Çevre mücadelesi için öneriler

Özgür Gürbüz-BirGün/21 Eylül 2014

Soma’da iki kara var; kömür ve zeytin. Hangisinin ‘kemlik’ hangisinin ‘nimet’ olduğunu Somalıdan iyi kim bilir? Bu yüzden Soma’nın Yırca köylüleri alanı (kömür) değil vereni (zeytin) seçti ama dinleyen yok. Zeytinlikler, köylünün rızası olmadan kamulaştırıldı. Karara itiraz edildi ama mahkeme sonuçlanmadan Kolin Şirketler Grubu alanı tel örgüyle çevirip, zeytin ağaçlarını köklemeye başladı. Tek çare dozerlerin önüne yatmaktı, köylüler, çevreciler ve siyasetçiler de onu yaptı. Perşembe’den beri nöbetteler.

Birkaç gün önce Fatsa’da altın madenine karşı ayaklanan kadınları jandarma durdurdu. Mersin’de nükleer santralin elektrik iletim hatlarıyla ilgili bilgilendirme toplantısında polis ile nükleer karşıtları arasında arbede çıktı. Soma, Fatsa ve Mersin. Hepsi son bir hafta içinde oldu.

Hopa’dan Gezi’ye, Hevsel’den Gerze’ye her direniş hareketi güvenlik güçlerini veya dozerleri karşısında buluyor. Bu karşılaşma artık mücadelenin kaçınılmaz ve kritik bir aşaması oldu. Yönetenlerin halka danışmadan aldığı kararlar gerilimi ve sorunların çözümünü engelliyor. Doğa için kayıplar büyük ama kazandıklarımız da var. Kepçeye karşı bilenen dişler, biber gazına karşı açılan gözler, toprağı ağacı kurtarabildiği gibi Anadolu’daki halkların makus talihinin kırılmasına da yardımcı oluyor. Hak aranıyor, efendiye karşı geliniyor.

Havuz medyasının etkisi azalıyor. Hükümet ve şirketler, Gezi’ye kadar, yarattıkları çevre sorunları bilinmezse ‘sorun’ da olmaz diye düşünüyordu. Medya ellerindeydi, yazdırmıyorlardı. İş değişti. Ellerindeki medya koca gövdeli, sesi kısık bir deve benziyor. Kendilerinden başka kimseyi etkilemiyor. Ağacını koruyan dedenin bastonuna dozerin kepçesi değdiğinde çıkan ses, bir isyan çağrısı gibi algılanıyor ve sosyal medya başta, bağımsız kanallarda yankılanıyor.

Muktedirler farkında değil ama bu meydan muharebeleri mücadeleyi güçlendiriyor. Şiddet içermeyen sivil itaatsizlik eylemleri yayılıyor. Yine de mücadelenin/kampanyanın sadece dozerler ve güvenlik güçlerinin karşısında durarak yapılacağını düşünmek hata olur. Öncesi ve sonrasında da yapılacak çok iş var ve doğru yapılması gerekiyor. İşte size birkaç öneri.

Bir kampanyayı güçlü kılan doğru bilgidir. Abartma, çarpıtma sizi güçsüz kılar. Unutmayın, karşınızdakiler yalanı doğruymuş gibi yazan medyaya sahip. En ufak hatanızı büyütmek için pusudalar. Sizin tek güvenceniz ise doğruları söylediğiniz için yanınızda olan halk. Güven en değerli hazineniz. Hikâye ve hurafeleri broşür ve sloganlarınızdan uzak tutun.

Konuya hakim olun. Termik santrale karşıysanız, zararlarını öğrenin. Bilgiyi Wikipedi, Facebook’tan değil, referans gösterebileceğiniz kaynaklardan edinin. Medyayı süreç boyunca düzenli bilgilendirin.

Kampanyada konuya odaklanın. Emin olmadığınız detaylar üzerinde spekülasyon yapmak yerine, herkesin gördüğü tehlikeye vurgu yapın.

Dil sizin her şeyiniz. ‘Ben’den ‘bize’ geçin. Uzun metinlerden, ağdalı konuşmalardan kaçının. Kentliyseniz kentli, köylüyseniz köylü gibi konuşun. Olmadığınız gibi davranmayın.

Sivil itaatsizlik eylemlerinin dışına çıkmayın. Şiddete başvurmayın ve sürecin ortasında değil en başından itibaren hukuki yardım alın.

Çözüm öneriniz, daha iyisi için bir planınız mutlaka olsun. Bu devirde, kötü olsa da yeninin eskiye karşı bir albenisi var. Değişim istemiyorsanız bile bunun nasıl cazip ve ‘yeni’ bir fikir olduğunu iyi anlatın.

Sivil itaatsizliğimiz mübarek olsun.

Nükleer silahların karşısında tek umut insan

Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nün bu yılki sahiplerinden Angie Zelter, 100 defadan fazla tutuklanmış bir barış eylemcisi. Eylemleri arasında bir savaş uçağını parçalamak da var.

Özgür Gürbüz-BirGün/17 Eylül 2014

Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nün bu yılki sahiplerinden Angie Zelter, hayatı boyunca nükleer silahlara ve savaşa karşı mücadele etmiş bir eylemci. 100 defadan fazla tutuklanan Zelter, NATO’nun lav edilmesini ve dünyadaki tüm nükleer silahların imhasını savunuyor. Gezi eylemlerinde iş makinalarına zarar verilmesi konusunda ise, “Eğer o makinelerin gerçekten de çok değerli bir şeye zarar vereceğini düşünüyorsan buna hakkın var” diyor.

Şebnem Korur Fincancı, Rakel Dink ve Angie Zelter. Foto: Berge Arabian
-Sizi nükleer silahlar konusunda eylem yapmaya iten neydi?

Angie Zelter: Kamerun’dan yeni dönmüştüm. Orada konuştuğum bir köylü bana “neden buradasın” diye sormuştu. Ona, “Çünkü yardım etmek istiyorum” dedim. O da bana, “Eğer yardım etmek istiyorsan İngiltere’ye geri dön ve İngiltere’nin burada yaptıklarıyla uğraş” dedi. Bir başka deyişle, Kamerun’un birçok problemi sömürge dönemiyle ilgiliydi. Kamerun’da üç yıl kaldım, beni değiştirdi. Irkçılığın hâlâ sürdüğünü fark etmemiştim. Britanyalıların çok uluslu şirketleri aracılığıyla sömürgeci faaliyetlerini sürdürdüğünden haberim yoktu. İngiltere’ye geri döndüm. Dünyayı daha iyi bir yer yapabilmek için kendi ülkemde ne yapabilirim diye düşünüyordum.

-Kartopu kampanyası nasıl başladı?
AZ: İngiltere’ye dönünce daha aktif oldum. Soğuk Savaş dönemiydi. En önemli sorun da nükleer silahlardı. Evimin yakınında ABD’nin nükleer silahlarını tuttuğu Sculthorpe üssü vardı. Ben de kartopu kampanyasını başlattım. Kampanyayı basit tutmaya çalıştım. Üssün tel örgülerinden bir parça kesip, hükümete mektup yazıyorsunuz ve bir sonraki eyleme daha çok kişi bulmaya çalışıyorsunuz. İlk başta birilerini bulmak çok zordu. Önce kayınvalidemi ikna ettim. Bir sonrakinde 9 kişi, daha sonra 27 olduk ve ülkedeki tüm üslere yayıldı. Birkaç yıl önce de ülkedeki son ABD üssü kapandı çünkü insanlar tel örgüleri kestiler, yüksek güvenlikli alanlara girdiler. ABD’ye çok pahalıya mal oluyordu ve nükleer silahları koruyamıyorlardı. Sadece Kartopu Kampanyası sayesinde değil, ülkedeki birçok yerde nükleer silahlara karşı kampanya vardı. Eğer yeterince ‘sade vatandaş’ hayır derse olmaması için bir neden yok. Bir başka önemli konu da eylemlerin şiddet içermemesi, açık ve hesap verilebilir olması. Bence hareketin bir parçası mutlaka açık olmalı. Böylece halkla tartışmak için bir şans olur. Mahkemeler de bunun için bir fırsat. Yaptığımdan utanmıyorum, buradayım diyorsun.

-Amerikan üslerinden sonra İngiltere’nin nükleer silahlarını hedef aldınız.
Trident Pulluk Demiri Kampanyası’na başlamadan önce hükümete nükleer silahları terk etmesi için bir yıl süre tanıdık. Bir yıl içinde yapmazsanız biz yapacağız dedik. Tutuklamak isterlerse diye de isimlerimizi verdik, 100 kişi kadardık. aramızda daha sonra İngiltere Başpiskoposu da olan Rowan Williams da vardı. İstediklerimizi yapmayınca eyleme başladık.

-Türkiye’de ana akım medya bankanın camlarının kırılmasını ağır bir dille eleştirir. Siz bu kampanya sırasında bir savaş uçağına 2 milyon pounda varan bir hasar verdiniz.
İngiliz hukukunda daha büyük bir suçu önleyecekseniz sizin suç unsuru taşıyan bir hasar vermenize izin veren bir vurgu var. Kartopu Kampanyası’nı yaparken kısa süreli, sık sık hapse giriyordum. Bir tanesinde hakim bana “bir uçağı tahrip etseydin daha fazla savunma şansın olurdu” dedi. Açıklamadı ama aslında o telleri kesmekten daha direkt, savaşı önleyebilecek bir eylemden bahsediyordu. 10 kadındık. Altı kadın bizi destekledi, dördümüz ise açık bir şekilde uçağa hasar vermeye gittik. 10 yıla varan hapis cezası vardı. Jüriye bir video gösterdik ve sonunda Doğu Timor’lu bir kadın, “Eğer insansanız bu uçakların ihraç edilmesine izin vermezsiniz” diyordu. Sanırım bu jüriyi ikna etti.

-Gezi’yi düşünürsek. Parkı yok edecek bir dozere hasar verir miydiniz?
Evet, büyük bir olasılıkla verirdim. Eğer o makinelerin gerçekten de çok değerli bir şeye zarar vereceğini düşünüyorsan buna hakkın var. Ancak, öncesinde diğer tüm seçenekleri denemelisin. Ve bundan etkilenecek, orada yaşayan insanların seninle aynı fikirde olduklarından emin olmalısın. Aynı zamanda açık olmalı ve sorumluluğu kabullenmelisin. Anneanne ve dedene bunu neden yaptığını açıklayabilmelisin.

-NATO hakkında ne düşünüyorsunuz?
Genelde NATO’nun feci bir yapı olduğunu düşünüyorum. Varşova Paktı dağıldığında NATO’nun da dağılacağı söylenmişti ama tersine genişlediler. Sadece Avrupa’da genişlemediler, Avrupa dışında da müdahalelerde bulunuyorlar. Özetle, onları bir terör ve suç çetesi olarak görüyorum. Eğer dünyaya barış getirmek istiyorsan, ki öyle yaptıklarını söylüyorlar, birilerini toplu katliamla tehdit etmemelisin. Askerle katili birbirinden ayıran tek şey, askerlerin uluslararası savaş hukukuna bağlı olmasıdır. Bu da hastaneleri, sivilleri hedef almamak demek. Nükleer silahlar hedefleri vurma konusunda ne kadar hassas olursa olsun etkilerini hedefle sınırlama konusunda o kadar hassas değiller. Bu nedenle de yasadışılar. Nükleer silahlarla kendini savunamazsın, bu bir tehdittir.

-Orta Doğu nükleer silahlanmaya çok yakın. Çözüm?
Batının tavrı çok ikiyüzlü. Pakistan ve Hindistan’ın da nükleer silah elde etmesini istemiyorlardı ama sonrasında iki ülkeyle ticarete devam ettiler. Bu dünyanın geri kalanına ne diyor? Biz yeterince kalabalık veya güçlüysek, cezasız kalabiliriz. İsrail’i destekleyerek nükleer silahları destekliyorlar. Halbuki bunu önlemek için nükleer silahsızlanma anlaşması vardı. Böyle giderse bir nükleer soykırım kaçınılmaz. Durdurmanın tek yolu insanların hükümetlerine nükleer silah istemediklerini söylemeleri.

-Bir barış eylemcisi olarak Suriye sorununu nasıl çözerdiniz?
Şiddet şiddeti önlemez. Sorunları bir anda çözebileceğimizi düşünmekten de vazgeçmeliyiz. Gücü kötüye kullanma yüzlerce yıldır sürüyor. Suriye krizini bir anda çözemeyiz ama silah ticaretini durdurmalıyız. Hiçbir ülkenin başka ülkeye müdahalesine izin vermemeliyiz. Barış ve insan hakları konusunda gerçekten samimiysek Saddam Hüseyin’e neden silah sattık? Uzun vadeli bakmak lazım çünkü benim ülkem İngiltere gibi, dünyadaki diğer ülkeleri sömüren ülkeler var. Çok uluslu şirketlerini kontrol etmiyorlar. Birçok yapısal değişiklik yapmamız gerekiyor.
-Teşekkürler

***
Angie Zelter Kimdir?
1951’de Londra’da doğan Angie Zelter, 1980’lerde iki kişi ile birlikte başlattığı Kartopu (Snowball) kampanyasında binlerce kişinin İngiltere’deki ABD askeri üsleri etrafındaki dikenli telleri kesmesini teşvik etti.   

1996’da, Umut Tohumları-Doğu Timor Pulluk Demiri eylemleri kapsamında, soykırım boyutunda sonuçlar yaratacak Doğu Timor bombardımanında kullanılacak BAE Hawk savaş uçağının silahsızlandırılmasında yer aldı. Eylem, yaklaşık 2 milyon pound (7 milyar TL) değerinde maddi zarara yol açtı ve Endonezya’ya ihracatının durdurulmasını sağladı.

1997’de, İngiliz Trident nükleer silah sistemini şiddetsiz, açık ve barışçıl bir şekilde etkisiz kılmayı amaçlayan Trident Pulluk Demiri (Trident Ploughshares) kampanyasını başlatan altı aktivistten biri oldu. 1999’da iki kadın eylemciyle birlikte Trident Radar test istasyonu Maytime’a girdi; bilgisayarlara ve elektronik ekipmanlara zarar verdi, makineleri bozdu.

2002’de Uluslararası Kadın Barış Hizmeti-Filistin’i başlattı. WikiLeaks’ten sızan bilgilerin de gösterdiği İsveç ve NATO arasındaki sıkı işbirliğine karşı, İsveç birliklerinin Afganistan’dan çekilmesi için kampanya başlattı. Jeju Adası’ndaki ihtilaflı Jeju-do Deniz Üssü’nün yapımını engellemeyi amaçlayan direnişe katıldığı için Mart 2012’de, Güney Kore’de tutuklandı.

Zülfü Livaneli belgeseli Altın Koza’da

Özgür Gürbüz-BirGün/16 Eylül 2014

Zülfü Livaneli birkaç kuşağı etkilemiş bir sanatçı. Kimimiz türkülerini mırıldanarak büyüdü, kimimiz romanlarını okudu, bazılarımız da ona oy verdi. Orhan Çalışır, Cengiz Kültür ve Dirk Meissner, Zülfü Livaneli’nin belgeselini yaparak aslında zor bir işe kalkışmış. Herkesin bildiğini anlatmak hep daha zordur. “Zülfü Livaneli – Doğu ile Batı Arasında bir Ses” belgeseli, Livaneli’nin yaşamına, özellikle de sürgündeki Almanya yıllarıyla yakın geçmişe bakarak bu zorluğun üstesinden gelmeye çalışmış. Belgeselde Livaneli’yi zaman zaman Almanya’daki dostlarından dinliyor, sanatçı kimliğinin yanı sıra politikacı Livaneli hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Yunanistan-Türkiye arasındaki barış sürecine yaptığı katkıyı da bir kez daha hatırlıyoruz.

Livaneli’nin politik yönü filmde ister istemez ön plana çıkıyor çünkü kameraların çalıştığı günlerde Türkiye’de herkes ayakta. Gezi Parkı direnişi yaşanmış. Bu başkaldırının etkisi, özellikle de Türkiye’de çekilen yakın tarihli bölümlerde kendisini hep hissettiriyor. Livaneli’nin o günlere ait eleştirileri, “Ey Özgürlük” şarkısını çağrıştırıyor. Gezi Parkı’nda da söylenen o şarkıyı izlerken ister istemez koroya katılıyorsunuz. Yönetmenlerden Orhan Çalışır, “Muhalif bir sanatçının hayatını 2013'ün toplumsal muhalefet hareketi Gezi olaylarına oturtulmuş bir hikaye olarak anlattık. Vurguyu sanatçının toplumlar ve kültürler arasında kurduğu köprü görevine yaptık” diyor.

SÜRGÜNDEKİ YILLAR
Belgeselin en çarpıcı bölümlerinden biri, Livaneli’nin 12 Eylül döneminde sürgüne gittiği Almanya’da yaşadıklarıyla ilgili. Yaşar Kemal, Livaneli’ye neden ülkeyi terk etmesini öğütlediğini anlatıyor. Livaneli de sonrasında sahte pasaportla yaptığı yolculuğun öyküsünü. Öykü, Hamburg yakınındaki Hittfeld kasabasında yaşayan Karin ve Cornelius Bischoff çiftine kadar uzanıyor. Bischoff çifti Livaneli’ye  Almanya’da kalabilmesi için kefil olmuş. Ellerinde 1981 yılına ait bir ses kaydı var. Livaneli’nin, gurbetin acısını unutmak için bir yılbaşı akşamı söylediği türküleri Bischoff’lar masanın altına koydukları teyple gizlice kaydetmişler.

Armin Mueller-Stahl, Almanya Federal Parlamentosu Başkan Vekili Claudia Roth, kardeşi Ferhat Livaneli, Yer Demir Gök Bakır filminin prodüksiyon amirliğini de yapmış olan Peter Schulze, Rutkay Aziz, Maria Farantouri ve Yaşar Kemal gibi ünlü isimler Livaneli’yi anlatanlar arasında yer alıyor. Filmde Zülfü Livaneli’yi kendisinden dinleme şansımız da oluyor. Livaneli’nin aldığı en değerli hediyenin erken yaşta kaybettiği annesiyle çekilmiş fotoğrafından esinlenerek yapılmış bir resim olduğunu öğreniyoruz. Doğduğu ilçede, Ilgın’da belediye başkanı hediye etmiş. Bu ve benzeri detaylar, sanatçının hayranlarının ilgisini çekeceğe benziyor. Belgesel Almanya’da birkaç kez gösterildi. Türkiye’de ise seyirciyle ilk buluşma 21. Altın Koza Film Festivali’nde gerçekleşecek. Adana’daki festival 15 Eylül’de başlayacak ve 21 Eylül’de son bulacak. Film, Livaneli’yle uzun yıllar birlikte çalışmış, belgesele kanunu ve yorumlarıyla konuk olmuş müzisyen Halil Karaduman’a adanmış. Karaduman, iki yıl önce hayatını kaybetmişti.

İklim için liderler Ankara’da muhalifler New York’ta

Özgür Gürbüz-BirGün/15 Eylül 2014

Küresel iklim değişikliğini durdurmak için liderler en sonunda harekete geçiyor. Altı gün sonra, 20 Eylül’de Ankara’da, sayıları ve şiddeti giderek artan sel felaketlerini durdurmak, kuraklığa çözüm bulmak, derinleşen gıda krizini önlemek için bir araya gelecekler. Aralarında çevre kuruluşlarının gönüllüleri var. Üniversitelerdeki çevre kulüplerinin üyeleri, işine bisikletle giden bankacılar, parklarındaki ağaca sahip çıkan çocuklar, taş ocağının yok ettiği ormanına yeniden fidan diken anneler. Hepsi Ankara’daki bu zirveye gidiyor. Bavulunuzu toplamaya başlamadıysanız, o sizin sorununuz. Parıltılı davetiyeler yok ama hepimize davet var.

Bir de muhalifler ver. Her iyi işin karşısındalar. 23 Eylül’de New York’ta, Ankara’daki buluşmaya alternatif bir iklim zirvesi düzenliyorlar. Bu zirve, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un davetiyle yapılıyor. Yıllardır, iklim değişikliğini durduracakmış gibi yapan, tehlikenin farkında olduklarını söyleyip ciddi bir anlaşmaya imza atmadan masadan kalkan herkes orada olacak. Muhaliflerin Kyoto’dan beri izlediği taktik bu.

Ankara’daki liderler zirvesinin buluşma yeri Ankara Garı. Liderler buluşmaya makam araçları, yani bisikletleriyle gelecek. Aralarında çift çamurluklu, dinamolu, 30 vitesli son model makam araçları da var. Oradan da, görüşmelerin yapılacağı Güvenpark’a geçilecek. Kırmızı ışıklarda durulup, halka saygısızlık edilmeyecek. Gazetelerde duyuruları olmayacak ama Facebook sayfaları var

New York’taki zirve BM’in ana binasında. Katılımcıların çoğu uçaklarla New York’a gelip, benzin içen makam araçlarıyla toplantı salonuna geçecek. Muhaliflerin devlet başkanları, bakanlar iklim değişikliğini durdurmak için yapılması gerekenleri açıklayacak. Yapılması gerekenleri söylerken politikacıların akıllarında hep büyük şirketler olacak. Konuşmalarıyla petrol ve kömür lobilerini kızdırıp kızdırmadıklarını düşünecekler. 2015’te Paris’te yapılacak zirvenin önemine değinecek, sonra da topu birbirine atıp New York’ta çeşitli davetlere katılacaklar.

Güvenpark’taki Liderler Zirvesi’nde ise politikacıların almadığı kararlar alınacak. Kararlar alınırken, söz hakkı olmayan ağaçlar, su baskınlarının mağdurları, enerji verimliliğiyle tüketimi azaltmak yerine ucuz kömür üretmek için yerin altında hayatını kaybeden Soma işçileri hep akıllarda olacak. İklim değişikliğini durdurmak için yapılması gerekenler

New York’taki buluşmaya ‘herhalde’ Türkiye’den bir yetkili katılacak. Kürsüye çıkıp, o bildik, ‘ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklardan’ bahsederek, belki de yüzüncü kez hiçbir şey yapmama sözü verecek. Komik duruma düşmemek için Türkiye’de iklim değişikliğini durdurmaya çalışanlara söyledikleri sözleri orada söylemeyecekler. Kürsüden, “İklim değişikliğinin ilacı enerji tasarrufu, güneş ve rüzgar gibi yerli kaynaklar ama biz vatanseverler, hem küresel ısınmaya yol açan hem de ithal edilen kömür, petrol ve doğalgazı daha çok seviyoruz” demeyecekler. Türkiye’de iklim değişikliğini dış güçlerin bir komplosu ilan ettiklerinden hiç bahsetmeyecekler. Burada bağıra bağıra söyledikleri, “İklim değişikliğini durdurma çabaları, Türkiye’nin büyümesini istemeyenlerin bir hamlesi” iddiasını kulislerde bile fısıldamayacaklar. Sonuçta muhalefetin bile bir kalitesi var. Zirve bu, kahvehane değil.

Gerçek şu ki, herkes umudunu Paris’e bıraktı. Orada Kyoto’nun yerine geçecek güçlü bir anlaşma çıktı çıktı, çıkmazsa sevdiklerinizle vedalaşabilirsiniz. New York’ta güzel sözler söylenecek ama sazı biz ele almazsak o güzel sözler anlaşma metnine yansımayacak. Bu yüzden, Ankara Tren Garı’ndan bisiklete atlayıp liderliği ele almakta fayda var.