bu nedenle yanlış bilgilendirme yapıldığını öne sürüyor. Platform, tüm Avrupa’da 2005 yılında 165 bin hektar olan GDO ekim alanının 2008 yılında 107 bin hektara gerilediğine de dikkat çekerek üretim alanının birkaç ülkede ve dar bir alanla kısıtlı olduğunu söylüyor.

Hayvansal GDO’lu ürünlerde etiket olacak mı?
Yapılan yazılı açıklamada, Bakanlığın yapılan tüm itirazları değerlendirerek, yasayı geç de olsa gündeme getirmesi, antibiyotik direnç genli GDO’ların yasaklanması olumlu adımlar olarak değerlendiriliyor. Yazılı açıklamada hayvansal GDO’lu ürünlerin etiketlenmesiyle ilgili olarak da şu itiraza yer veriliyor: “Bakanlık broşüründe GDO’ların yemler vasıtasıyla hayvanların etine, sütüne ve yumurtasına geçmediği, Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi’nin (EFSA) bilimsel araştırma sonuçlarının da bu doğrultuda çıktığı için bu tür hayvansal ürünlere GDO etiketi konmadığı belirtilmektedir. EFSA’nın güvenilirliği ve doğruluğu bizzat AB ülkelerinin birçoğunda tartışılırken, bu kurumun görüşlerinin ve yeterince araştırma yapılmamış olan bu yaşamsal konunun doğru kabul edilip bu broşüre eklenmesini Bakanlığın büyük bir sorumluluk altına girmesi şeklinde yorumluyoruz”.

İğneada’da çimento limanına balıkçılar dur dedi

İgneada Körfezi'nde yapımına başlanan çimento ürünleri ihraç edip, kömür tozu ithal edilmek istenen limana karşı hukuki mücadele başlatan İğneadalı balıkçılar ÇED raporunu iptal ettirdi.

Özgür Gürbüz / 24 Aralık 2009

Longoz ormanları ve sakin kumsallarıyla bilinen Kırklareli’nin İğneada’da ilçesinde yapılması düşünülen liman inşaatının ÇED raporu Edirne İdari Mahkemesi tarafından iptal edildi. 2007 yılında liman inşaatının durdurulması için dava açan ve ÇED raporunun iptalini isteyen S.S. Limanköy Balıkçılar Kooperatifi üyeleri sonuçtan memnun. Balıkçılar Kooperatifi Başkanı Numan Sağlam, limanın yerinin doğru şeçilmemiş olduğunu ve İğneada’nın sanayi bölgesi olarak değil turizm bölgesi olarak planlanaması gerektiğini söylüyor. Liman yapılması düşünülen yer için Sağlam, “Orası turistlerin yoğun ilgi gösterdiği, yazın yazlıkçıların geldiği bir yer. Liman yapılırsa bir sürü yük gemisi gelecek ve balıkçı teknelerinin bu gemilere 1,5- 2 milden daha fazla yaklaşmaları engellenecek. Bu da İğneada koyunun balıkçılara kapanması demek” diyor. Bölge sadece İğneadalı balıkçıların değil, Karadenizli balıkçıların da avlanma bölgesi olarak biliniyor.

İğneada’da kooperatife kayıtlı, boyları 6 ile 22 metre arasında değişen 70 civarı tekne var. Balıkçılık bu tekne sahiplerinin tek geçim kaynağı olduğu için, söz konusu liman inşaatının ilçede ekonomik sorun yaratacağına da inanılıyor. Vize’de inşası süren Soyak Grubu’na ait Traçim adlı çimento fabrikasının ürünlerini ihraç edeceği söylenen limanın 60 dönümlük dolgu alanı ve 700 metre boyunca kazıklı yükleme boşaltma iskelesine sahip olacağı söyleniyor. Yazılı açıklama da yapan Kooperatif üyeleri, liman inşaatının yöreyi, yılda 120 bin kamyonun çimento ve kömür tozu taşıyacağı bir sanayi bölgesine dönüştüreceğini, yılda en az 175 adet 3 bin ila 5 bin tonluk geminin giriş çıkış yapacağını öne sürüyor. Sağlam ve arkadaşları, İğneada’nın bir sanayi limanına dönüşmesini, hem doğayı hem de yumuşak turizmin gelişmesiyle yeni geçim kaynakları bulacak insanları perişan edecek bir proje olarak görüyor.

Kopenhag’dan geriye kalan üç sayfa yazı

Kopenhag'daki 15. taraflar toplantısının kendimce bir özeti.

Özgür Gürbüz / 23 Aralık 2009

Kyoto Protokolü’nün hayata geçtiği 16 Şubat 2005 tarihinden bugüne, iklim değişikliğini önleme mücadelesinde kat edilen yolun, elimde tuttuğum beş sayfalık “mütabakat” metni olduğuna pek inanası gelmiyor insanın. Yaklaşık beş yıllık tartışma ve onlarca toplantıdan arda kalan beş sayfalık bir kağıt parçası. Her yıla bir sayfa düşüyor diyeceğim ama o da doğru değil. Ülkelerin ne kadar seragazı indirimi yapacaklarını gösteren tabloların yer aldığı iki boş sayfayı da saymazsak geriye üç sayfalık bir metin kalıyor. O metinde ise hiçbir şey yazmıyor desek yeridir...

“Kopenhag metni” tam 12 maddeden oluşuyor. Bu metni gördükten sonra, Danimarka’nın başkentine liderleri toplama çağrılarına neden kayıtsız kaldığımı daha iyi anladım. Çünkü ortaya çıkan bu boş metin, ancak bu kadar usta ve lider politikacılar tarafından yazılabilirdi. Halkın kaderini bir avuç, hem de nasıl seçildikleri, ne kadar demokratik bir rejime sahip oldukları şaibeli liderlerin eline bırakmanın sonucu bu olsa gerek. İki partiden başka kimsenin demeçlerinin yayınlanmadığı Amerika demokrasinin kurtarıcısı Obama’nın ne kadar başarılı bir demokratik seçim olduğunu Kopenhag’da bir kez daha gördük. Kyoto protokolü’ne taraf olmamış ve her yıl atmosfere bırakılan seragazı emisyonlarının beşte birinden sorumlu ABD, 1990 yılını baz almayı reddettiği gibi, 2025 yılına kadar 2005 temel alınarak sadece yüzde 17 indirim yapacağını açıkladı. Bu rakam, 1990 temel alındığında yüzde3-4’lere denk geliyor ki, Kyoto sonrası dönemde Kyoto’nun bile gerisinde bir hedefin kimseye faydası olmayacağı açık. ABD’nin tarihsel sorumluluğunu üstlenmekten kaçınması toplantının amacına ulaşma şansını baştan azalttı ve Çin, Hindistan, Japonya gibi ülkelere de müzakereleri başlamadan bitirmek için iyi bir fırsat verdi. Demokrasilerin medya vs. yoluyla gasp edilmesi ve halkını temsil etmeyen liderlerin seçimle iş başına gelmesi, profesyonelleşmiş STK’lerin etkisizliği, bilimsel verilerin ekonomik kaygıların yanında hiçselleşmesi Kopenhag Zirvesi’nin gerçek çıktıları oldu. Halkın kaderini halkın belirlemediği iki haftalık Kopenhag toplantısında saatlerce tartışmalar, konuşmalar yaşandı. Daha önce antlaşmaya vardıkları, zayıf, bir ilk adım olarak nitelediğimiz Kyoto Protokolü’nün bile gerisinde kalmış bir metinle Kopenhag’dan çıkıp gittiler.

12 madde sıfır umut

Madde 1 iyi bir başlangıç sayılabilir aslında. İklim değişikliğinin gördüğümüz en büyük mücadelelerden biri olduğundan bahsediliyor, yarı bilimsel yarı politik bir konsensus diyebileceğimiz ortalama sıcaklık artışının 2 derecenin altında tutulması gerektiğini açıkça söylüyor. Aslında bu bile ada devletlerinin sular altında kalmasını önleyecek bir hedef değil. Kopenhag boyunca ciddi itirazlarda bulunan Pasifik Okyanusu’ndaki ada devletlerinin temsilcileri, 1,5 derecenin üzerindeki bir artışın kendileri için son anlamına geldiğini söylemişlerdi. İki dereceye razı olsanız bile her aklı başında biri gibi, “Peki ama nasıl inecek bu seragazları” diye sormadan edemiyor insan. Madde 4 onun yanıtını veriyor ya da verirmiş gibi yapıyor. Dördüncü maddeye göre, EK-1 dediğimiz gelişmiş ülkelerin 2020 yılına kadar ne kadar indirim yapacaklarını dördüncü sayfada verilen tabloya yazıp 31 Ocak 2010’a kadar Birleşmiş Milletler Sekreteryası’na vermeleri isteniyor. EK-dışı olarak adlandırdığımız gelişmekte olan ülkelerin ev ödeviyse, seragazı indirimi için neler yapacaklarını diğer boş bırakılan, mütabakatın beşinci sayfasını kaplayan tabloya yazmak ve aynı tarihte Sekreterya’ya iletmek.

Para yardımı ama nasıl?
Mütabakatın 8. maddesinde dişe dokunur bazı rakamlar var. Bu rakamların yeterliliği yine iki hafta boyunca ciddi tartışmalara neden olmuştu. İlk olarak az gelişmiş ülkeler, ada devletleri ve Afrika’daki ülkelerin ağırlıklı olarak faydalanacağı 30 milyar dolarlık bir fonun 2010-12 yılları arasında iklim değişikliğiyle uyum kapsamında kullandırılmasından bahsediliyor. Yine aynı maddede, 2020’ye kadar her yıl 100 milyar dolarlık başka bir kaynağın da gelişmekte olan ülkelere aktarılması söz konusu. Söz konusu ama nasıl? Bu konuda, “Kopenhag Yeşil İklim Fonu” adı altında bir fon kuruldu ancak buraya nasıl para aktarılacağı, hangi ülkelerin katkıda bulunacağı da belli değil.

193 ülkenin toplantısından Kyoto’nun yerine bir antlaşma da çıkmadı. 2012 sonrası şu an için tamamen belirsiz. Kyoto sonrası olası antlaşmanın 2012-2017 mi yoksa 2012-2020 arası mı hayata geçeceği de karar bağlanamadı. Zaten iş ülkelerin gönüllerine kaldığı için kimin katılacağı kimin katılacağı da bilinmiyor. 2050 için öngörülen yüzde 80 ve yukarısındaki indirimler masaya dahi gelemedi. Bu durumda küresel bir antlaşmadan söz etmek için oldukça iyimser olmak lazım. Bu belirsizliklerin tercümesini yapmak gerekirse, karbon fiyatlarının ton başına 12 avrolara kadar düştüğü bir ortamda, ne yenilenebilir enerjiye bir destek, ne seragazı azaltımını finanse edecek bir mekanizma ne de ülkelerin onurunu, insanların hayatını kurtaracak bir antlaşma var elimizde. Küresel seragazı emisyonlarının yüzde 5’inden sorumlu iki sektör olan denizcilik ve havacılık için hiçbir hedef ya da kısıtlama da getirilmedi. Önümüzdeki iki yıl içerisinde tüm bu soruların yanıtını verecek doğru dürüst bir mütabakata varılmazsa, Kopenhag’daki eylemcilerin, “başka bir dünya mümkün” sloganı gerçekleşecek ancak o dünya hayal ettiklerinden ne yazık ki çok farklı olacak.

İstanbul’un ikinci ekolojik pazarı Kartal’da açıldı

Bugün Gazete Haberturk'un İstanbul ekinde bazı hatalarla yayımlanan haberin ilk hali...

Türkiye ilk ekolojik pazar ve organik ürünlerle İstanbul’un Avrupa Yakası’nda, Şişli’de tanıştı. Kartal Belediyesi ve Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği tarafından açılan ikinci pazarla İstanbul’un Anadolu yakası da hormonsuz ve GDO’suz domatese kavuştu.

Özgür Gürbüz - Gzt. Haberturk / 21 Aralık 2009
Fotoğraf:
Şebnem Erer

Kartal Belediyesi ile Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin işbirliğiyle Kartal tren istasyonun hemen yanında açılan ekolojik paarla İstanbul’un Anadolu Yakası’nda da hormon ve GDO korkusu olmadan alışveriş imkanı doğdu. Açılışı organik kırmızı biberlerle süslenmiş bir kurdela kesimiyle yapılan pazarda sadece organik meyve ve sebze değil ekolojik sertifikalı pamuk, makarna, ekmek, bakliyat, temizlik malzemeleri, şampuan ve tekstil ürünleri de yer alacak.

Pazarın açılışını Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Kartal Belediye Başkanı Dr. Altınok Öz, CHP İstanbul Milletvekili Mustafa Özyürek, CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin ve Buğday Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Victor Ananias yaptı. Tamamı kapalı alan altında olan pazarı gezen Kılıçdaroğlı, organik elmaların tadına bakmayı da ihmal etmedi. Açılışta Şehnaz Sam ve Murat Teker birer konser verdi, perküsyon grubunun yanısıra artık kumaşlardan bez torba yapma atölyesi de yapıldı. Her hafta pazar günleri kurulacak ekolojik pazar da sık sık film gösterimi, söyleşiler gibi etkinlikler de yer alacak.

Buğday Derneği %100 Ekolojik Pazarlar Proje Koordinatörü Batur Şehirlioğlu, “Sağlıklı gıdaya duyulan özlemle birlikte ekolojik pazarlara olan ilginin günden güne arttığını görüyoruz. Ekolojik pazarların yaygınlaşması için hem İstanbul hem de Türkiye’nin diğer şehirlerindeki belediyelerle görüşmelerimiz devam ediyor” diyor. İstanbul dışında da sayıları giderek artan ekolojik pazarlar Ankara, Bursa, Samsun ve Antalya’da da düzenli olarak açılıyor. Ocak ayından itibaren Maltepe Belediyesi de Altayçeşme Belediye Hizmet Alanı’nda 'Maltepe Organik Hal Pazarı'nın açılışını yapacak.

Kütahya ve Çorum hava kirliliğinde ön sırada

Özgür Gürbüz / 19 Aralık 2009

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2009 yılı Ekim ayında kükürtdioksit (SO2) ortalamalarının en yüksek bulunduğu il ve ilçe merkezleri sıralamasında Ankara Kütahya’nın ardından ikinci sırayı aldı. Ankara’yı Edirne, Şanlıurfa ve Kars izledi. Partiküler madde ortalamalarına göre yapılan sıralamada ise tuğla fabrikalarının ağırlıklı olduğu Çorum ilk sırayı alırken, Türkiye'nin en büyük termik santraline ev sahipliği yapan K.Maraş (Elbistan) ikinci oldu. Bu iki ili Mardin, Elazığ ve Kilis Çorum’u izledi.

Partiküler madde ortalamalarında sınır değer aşıldı
Partiküler madde ortalamaları incelendiğinde, Kısa Vadeli Sınır (KVS) Değeri ve İlk Seviye Uyarı Eşiği'nin Adıyaman, Elazığ, Gaziantep, K.Maraş (Elbistan), Rize, Siirt, Batman ve Kilis’te aşıldığı gözlemlendi. Kükürdioksit verilerinde ise, 2009 yılı Ekim ayında il ve ilçe merkezlerinde ölçüm yapılan istasyonlardan elde edilen SO2 ortalamaları Kısa Vadeli Sınır (KVS) Değeri ve İlk Seviye Uyarı Eşiği’ni aşmadı.


Kükürtdioksit ve partiküler madde ortalamalarının en yüksek olduğu il ve ilçe merkezleri (1)



g/m3(mikrogram/metreküp)


Kükürtdioksit (SO2)


Partiküler Madde (PM10)


Kütahya

24


Çorum

142


Ankara

23


K.Maraş(Elbistan)

136


Edirne

22


Mardin

131


Şanlıurfa

21


Elazığ

126


Kars

20


Kilis

121


Bursa

17


Erzincan

113


Mersin

16


Gaziantep

113


Kocaeli

15


Iğdır

113


Niğde

15


Hatay

109


Çorum

14


Adıyaman

106



Kaynak: Çevre ve Orman Bakanlığı
(1) Verilerin kıyaslanabilirliğini sağlamak için 21 gün ve üzerinde ölçüm yapılan il ve ilçe merkezleri kapsanmıştır.

Kopenhag'dan sızan metin

Kopenhag'daki İklim Zirvesi'nden dünyayı kurtaracak bir anlaşma bekleyenlerin elinde zirve sonrası bağlayıcılığı olmayan bir mütabakat metni kaldı. Müzakereler ya da pazarlıklar son ana kadar sürdü. Ne yazık ki toplantı öncesi beklenildiği gibi Kopenhag tam bir hayal kırıklığı oldu. Geriye bazı liberal, çevreci ve yeşillerin seçildiğinde iklimi ve dünyayı kurtaracak diye metiyeler dizdiği Obama fiyaskosu kaldı. Aşağıda, 18 Aralık 2009 Cuma gecesi saat 17:00 itibariyle elime geçen müzakere metninin bir özetini bulabilirsiniz. Tarihe kayıt düşmek amacıyla o an itibariyle hazırladığım haber metnini e-gunluge eklemenin doğru olacağını düşündüm...

Özgür Gürbüz / 19 Aralık 2009

Kopenhag’da müzakereler son dakikaya kadar sürecek. Cuma günü saat 17:00 itibarıyla ele geçirdiği taslak metinde 2020’ye kadar gelişmiş ülkelere indirim için iki ayrı formül öneriliyor ancak indirimin miktarı konusunda hala anlaşılmış değil. Gelişmiş ülkeler ayrıca gelişmekte olan ülkelere küresel ısınmayı durdurma çabalarına destek için her yıl 100 milyar dolar vermeyi de öngörüyor.

Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da iki haftadır kıran kırana süren iklim müzakerelerinde sona gelindi. Gazete Haberturk, Cuma günü itibariyle 192 ülke temsilcisinin üzerinde tartıştığı taslak metni ele geçirdi. Metin, İklim Değişikliği Çerçeve Antlaşması tarafından EK-1 ülkeleri olarak adlandırılan ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu gelişmiş ülkelere 2020 yılına kadar seragazı indirimi getiriyor. Taslak metnin dördüncü maddesinden anlaşıldığı üzere tek bir tarih ve hedefte anlaşamayan sanayileşmiş ülkeler için iki ayrı yol haritası belirtilmiş. Bazı ülkeler kendilerine 1990 yılını, diğerleri ise 2005 yılını temel alarak seragazı emsiyonlarını 2020’ye kadar azaltacaklar. Liderlerin metnin elimize geçtiği saat 17:00 itibariyle hala indirim hedefleri üzerinde anlaşamadığı ve rakam yerine “x” ve “y” harfleriyle bu iki ayrı hedefi tanımladıkları görülüyor. Bilindiği gibi özellikle ABD, 1990 yılı temel alan bir indirim hedefine karşı çıkıyor ve seragazlarını 2005 yılına göre 2020 sonunda yüzde 17 indirmeyi taahhüd ediyordu. Metnin detayları belli olmadığı için kesin bir şey söylemek zor olsa da Türkiye’nin de EK-1 ülkeleri arasında yer aldığını anımsatmakta fayda var. Kyoto Protokolü kapsamında Türkiye farklı konumunu kabul ettirmiş ve yaptırım almamıştı.

Her yıl 100 milyar dolar
Taslak metinde göze çarpan bir başka önemli noktada müzakerelerde tartışma konusu olan gelişmiş ülkelere seragazı indirimi konusunda nasıl kaynak sağlanacağı sorusuydu. 8. maddede gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğiyle ilgili mücadele ihtiyaçları için 2020 yılına kadar her yıl 100 milyar dolarlık yardımda bulunması kararlaştırılıyor. Aynı madde de, başta sular altında kalmak üzere olan ada devletleri ile Afrika ülkeleri olmak üzere gelişmekte olan ülkelere 2010-2012 yılları arasında 30 milyar dolarlık daha kaynak ayrılması öngörülüyor. Ülkelerin koydukları hedefler bu kaynağın dağıtımında belirleyici olacak. 2016’da gözden geçirme yapılabilecek Metinde özellikle ölçümlerin daha şeffaf ve doğru yapılması gerektiği üzerinde de sıkça duruluyor ve mevcut üç mekanizmaya (Ortak Uygulama, Emisyon Ticareti, Temiz Kalkınma) ek olarak Teknoloji Mekanizması’nın da eklenmesi öngörülüyor. Bu mekanizma sayesinde gelişmekte olan ülkelere teknoloji transferi yapılması planlanıyor ancak çevrecilerin mekanizmanın detaylarında daha önce Kyoto kapsamında desteklenmeyen nükleer enerjinin de emisyon ticaretine dahil edilmesi gibi kaygıları var. 12. madde ise söz konusu metnin 2016’da hedeflerine ulaşıp ulaşamadığının görüşülmesi için gözden geçirilmesine olanak sağlıyor.

“Küresel ısınma banka olsaydı kurtarırlardı”

Küresel ısınmayı durdurmak için hala bir antlaşmaya varılamaması, müzakerelerin sürdüğü “Bella Center”ın etrafında ciddi protestolar yapılmasına neden oluyor. İçeride ise ülke liderlerinin de katıldığı toplantılar başladı. Küresel ısınmayı durdurmak için tarihi karar ya bu 48 saat içinde alınacak ya da küresel ısınma kaderine terk edilecek

Özgür Gürbüz -Gzt. Haberturk /17 Aralik 2009

Kopenhag’da yaklaşık iki haftadır süren İklim Zirvesi’nde son 48 saate girildi. Aralarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de bulunduğu yaklaşık 115 ülke liderinin de katılacağı yüksek düzeyli görüşmeler de resmi olarak başladı. Cumhurbaşkanı Gül’ün de Türkiye adına bugün konuşma yapması bekleniyor.

Yüksek düzeyli görüşmeler kapsamında dün söz alan liderlerden en çok alkış alanlarından biri Venezuella Başkanı Hugo Chavez oldu. Konuşmasında sık sık kapitalizme eleştiriler yönelten ve Marks’tan örnekler veren Chavez, “İklim değişikliği kapitalist bir banka olsaydı çoktan kurtarmış olurlardı. Sistemi değiştirirsek iklimi de değiştirir ve dünyayı kurtarırız” dedi.

Kopenhag’da müzakereleri özellikle gelişmekte olan ülkelerle gelişmiş ülkelerin hedefler ve finansal mekanizmalar üzerinde anlaşamaması neden oluyor. Seragazı emisyonlarını 2025 yılına kadar 1990 seviyesinin yüzde 20 aşağısına çekmeyi kabul eden ve bu konuda Avrupa Parlamentosu’nda karar alan Avrupa Birliği (AB) iki ülkeyi de daha aktif olmaya çağırıyor. AB, diğer ülkelerin de güçlü hedefler alması halinde yüzde 30’a kadar indirime gideceklerini de söylüyor. Buna karşın ABD 1990 yılını temel almayı reddediyor ve 2025’e kadar 205 yılını temel alarak yüzde 17 indirim yapabileceğini söylüyor. Eleştiriler bu rakamın Kyoto hedefinin bile altında kaldığı görüşünde.

İş dünyasının Kopenhag çıkarması

Kopenhag’daki 15. iklim zirvesine Türkiye’den birçok işadamı da katıldı. Görüşmeleri izleyen TÜSİAD heyeti, Türkiye’nin tarihsel sorumluluğuna dikkat çekerken, bir yandan da düşük karbon ekonomisine geçişe hazırlanması görüşünde.

Özgür Gürbüz / 16 Aralık 2009

Kopenhag’da sona yaklaşan İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 15. Taraflar Toplantısı, Türkiye’den bugüne kadar görülmemiş bir ilgi gördü. Resmi heyete kayıt yaptıran katılımcı sayısı 110’un üzerine çıktı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de katıldığı toplantıya Çevre, Tarım, Dışişleri, Enerji, Ulaşım, Sanayi bakanlığı gibi birçok bakanlık bürokratları dışında iş dünyasından da çok sayıda kişi katıldı. Sabancı Holding CEO’su Ahmet Dördüncü, Zorlu Enerji Grubu Başkanı Murat Sungur Bursa, Otomotiv Sanayi Derneği Genel Sekreteri Ercan Tezer, İskenderun Enerji Genel Direktörü Sırrı Uyanık, Koç Holding’den Stratejik Planlama Başkanı Tamer Haşimoğlu ile Teknoloji Direktörü Stratejik Planlama Grubu Teknoloji ve Çevre Koordinatörü Orhan Behiç Alankuş, TÜSİAD’dan Sanayi Hizmetleri ve Tarım Uzmanı Hande Baloğlu ve İSTAÇ’tan Sistem Geliştirme Müdürü Oğuz Can toplantıları izleyenler arasındaydı.

Türkiye’nin tarihsel sorumluluğu yok
Toplantıları TÜSİAD adına izleyen Sanayi Hizmetleri ve Tarım Uzmanı Hande Baloğlu gelinen noktayı, “AB adına İsveç çok ciddi mesajlar verdi ve ABD ile Çin’i çok ciddi adımlar atmaya çağırdı. ABD ve Çin olmazsa bu kadar yıldır yapılan işlerin boşa gideceğini söyledi. ABD’nin hedefi 1990’lara göre baktığınızda yüzde 3 indirime denk düşüyor ve bu hedef Senato’dan henüz geçmedi. Çin ise ulusal önlem alırım ama uluslararası yaptırım içeren anlaşamaya yanaşmam diyor” şeklinde özetliyor. Baloğlu, 15 bin kapasitelik Bella Center’a 42 bin kişinin kayıt yaptırdığını ve son üç gündür sivil toplumun büyük bir bölümünün içeri giremediğine de dikkat çekiyor ve organizasyonun demokrasi ve şeffaflık sorununa dikkat çekiyor. Baloğlu “Buradan bir anlaşma çıkmasa bile şöyle bir umut var. Siyasi iradenin ortaya konması önemli. Kesin karar çıkmasa bile siyasi karar gelecek yıl Meksika’da hukuki bir karara dönüşebilir. Teknik çalışmalar tamamlandı bundan sonra ki süreç siyasetçilerin ellerinde” diyor. TÜSİAD’ın Bölgesel Çevre Merkezi (REC) ile bir iklim platformu kurduğunu ve özel sektörü sürece katmaya çalıştığına da değinen Baloğlu, “Emisyonları son yıllarda artışa geçen Türkiye’nin tarihsel sorumluluğunun yok. 1990 yılında sanayileşme oranı, Gayri Safi Mili Hasıla belli. Türkiye’nin çok ciddi yükümlülük alması beklenemez ama yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği potansiyeli var. Düşük karbon ekonomisine hazırlanılması gerekiyor” yorumunu yapıyor.

Dünya Meteoroloji Örgütü'nün 2009 yılı değerlendirmesi










Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) Genel Sekreteri Michel Jarraud 21. yüzyılın ilk 10 yılının kayıtlardaki en sıcak 10 yıl olduğunu açıkladığı basın toplantısı. (İngilizce)

Ekoloji değil, ekonomi önemli

Kopenhag’daki iklim zirvesinde pazarlık masasına oturan Türkiye’nin stratejisi ortaya çıktı. Türkiye, ekonomisine yük getireceği düşüncesiyle 2012 sonrası yükümlülük almamaya yönelik her türlü çabayı gösterecek.

Özgür Gürbüz-Gazete Haberturk /9 Aralık 2009

Türkiye, Kopenhag'daki İklim Zirvesi'ne cebinde bir strateji belgesiyle gidecek. Kyoto’ya taraf olan ancak EK-B adı verilen ve yükümlülük alan ülkelerin yer aldığı listede bulunmadığı için seragazı indirim hedefi almayan Türkiye’nin ana stratejisi bu konumunu korumak. Ulusla tutumumuz başlıklı bölümde, “2012 yılı sonrasında herhangi bir sera gazı emisyonu sayısal azaltım yükümlülüğünün alınmasının ülkemiz ekonomisine getireceği ilave yük ve sorumluluklar dikkate alınarak, Protokol’ün Ek-B listesinde ülkemizin isminin bulunmaması yönünde her türlü girişimde bulunulacaktır” maddesi dikkat çekiyor.

Türkiye’nin özel konumuna dikkat çekilen strateji belgesinde, 1990’dan bu yana yapılan rekor yüzde 119’luk artışa rağmen kişi başına düşen yıllık emisyon değerinin 5,3 ton CO2 eşdeğeriyle OECD ve Avrupa ülkelerinden düşük olduğuna dikkat çekiliyor. OECD ülkeleri ortalaması 15, Avrupa Birliği’ne üye 27 ülkede ise bu rakam 10,2 ton. Belgede yine kişi başına enerji tüketiminin gelişmiş ülkelere göre azlığına dikkat çekiliyor ve Türkiye’nin 2001 yılında Marakeş toplantısında kabul edilen özel durumunun korunmasının isteneceği anlaşılıyor.

Strateji belgesine göre Kopenhag’da mevcut durumu korumak için mücadele edecek olan Türkiye’nin bir yandan da finansal desteklere ulaşarak beş ana sektörde seragazı salımlarını azaltmaya yönelik kısa (1 yıl), orta (1-3 yıl) ve uzun (3-10) vadeli planlar yaptığı da görülüyor. Enerji, Ulaştırma, Sanayi, Atık ve Arazi kullanımı ile Tarım ve Ormancılık başlığı altındaki beş ana sektörde göze çarpan maddeler şunlar:

  • Yeni binalarda enerji verimliliği ve merkezi ısıtma ön plana çıkacak. Sıcak su, elektrik üretimi ve tüketimi bölgeselleştirilecek. (Kısa)
  • Yenilenebilir ve nükleer enerji kullanımı teşvik edilecek (Orta)
  • Termik santrallerde rehabilitasyon, alternatif yakıt için Ar-Ge. (Orta)
  • Enerji yoğunluğu 2020’de 2004’e göre daha düşük seviyeye çekilecek (Uzun)
  • 2020 yılında toplam elektrik üretiminin yüzde 25’i yenilenebilir enerjiden sağlanacak.(Uzun)
  • Enerji sektöründe 2020 yılına kadar referans senaryoya göre yüzde 7 karbondioksit emisyon sınırlaması hedeflenecek. (Uzun)
  • Yük ve yolcu taşımacılığında demiryolunun payı artacak. (Kısa)
  • Büyük kentlerde metro ve hafif raylı sistem. (Orta)
  • Gönüllü karbon piyasaları oluşturulacak. Seragazı indirimi yapan gelir elde edecek. (Orta)
  • Kojenerasyon ve ısı kazanım sistemleri teşvik edilecek. (Orta)
  • Belediye atıklarının yüzde 70’i 2012 itibariyle düzenli depolamaya geçecek. (Orta)
  • Kompost, geri dönüşüm ve atıklardan enerji üretimi yaygınlaşacak. (Uzun)
  • Gübre ve ilaçlamada modern tekniklerle karbon salımı azaltılacak.(Kısa)
  • Ormansızlaşmanın önlenmesi için strateji belirlenecek. (Kısa)
  • 2008–2012 yılları arası 2,3 milyon hektar alan ağaçlandırılacak ve rehabilite edilecek. Bu sayede 2020 yılına kadar toplam 181,4 milyon ton karbon ormanlar tarafından tutulacak. (Uzun)
  • Kentsel alanlarda açık ve yeşil alan sistemlerinin artırılması teşvik edilecek. (Uzun)

Politikacı Gözüyle Kopenhag

Kopenhag İklim Zirvesi
Gün 3

Özgür Gürbüz-Gazete Haberturk / 9 Aralik 2009*

Kopenhag’daki iklim zirvesi çevrecilerin küresel ısınmaya dikkat çektiği bir arena olsa da zirvenin asıl ev sahipleri politikacılar. Bilim insanları ve sivil toplum örgütlerinin ortaya koyduğu veriler, politikacılar tarafından yürütülen müzakerelerde ülkelerin sorumlulukları haline geliyor. Bu hedeflere nasıl ulaşılacağı, hangi mekanizmaların kullanılacağı, Kyoto’da belirlenen yöntemlerde ısrar edilip edilmeyeceği Kopenhag İklim Zirvesi’nin merakla beklenen çıktıları arasında. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görev yapan milletvekillerinden hem görüşmeleri değerlendirmelerini istedik hem de Türkiye’nin iklim politikaları hakkındaki görüşlerini sorduk.

“2012’den sonra enerjide devrim olacak”
Prof. Dr. Mustafa Öztürk - AKP Hatay Milletvekili
TBMM Çevre Komisyonu Başkanvekili


2050 yılına kadar atmosfere atılan seragazı miktarı yüzde 50 oranında azaltılmak zorunda. Bu indirimin büyük bir bölümü gelişmiş ülkeler tarafından yapılacak. Örneğin, ABD 2005 yılını baz alarak, 2020’ye kadar yüzde 17, 2050 yılına kadar da yüzde 80 azaltmayı kabul ediyor. Ancak gelişmiş ülkeler seragazını azaltsa dahi, Çin, Hindistan ve Meksika gibi ülkelerde geleceğe dönük azaltım politikaları olmazsa karbon salımı yine artacak. Böylece CO2 konsantrasyonu 450 ppm’in üzerine çıkacak, yani ortalama sıcaklık artışı 2 dereceyi geçecek ve doğal denge anormal bozulacak. Bu nedenle 450 ppm’i geçmeden önlem almak zorundayız. Çin, baz yılını konuşmak kaydıyla 2050’ye kadar yüzde 30-40 azaltmayı kabul ediyor ama gelişmiş ülkelere sizin tarihsel sorumluluğunuz var, finansal ve teknolojik destek vermek zorundasınız diyor. Ben Türkiye’nin de benzer bir politika izlemesini istiyorum. Tarihi sorumluluğu gündeme getirerek bir baz yılı belirleyip, Çin’i, Brezilya ve AB ülkelerini de iyi takip ederek bir hedef ve azaltım yılı söylemesi lazım.

Türkiye fırsatlar ülkesi, karbon yoğun üretimden karbon az yoğun üretime geçelim. Yeni teknoloji ve enerji yatırımlarında yeni modeller devreye girer. Ulaşımda yük ve yolcu taşımacılığı karayolu ağırlıklı yapılıyor. Bunu demir ve deniz yoluna paylaştırsak seragazlarını yüzde 50 azaltırız. Binaları yalıtır 80 milyon tona yakın seragazı salımı önlenir. Çöplerimizi depoluyoruz, geri dönüşüme geçsek yüzde 10’a yakın seragazı azalır. Hedef politikamız olacak, böyle bir çalışma yapıldı mı; herhalde yapılmıştır. Bir ‘baş müzakereci’ de atamak zorundayız. Altında yönetim birimi olacak, bundan sonraki süreci, kaynak ve teknoloji transferlerini, raporlamaları, uluslararası izlemeyi bu birim üzerinden yürütürsek işlerimiz hızlı ve seri olur. Çevre Bakanlığı’nın emrinde böyle bir birim oluşturulabilir.

Kopenhag’da önemli gelişmeler sağlanacak ama sonuç alınacağını sanmıyorum. Kyoto’ya taraf olduğumuzda bir yükümlülük gelmeyecek dedik ama 2012’den sonra yükümlülük gelmeyecek diyemeyiz. Hazırlıklı olup, bunu fırsata çevirmeliyiz. 2012’den sonra enerjide devrim olacak. Rüzgardan güneşe, enerji verimliliğinde ciddi atılımlar yapılacak. Minimum enerjiyi maksimum kullanma dönemi başlayacak.

***
İşleri sadece piyasaya bırakmamalı
Prof. Dr. Osman Coşkunoğlu - CHP Uşak Milletvekili
AB Uyum Komisyonu Üyesi

Hükümet, Kopenhag’daki toplantıya ciddi bir hazırlıktan yoksun olarak katılıyor. Toplantıda, hükümetimizin genel söyleminin, ‘iklim değişikliğinin nedeni olan sera gazı salımı, gelişmiş ülkelerin yarattığı sorundur; biz gelişmekte olan ülkelerin bu sorun için yükümlülük altına girmemiz hem kaldıramayacağımız maliyetleri ortaya çıkarır, hem de ekonomik gelişme hızımızı keser’ olacağı anlaşılıyor. Yeri geldiği zaman G-20 ülkesi olmakla, Ortadoğu’nun, Balkanlar’ın ve Kafkaslar’ın en güçlü ülkesi olmakla övünen hükümetimizin bu kadar pasif ve reaktif değil proaktif ve belirleyici olması beklenirdi. Toplantıda alınacak kararları etkileyebilecek somut ve savunulabilir güçlü öneriler geliştirmiş olması, önerileri doğrultusunda etrafındaki ülkeleri örgütleyip Kopenhag’da ciddi bir ağırlık oluşturması beklenirdi.

Tartışmalar sadece konacak salım hedefleri, ülkelere uygulanacak salım sınırlamaları ile karbon ticareti (piyasası) oluşturmak üzerine odaklanmış durumda. Salım sınırlarının belirlenmesi ve karbon piyasasına ilişkin, “sınırla-al-sat” mekanizmasının uygulanmasına ilişkin üç sorun veya zorluk var: sınırların belirlenmesi, bir ülkede salımın sınırı geçip geçmediğinin güvenilir ölçümünün sağlaması, sınırı geçtiği halde “izin satın alma” yapmayan ülkeye uygulanacak cezanın belirsizliği. Dolayısıyla, işleri sadece piyasaya bırakmak yerine, sadece sonuca – yani, salıma – odaklanmak ve buna uygun politikalar geliştirmeye yönelik bir gündem hem genel olarak dünyamız hem de ülkemiz için daha anlamlı, uygulanabilir ve yararlı olur. Örneğin, karbon salımının önde gelen nedenlerinden birisi olan enerji sektöründe, gerek temiz kömür teknolojisi gerekse yenilenebilir enerji teknolojileri üzerine ayrılacak kaynaklar ve Ar-Ge faaliyetleri ön plana çıkarılabilir. Ülkemizde yenilenebilir enerji teknolojilerine ve yatırımlarına teşvik getirmeyi amaçlayan beş milletvekili tarafından hazırlanmış bir kanun teklifi TBMM gündeminde olduğu halde, maalesef görüşülmesi hükümet tarafından engellenmektedir. Türkiye Kopenhag’a sadece “bize para verin de karbon salımımızı azaltalım” diye zavallı bir hedefle değil, daha iddialı ve vizyoner bir dizi hedefle gitmeli. Türkiye, salım sınırlarının belirlenmesini ve karbon piyasası ile sınırlı gündemi etkilemek için ağırlığını koyabilirse başarılı olabilir.

***
“Kopyala yapıştır yapıyoruz”
Hakan Coşkun - MHP Osmaniye Milletvekili
Çevre Komisyonu Üyesi

Kyoto’ya imza atmış ülkeler sanayileşme sürecini tamamlamış ülkeler. Türkiye henüz sanayileşme sürecini tamamlamadı, alınacak yükümlülüklerin bu sürece engel teşkil etmemesi lazım. Çevreyi biz kirletmiyoruz, en az kirleten ülkelerden biriyiz. Çevreyi kirletenler gelişmesini tamamlamış ülkeler. Tarımda ve sanayide altyapı çalışmaları tamamlanmadan, AB istiyor diye, hiçbir şey müzakere edilmeden önümüze bir metin konursa başta üreticiler etkilenecek. Böyle olursa üreten değil tüketen bir toplum oluruz bu da her şeyin sonu olur. Çevreyi kirletmemek için herkes önlem alacaktır ancak uygulamanın nasıl yapılacağı, hangi kaynakların kullanılacağı, ödeneklerin nasıl sağlanacağının belirlenmesi gerekir. Kendi modelimize uydurmuyoruz, kopyala yapıştır yapıyoruz. Henüz ABD bile sürece tam dahil olmadı. Çevre Komisyonun’da bilgilendirme toplantıları düzenlendi ama yeterli düzeyde değil. Kyoto öncesi de bir bilgilendirme oldu ama çekincelerimize yanıt alamadık.

***
Karbonsuz topluma geçiş beklemez
Endüstrileşme öncesi döneme göre ortalama sıcaklıktaki artış 2 derecenin altında tutmak isteniyorsa küresel emisyonların 2015-2020 yılları arasında zirve yapıp ardından hızla düşmeye başlaması gerekiyor. İklimi denegelemek ve karbonsuz bir toplum yaratmak için CO2 ve diğer seragazlarını bu yüzyıl içerisinde sıfır emisyon düzeyine ulaştırmak şart. Bunun için de kişi başına düşen karbon emisyonlarını 2050 yılına kadar yılda 1 tonun altına çekmek gerekiyor. Dünya ortalaması 4 tonun altında. Bu hedefe ulaşmak gelişmiş ülkeler için 2000 yılına göre yüzde 80-90 oranında azaltım yapmaları anlamına geliyor.

***
Deniz seviyesi yükselişi kaçınılmaz
2100 yılına gelindiğinde deniz seviyesindeki artışın 1 metreyi geçeceği, o tarih için belirlenen en yüksek üst değerin de 2 metreyi bulabileceği belirtliyor. Küresel sıcaklık dengelense bile deniz seviyesindeki artış önümüzdeki yüzyıllarda devam edecek ve birkaç metreyi bulacak.

*Orjinali

Türkiye'yi Kopenhag'da zorlu bir sınav bekliyor

Kopenhag İklim Zirvesi
Yazı Dizisi - Gün 2


Özgür Gürbüz-Gzt. Haberturk / 8 Aralik 2009

2004 yılında İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’na imza atan, 2009 yılından itibaren de Kyoto Protokolü’ne taraf olan Türkiye’yi Kopenhag’da daha zorlu bir sınav bekliyor. Kyoto dahilinde 2012’ye kadar herhangi bir yükümlülüğü bulunmayan Türkiye’nin 2012 sonrası için açıkladığı tek hedef Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun demeci. Seragazı emisyonlarını dünyada en hızlı arttıran ve bu nedenle de eleştirilen Türkiye için “artıştan indirim” formülünü öneren Eroğlu, 2020 yılında beklenen seragazı miktarını yüzde 11 oranında aşağıya çekebilecekleri taahhüdünde bulunmuştu.

Türkiye’nin müzakerelerde işi zor çünkü Kopenhag’daki heyete başkanlık eden Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Sedat Kadıoğlu’nun da belirttiği gibi, Türkiye EK-1 listesinde (Gelişmiş ülkeler) olup EK-B’de (Kyoto Protokolü uyarınca yükümlülük alan ülkelerin listesi) olmayan tek ülke. OECD üyesi, AB adayı; kendisine has bir statüsü var. Bu nedenle müzakereler yapılırken kendi durumuna yakın ülke bulup beraber hareket etmek de kolay değil. Türkiye, Hırvatistan ile birlikte kurduğu iki üyeli “Merkez Grubu”nun sözcüsü. EK-1 listesinde yer aldığı için ekonomik koşulları kendisine daha yakın olmasına rağmen, yükümlülük almayan ülkelerin listesinde yer alan Meksika, Güney Kore gibi gelişmekte olan ülkelerle aynı grupta yer alması da zorlaşıyor. Bu da pazarlık gücünü azaltıyor.

***
“Cezasız hedef almak istiyoruz”
Sedat Kadıoğlu
Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı


Yüzde 11’lik önerimiz sabit ama henüz sonuç almadığımız yeni çalışmalarımız var, her an durum değişebilir. Bahsettiğim çalışmalarımız rakama dökülünce yüzde 11’de değişiklik olabilir diye düşünüyorum ancak diğer ülkelerin açıkladığı hedeflerden çok biz ulusal şartlarımız çerçevesinde ne gerekiyorsa yapacağız. Herkes ABD’den çok şey bekliyordu ama ABD’nin açıkladığı rakamlar tatmin edici değil. Haziran ayında Bonn’da yapılan toplantıda Türkiye’nin durumunu, kişi başına düşen gayri safi hasılası, emisyonu, insani kalkınma endeksi gibi tüm indikatörleri tek tek belirterek anlattık. Türkiye’nin özel şartlarının Marakeş’teki toplantıda kabul edildiğine değindik. Cezasız hedef almak istediğimizi belirttik. Biz bugüne kadar Kyoto’nun hiçbir mekanizmasından yararlanmadık. Yeni hazırlanacak iklim rejiminde, yeni sektörel kredilerin açılması ve bundan yararlanmamız durumunda yüzde 11’lik oran daha fazla olabilir. Türkiye’de bu potansiyel var ama hepsinin de bir maliyeti var. Biz bundan sonraki oluşacak protokolde de EK-B (yükümlülüklerin belirlendiği liste) listesinde yer almak istemediğimizi de söyledik. EK-1 listesindeyiz ama emisyonlara baktığımızda OECD’nin altındayız. Meksika, Kore ve Çin gibi ülkeler Ek dışı ülkeler o nedenle bir arada olmanız çok zor. Onların sorumlulukları yok ama EK-1 listesi ülkelere sorumluluk verilmiş. AB adayı olduğumuz için aynı statüde olan Hırvatistan ile ortak grup kurduk. İleride grupları değiştirmek mümkün olabilir ama bu siyasi bir karar.

***
Çin’in hedefi Türkiye’yi zorluyor
Yunus Arıkan ICLEI – Sürdürülebilir Kentler Birliği İklim Merkezi Yöneticisi

Türkiye’yi zorlu bir müzakere süreci bekliyor. Dikkatli ve kararlı olunmazsa ABD ve Çin´in bile yer aldığı yeni bir süreçte Türkiye’nin dışarıda kalması ya da olumsuz bir anlaşmaya imza atması olası. Açık söylemek gerekirse, Çin’in dahi karbon yoğunluğunun 2020 yılında 2005 yılına göre yüzde 40-45 oranında azaltacağını açıkladığı bir ortamda, Türkiye’nin OECD üyeliği, Ek-I ülkesi olması ve AB adaylığı nedeniyle daha sert bir önlem alması kaçınılmaz bir sonuç olarak karşımıza çıkabilir. Türkiye Kopenhag´da, gerçekçi, kapsamlı, kararlı ve cesur bir müzakere stratejisi belirlemezse, Çin gibi karbon yoğunluğunu azaltmak yerine Ek-B ülkeleri gibi 1990 yılına göre mutlak azaltım hedefleri almak zorunda kalabilir. Türkiye’nin OECD bünyesinde yer alan ancak Kyoto Protokolü’nün Ek-B listesinde yer almayan Güney Kore ve Meksika ve diğer uygun ülkelerle beraber oluşturabileceği yeni bir Ek-C listesi hala geçerli bir seçenek hatta Çin´in kararlı çıkışı sonucunda neredeyse tek çıkış yolu olarak değerlendirilebilir. Türk hükümetinin böyle bir müzakere stratejisi izleyip izlemeyeceği ya da bunun dışında nasıl bir seçenek içerisinde olduğuna dair henüz kamuoyuna açıklanmış bir bilgi yok. Gerek müzakere pozisyonunun zorluğu gerek uluslararası alandaki ilişkilerin zayıflığı dikkate alındığında Kopenhag Zirvesi’nden Türkiye için olumsuz bir sonuç çıkması halinde bunu, “Türkiye’nin kalkınmasını engellemek için uluslararası toplumların uyguladığı bir komplo olarak algılamak yerine, “kendi düşen ağlamaz” şeklinde yorumlamak daha doğru olacaktır. *** Seragazı emisyonları artıyor 2008 yılındaki fosil yakıt kaynaklı küresel seragazı emisyonları 1990’a göre yüzde 40 fazla. Küresel emisyonlar bugünkü seviyelerinde sabitlense ve 2030 yılı sonrası sıfır emisyon gerçekleşse bile, 20 yıl boyunca atmosfere bırakılacak emisyonlar, yüzde 25 olasılıkla ortalama sıcaklığın 2 dereceyi geçmesine engel olamayacak. Bu nedenle radikal önlem alınması şart.

*** Sekiz bin vestiyer
Kopenhag’daki iklim zirvesine 192 ülkenin üst düzey bürokratları ve devlet liderlerinin katılması bekleniyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de 17 Aralık’ta Kopenhag’da olacağı gelen bilgiler arasında. Sivil toplum kuruluşları, iş dünyasının temsilcileriyle beraber 15. Taraflar Toplantısı’na (COP 15) 15 binin üzerinde katılımcı bekleniyor. Toplantı merkezinde 5 bin 500 bilgisayar ve 8 bin kişinin ceketini asabileceği vestiyer var. Toplantı boyunca 200 bin kişiye yetecek yemek ve yine bir o kadar da organik kahve tüketileceği tahmin ediliyor. Daha da önemlisi, 15 bin katılımcı, Kopenhag’daki zirve boyunca yaklaşık olarak 41 bin ton civarında CO2 eşdeğeri seragazı atmosfere salınmış olacak. Bu rakamın yüzde 90’ının zirveye gelen katılımcıların uçakla yaptıkları seyahatlerinden kaynaklanacağı tahmin ediliyor. Bu rakam bir Afrika ülkesi olan Çad’ın yıllık emisyonlarının yine yaklaşık yarısına eşdeğer. Bu nedenle zirveyi eleştiren ve video konferansla yapılmasını öneren çevreciler de var.

***
Buzlar beklenenden hızlı eriyor

Yaz aylarında Artik’teki buzulların erimesi iklim modellerinde yapılan tahminlerin ötesine geçti. 2007-2009 yıllarında bu bölgede İklim Değişikliği Paneli’nin 4. ve son raporunun yüzde 40 üzerinde erime gerçekleşti. YARIN: Politikacılar ne diyor?

İki Derecenin Gölgesinde Kopenhag İklim Zirvesi

Kopenhag İklim Zirvesi
Yazı Dizisi - Gün 1

Giriş...

İki hafta boyunca dünyanın gözü Danimarka’nın başkenti Kopenhag’taki iklim zirvesinde olacak. Küresel ısınmayı durdurmak için küçük ve bir ilk adım olarak değerlendirilen Kyoto Protokolü 2012 yılında sona eriyor. Kopenhag’daki iklim zirvesinde ya Kyoto’nun veliahdı belirlenecek ya da dünyanın kaderinin tayini bir başka bahara kalacak.

Özgür Gürbüz-Gzt. Haberturk / 7 Aralık 2009 *

Dünyayı çevreleyen sera gazları, güneş ışınlarıyla yerküreye gelen ısının bir bölümünü hapsederek gezegenin ortalama sıcaklığını yaşam için ideal olan 14 derecede tutuyor. Büyük bir bölümü karbondioksit, metan ve azot oksitten oluşan seragazları olmasa, sıcaklığın -19 dereceye kadar düşeceği tahmin ediliyor. Endüstri devrimiyle birlikte atmosfere daha fazla seragazı salınması ise daha fazla ısı tutulmasına neden oldu. Ortalama sıcaklık son yüz yılda 0,74 derece arttı. Bu artışın 2 derecenin üzerine çıkması halinde birçok bilim insanı geri dönülemeyecek noktaya gelineceğine inanıyor.

Kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtların kullanımı azaltılmazsa, Uluslararası İklim Değişikliği Paneli bu yüzyılın sonunda 3 derecelik sıcaklık artışını kaçınılmaz görüyor. Birçok araştırma bu yüzyıl sonunda deniz seviyesindeki yükselişin 1,5 metreyi bulacağını öngörüyor. Kutuptaki buzulların erimesi halinde bu yükselişin 6 metreyi bulacağını tahmin edenler de var. Yükselen deniz seviyesi tatlı sulara tuzlu suların karışması ve tarımdan içme suyuna birçok sorun yaşanması anlamına geliyor. Küresel ısınma durdurulamazsa fırtınaların sayısı ve şiddeti, kuraklıklar artacak. Sadece Afrika’da 250 milyon insanın 2020’de susuzluk çekeceği tahmin ediliyor. Sıcaklık artışına bağlı olarak sıtma gibi hastalıkların yayılacak. Toprakları sular altında kalacak ada devletleri başta olmak üzere, kuraklık ve susuzluk gibi afetlerden etkilenen milyonlarca insan, “iklim göçmeni” olarak başka ülkelere gidecek. Bu felaketleri önlemek için bir umut niteliğinde olan Kopenhag’daki zirvede ise dünya devletleri ortak bir çözüm önerisi üzerinde anlaşmaya çalışacak.

***
“Türkiye’nin stratejisi kervan yolda düzülür”
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu
İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı


Toplantı öncesinde birçok taslak metin var. Taslakların çok olması bu toplantıdan sonuç alınmasını güçleştiriyor. Taslakların bazıları üzerinde anlaşılsa ve onlar üzerinde müzakere yürüseydi sonuç alınması daha kolay olabilirdi. Ülklerin açıkladığı hedefler de düşük ancak bu bir taktik de olabilir. Beklentiler düşürüldükten sonra hedeflerde yapılacak ufak bir yükseliş bile çok olumu karşılanabilir. Bunu herkes kullanıyor, Türkiye’de yapıyor. 12 Kasım’da İstanbul’da yapılan ve üst düzey bürokrat ve milletvekillerinin katıldığı bir toplantıdan anladığım kadarıyla Türkiye bugünkü pozisyonunu muhafaza etmek ve hiçbir şey yapmak istemiyor. Yetkililer hedef, belli bir rakam veremeyiz diyorlar ama bununla beraber temiz teknolojilere geçmek gibi konularda kredi ve finansman desteğine açık olduklarını belirtiyorlar. Türkiye’nin durumunun karışık olduğu, tarihsel olarak kirletmede düşük rol oynadığı ve kişi başına düşen emisyonlar sıralamasında arka sıralarda yer aldığı argümanları var. Bence Türkiye’nin böyle bir pozisyonda durması mümkün değil. Biz Avrupa Birliği(AB) adayıyız ve AB bu konuyu çok önemsiyor. Türkiye’nin böyle bir söylemle başlayıp diğer ülkelerin alacağı pozisyonlara bakarak bir şeyler yapacağını düşünüyorum. Türkiye’nin stratejisi kervan yolda düzülür. 2012’den sonra tüm dünya küresel ısınmayla mücadele ederken Türkiye gibi bir şey yapmayan ülkeler beleşçi durumuna düşecek. Üretilen mallar ayıplı sayılacak, ticareti bile etkileyecek. Türkiye’nin durumu özel ama bunu çok iyi şekilde anlatabilmesi gerekiyor. Sadece ağaç dikerim demekle olacak bir şey değil. Türkiye bu toplantılara bilimi arkasına alarak hazırlanmıyor. Örneğin Başbakan’ın bu konuda iklim değişikliğinden sorumlu bir akademik danışmanı yok. Konunun bilimsel ve etik tarafı unutuluyor. Eriyen buzullarda bir ayı var, küresel ısınma o ayının problemi sanılıyor.

***
Kyoto Protokolü nedir?

Türkiye’nin 5 Şubat 2009 tarihinde taraf olduğu Kyoto Protokolü, gelişmiş ülkelerin küresel ısınmaya yol açan seragazı emisyonlarını 2012 sonuna kadar 1990 yılındaki seviyenin en az yüzde 5 altına çekmesini öngörüyor. 1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde kabul edilen protokol aslında 1994 yılındaki İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması’nı esas alıyor. Bu anlaşma gelişmiş ülkeleri EK-1 listesinde belirliyor. Kyoto Protokolü kabul edildiğinde Çerçeve Sözleşmesi’nin EK-1 listesi temel alınarak oluşturulan EK-B listesi ise yükümlülük alan ülkeleri belirliyor. Türkiye 1997 tarihinde Çerçeve Sözleşmesi tarafı olmadığı için bu listede yok ve 2012’ye kadar sorumluluk almadı.

***
Kopenhag’dan ne bekleniyor?

Kyoto, küresel ısınmayla mücadelede sorumluluğu ağırlıklı olarak gelişmiş ülkelere yükleyen bir başlangıç metniydi. Kopenhag’dan ise yine aynı nitelikte fakat daha yüksek hedefli bir anlaşma metni bekleniyor. 2020’ye gelindiğinde seragazı emisyonları 1990’ın yüzde 25-40, 2050’de ise yüzde 50 aşağısına çekecek bir anlaşma aranıyor.

YARIN: Türkiye Kopenhag stratejisi

*Editoryal süzgeçten geçmemiş hali yani düzgün olanı :)