Hiroşima'ya atom bombası atılalı 66 yıl oldu

Fotoğraf: Timothy Takemoto
Yıl 1945.
Tam 250,000
Tam 250,000 kişi,
Topyekün
Topyekün imha...

Kongre'nin kararı
Kongre'nin kararı.
Enola Gay uçak adı
Enola Gay uçak adı.
Paul Tibbets pilottu
Paul Tibbets pilottu.
Şişman Adam'dı biri
Diğeri Küçük Çocuktu.
Bombaların adı buydu
Bombaların adı buydu.

Bulutsuzluk Özlemi'nin Hiroşima adlı parçası 6 Ağustos 1945 yılındaki dehşeti böyle anlatıyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin Japonya'nın Hiroşima kentine atom bombası atmasıyla dünya insan eliyle bir kez daha felakete tanıklık eder. 9 Ağustos'ta ikinci bir atom bombası Nagazaki'yi vurur. 'Şişman Adam' ve 'Küçük Çocuk' adlı iki bomba geride yüzbinlerce ceset bırakır. Ve nesiller boyu can alacak bir düşmanı, radyasyonu.

Nükleer enerji ve atom bombası arasında yumurta ve tavuk ilişkisi var. İkisini birbirinde ayırmak mümkün değil. En kolayı ve doğrusu ikisine birden hayır demek. Nüsed, Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği de bunu yapıyor. Bugün yaptıkları basın açıklamasına e-günlüğümde yer vermeyi önemli buldum çünkü hâlâ bizleri savaş çığlıkları atan insanlar yönetiyor. Hâlâ savaşın çözüm olabileceği masalları anlatılıyor. Türkiye'de silah taşımak, silahlı olmak marifet sayılıyor ve hükümetçe özendiriliyor. Meclis'te beli silahlı vekiller oturuyor. Benim gözümde her biri küçük birer atom bombası...

Nüsed Yönetim Kurulu adına yazılı bir açıklama yapan Dr. Derman Boztok şöyle diyor:

İnsanlık, emperyalizmin 66 yıl önce 1945 yılının 6 Ağustos'unda Hiroşima, 9 Ağustos'ta da Nagazaki'ye attığı atom bombaları ile, tarihinin en büyük kitle kırım ve çevre yıkım silahı ile karşılaştı. Hiroşima'da 120 000, Nagazaki'de 75 000 kişi öldü, bir o kadarı da takibeden günler, yıllar içinde sakatlıklar, kanserler, diğer sistem hastalıkları ve doğuştan olma bozukluklarla acılar içinde yaşamlarını kaybetti. Kentler biyolojik ve fiziksel çevreleriyle tam bir yıkıma uğrarken, yıllar boyu giderilemeyecek radyoaktivite yaşamı tehdit etmeyi sürdürdü. Emperyalizm, sömürü düzenini sürdürebilmede ne kadar güçlü ve kararlı olduğunu insanlığa acımasızca göz dağı vererek kanıtladı.

(...) İnsanlığın asıl düşmanı emperyalizmin yarattığı silahlanma sonucunda halen dünyada Hiroşima'da kullanılanlardan çok daha güçlü ve yeryüzünde uygarlığı sona erdirecek 22 600 kadar nükleer silah bulunmaktadır. Dünya silahlanma harcamalarının beşte biri kadarıyla, Birleşmiş Milletler Binyıl Kalkınma Hedefleri arasında bulunan milyonlarca insanın açlıktan, yoksulluktan kurtarılması, temel sağlık hizmetleriyle anne ve çocuk ölümlerinin önlenmesi mümkün olacaktır.

(...) Türkiye halkı ve Büyük Orta Doğu Bölgesi halkları, emperyalizmin ekonomik krizlerini aşma ve küresel kaynakları kesintisiz sömürebilmek için ekonomik ve toplumsal dönüşümlerle sürdürdüğü yeniden yapılandırma savaşının güncel hedefi durumundadır. Örtülü ve açık, çok yönlü istikrarsızlaştırma özel savaşları sonucunda Yugoslavya, Kafkasya, Afganistan, Irak, Afrika kuzey ve diğer bölgeleri, Filistin, Lübnan, Suriye, Iran ve Pakistan, Türkiye ile birlikte yıllardır sürdürülen insanlık suçu kirli savaşlarla milyonlarca insanını yitirmiştir. İsrail bölgedeki temel nükleer silah gücü durumunda iken, Türkiye de ABD-NATO nükleer silahlarını barındırarak bir yandan halklar için tehdit oluştururken diğer yandan hedef durumunda bulunmaktadır.

(...) Çernobil ve Japonya felaketlerinden sonra, dünyada nükleer enerji santrallerindeki öncü ülkeler, başta Almanya olmak üzere yeni santral yapmama ve çalışanları zaman içinde kapatma kararı alırken, deprem bölgesindeki ülkemizde hükümetler, demokratik kamuoyu ve bilim insanlarının ısrarlı uyarılarına karşın, küresel lobilerin etkisinde akıl almaz biçimde ve yine hukuk dışı anlaşmalarla nükleer santral yapımını dayatmaktadırlar. Hiroşima kırımının 66. yıl dönümünde, dünya barış ve demokrasi güçleri bir kez daha nükleer savaşın kazanan tarafı olmayacağını, tek korunma yolunun bu silahların tamamen yasaklanması olduğunu vurgulamaktadırlar. Bütün ülkelerde yürütülen "Nükleer Silahların Tamamen Ortadan Kaldırılması Uluslararası Kampanyası" milyonlarca barışsever insanı, demokratik toplum kuruluşlarını, sendikaları, yerel yönetimleri, nükleer silahlardan arındırılmış bölgeler için ve nükleer silahların yasaklanmasını öngören "Nükleer Silahlar Sözleşmesi"nin Birleşmiş Milletlerin de desteğiyle bütün ülkelerce kabulu için harekete geçirmiştir.

İklim Değişikliği Eylem Planı'na itiraz

Özgür Gürbüz-Yeşil Ekonomi / 1 Ağustos 2011

Çevre ve Orman Bakanlığı ikiye bölündü. Artık Çevre ve Şehircilik ile Orman ve Su İşleri adlarında iki yeni bakanlığımız var. İklim değişikliği gibi iki bakanlığı da ilgilendiren konularda bürokrasi yükünün artacağı ortada. Konu kentlerden ormanlara, sudan atıklara kadar birçok konuyu ilgilendiriyor. Sadece iki bakanlık değil başka bakanlıkların da çalışma alanına giriyor. Halihazırda bu bile sorun oluyordu.

Şu sıralar iklim değişikliğiyle ilgili yürütülen en önemli çalışma Ulusal Eylem Planı'nın hazırlanması. Çevre ve Orman Bakanlığı da uzun bir süredir bu konuda adeta bir moderatör rolü üstleniyor. Birkaç hafta önce Eylem Planı'nın taslağı kamuoyuna açıklanmıştı. Geçen cuma ise planın sunumu yapıldı ancak bakandan onay alınamadığı için dağıtım yapılmadı. Bize gelen duyumlar birkaç haftadır Tarım'dan Enerji Bakanlığı'na kadar birçok bakanlığın taslakla ilgili son dakika değişikliklerini Çevre Bakanlığı'na ilettiği. Bunlara son dakika itirazları da denebilir. Bütün bakanlıklar kendilerini rahatsız eden bölümlere itiraz edip, taslağı değiştirmiş. Elde dişe dokunur bir şey kaldı mı, göreceğiz.

Taslak kamuoyuna açıklandığında enerji bölümünü incelemiş ve dilim döndüğünce düşüncelerimi bakanlığa iletmiştim. O haliyle beni tatmin etmeyen bir plan vardı önümde. Bakanlığa gönderdiğim metne aynen şöyle başlamıştım: “Eylem planı, genel anlamıyla açık ve net hedefler belirlemiyor. Hedefsiz bir eylem planı da ister istemez amaca hizmet etmekten çok prosedür gereği hazırlanmış bir çalışmayı andırıyor. Türkiye, sera gazı salımlarının büyük bir bölümünü enerji sektörü kaynaklı üreten bir ülke olarak, bu sektörde “devrim” niteliğinde bir değişime gitmeden sorunu çözemez”. İtiraz ettiğim noktaları da sizlerle ana başlıklar halinde paylaşmak istiyorum. Böylece neden böyle düşündüğüm anlaşılabilir.

Enerji bölümündeki ilk hedeflerden biri enerji yoğunluğuyla ilgili. Kritik bir konu. Bugün enerji alanında yaşadığımız birçok soruna çözüm olabilecek önemde. Taslakta, 2015 yılında birincil enerji yoğunluğunun 2008'e göre yüzde 10 azaltılması hedeflenmiş. Neden nihai enerji yoğunluğu değil de birincil enerji yoğunluğu, bunu anlamış değilim.

Burada ikinci itirazım da yüzde 10'luk orana. Eurostat verilerinden yola çıkarsak İrlanda, 1990 yılında 253 kgep (1000 avro değerinde gayri safi yurt içi hasıla yaratmak için harcanan kilogram eşdeğeri petrol) olan enerji yoğunluğunu 2000 yılında 137 kgep'e, 2008'de ise 106 kgep'e indirmiş. Komşumuz Yunanistan 1990 yılında 264 kgep olan enerji yoğunluğu değerini 2000'de 204'e, 2008'de ise 169 kgep'e indirmeyi başarmış. Örnekler çoğaltılabilir ancak enerji yoğunluğu rakamlarının yakınlığı nedeniyle bu iki ülkeyi örnek aldım. Portekiz, Belçika, İsveç gibi ülkeler de 1990'larda Türkiye'ye yakın değerlere sahipti. O ülkelere de bakılabilir. Türkiye ise aynı tabloda yerinde saymış. 1990'da 258 kgep, 2008'de ise neredeyse aynı; 245 kgep. Görüldüğü gibi İrlanda ve Yunanistan sekiz yıl içinde, hem de nihai enerji yoğunluğunda yüzde 10'un çok üzerinde indirimlere gidebilmişler. 1990'a göre eldeki teknolojilerin daha ileride olduğu göz önüne alınırsa, taslaktaki yüzde 10'luk birincil enerji hedefinin 'mütevazi' olduğu görülecektir.

Yenilenebilir enerji kaynaklarında genel bir hedef seçmek yerine kaynak temelli hedefler belirlenmelidir. Eylem planında bu yapılmıyor. Rüzgar enerjisi için her yıl 1000 MW kurulu güç ve 20 yıl sonunda 20 bin MW toplam kurulu güç gibi bir hedef, Türkiye'de yerli türbin ve/veya parça üretiminden, yabancı üreticilerin Türkiye'de fabrika kurmasına kadar farklı ek faydalar yaratacaktır. Kümülatif hedefin kaynak bazında netleştirilmesi bu açıdan önemlidir. Ayrıca, YEK için belirlenen hedef veya çalışmaların yan faydaları içerisinde teknoloji geliştirme ve ihracat olanakları da eklenmelidir. Bu unsurlar göz ardı edilmemelidir.

Plandaki bir başka tartışmalı konu da hidroelektrik santrallerle ilgili. Enerji Bakanlığı'nca belirlenen 140 milyar kilovatsaatlik ekonomik üretim potansiyelinin yüzde 38'lik bölümünün halihazırda kullanıldığı belirtilmiş. Geriye kalan kısmın tamamının kullanılması hedefi, ciddi ekolojik ve sosyal sonuçlar doğuracaktır. Katkı payı yöntemi, yanlış ve/veya eksik ÇED raporları, eksik kamuoyu desteği gibi nedenlerle zaten büyük tartışmalara yol açan HES projelerinin, sadece potansiyele bakılarak, tümünün değerlendirilebileceğini savunmak doğru değildir.

Temiz kömür teknolojileri için yapılacak Ar-Ge ve benzeri araştırmalar sonucu elde edilecek emisyon indirimlerinin yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasıyla elde edilecek indirimler karşısında daha düşük olduğu açıktır. Elimdeki bazı veriler, temiz kömür teknolojisinin yüzde 30 civarında (CO², NOx, SOx) emisyon azaltımına neden olabileceğini göstermektedir. Linyit kömürü kullanıldığında 1 kWs elektrik üretimi için 729 gram CO² eşdeğeri sera gazı salındığı düşünülürse, yüzde 30'luk bir indirim bile YEK'nın salım rakamlarının çok ama çok uzağında kalacaktır. (Rüzgar, güneş ve biyokütle için bu değer kWs başına 20-60 gr arasındadır). Kömür kullanımının iklim eylem planında yer alması anlaşılır gibi değildir.

Planda sadece dağıtım kaybının yüzde 8'e çekileceği hedefi de ilginç. Neden sadece dağıtım? İletim kayıpları önemli değil mi? Dünya bankası rakamlarına göre 2008 yılında Türkiye'nin iletim ve dağıtım kayıpları yüzde 14'tür. Bu rakamın içinde kaçak elektrik kullanımının da olduğu düşünülürse bu yüzde 8'lik hedefin yeterli olmadığı görülecektir. Çin gibi dev bir ülkede bile iletim ve dağıtım kayıplarının oranı yüzde 6'dır. Eğer iletim kaybı ciddi bir oran teşkil etmiyor, yüzde 14'lük rakam sadece dağıtıma aitse yapılan doğru kabul edilebilir ancak durumun böyle olmadığını sanırım herkes biliyor. Bu sorun akıllı şebekelerle çözülür. Küresel iklim değişikliğine yol açan enerji kaynaklı sera gazı emisyonlarının azaltılması için olmazsa olmaz kabul edilen yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımında akıllı şebekeler önemli bir yer tutmaktadır. Bu konunun eylem planında yer almaması, yenilenebilir enerjinin kullanımının sınırlı tutulacağı anlamına gelmektedir.

Tüm bu noktaların yanında eylem planının en büyük eksiği, sera gazı emisyonlarının ne kadar indirileceği veya ne kadar arttırılmayacağına dair bir hedefe sahip olmayışı. Bu haliyle biraz “dostlar alışverişte görsün” der gibiyiz. Bu “alışveriş” in içeriğini de başka yazılara saklayalım.

Rüzgârlı gözleme

Özgür Gürbüz-BirGün Gazetesi / 31 Temmuz 2011

Sözüm ona Çanakkale'ye birkaç günlüğüne tatile gitmiştim. Sözüm ona sadece haftada bir gün yazı yazacak ve insanın yedi gün 24 saatini teslim alan bu gazetecilik illetinden ömür boyu kurtulacaktım. Olmadı. Gelibolu'ndaki hafta sonu tatilim bir anda ufak bir 'iş seyahatine' dönüverdi. Her şey bir gözleme yüzünden oldu; biraz da ayran. Gelibolu yarımadasında Anzak Koyu'na doğru yol alırken karşımıza çıkan gözlemeci de durduk. Yaşamak için yemeği felsefe edindiğim için bu yol kenarındaki gözlemecide benim ilgimi çeken ne o güzel ayran, ne de gözlemeler oldu. Bu konaklama noktasını diğerlerinden özel yapan arkadaki rüzgâr türbinine gözüm takılmıştı bir kere. Doktor meslek hastalığı diyor. Küçük bir rüzgâr türbini, altında da güneş panelleri var. Yeme de yanında yat!

Ferhat Ormancı uzun yıllar önce Bulgaristan'dan Türkiye'ye göçmüş. Yol kenarında kendi yağıyla kavrulan bir tesis kurmak istemiş. Mekan olarak Gelibolu'yu seçmiş. Ayıptır dedim sormadım ama gördüğüm kadarıyla işler fena değil. Sohbetimiz sırasında Ferhat Bey bana Bulgaristan'daki eğitim sistemini anlattı. Bugaristan'da meslek lisesinde okumuş Öğrencilere kaynak yapmasından, musluk tamirine birçok konuda eğitim veriliyormuş. Ormancı, en az beş altı meslek öğrenirler diyor. Öğrencinin hayatla ilgili bir fikri oluyor yani. Belki de bu yüzden olsa gerek Gelibolu'nun hiç durmayan rüzgârı kendisine ilham vermiş.

Reklamsa reklam, böyle işletmeye can kurban misali adını yazmaktan da çekinmiyorum. Doyuranlar Çay Bahçesi'nde tam sekiz tane irili ufaklı buzdolabı var. Bir tane limonata makinası, bir ayran makinası, bir çay ocağı, bir su motoru ve çok elektrik çeken bir de fritöz. Ampulleri, radyoyu, televizyonu, vantilatörleri ve kahve makinası da unutmamak lazım. İşte tüm bu aletlerin olduğu işletmenin elektrik yükünü bir rüzgâr türbini ve güneş enerjisinden elektrik üreten fotovoltaik paneller sağlıyor. 2,5 kilovatlık bir rüzgâr türbini, 2,5 kilovatlık güne paneleri ve bir dizi aküyle Ferhat Ormancı artık elektrik faturası ödemiyor.

Türkiye'nin en rüzgârlı bölgelerinden Çanakkale'de küçük türbin adeta hiç durmadan dönüyor ve elektrik üretiyor. Güneş panelleri de gündüz depoladıkları fazla enerjiyi akülere gönderiyor. Burada depolanan enerji gece boyunca elektrik ihtiyacını karşılıyor. Şebeke bağlantısı olmayan yerlerde buna benzer bir formülle elektrik üretmek ve kâra geçmek aslında yeni keşfedilen bir şey değil. Şebeke bağlantısı için istenen ücret çok yüksek olduğu için bu ve benzeri sitemler dört dörtlük bir çözüm. Buna rağmen çok yaygın değil. İnsanlar eni yeni güneşin gücünü keşfediyor. Genelde yerleşim merkezlerinde uzak bölgelerde jeneratörlerle elektrik üretiliyor. Ormancı da birkaç yıl öncesine kadar dizel jeneratörle elektrik üretiyormuş. rüzgâr ve güneşten oluşan bu yenilenebilir enerji sistemine 55 bin lira harcamış. Daha önce ise her ay dizel jenaratörünün çalışması için 4 bin liralık yakıt parası ödüyormuş. Yılda 48 bin lira ediyor! Kışın daha az müşteri olduğunu hesaa katarsak, ben diyeyim 18 ay, siz deyin iki yıl, Ferhat Bey yatırımını amorti edip kâra geçmiş. rüzgâr türbini ve güneş panellerinin ömrünün 20 yıl olduğu düşünülürse harcanan paranın oldukça aklı başında bir iş için gözden çıkarıldığı görülebilir. Ferhat Ormancı'nın başından ilginç bir olay da geçmiş. rüzgâr türbini kurulduktan bir süre sonra türbine yıldırım düşmüş. Sigortalar atmış, tüm gece elektrik yok. Ormancı, o gece hiçbir şeyi ellemedim diyor. Ertesi gün türbin hiçbir şey olmamaış gibi çalışmaya devam etmiş.

Çanakkale Türkiye'nin en rüzgârlı bölgelerinden biri. Yöre halkı çoğu zaman bu esintinin durmayışından şikayet ediyor. “Kulak kopartan” rügardan şikayet ediyorlar. İş rüzgârdan elektrik üretmeye gelince iş değişiyor. Dünya ortalamalarının üzerinde üretim yapan rüzgâr santralleri de bu bölgede. 1 Mart 2011 itibariyle, Türkiye'deki kurulu rüzgâr gücünün yüzde dokuzu Çanakkale ili sınırları içerisinde kurulmuş. rüzgâr hemen hemen her yerde esiyor ama onu ekonomik ya da kârlı yapan, yıl içinde kaç gün ve hangi şiddette estiği. Çanakkale bu yönden avantajlı. Kuvvetli ve sürekli esen rüzgâr, maliyetleri bölgede üretilen elektriğin fiyatını kilovatsat başına 5-6 dolar cent'e kadar düşürüyor. Birkaç gün önce açıklanan Yenilenebilir Enerji Küresel Durum Raporu'nda (Ren21) her temiz enerji kaynağının üretim maliyetlerine dair rakamlar veriliyor. Raporda, karada kurulan rüzgâr türbinleri için bir kilovatsaat elektriğin üretim maliyetinin 5 ila 9 cent arasında olduğu belirtilmiş. Rüzgârın iyi olduğu yerlerde 5, daha kötü olduğu yerlerde 9 cent. Özetle söylersek Çanakkale ilindeki rüzgâr türbinleri dünyanın en iyileriyle yarışıyor. Ege'de de benzer rakamlar karşınıza çıkıyor. Petrol ve doğalgazımız yok ama onlardan bin kat daha temiz olan rüzgâr enerjimiz var.

Gelibolun'dan eve dönerken aklımda bu rakamlar vardı. Bir yandan da Mersin'de yapılmasına çalışılan nükleer santral. Nükleer santral biterse, sahibi Rus şirketi bize 12,35 cent'ten elektrik satacak. Bize en ucuz dedikleri nükleer 12,35 cent, dünyanın en pahalı rüzgârı 9 cent.

Vallahi topladım olmadı, çıkardım yine olmadı. Gecesini gündüzünü nükleer santralsiz olmaz diye fetvalar vererek geçiren bakanlarımızı ben artık anlayamıyorum. Gelibolu'da gözleme yapan Ferhat Bey'in gördüğünü Ankara neden göremiyor? Gözleme desen Ankara'da da var. Ayran desen, o da bulunur. Belki de işin sırrı coğrafyada gizli. Gelibolu'da arazi düz, deniz açık. Gökle yer birleşiyor, ufku görüyorsun. Ankara'da ise bir sürü alt geçit, tünel falan var; su falan basıyor. Bir iniyor bir çıkıyorsun insanın aklı karışıyor. Belki de ondan.

Hatırlatma:
Akkuyu'da nükleer karşıtı kamp

Mersin Akkuyu'da nükleer santrale karşı çadır kamp kuruldu. 28 Ağustos tarihine kadar nükleer karşıtları çeşitli etkinliklerle nükleer santrale karşı çıkacak. Kamp ücreti kahvaltı, akşam yemeği ve konaklama dahil 11 TL.

Akkuyu'da Öner, Soner ve Güneş anıldı

Akkuyu'da kurulan nükleer karşıtı çadır kampında bugün özel bir anma yapıldı. 2006 yılında Sinopta düzenlenen 'Nükleersiz Yaşam Şenliği'ne katılan ve Karadeniz'in dalgalarına yenik düşen üç genç Soner ve Öner Balta ile Güneş Korkmaz için bugün denize çiçekler bırakıldı.

Mersin Nükleer Karşıtı Platform tarafından düzenlenen anmada yapılan açıklamada, "Nükleere inat,yaşasın hayat sloganıyla nükleer santralleri lanetleyen bizler, özellikle Japonya'da meydana gelen Fukuşima nükleer felaketinden sonra nükleer santrallerin çok güvensiz, doğa ve insan yaşamı için çok tehlikeli bir enerji modeli olduğunu ve nükleer santrallere karşı olduğumuzu Akkuyu'da bir kez daha kamuoyuyla paylaştık. Öner, Soner ve Güneş'in mücadeleleri mücadelemize ışık tutacaktır" dendi.

Mersin Nükleer Karşıtı Platform, 7 Ağustos tarihinde de antralin yapılması planlanan Akkuyu koyuna ev sahipliği yapan Büyükeceli beldesinde bir yürüyüş düzenliyor. Büyükeceli'de kurulan Nükleer karşıtı çadır kampı da 28 Ağustos'a kadar sürecek.