2007 yılında gündemin en üst sıralarında yer alan küresel ısınma Obama’nın iktidara gelişiyle ABD’nin mücadeleye aktif katılmasına rağmen medyada daha az haber konusu olmaya başladı. Uzmanlar, ekonomik krizin ve küresel ısınmanın doğal bir süreç olduğunu iddia eden karşı propagandanın önemine dikkat çekiyor.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 7 Nisan 2009
Avrupa Çevre Ajansı, Lizbon Üniversitesi ve Calouste Gulbenkian Vakfı’nın Portekiz’in Lizbon kentinde düzenlediği Medya ve Çevre adlı toplantıda iklim değişikliği sorunu masaya yatırıldı. Avrupa ve Amerika’dan bilim insanları, medya konusunda araştırmalar yapan akademisyenler ve gazetecilerin katıldığı toplantı iki gün sürdü. İngiltere’de ve Amerika’da birbirinden bağımsız yapılan araştırmalar 2007 yılında medyada gündemden inmeyen “küresel ısınma” konusunun 2008 yılında tam tersi yönde ilerleyerek rutin haber sınıfına girdiğini gösteriyor. Uzmanlara göre, ABD’nin önceki başkanı George Bush’un aksine, küresel ısınmayı durdurmak için önemli hedefler belirleyen ve ekonomik durgunluğu, temiz enerjiye yaptığı yatırımlarla önlemek için milyarlarca dolar harcayan Obama’nın başkanlığı da bu gidişatı değiştirmedi.
Obama’ya kamuoyu desteği şart
Toplantıda özel bir konuşma yapan North Carolina Üniversitesi İletişim Bölümleri profesörlerinden Robert Cox, konuşmasında iklim değişikliğinin insan etkisiyle meydana geldiğini inkar eden yayınların arttığına dikkat çekti ve ekonomik krizin iklim değişikliği sorunun önüne geçtiğine değindi. İngiltere’nin uzaktan eğitim kurumu olan “Open University”de görev yapan ve iklim değişikliği ile medya üzerine çalışmaları bulunan Prof. Joe Smith de benzer bir eğilim İngiltere’de de egemen olduğuna dikkat çekti. Küresel ısınmayı inkar edenlerin, internetteki bloglar, hava durumu sunucuları, köşe yazarları ve sağ eğilimli ‘think-thank’lar aracılığıyla fikirlerini yaydıklarını belirten Smith, “Obama, Kopenhag’da Kyoto devamı bir metne imza atsa bile bunu kongreye götürdüğünde çok ciddi bir kamuoyu desteğine ihtiyacı olacak. Beni asıl endişelendiren bu kamuoyu desteği” diyor.
Obama’nın yeşil enerji planı
* Önümüzdeki 10 yıl içerisinde rüzgar, güneş ve enerji verimliliği gibi temiz enerji kaynaklarına 150 milyar dolar yatırılacak ve 5 milyon kişiye iş sahası açılacak
* Önümüzdeki 10 yıl içerisinde tasarruf ve alternatif teknolojilerle Venezuella ve Orta Doğu’dan ithal edilen petrole ihtiyaç duyulmayacak hale gelinecek.
* 2015 yılına kadar Amerika’da üretilmiş 1 milyon melez (hibrid / elektrik ve petrolle çalışan) otomobil yollarda olacak.
* 2012’ye kadar Amerika’nın elektriğinin yüzde 10’u; 2025’e kadarsa yüzde 25’i yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanacak.
* 2050 yılına kadar Amerika’nın atmosfere saldığı seragazları, karbon ticareti de kullanılarak yüzde 80 azaltılacak.
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
Yeni başkanlar, çevre için ne yapacaksınız?
Yerel seçimler bitti, başkanlar belirlendi. Çevreciler vakit kaybetmeden yeni belediye başkanlarından kentleri iklim değişikliğine neden olmamak için yeniden tasarlamaya çağırdı. REC (Bölgesel Çevre Merkezi) kentleri karbonsuzlaştırmak için beş kademeli bir plan hazırladı.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 2 Nisan 2009
İklim değişikliği tüm dünyayı tehdit ediyor ve insanları yaşam tarzlarını değiştirmeye zorluyor. Dünyadaki seragazlarının yüzde 75’i direkt ve dolaylı olarak kentlerden kaynaklanıyor. REC (Bölgesel Çevre Merkezi) Türkiye, Sürdürülebilir Kentler Birliği (ICLEI) tarafından geliştirilen “İklim Dostu Kentler Kampanyası”nı Türkiye’de de başlattı. Dün seçilen belediye başkanları ve seçmenlerden sürdürülebilir enerji, ulaşım, konut, arazi planlaması ve atık yönetimi politikalarını talep etmeye çağıran REC, bu sayede kentlerden kaynaklanan ve küresel iklim değişikliğine yol açan seragazı emisyonlarının azaltılabileceğini söylüyor.
Beş adımda iklim dostu kentler
İklim Dostu Kentler Kampanyası (ICLEI-CCP) kapsamında kentlerde daha az karbon emisyonu çıkarmak için beş adımdan oluşan bir plan öneriliyor. İlk adımda kentleri, ne kadar seragazı ürettiğini hesaplamaya ve artış tahminleri yapmaya çağıran REC, daha sonra her kentin ne kadar emisyon azaltımı yapabileceği yönünde bir hedef belirlemesini öneriyor. Üçüncü adım ise bu hedefe ulaşabilmek için kentlerde yapılabilecekleri belirlemek. Seragazlarının özellikle kömür ve petrol gibi fosil yakıtlardan kaynaklandığı bilindiği için, binalarda yapılacak enerji tasarrufu, ulaşımda metro gibi toplu taşıma yöntemlerine ağırlık verilmesi seçenekleri ön plana çıkıyor. Dördüncü adım belirlenen uygulamaları hayata geçirmek ve beşincisi ise sonuçları değerlendirmek olarak saptanmış.
Kentlerin kampanyanın göbeğinde yer alması, iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek yerlerin başında yine kentlerin gelmesinden kaynaklanıyor. Çünkü dünya nüfusunun yarısı, Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 75'i kentlerde yaşıyor. Bölgesel sıcaklık yükselmeleri ile birlikte kentlerde hava kirliliği artıyor, kuraklık ve sel olaylarının artışı kentsel su kaynaklarını olumsuz etkiliyor. Kıyı bölgelerindeki yerleşim yerlerinin ileriki on yıllar içerisinde su altında kalma riski bile var.
***
Daha az karbon salımı için yerel yönetimler neler yapabilir?
• Enerji verimliliğinin desteklemesi, temiz ve yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılması
• Daha fazla yeşil alan yaratılması, daha sağlıklı kentleşme politikası
• Katı atık yönetimi ile geri dönüşüm, atık azaltımı, kompost ve metan gazı kullanma altyapısının hazırlanması.
• Ulaşım planlaması ile daha etkin toplu taşıma, yaya ve bisiklet ulaşımı için altyapı oluşturulması.
***
Dünyada İklimler Değişiyor Kömür ve petrol gibi fosil yakıtların tüketilmesi ve orman alanlarının yok edilmesi sonucunda, sera gazlarının miktarı son 500.000 yılın en yüksek düzeyine ulaştı. Son 200 yıldaki en sıcak 10 yıl, son 20 yılda yaşandı. Tüm dünyada kuraklık, sel, kasırga gibi aşırı iklim olayları gitgide artıyor. Türkiye’de ortalama sıcaklıklarda uzun vadede 5-6 C arasında artış ve ortalama yağışlarda ise yüzde 40’a varan oranda azalma bekleniyor.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 2 Nisan 2009
İklim değişikliği tüm dünyayı tehdit ediyor ve insanları yaşam tarzlarını değiştirmeye zorluyor. Dünyadaki seragazlarının yüzde 75’i direkt ve dolaylı olarak kentlerden kaynaklanıyor. REC (Bölgesel Çevre Merkezi) Türkiye, Sürdürülebilir Kentler Birliği (ICLEI) tarafından geliştirilen “İklim Dostu Kentler Kampanyası”nı Türkiye’de de başlattı. Dün seçilen belediye başkanları ve seçmenlerden sürdürülebilir enerji, ulaşım, konut, arazi planlaması ve atık yönetimi politikalarını talep etmeye çağıran REC, bu sayede kentlerden kaynaklanan ve küresel iklim değişikliğine yol açan seragazı emisyonlarının azaltılabileceğini söylüyor.
Beş adımda iklim dostu kentler
İklim Dostu Kentler Kampanyası (ICLEI-CCP) kapsamında kentlerde daha az karbon emisyonu çıkarmak için beş adımdan oluşan bir plan öneriliyor. İlk adımda kentleri, ne kadar seragazı ürettiğini hesaplamaya ve artış tahminleri yapmaya çağıran REC, daha sonra her kentin ne kadar emisyon azaltımı yapabileceği yönünde bir hedef belirlemesini öneriyor. Üçüncü adım ise bu hedefe ulaşabilmek için kentlerde yapılabilecekleri belirlemek. Seragazlarının özellikle kömür ve petrol gibi fosil yakıtlardan kaynaklandığı bilindiği için, binalarda yapılacak enerji tasarrufu, ulaşımda metro gibi toplu taşıma yöntemlerine ağırlık verilmesi seçenekleri ön plana çıkıyor. Dördüncü adım belirlenen uygulamaları hayata geçirmek ve beşincisi ise sonuçları değerlendirmek olarak saptanmış.
Kentlerin kampanyanın göbeğinde yer alması, iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek yerlerin başında yine kentlerin gelmesinden kaynaklanıyor. Çünkü dünya nüfusunun yarısı, Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 75'i kentlerde yaşıyor. Bölgesel sıcaklık yükselmeleri ile birlikte kentlerde hava kirliliği artıyor, kuraklık ve sel olaylarının artışı kentsel su kaynaklarını olumsuz etkiliyor. Kıyı bölgelerindeki yerleşim yerlerinin ileriki on yıllar içerisinde su altında kalma riski bile var.
***
Daha az karbon salımı için yerel yönetimler neler yapabilir?
• Enerji verimliliğinin desteklemesi, temiz ve yenilenebilir enerjinin yaygınlaştırılması
• Daha fazla yeşil alan yaratılması, daha sağlıklı kentleşme politikası
• Katı atık yönetimi ile geri dönüşüm, atık azaltımı, kompost ve metan gazı kullanma altyapısının hazırlanması.
• Ulaşım planlaması ile daha etkin toplu taşıma, yaya ve bisiklet ulaşımı için altyapı oluşturulması.
***
Dünyada İklimler Değişiyor Kömür ve petrol gibi fosil yakıtların tüketilmesi ve orman alanlarının yok edilmesi sonucunda, sera gazlarının miktarı son 500.000 yılın en yüksek düzeyine ulaştı. Son 200 yıldaki en sıcak 10 yıl, son 20 yılda yaşandı. Tüm dünyada kuraklık, sel, kasırga gibi aşırı iklim olayları gitgide artıyor. Türkiye’de ortalama sıcaklıklarda uzun vadede 5-6 C arasında artış ve ortalama yağışlarda ise yüzde 40’a varan oranda azalma bekleniyor.
AB tarım ilacını sınırladı. Türkiye'de ne olacak?
Avrupa Parlamentosu’nun tarım sektöründe kullanılan pestisitlere sınırlama getirmesi hem Avrupa’da hem de Türkiye’de tartışma yarattı. Tarım bitkilerini çeşitli haşerelerden korumak amacıyla kullanılan pestisitlerin bir çoğu, alınan bu karar doğrultusunda yasaklanıyor ve geçiş süreci olarak da azami 10 yıl gibi bir süre tanınıyor.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 1 Nisan 2009
Ocak ayında Avrupa Birliği (AB) tarafından bazı pestisitlerin kullanımını yasaklayan karar öncelikle pestisitlerin, sinir sistemine, iç salgı bezlerine etki eden, kansere yol açan ve genetik yapıyı bozan türlerini devre dışı bırakmayı hedefliyor. Karar, 577’ye karşı 61 oyla alındı ve 20’ye yakın maddenin AB içerisinde kullanımı yasaklandı. Karara karşı ise özellikle İngiltere’den muhalif sesler gelmeye devam ediyor. Tarımda üretim rakamlarını aşağıya çekeceği gerekçesiyle bu yeni düzenlemeye karşı çıkan AB Parlamentosu Muhafazakar Grup milletvekillerinden Neil Parish, bazı ürünlerde yüzde 50’ye kadar rekolte kayıpları yaşanabileceğini öne sürüyor.
Lobici Profesör
En son olarak İngiltere Hükümeti’nin bir numaralı bilim danışmanı Profesör John Beddington da yeni düzenlemeyi bilimsel ve mantıklı olmamakla suçladı. Çevre konularına yer veren dünyaca ünlü “Ecologist” dergisinin bu yoruma yanıtı ise Beddington’ı rengini belli ettiği ve genleri değiştirilmiş ürünlerle tarım ilaçları için şirketler adına lobi yaptığı yönünde oldu.
Sıkı denetim şart
Türkiye’nin bu yasaktan nasıl etkilendiğini sorduğumuz Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Oktay Gürkan ise pestisit kullanımının ülkesel düzeyde yönetilmesinin önemine dikkat çekiyor ve bu konuda disiplinli, hızlı, doğru karar vermek ve dünyayı izlemek gerektiğini söylüyor. Gürkan, “Bu son gelişme sadece bizde değil, tüm AB ülkelerinde olumlu ve olumsuz etkilerinin çokça tartışıldığı bir konu. AB üyesi ülkelerin tümünde pestisit kullanımına neden olan sorunlar aynı olmadığı gibi, ülkemizdeki tarımsal zararlı sorunlar da bunlardan çok farklı. Ülkemizin yetkili uzmanları AB’nin aldığı bu kararı, gerekli platformlarda değerlendirmektedir ve sanırım yakında bu konuda ülkemiz için uygun olan kararı alacaklardır” diyor. Kamuoyunda yaygın olan, pestisit kontrolünün son derece kontrolsüz yapıldığı düşüncesinin doğru olmadığını da söyleyen Gürkan, “Tüm pestisitlerin insan ve çevre sağlığı açısından bilinen ve bilinmeyen riskleri var. Uzman olmayan kişilerin tarım ilaçlarını satması, önermesi, kullanması mutlaka denetim altına alınmalıdır” açıklamasını da sözlerine ekliyor.
Yasak, AB’ye mal satan üreticileri de ilgilendiriyor. Yasağı destekleyen Avrupa Parlamentosu Yeşiller Milletvekili Hiltrud Breyer, “Bu karar, zararlı pestisitlerin başka yerlerde kullanımını da engelleyerek domino etkisi yaratacak. AB’ye ihraç edilen ürünlerin de yasaklı pestisitler içermemsi gerekiyor” diyor.
“Alternatif Yöntemlerin Üzerinde Durulmalı”
Prof.Dr. M.Oktay Gürkan
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
Alternatif tarımsal savaş yöntemleri mutlaka üzerinde durulması ve yaygınlaştırılması gerekli yöntemler. Ülkemizde bu konudaki çalışmalar yaygın, ancak bu yöntemlerin hiçbirisi tek başına kimyasal savaş kadar hızlı, etkili, ucuz ve çiftçiler tarafından kolay uygulanabilir değil. O nedenle ülkemizin çok deneyimli tarımsal savaş uzmanlarının “Entegre Zararlı Yönetimi " programlarını kısa sürede gündeme getirmeleri gerekli. Pestisit kullanımı da bu programlar içinde daha kolay kontrol edilebilir, çiftçiler eğitilebilir.
***
Arıların kaybolmasından da pestisitler sorumlu
Pestisitlere karşı alınan bu kararın nedenlerinden biri de arıların esrarengiz bir biçimde ortadan kaybolması. Almanya’daki Julius Kuehn Enstitüsü’nde yapılan araştırmalar, ölen 30 arıdan 29’unun, meyve ve sebzeleri sinek ve kurtlardan korumak için kullanılan pestisitlerle ilgili olduğunu ortaya koymuştu.
Özgür Gürbüz - Gazete Habertürk / 1 Nisan 2009
Ocak ayında Avrupa Birliği (AB) tarafından bazı pestisitlerin kullanımını yasaklayan karar öncelikle pestisitlerin, sinir sistemine, iç salgı bezlerine etki eden, kansere yol açan ve genetik yapıyı bozan türlerini devre dışı bırakmayı hedefliyor. Karar, 577’ye karşı 61 oyla alındı ve 20’ye yakın maddenin AB içerisinde kullanımı yasaklandı. Karara karşı ise özellikle İngiltere’den muhalif sesler gelmeye devam ediyor. Tarımda üretim rakamlarını aşağıya çekeceği gerekçesiyle bu yeni düzenlemeye karşı çıkan AB Parlamentosu Muhafazakar Grup milletvekillerinden Neil Parish, bazı ürünlerde yüzde 50’ye kadar rekolte kayıpları yaşanabileceğini öne sürüyor.
Lobici Profesör
En son olarak İngiltere Hükümeti’nin bir numaralı bilim danışmanı Profesör John Beddington da yeni düzenlemeyi bilimsel ve mantıklı olmamakla suçladı. Çevre konularına yer veren dünyaca ünlü “Ecologist” dergisinin bu yoruma yanıtı ise Beddington’ı rengini belli ettiği ve genleri değiştirilmiş ürünlerle tarım ilaçları için şirketler adına lobi yaptığı yönünde oldu.
Sıkı denetim şart
Türkiye’nin bu yasaktan nasıl etkilendiğini sorduğumuz Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Oktay Gürkan ise pestisit kullanımının ülkesel düzeyde yönetilmesinin önemine dikkat çekiyor ve bu konuda disiplinli, hızlı, doğru karar vermek ve dünyayı izlemek gerektiğini söylüyor. Gürkan, “Bu son gelişme sadece bizde değil, tüm AB ülkelerinde olumlu ve olumsuz etkilerinin çokça tartışıldığı bir konu. AB üyesi ülkelerin tümünde pestisit kullanımına neden olan sorunlar aynı olmadığı gibi, ülkemizdeki tarımsal zararlı sorunlar da bunlardan çok farklı. Ülkemizin yetkili uzmanları AB’nin aldığı bu kararı, gerekli platformlarda değerlendirmektedir ve sanırım yakında bu konuda ülkemiz için uygun olan kararı alacaklardır” diyor. Kamuoyunda yaygın olan, pestisit kontrolünün son derece kontrolsüz yapıldığı düşüncesinin doğru olmadığını da söyleyen Gürkan, “Tüm pestisitlerin insan ve çevre sağlığı açısından bilinen ve bilinmeyen riskleri var. Uzman olmayan kişilerin tarım ilaçlarını satması, önermesi, kullanması mutlaka denetim altına alınmalıdır” açıklamasını da sözlerine ekliyor.
Yasak, AB’ye mal satan üreticileri de ilgilendiriyor. Yasağı destekleyen Avrupa Parlamentosu Yeşiller Milletvekili Hiltrud Breyer, “Bu karar, zararlı pestisitlerin başka yerlerde kullanımını da engelleyerek domino etkisi yaratacak. AB’ye ihraç edilen ürünlerin de yasaklı pestisitler içermemsi gerekiyor” diyor.
“Alternatif Yöntemlerin Üzerinde Durulmalı”
Prof.Dr. M.Oktay Gürkan
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü
Alternatif tarımsal savaş yöntemleri mutlaka üzerinde durulması ve yaygınlaştırılması gerekli yöntemler. Ülkemizde bu konudaki çalışmalar yaygın, ancak bu yöntemlerin hiçbirisi tek başına kimyasal savaş kadar hızlı, etkili, ucuz ve çiftçiler tarafından kolay uygulanabilir değil. O nedenle ülkemizin çok deneyimli tarımsal savaş uzmanlarının “Entegre Zararlı Yönetimi " programlarını kısa sürede gündeme getirmeleri gerekli. Pestisit kullanımı da bu programlar içinde daha kolay kontrol edilebilir, çiftçiler eğitilebilir.
***
Arıların kaybolmasından da pestisitler sorumlu
Pestisitlere karşı alınan bu kararın nedenlerinden biri de arıların esrarengiz bir biçimde ortadan kaybolması. Almanya’daki Julius Kuehn Enstitüsü’nde yapılan araştırmalar, ölen 30 arıdan 29’unun, meyve ve sebzeleri sinek ve kurtlardan korumak için kullanılan pestisitlerle ilgili olduğunu ortaya koymuştu.
Grevdeki sendikaya önce “ergenekon” suçlaması sonra “hırsız” şoku
İşçileri aylardır grevde olan Türk-İş’e bağlı Deri-İş sendikasına önce işveren “Ergenekon” suçlaması yaptı ardından sendikanın merkezine hırsız girdi. Hırsız, sendikanın tüm bilgilerinin olduğu bilgisayarı çaldı.
Özgür Gürbüz / 1 Nisan 2009
Tek başına çıktığı grevde 272. gününe giren Emine Arslan’ın üye olduğu Deri-İş sendikasına Ergenekon’un gizli ortağı suçlaması yapıldı. DESA adlı şirketin sahibi Melih Çelet tarafından, Samanyolu TV’de yayınlanan programda yapılan iddialarda, Ergenekon örgütünün taşeronu olduğu iddia edilen Devrimci Karargah Örgütü’nün bazı sendikaları kullanarak işçileri sokağa dökeceği ve kargaşa çıkaracağı söylendi. 22 Mart tarihinde yayınlanan programın sonlarında ise DESA’nın sahibi Çelet söz aldı ve sendikal süreçte anlaşamadığı işçilerin yaptıkları eylemleri bir senaryo olarak tanımladı. Programdan sonra önce sendikanın web sayfası saldırıya uğradı. 30 Mart günü ise sendika genel merkezine hırsız girdi ve sendikayla ilgili bilgilerin olduğu iki bilgisayar çalındı.
Konu hakkında, Samanyolu TV binası önünde bugün (1 Nisan 2009) bir basın açıklaması yapacak olan sendika yetkilileri, “Ulusal ve uluslararası boyutta sendikamıza olan desteğin artması ile bize yönelik çirkin saldırıların şekli ve rengi giderek değişmektedir. Sendikamız ciddi bir komplo ile karşı karşıyadır” açıklamasını yapıyor.
Patrondan garip açıklama
DESA grevi kamuoyunda özellikle türbanlı işçi Emine Arslan'ın tek başına Sefaköy'deki fabrika önünde yaptığı direnişle Türkiye'de duyulmuştu. Samanyolu'nun 22 Mart tarihli haberi, Emine Arslan'ın Avrupa'da satılan DESA ürünlerini boykot için İtalya, İspanya ve Fransa’da yabancı mağazaların önünde açıklamalar yapıp uluslararası konfederasyonlarla işbirliğine gitmesinden hemen sonra yayınlandı. Çelet’in televizyonda yaptığı açıklamada, “Hiç algılamadığımız veya beklemediğimiz bir şekilde Avrupa’da, Avrupa sendikaları tarafından dünyadaki hizmet vermeye devam ettiğimiz dünya markalarına anında bir naskı uygulamaya başladılar” sözlerine yer veriliyor. Halbuki Deri-İş’in, sendikaya üye olmaları nedeniyle işten atılan işçiler için sürdürdüğü mücadeleyi büyüteceği ve bunu uluslararası arenalara taşıyarak firmaya boykot çağrısı yapacağı biliniyordu. Çelet’in açıklamaları bu nedenle çok inandırıcı gözükmüyor daha çok sendika ve işçilere yönelik bir karalama kampanyasına benziyor.
Özgür Gürbüz / 1 Nisan 2009
Tek başına çıktığı grevde 272. gününe giren Emine Arslan’ın üye olduğu Deri-İş sendikasına Ergenekon’un gizli ortağı suçlaması yapıldı. DESA adlı şirketin sahibi Melih Çelet tarafından, Samanyolu TV’de yayınlanan programda yapılan iddialarda, Ergenekon örgütünün taşeronu olduğu iddia edilen Devrimci Karargah Örgütü’nün bazı sendikaları kullanarak işçileri sokağa dökeceği ve kargaşa çıkaracağı söylendi. 22 Mart tarihinde yayınlanan programın sonlarında ise DESA’nın sahibi Çelet söz aldı ve sendikal süreçte anlaşamadığı işçilerin yaptıkları eylemleri bir senaryo olarak tanımladı. Programdan sonra önce sendikanın web sayfası saldırıya uğradı. 30 Mart günü ise sendika genel merkezine hırsız girdi ve sendikayla ilgili bilgilerin olduğu iki bilgisayar çalındı.
Konu hakkında, Samanyolu TV binası önünde bugün (1 Nisan 2009) bir basın açıklaması yapacak olan sendika yetkilileri, “Ulusal ve uluslararası boyutta sendikamıza olan desteğin artması ile bize yönelik çirkin saldırıların şekli ve rengi giderek değişmektedir. Sendikamız ciddi bir komplo ile karşı karşıyadır” açıklamasını yapıyor.
Patrondan garip açıklama
DESA grevi kamuoyunda özellikle türbanlı işçi Emine Arslan'ın tek başına Sefaköy'deki fabrika önünde yaptığı direnişle Türkiye'de duyulmuştu. Samanyolu'nun 22 Mart tarihli haberi, Emine Arslan'ın Avrupa'da satılan DESA ürünlerini boykot için İtalya, İspanya ve Fransa’da yabancı mağazaların önünde açıklamalar yapıp uluslararası konfederasyonlarla işbirliğine gitmesinden hemen sonra yayınlandı. Çelet’in televizyonda yaptığı açıklamada, “Hiç algılamadığımız veya beklemediğimiz bir şekilde Avrupa’da, Avrupa sendikaları tarafından dünyadaki hizmet vermeye devam ettiğimiz dünya markalarına anında bir naskı uygulamaya başladılar” sözlerine yer veriliyor. Halbuki Deri-İş’in, sendikaya üye olmaları nedeniyle işten atılan işçiler için sürdürdüğü mücadeleyi büyüteceği ve bunu uluslararası arenalara taşıyarak firmaya boykot çağrısı yapacağı biliniyordu. Çelet’in açıklamaları bu nedenle çok inandırıcı gözükmüyor daha çok sendika ve işçilere yönelik bir karalama kampanyasına benziyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)