Özgür Gürbüz/1 Temmuz 2010
Yaz konserleri bir başka olur, hele de yukarıda yıldızlar, yakınlarda deniz varsa. Konser boyunca yağmur yağsa bile fark etmez. 4 Temmuz 2010 Pazar günü Heybeliada'da gerçekleştirilecek konser ise diğer yaz konserlerinden de farklı olacağa benziyor. Konser boyunca sahnede yer alacak her türlü elektrikli aletin enerjisi güneşten sağlanacak. Fotovoltaik paneller vasıtasıyla elektrik enerjisine çevrilen güneş ışınları, “Serap Yağız ve Suların Uğultusu” grubunun seslendireceği şarkılar için nota olup, adaya yayılacak.
Heinrich Böll Stiftung Derneği ile Adalar Belediyesi’nin desteği ve işbirliği ile Pazar günü Heybeliada’da “Serap Yağız ve Suların Uğultusu” grubunun yer alacağı bir konser düzenleniyor. Sahne için gerekli elektrikli aletlerin sadece güneş enerjisiyle çalıştırılacağı konser herkese açık ve ücretsiz. Konser, Heinrich Böll Stiftung Derneği’nin 3-8 Temmuz 2010 tarihinde Heybeliada’da düzenlediği “İklim Değişikliği, Akıllı Enerji Politikaları ve Nükleer Enerji” başlıklı yaz okulu kapsamında gerçekleştiriliyor. Yaz okulunda öğrenilenlerin hayata geçirildiği, öğrencilerin teoriyi pratikle birleştirdikleri bir deneyim aslında. Elimizin altındaki, pardon, başımızın üstündeki güneş enerjisini aslında hayatın her alanında kullanabileceğimize güzel bir örnek olan, güneş enerjili müzik konserleri, adeta müziğin de “çevrecisi” olur diyor.
Fikir babası Taner Öngür'e teşekkür etmeden bu yazıyı bitirseydik bir şeyler eksik kalırdı. Taner Öngür, güneş olmazsa yaşamın da olmayacağını anlamış sayılı insanlardan. Güneş olmazsa hiçbir şey olmaz, müzik de olmaz diyenler ve Serap Yağız ve Suların Uğultusu'nun söyleyeceği güneş şarkılarına eşlik etmek isteyenler, Heybeliada planlarını şimdiden yapsa iyi olacak.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Müdür Bey’in karbon ayak izi
Özgür Gürbüz-29 Haziran 2010
İstanbul’un Eyüp İlçesi Milli Eğitim Müdürlüğü’nü dört yıldır vekaleten yürüten ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın akrabasi olan Güsamettin Erdoğan’ın, son 4 yılda 160 ülkeyi dolaştığına ilişkin Haberturk gazetesinde Sultan Uçar imzasıyla çıkan haber düşündürücüdür. CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce tarafından Büyük Millet Meclisi’ne verilen soru önergesinde yer alan, bu gezilerin kimin parasıyla yapıldığı, nasıl zaman bulunduğu gibi yerinde sorulmuş sorulara ek olarak, birkaç soru da ben sormak istiyorum.
Acaba Sayın Erdoğan, kaplan kucaklayarak, devlete ait olmayan belli bir cemaate ait okulları gezerek sürdürdüğü Türkiye’nin örf ve adetlerini tanıtma kampanyası sırasında kendi başına bir çevre katliamı yaptığının farkında mıdır? Bir eğitmen olarak, Sayın Güsamettin Erdoğan acaba küresel ısınma hakkında en ufak bir bilgiye sahip midir? Dört yılda 160 ülke gezmek için oldukça sıkça uçağa bindiğini tahmin ettiğimiz Milli Eğitim görevlisinden bir ricamız var. Vakit bulup da bir gün matematik dersine girebilirse, kendi karbon ayak izini sınıftaki öğrencilere hesaplatmasını rica ediyorum. Daha sonra da yol açtığı çevre katliamının faturasını, Milli Eğitim Müdürlüğü’nün resmi sitesine yerleştirdiği gezi fotoğrafların yanına koymasını.
Eğitime ve barışa kendi çapında katkıda bulunmak için bu gezilere gittiğini söyleyen Erdoğan’ın bindiği uçaklarda harcanan petrol için çıkan savaşlardan da bir haber olduğunu eklemeden edemeyeceğim.
Erdoğan şu anda tatilde olduğu için, derslerde çocuklara öğretilmesi gerektiğini düşündüğüm karbon ayak izi hesaplamasını anlatacak zaman bulamayacaktır. Tatilini yarım bırakmaması için hesaplamanın bir örneğini aşağıda iletiyorum.
Örnek problem:
X ülkesindeki Yemiş adlı müdürün en büyük zevki vakit buldukça farklı ülkelere gidip, fotoğraf çektirmektir. Müdür Yemiş'in son dört yıl içerisinde 160 ülkeyi gezdiği bilinmektedir. Her bir gezinin uçakla yapıldığı ve ortalama gidiş dönüş mesafesinin İstanbul-Londra seyahati kadar olduğu (5038 kilometre) varsayılırsa, Müdür Bey’in son dört yılda atmosfere saldığı karbondioksit miktarını hesaplayınız.
Çözüm:
Uçakla yapılan seyahatlerde her bir kilometre için yaklaşık 0,102 kg CO2* atmosfere salındığına göre, Londra’dan İstanbul’a ve İstanbul’dan Londra’ya yapılan uçuş sonrasında Müdür Yemiş atmosfere 520 kilogram CO2 emisyonu salmıştır. Müdür Yemiş'in 4 yılda buna benzer 160 seyehat yaptığı düşünülürse, sadece uçak seyehatleri sonucunda atmosfere;
160 x 520 = 83 bin 200 kg seragazı saldığı hesaplanabilir.
Bir yıl için bu rakam 20 bin 800 kg olur. Yani, 20,8 ton.
Türkiye’de kişi başına düşen yıllık karbondioksit emisyonunun 4 ton civarında olduğu anımsanırsa, Müdür Yemiş’in sıradan bir vatandaşın ısınmadan elektriğe, ulaşımdan gıda üretimine kadar bir yılda yol açtığı seragazı emisyonunun 5 katını her yıl sadece uçak seyahatleri sonucu atmosfere saldığı ortaya çıkmaktadır.
* Britanya Havayolları’nın hesaplaması esas alınmıştır.
İstanbul’un Eyüp İlçesi Milli Eğitim Müdürlüğü’nü dört yıldır vekaleten yürüten ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın akrabasi olan Güsamettin Erdoğan’ın, son 4 yılda 160 ülkeyi dolaştığına ilişkin Haberturk gazetesinde Sultan Uçar imzasıyla çıkan haber düşündürücüdür. CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce tarafından Büyük Millet Meclisi’ne verilen soru önergesinde yer alan, bu gezilerin kimin parasıyla yapıldığı, nasıl zaman bulunduğu gibi yerinde sorulmuş sorulara ek olarak, birkaç soru da ben sormak istiyorum.
Acaba Sayın Erdoğan, kaplan kucaklayarak, devlete ait olmayan belli bir cemaate ait okulları gezerek sürdürdüğü Türkiye’nin örf ve adetlerini tanıtma kampanyası sırasında kendi başına bir çevre katliamı yaptığının farkında mıdır? Bir eğitmen olarak, Sayın Güsamettin Erdoğan acaba küresel ısınma hakkında en ufak bir bilgiye sahip midir? Dört yılda 160 ülke gezmek için oldukça sıkça uçağa bindiğini tahmin ettiğimiz Milli Eğitim görevlisinden bir ricamız var. Vakit bulup da bir gün matematik dersine girebilirse, kendi karbon ayak izini sınıftaki öğrencilere hesaplatmasını rica ediyorum. Daha sonra da yol açtığı çevre katliamının faturasını, Milli Eğitim Müdürlüğü’nün resmi sitesine yerleştirdiği gezi fotoğrafların yanına koymasını.
Eğitime ve barışa kendi çapında katkıda bulunmak için bu gezilere gittiğini söyleyen Erdoğan’ın bindiği uçaklarda harcanan petrol için çıkan savaşlardan da bir haber olduğunu eklemeden edemeyeceğim.
Erdoğan şu anda tatilde olduğu için, derslerde çocuklara öğretilmesi gerektiğini düşündüğüm karbon ayak izi hesaplamasını anlatacak zaman bulamayacaktır. Tatilini yarım bırakmaması için hesaplamanın bir örneğini aşağıda iletiyorum.
Örnek problem:
X ülkesindeki Yemiş adlı müdürün en büyük zevki vakit buldukça farklı ülkelere gidip, fotoğraf çektirmektir. Müdür Yemiş'in son dört yıl içerisinde 160 ülkeyi gezdiği bilinmektedir. Her bir gezinin uçakla yapıldığı ve ortalama gidiş dönüş mesafesinin İstanbul-Londra seyahati kadar olduğu (5038 kilometre) varsayılırsa, Müdür Bey’in son dört yılda atmosfere saldığı karbondioksit miktarını hesaplayınız.
Çözüm:
Uçakla yapılan seyahatlerde her bir kilometre için yaklaşık 0,102 kg CO2* atmosfere salındığına göre, Londra’dan İstanbul’a ve İstanbul’dan Londra’ya yapılan uçuş sonrasında Müdür Yemiş atmosfere 520 kilogram CO2 emisyonu salmıştır. Müdür Yemiş'in 4 yılda buna benzer 160 seyehat yaptığı düşünülürse, sadece uçak seyehatleri sonucunda atmosfere;
160 x 520 = 83 bin 200 kg seragazı saldığı hesaplanabilir.
Bir yıl için bu rakam 20 bin 800 kg olur. Yani, 20,8 ton.
Türkiye’de kişi başına düşen yıllık karbondioksit emisyonunun 4 ton civarında olduğu anımsanırsa, Müdür Yemiş’in sıradan bir vatandaşın ısınmadan elektriğe, ulaşımdan gıda üretimine kadar bir yılda yol açtığı seragazı emisyonunun 5 katını her yıl sadece uçak seyahatleri sonucu atmosfere saldığı ortaya çıkmaktadır.
* Britanya Havayolları’nın hesaplaması esas alınmıştır.
Mersin'de nükleer karşıtı miting düzenlendi
Özgür Gürbüz / 27 Haziran 2010
Mersin sınırları içerisindeki Büyükeceli beldesinde yapılması planlanan nükleer santrale karşı çıkan sivil toplum örgütleri, parti temsilcileri 26 Haziran'da Mersin'de bir miting düzenledi. 120 farklı kuruluş tarafından desteklenen Nükleer Karşıtı Platform tarafından düzenlenen mitingde, AKP hükümetinin Akkuyu ve Sinop'ta kurmayı planladığı nükleer santral projelerine karşı çıkıldı.
Akkuyu Ruslara satıldı
Nükleer Karşıtı Platform (NKP) tarafından yapılan açıklamada, AKP hükümetinin kamu kaynakları üzerinden rant kazandırmak amacıyla Akkuyu'yu Ruslara sattığı öne sürüldü. Açıklamada, “AKP Hükümeti insanlık suçu işleyerek, Rusların tamamen denetiminde olacak, hammadesi, teknolojisi, çalışacak tüm personeli Rusyadan sağlanacak nükleer santralin kurulum sözleşmesini onaylayarak, nükleer soygun yapmak için Akkuyu'yu Ruslara satmıştır” dendi.
Rusya'yla imzalanan sözleşme karşılığında 15 yılda 71 milyar dolar ödeme yapılacağına dikkat çeken Nükleer Karşıtı Platform, yapılan anlaşmanın halkı daha da yoksullaştıracağına dikkat çekerken, anlaşmanın kapalı kapılar ardında gerçekleştirilmesi ve bölgede yaşayanların fikrinin alınmaması nedeniyle sürecin antidemkratikliğine de dikkat çekti.
Santral fay hattında
Akkuyu'da kurulması düşünülen santrale pahalı, tehlikeli ve atık sorununun çözülememeiş olması gibi nedenlerle karşı çıkan nükleer karşıtları, Mersin'deki aktif Ecemiş Fay Hattı'na da dikkat çekiyor. NKP, “Ülkemiz madenlerinde, tersanelerinde insanları ölüme gönderen, kadercilik zihniyetiyle, bilimsel olmayan tamamen siyasal tercihlerle, Ecemiş Fay Hattı üzerinde kurulacak bir nükleer santralin ülkemizde bir başka Çernobil faciası yaratacağını biliyoruz” açıklmasını yapıyor ve kurulacak santralle enerjide Ruslara yüzde 70'e varan oranlarda bağımlı kalınacağına dikkat çekiyor.
Mersin sınırları içerisindeki Büyükeceli beldesinde yapılması planlanan nükleer santrale karşı çıkan sivil toplum örgütleri, parti temsilcileri 26 Haziran'da Mersin'de bir miting düzenledi. 120 farklı kuruluş tarafından desteklenen Nükleer Karşıtı Platform tarafından düzenlenen mitingde, AKP hükümetinin Akkuyu ve Sinop'ta kurmayı planladığı nükleer santral projelerine karşı çıkıldı.
Akkuyu Ruslara satıldı
Nükleer Karşıtı Platform (NKP) tarafından yapılan açıklamada, AKP hükümetinin kamu kaynakları üzerinden rant kazandırmak amacıyla Akkuyu'yu Ruslara sattığı öne sürüldü. Açıklamada, “AKP Hükümeti insanlık suçu işleyerek, Rusların tamamen denetiminde olacak, hammadesi, teknolojisi, çalışacak tüm personeli Rusyadan sağlanacak nükleer santralin kurulum sözleşmesini onaylayarak, nükleer soygun yapmak için Akkuyu'yu Ruslara satmıştır” dendi.
Rusya'yla imzalanan sözleşme karşılığında 15 yılda 71 milyar dolar ödeme yapılacağına dikkat çeken Nükleer Karşıtı Platform, yapılan anlaşmanın halkı daha da yoksullaştıracağına dikkat çekerken, anlaşmanın kapalı kapılar ardında gerçekleştirilmesi ve bölgede yaşayanların fikrinin alınmaması nedeniyle sürecin antidemkratikliğine de dikkat çekti.
Santral fay hattında
Akkuyu'da kurulması düşünülen santrale pahalı, tehlikeli ve atık sorununun çözülememeiş olması gibi nedenlerle karşı çıkan nükleer karşıtları, Mersin'deki aktif Ecemiş Fay Hattı'na da dikkat çekiyor. NKP, “Ülkemiz madenlerinde, tersanelerinde insanları ölüme gönderen, kadercilik zihniyetiyle, bilimsel olmayan tamamen siyasal tercihlerle, Ecemiş Fay Hattı üzerinde kurulacak bir nükleer santralin ülkemizde bir başka Çernobil faciası yaratacağını biliyoruz” açıklmasını yapıyor ve kurulacak santralle enerjide Ruslara yüzde 70'e varan oranlarda bağımlı kalınacağına dikkat çekiyor.
10 ayda devr-i Asya
Özgür Gürbüz-BirGün/6 Haziran 2010
Fotoğraflar: Selcen Küçüküstel ve Maria Valencia
Çin’de karşınıza çıkan her şey sizi şaşırtabilir. Bazen hayalinizdeki Çin’le günümüzdeki Çin’in arasındaki farklar, bazen yolda gördüğünüz insanlar, belki de yiyecekler. Beni birkaç hafta önce burada en çok şaşırtan olay ise Selcen Küçüküstel adlı bir öğretmenin ziyareti oldu. Adeta, “Çin Çin, ben geldim” der gibi, Pekin’de beni ziyarete geldi. Haberim vardı ama yine de şaşırdım; gelişine değil ama buraya kadar nasıl geldiğine, yol boyunca hiç tanımadıkları insanların arasına nasıl karışıp, aileden biri olmalarına.
Selcen, 10 ay önce Türkiye’den yola çıkarak sırasıyla Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Hindistan, Nepal, Çin ve Moğalistan’ı gezmiş. 10 ayda 10 koca ülke dolaşmış. Beykent Üniversitesi’nde İngilizce dersleri veren 26 yaşındaki Selcen Küçüküstel, okulundan bir yıllık izin alınca kendini bir anlamda yollara atmış. Kaf Dağı’nın ardındaki Zümrüt-ü Anka Kuşu’nu aramaya çıkmış. Çin’de kapımıza kadar gelen genç gezgin dostumuza, “Nerden çıktı bu iş” diye sormadan edemedik. İşte yanıtlar:
Yola yaklaşık 4 yıl önce İran seyahatinde tanıştığım İspanyol bir arkadaşımla (Xavi) başladım. Daha sonra Maria Valencia ile devam ettim. Yolculuğa beraber karar vermedik aslında, tek başıma da olsa ben bu turu yapacaktım. Xavi ile Türkiye’den yola çıktık. Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ı birlikte geçtik daha sonra Orta Asya’da Maria bize katıldı. Kazakistan’dan itibaren Maria ile beraber İran’da bir firmanın hediye ettiği ufak bir motosikletle tura devam ettik. Maria ile de bir başka gezide Mısır’da tanışmıştık. Ben karadan Mısır’a gitmiştim, Maria da İspanya üzerinden çıkıp Kuzey Afrika’yı takip ederek Mısır’a gelmişti. Orada karşılaştık. Maria daha sonra Türkiye’ye geldi, beş ay Türkiye’yi dolaştı. Daha sonra Türkiye’den ayrıldı ve yine yollara düştü.
-Bu ilk seyahatin değil o halde?
İlk seyahatim değil. Orta Asya’da, Güney Doğu Asya’da; Asya ağırlıklı birçok seyahatim oldu. Ama onlar genelde iki ya da üç ay sürüyordu. Bu gezme tutkusu, yolculuk bir hastalık olduğu için bu defa sadece yaz tatilleriyle sınırlı bir seyahat olsun istemedim. Uzun bir tur yapmak istedim.
-Maria ve Xavi çalışıyor mu?
Xavi bankacı, Maria ise doktor. Maria iki yıldır dolaşıyor, benim de aralıksız 10 ay oldu.
-Fikir nasıl ortaya çıktı, niye Asya?
Çok yakın bir arkadaşım vardı, yazar. Onunla oturup konuşurken çıktı bu fikir. Amaç sadece gezmek, yeni bir yer görmek değil, başka bir dert bu. Öyle olsa tura katılırsınız. Simurg masalında kuşlar hayatın anlamını öğrenmek için Kaf Dağı’nın ardına uçarlar. Bir sürü zorlukları aşarlar, kimi geri döner, kimi yolda ölür. En son 30 kuş Kaf Dağı’na varır. Simurg’u sorarlar ama bulamazlar. Ve anlarlar ki, asıl bilgi kendi içindeki bilgidir ve asıl yolculuk kendi içinizde yaptığınız yolculuktur. Bu masal projenin başlangıcı oldu. Olay, varılacak bir hedef değil, yolculuğun kendisidir. Yolda kendini bulmaktır. Projenin adını da o yüzden ‘Kaf Dağı’na yolculuk’ koyduk. Kaf Dağı var mı onu bilmiyoruz, ama bu bahaneyle çıktığımız yolda kendi hayalimizin peşinde koşarken gittiğimiz yerlerdeki insanların hayallerini öğrenmeye çalıştık. Kırgızistan’ın dağlarındaki göçebe ailesinde bir çocuğun hayali nedir? Özbekistan’daki kervansarayda yaşayan yaşlı adam ne istiyor? Projenin üç hattı var. Biz kendi hayallerimizi gerçekleştiriyoruz, oradaki insanların hayallerini öğrenmeye çalışıyoruz ve son olarak gittiğimiz her ülkeden mümkünse masal kahramanının da arayış içinde olduğu bir masal buluyoruz.
-Cebinize para koyup gezmek kolaydır, en iyi yerlerde kalıp. Siz öyle yapmıyorsunuz...
İnsanlar zaten soruyor, çok mu zenginsiniz diye. 10 aylık geziye, iki yıl öncesinden biriktirmeye başladığım toplam 5 bin dolar gibi bir parayla çıktım. Zaten bu para yeter mi diye hesaplayarak da yola çıkmadım.
-Yol boyunca evlerde ağırlanmışsınız, bunun çok da kolay olduğunu düşünmüyorum. Sanırım bu konuda bir yeteneğiniz var.
İnsanların genelde tehlikeli olduğunu değil tam tersine iyi niyetli olduğunu düşünüyorum. Sizin yaklaşımınız çok önemli. Yolculukta mafya babalarıyla tanıştığımız, evlerinde kaldığımız da oldu. Ama bu bile o insanların size bir kötülük yapacakları anlamına gelmiyor. Bir tek Kazakistan-Çin sınırında askerlerin yakınında kaldığımızda sıkıntılı anlar yaşadık. Sonuçta üzerimizde fotoğraf makinesi dışında soyulacak bir şey de yok. İki tişört, iki pantalon...
-Tanrı misafiri olma konusunda herkese garanti verebilir miyiz?
Özellikle Orta Asya’da çok da kolay değil aslında. Kazakistan’ı küçük bir motosikletle gezmek istememiz de biraz bu yüzdendi. Altlarında pahalı bir motosikletle dolaşan iki zengin batılı kadın gibi gezmek istemedik. İnsanlarla aynı seviyede olduğunuz zaman misafirlik başlıyor. Bizim de onlar gibi yardıma ihtiyaç duyduğumuzu gördüklerinde işler değişiyor. Otele gidin dediklerinde, paramızın olmadığını söylüyoruz, paramızın olmadığını anladıklarında işler değişiyor.
-En çok neresi etkiledi seni?
Gürcistan’ı çok sevdim. Doğası bizim Karadeniz gibi ve insanları inanılmaz misafirperver. Kazakistan’ın bâkirliği, ıssızlığı ve hiçbir turistin olmaması çok güzel. En çok Hindistan’da kaldık, üç ay kadar. Bu kadar farklı kültür ve coğrafyayı içeriyor olması şaşırtıcı. Çöl de var, dağ da var ancak karmaşası insanı yoruyor. Hindistan’ı hemen hemen hep bisiklet üstünde gezdik. Bisikletle hiçbir şeyi kaçırmıyorsun. Bundan sonra bir geziyi tamamen bisikletle yapmak istiyorum, görmediğiniz nokta kalmıyor. 10 ay içerisinde Kazakistan’dan Hindistan’a ve Nepal’den Çin’e olmak üzere iki kez uçağa bindim. Moğalistan’dan Türkiye’ye dönerken de bir kez daha uçağa bineceğim. Tibet’te mesleğimi özlediğimi fark ettim, orada öğretmenlik yapmak istedim. Gerçekten öğrenmeye aç birilerini görünce farklı duygulara kapılıyorsunuz.
-Türkiye’de seyahat denilince akla, pahalı turlara katılmak ve özellikle de Avrupa’ya gitmek geliyor...
Avrupa benim çok ilgimi çekmiyor. Para da bahane değil, istendiğinde çok ucuza gezmek de mümkün. Hindistan’da bisikletle gezmeye başladıktan sonra ayda 200 dolar gibi bir para harcayarak dolaşabildik. Çadırda kalmaktan gocunmam, yemeğimi kamp ocağında pişiririm, otostop yaparım, diyorsanız çok ucuza gezmek mümkün. Asya hem ucuz hem de çok daha ilginç. Gürcistan, İran ve Suriye gibi ülkelerden de başlanabilir, vize sorunu yok, yakın ve çok ilginç ülkeler.
-Sağlık sorunları yaşadın mı?
Birkaç kez ishal olmanın dışında hiçbir ciddi hastalık geçirmedik. Bu ülkelerin çoğunda o bildiğiniz uluslararası hijyen standartları yok, sokaktan yemek alıp yiyoruz. Hiçbir şey olmadı. Türkiye’de çoğu aile sadece bu nedenden dolayı herhalde karşı çıkardı böyle bir tura. Benim annem ve babam da gezmeyi çok seviyor. Babam birçok kez Afrika’ya gitti, annem Hindistan’a beni ziyarete geldi. Zengin bir aile de değiliz, ikisi de öğretmen. Annem geldiğinde biraz daha iyi yerlerde kaldık ama yine de çok lüks değildi.
-Bu güzel söyleşi için teşekkür ediyorum ve ‘yolculuk hastalığının’ hiç bitmemesini diliyorum.
Ben de size teşekkür ederim...
Fotoğraflar: Selcen Küçüküstel ve Maria Valencia
Çin’de karşınıza çıkan her şey sizi şaşırtabilir. Bazen hayalinizdeki Çin’le günümüzdeki Çin’in arasındaki farklar, bazen yolda gördüğünüz insanlar, belki de yiyecekler. Beni birkaç hafta önce burada en çok şaşırtan olay ise Selcen Küçüküstel adlı bir öğretmenin ziyareti oldu. Adeta, “Çin Çin, ben geldim” der gibi, Pekin’de beni ziyarete geldi. Haberim vardı ama yine de şaşırdım; gelişine değil ama buraya kadar nasıl geldiğine, yol boyunca hiç tanımadıkları insanların arasına nasıl karışıp, aileden biri olmalarına.
Selcen, 10 ay önce Türkiye’den yola çıkarak sırasıyla Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Hindistan, Nepal, Çin ve Moğalistan’ı gezmiş. 10 ayda 10 koca ülke dolaşmış. Beykent Üniversitesi’nde İngilizce dersleri veren 26 yaşındaki Selcen Küçüküstel, okulundan bir yıllık izin alınca kendini bir anlamda yollara atmış. Kaf Dağı’nın ardındaki Zümrüt-ü Anka Kuşu’nu aramaya çıkmış. Çin’de kapımıza kadar gelen genç gezgin dostumuza, “Nerden çıktı bu iş” diye sormadan edemedik. İşte yanıtlar:
Yola yaklaşık 4 yıl önce İran seyahatinde tanıştığım İspanyol bir arkadaşımla (Xavi) başladım. Daha sonra Maria Valencia ile devam ettim. Yolculuğa beraber karar vermedik aslında, tek başıma da olsa ben bu turu yapacaktım. Xavi ile Türkiye’den yola çıktık. Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’ı birlikte geçtik daha sonra Orta Asya’da Maria bize katıldı. Kazakistan’dan itibaren Maria ile beraber İran’da bir firmanın hediye ettiği ufak bir motosikletle tura devam ettik. Maria ile de bir başka gezide Mısır’da tanışmıştık. Ben karadan Mısır’a gitmiştim, Maria da İspanya üzerinden çıkıp Kuzey Afrika’yı takip ederek Mısır’a gelmişti. Orada karşılaştık. Maria daha sonra Türkiye’ye geldi, beş ay Türkiye’yi dolaştı. Daha sonra Türkiye’den ayrıldı ve yine yollara düştü.
-Bu ilk seyahatin değil o halde?
İlk seyahatim değil. Orta Asya’da, Güney Doğu Asya’da; Asya ağırlıklı birçok seyahatim oldu. Ama onlar genelde iki ya da üç ay sürüyordu. Bu gezme tutkusu, yolculuk bir hastalık olduğu için bu defa sadece yaz tatilleriyle sınırlı bir seyahat olsun istemedim. Uzun bir tur yapmak istedim.
-Maria ve Xavi çalışıyor mu?
Xavi bankacı, Maria ise doktor. Maria iki yıldır dolaşıyor, benim de aralıksız 10 ay oldu.
-Fikir nasıl ortaya çıktı, niye Asya?
Çok yakın bir arkadaşım vardı, yazar. Onunla oturup konuşurken çıktı bu fikir. Amaç sadece gezmek, yeni bir yer görmek değil, başka bir dert bu. Öyle olsa tura katılırsınız. Simurg masalında kuşlar hayatın anlamını öğrenmek için Kaf Dağı’nın ardına uçarlar. Bir sürü zorlukları aşarlar, kimi geri döner, kimi yolda ölür. En son 30 kuş Kaf Dağı’na varır. Simurg’u sorarlar ama bulamazlar. Ve anlarlar ki, asıl bilgi kendi içindeki bilgidir ve asıl yolculuk kendi içinizde yaptığınız yolculuktur. Bu masal projenin başlangıcı oldu. Olay, varılacak bir hedef değil, yolculuğun kendisidir. Yolda kendini bulmaktır. Projenin adını da o yüzden ‘Kaf Dağı’na yolculuk’ koyduk. Kaf Dağı var mı onu bilmiyoruz, ama bu bahaneyle çıktığımız yolda kendi hayalimizin peşinde koşarken gittiğimiz yerlerdeki insanların hayallerini öğrenmeye çalıştık. Kırgızistan’ın dağlarındaki göçebe ailesinde bir çocuğun hayali nedir? Özbekistan’daki kervansarayda yaşayan yaşlı adam ne istiyor? Projenin üç hattı var. Biz kendi hayallerimizi gerçekleştiriyoruz, oradaki insanların hayallerini öğrenmeye çalışıyoruz ve son olarak gittiğimiz her ülkeden mümkünse masal kahramanının da arayış içinde olduğu bir masal buluyoruz.
-Cebinize para koyup gezmek kolaydır, en iyi yerlerde kalıp. Siz öyle yapmıyorsunuz...
İnsanlar zaten soruyor, çok mu zenginsiniz diye. 10 aylık geziye, iki yıl öncesinden biriktirmeye başladığım toplam 5 bin dolar gibi bir parayla çıktım. Zaten bu para yeter mi diye hesaplayarak da yola çıkmadım.
-Yol boyunca evlerde ağırlanmışsınız, bunun çok da kolay olduğunu düşünmüyorum. Sanırım bu konuda bir yeteneğiniz var.
İnsanların genelde tehlikeli olduğunu değil tam tersine iyi niyetli olduğunu düşünüyorum. Sizin yaklaşımınız çok önemli. Yolculukta mafya babalarıyla tanıştığımız, evlerinde kaldığımız da oldu. Ama bu bile o insanların size bir kötülük yapacakları anlamına gelmiyor. Bir tek Kazakistan-Çin sınırında askerlerin yakınında kaldığımızda sıkıntılı anlar yaşadık. Sonuçta üzerimizde fotoğraf makinesi dışında soyulacak bir şey de yok. İki tişört, iki pantalon...
-Tanrı misafiri olma konusunda herkese garanti verebilir miyiz?
Özellikle Orta Asya’da çok da kolay değil aslında. Kazakistan’ı küçük bir motosikletle gezmek istememiz de biraz bu yüzdendi. Altlarında pahalı bir motosikletle dolaşan iki zengin batılı kadın gibi gezmek istemedik. İnsanlarla aynı seviyede olduğunuz zaman misafirlik başlıyor. Bizim de onlar gibi yardıma ihtiyaç duyduğumuzu gördüklerinde işler değişiyor. Otele gidin dediklerinde, paramızın olmadığını söylüyoruz, paramızın olmadığını anladıklarında işler değişiyor.
-En çok neresi etkiledi seni?
Gürcistan’ı çok sevdim. Doğası bizim Karadeniz gibi ve insanları inanılmaz misafirperver. Kazakistan’ın bâkirliği, ıssızlığı ve hiçbir turistin olmaması çok güzel. En çok Hindistan’da kaldık, üç ay kadar. Bu kadar farklı kültür ve coğrafyayı içeriyor olması şaşırtıcı. Çöl de var, dağ da var ancak karmaşası insanı yoruyor. Hindistan’ı hemen hemen hep bisiklet üstünde gezdik. Bisikletle hiçbir şeyi kaçırmıyorsun. Bundan sonra bir geziyi tamamen bisikletle yapmak istiyorum, görmediğiniz nokta kalmıyor. 10 ay içerisinde Kazakistan’dan Hindistan’a ve Nepal’den Çin’e olmak üzere iki kez uçağa bindim. Moğalistan’dan Türkiye’ye dönerken de bir kez daha uçağa bineceğim. Tibet’te mesleğimi özlediğimi fark ettim, orada öğretmenlik yapmak istedim. Gerçekten öğrenmeye aç birilerini görünce farklı duygulara kapılıyorsunuz.
-Türkiye’de seyahat denilince akla, pahalı turlara katılmak ve özellikle de Avrupa’ya gitmek geliyor...
Avrupa benim çok ilgimi çekmiyor. Para da bahane değil, istendiğinde çok ucuza gezmek de mümkün. Hindistan’da bisikletle gezmeye başladıktan sonra ayda 200 dolar gibi bir para harcayarak dolaşabildik. Çadırda kalmaktan gocunmam, yemeğimi kamp ocağında pişiririm, otostop yaparım, diyorsanız çok ucuza gezmek mümkün. Asya hem ucuz hem de çok daha ilginç. Gürcistan, İran ve Suriye gibi ülkelerden de başlanabilir, vize sorunu yok, yakın ve çok ilginç ülkeler.
-Sağlık sorunları yaşadın mı?
Birkaç kez ishal olmanın dışında hiçbir ciddi hastalık geçirmedik. Bu ülkelerin çoğunda o bildiğiniz uluslararası hijyen standartları yok, sokaktan yemek alıp yiyoruz. Hiçbir şey olmadı. Türkiye’de çoğu aile sadece bu nedenden dolayı herhalde karşı çıkardı böyle bir tura. Benim annem ve babam da gezmeyi çok seviyor. Babam birçok kez Afrika’ya gitti, annem Hindistan’a beni ziyarete geldi. Zengin bir aile de değiliz, ikisi de öğretmen. Annem geldiğinde biraz daha iyi yerlerde kaldık ama yine de çok lüks değildi.
-Bu güzel söyleşi için teşekkür ediyorum ve ‘yolculuk hastalığının’ hiç bitmemesini diliyorum.
Ben de size teşekkür ederim...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)