Kelebek etkisi

Özgür Gürbüz-BirGün/28 Temmuz 2013

Foto: E. A. Gürbüz
Avrupa’nın 19 ülkesinde 17 farklı kelebek türü uzun yıllardır takip ediliyor. Sayıları not alınıyor. Son araştırmalar gözlem altındaki kelebeklerin sayısının geçen 21 yılda yüzde 50 oranında azaldığını tespit etti. Avrupa Çevre Ajansı’nın yayımladığı araştırma çayır ve meralarda görülen kelebeklere odaklanmış. 17 farklı kelebek türünün sekizinin sayısı azalmış. İki türün nüfusu aynı kalmış, sadece bir türde artış tespit edilmiş. Kalan altı türün durumu belirsiz. Kelebek yemediğimize (henüz) göre sorun yok diye düşünebilirsiniz ama bu bir hata olur. Tehlike çanları çalıyor.

Rapora göre kelebeklerin yok olmasının en büyük nedeni değişen tarım toplumu. Kelebekler geleneksel tarımın yapıldığı yerleri seviyor. Buralarda biyoçeşitlilik zengin, tek bir tür yerine onlarcası var. Çiftçiler ise tercihlerini endüstriyel tarımdan yana yapıyor. Geleneksel tarım yapanlara sistem fazla şans tanımıyor. Avrupa’da çayır ve mera kelebeklerinin sevdiği arazilerde yoğun tarım uygulamalarının artması, tek tip ürünlerin yetiştirilmesi biyoçeşitliliği azaltıyor, kelebek nüfusunu da. Bir başka neden de insanların sulak alanları ve dağları terk etmeleri. İnsanların terk ettiği bu alanlarda otların boyu yükseliyor, bakımsız bahçeler çoğalıyor ve küçük çalılarla doluyor. Kısacası, köylülerin kentlere göç etmesi kelebekleri de etkiliyor.
 
KELEBEKLER NE İŞE YARAR?
Gözümüze hoş geldiği için biz öyle düşünebiliriz ama kelebeklerin doğada var olma nedeni dekoratif amaçlı değil. Onların da ekolojik dengenin korunması için üstlendiği görevler var. Polenleri yaymak, yaprak bitlerini ve çürümüş meyveleri yemek gibi. Çürümüş meyvelerden koparılan parçalar onların doğada daha kolay çözülmelerini sağlıyor. Kertenkeleden kuşlara, yarasalardan yılanlara kadar birçok hayvanın kelebeklerle beslendiğini de unutmamak lazım. Bir de kelebek etkisi dediğimiz bir şey var…
 
Kelebek etkisi daha çok ‘kaos teorisi’yle ilgili ama ekolojide de sıkça kullanılır. Yaşam döngüsünün bir bütün olduğunu, halkanın en ufak parçasının zarar görmesinin sistemin bütününü etkileyeceğine işaret eder. Ormanlar olmazsa kuşlar, balık olmazsa yunus, yunus olmazsa deniz olmaz. Kelebekler doğanın en hassas türlerinden biridir. Kelebekler yok oluyorsa doğa bilimciler bunu tehlikeli bir işaret olarak algılar çünkü bu, başka türlerin de tehdit altında olduğunun işaretidir. İnsan nüfusunun yarısının 21 yılda yok olduğunu bir düşünün. Şimdi soralım, tehlikenin farkında mıyız?

MİLLİ PARKA HES OLUR MU?
Aklı başında insanlar tarafından yönetilen ülkelerde milli parklara ağaç, çiçek, kuş ve benzeri börtü böcek görmeye gidilir. Biz ise milli parka maden, baraj, inşaat görmeye gidiyoruz. Çok fena kalkınan bir ülkenin çocuklarıyız ne de olsa. Milli değerlerimiz çimento, kürek ve dozer oldu. Bir de ayran var. Çimento sevmeyeni öldürür, kürekten kaçanı döver, dozerin önüne yatanı da ezer geçeriz. Bu kapsamda yürütülen, “milli parkların millileştirilmesi” projesi sürüyor. Sıra geldi Türkiye’nin kelebeklerine.

Son durak Antalya’nın Kemer İlçesi’ndeki Beydağları Sahil Milli Parkı. Milli Park’taki Kesme Boğazı’nda HES yapımı gündemde. Burası Kemer Orkidesi ve Safranı gibi nadir bulunan 32'si endemik, 111 bitki türüne ev sahipliği yapan bir bölge. Ege Yenilenebilir Enerji A.Ş. adlı şirket burada 2 MW gücünde bir hidroelektrik santrali kurmak istiyor. Küçük bir santral için yıllardır korunan milli park feda edilecek. Kimse burada üretilecek elektriğe ihtiyacımız var mı diye sormuyor. Hükümet durmadan artan elektrik talebinden bahsediyor ama yaptıkları talep tahminleri durmadan yanılıyor. Türkiye’de enerjide plansızlık ve kontrolsüzlüğün bedelini doğa ve bizler ödüyoruz.

ÇÖZÜM ÇOK
İkinci olasılığı da düşünelim. Diyelim ki bu baraja ihtiyacımız var. Bu santralin üreteceği elektrik bir tek rüzgar türbiniyle üretilebilir. Küçük barajlardan elektrik üretmenin maliyeti 2-16, rüzgardan üretmenin maliyeti 5-16 dolar sent arasında. Bir üçüncü yol daha var ki benim en sevdiğim; enerjiyi akıllı kullanmak, tasarruf yapmak. Bu baraj yılda 5 milyon kilovatsaat civarında elektrik üretecek. Tükettiğimiz elektriğin 52 binde biri kadar. Geceleri boşa yanan neon ışıklarının veya bina aydınlatmalarının bazılarını kapatsanız yeter. İşte bu yüzden Türkiye’de enerji politikalarının yetersiz olduğunu, iyi yönetilmediğini durmadan söylüyoruz. İyi bir şeyler yapılsa onları da yazacağız.

Belirtmekte fayda var, milli parklara yenilenebilir enerji santrallerinin kurulmasının önünü Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti açtı. 2010 yılında 5346 numaralı kanuna koydukları bir ek fıkrayla (Ek fıkra: 29/12/2010-6094/5 md.) milli parklara bakanlık onayıyla yenilenebilir enerji santrali yapılmasının önü açıldı. Çevrecinin daniskası başbakanımızın başında olduğu hükümetten bahsediyorum. Hani, her yere fidan dikenlerden. Anladınız siz onu.

Parfümler için hayvanları öldürmeyin

Özgür Gürbüz-BirGün/21 Temmuz 2013

Avrupa’da kozmetik ürünlerin hayvanlar üzerinde denenmesi yasak Türkiye’de değil ama işin vicdan tarafına bakarsanız Türkiye önde. Türkiye’de deneme işi bizzat bu kozmetik ürünlerini kullanan hayvan türü, insanlar üzerinde de yapılıyormuş. Kısaca bizde ayrım yok, herkes kobay. Bu durumda etik açıdan Avrupa’nın önünde olduğumuzu söyleyebiliriz.

Türkiye’nin bu başarısından kazara, Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun 325 kozmetik ürününü denetlemesi sonucunda haber aldık. İnsanların da denekler arasında olduğunu böylece öğrendik. Denetlenen 325 ürünün 20 tanesinde küf ve maya sayısı ile mikrop miktarı kabul edilebilir değerlerin üzerinde çıktı. Bebek şampuanından sabuna, gül suyundan salyangoz kremine kadar birçok kozmetik ürünü sağlığa zararlı. İçlerinden bir tanesinin adı bitkisel, doğal mangolu şampuan; orjinali haliyle İngilizce. Bizim memlekette doğal olana natural demek makbul. Görüldüğü gibi bazı havalı kelimeleri İngilizce yan yana sıralamak o ürünü yeşil ürün yapmaya yetmiyor.  

TÜRKİYE DE YASAKLAMALI
Piyasada satılan kozmetik ürünlerinin sağlığa zararlı olması üzücü ve ürkütücü ama insanlar için bir anlamda uyarı niteliğinde. Bu haber, hayvanların çektiklerini anlamak için bir duygusal bağ kurmanıza yarayabilir. İnsanların kullandığı kozmetik ürünler birçok ülkede hayvanlar üzerinde deneniyor; ilaçlar da öyle. Avrupa Birliği(AB) bir adım attı. Bitmiş kozmetik ürünlerin hayvanlar üzerinde denenmesini 11 Eylül 2004’te yasakladı. Bu ürünlerin içeriğinin hayvanlar üzerinde denemesine 11 Mart 2009’da, hayvanlar üzerinde denenmiş her türlü kozmetik ürünün satışına da 11 Temmuz 2013’te son verdi. Artık Avrupa’da, hazırlanışı sırasında veya sonrasında hayvan canı almış bir kozmetik ürünü satın alma şansınız yok. Avrupa bundan sonra çözümü laboratuvar deneylerinde arayacak. Hayvansız deney yöntemlerinin geliştirilmesi için de 2007- 2011 arasında 238 milyon avroluk bir fon kullandırıldı. Türkiye’de de benzer bir yasak hemen devreye girmeli yoksa bu firmaların deney hayvanlarıyla ülkemizi üs edinmeleri söz konusu olabilir. Bir anlamda, eski teknoloji transferine maruz kalabiliriz.

Avrupa kozmetikte deney yasağıyla ABD, Çin gibi milyonlarca tüketiciye sahip diğer ülkelerin yapamadığını başarmış oldu. Yine de tablo iç açıcı değil. Avrupa Birliği’ndeki yasak bazı istisnai durumlar dışında kozmetik ürünlerinin hayvanlar üzerinde denetlenmesini yasaklıyor ancak deterjan gibi birçok kimyasal ürün için benzer bir yasak yok. Avrupa’da her yıl 12 milyon hayvan deneylerde kullanılıyor. Kozmetikte deney yasağı 12 milyon hayvandan sadece 2 bininin hayatını kurtaracak. Hayvan hakları savunucuları bu durumdan memnun değil ancak kozmetikteki yasağın yeni deney yöntemlerinin bulunmasına yarayacağını düşünüyor.  Tıbbi ilaçlar konusunda hayvan deneylerinden başka yöntemlere geçmek o kadar kolay olmayacak. İlaç sektöründeki dev şirketleri ikna etmek kolay değil ama “bu daha başlangıç” diyelim.

KONTROL DEVLETTE
Türkiye’de hayvanlar üzerinde deney meselesi, Hayvan Deneyleri Merkezi Etik Kurulu’nun (HADMEK) sorumluluğunda. Kurul’un 18 üyesi var, 10’u bakanlıklardan geliyor. Bir de yerel kurullar (HADYEK) var. Genelde üniversitelerin bünyesinde kuruluyor. Yerelde HADYEK yoksa orada hayvan deneyi yapmak mümkün değil. Hayvanlar üzerinde deney yapacaklar HADYEK’ten izin almak zorunda. Bu kurullarda da sivil toplumun temsili merkezdeki denetim birimi gibi azınlıkta. Amaç, hayvanlar üzerinde yapılacak tüm işlemlerin etik yönden kabul edilebilir sınırlarını belirlemek. Bu hayvanların ölmemesi anlamına gelmiyor tabi. Türkiye’de fare, sıçan, tavşan, kobay, dağ sıçanı (golden hamster), köpek, kedi, bıldırcın ve insan türü dışındaki primatlar deney hayvanı olabiliyor. Sokak hayvanlarının deney hayvanı olması yasak ama denetlemeler ne kadar iyi orası şüpheli. Hayvanların başına gelenleri daha iyi anlamak için yerel etik kurulların çalışma ilkelerinden birkaç maddeyi yazmakta fayda var.

Madde 14- C: Ağır acı, stres ya da buna denk eziyet veren deneylerde bir hayvanın bir defadan fazla kullanılmamasını sağlamak.

Madde 14-İ: Deney hayvanlarına gereksiz acı ve ağrı verecek deneylerin uygun bir anestezi yöntemi uygulanmasını ve araştırmalarda uygun ağrı kesici ve anestezi kullanılmasını sağlamak.

Kozmetik ürünler alırken hayvanlar üzerinde denenmemiş olanlarını seçmek sizin elinizde. İlaç firmalarını yöntem değiştirmeye zorlamak da. Bundan sonrası sizin vicdanınıza kalmış. Devrim sadece sokakta değil zihinde, evde, mahallede kısaca her yerde gerçekleşecek. HES’leri görüp ahlayıp vahlayanların elektrik tüketimini azaltma konusunda hiç çaba göstermemesi, hayvanları sevdiğini söyleyenlerin parfümlerine veda edememesi, falanca yemek için kilometrelerce yol yapılması hep içimizdeki bu yaman çelişkiyi gösteriyor. Çelişkiler azaldıkça başka bir dünya özlemi de azalacak.

TRT payı yenilenebilir enerjiye ayrılsın

Özgür Gürbüz-BirGün/14 Temmuz 2013

Türkiye’de toplanan vergilerin yüzde 70’e yakını dolaylı vergi. Kazanandan vergi toplayamayan hükümet faturayı halka çıkarıyor. Petrolden, cep telefonundan, köprü ve otoyollardan topladığı dolaylı vergilerle bütçeyi denkleştirmeye çalışıyor. Bakan Mehmet Şimşek’in itirafıyla, deprem vergisi diye alınan paralarla “duble yol” yapıldığı ortaya çıkınca işin aslı daha iyi anlaşılmıştı. 2012’de petrolden elde edilen dolaylı vergiler 50 milyar TL’den fazla. Bu paralar kim bilir nerelerde harcanıyor? Doğru dürüst vergi toplanmadığı için herkesin mecburen tükettiği ve kayıt altına alınabilen harcamalardan alınan vergiler yüksek tutuluyor. Akaryakıt, cep telefonu, doğalgaz, zorunlu sigortalar, ÖTV, otoyol ve köprü ücretleri ve harçlar devletin ayıbını örtmek için kullandığı araçlar. Halbuki vergiyi kazanandan alsalar, akaryakıttan alınan vergiler azalacak, dolayısıyla otobüs biletinin ücreti düşecek. Cep telefonuyla konuşmak bu kadar pahalı olmayacak. Bu birinci sorunumuz. Kazananın ödemediği vergi başkalarından tahsil ediliyor. Vergi adaleti yerlerde sürünüyor.

İkinci sorunumuz ise toplanan vergilerin harcanmasıyla ilgili. Vergilerinizin nerede harcanacağına dair tek söz söyleyemiyorsunuz. Toplanan vergiler herkese hizmet veren kamusal yatırımlara gitse sorun yok ama öyle örnekler var ki insanı çıldırtacak cinsten. Sünni Müslüman olmayanların vergisinin diyanet bütçesine aktarılması, camilere ücretsiz elektrik verilmesi, ödediğiniz elektrik faturalarından TRT’nin masraflarının karşılanması gibi. Evet, dağıtım şirketleri elektrik enerjisi satış bedelinin yüzde ikisini faturalara yansıtıp, topladıkları parayı TRT’ye aktarıyor. Az buz değil, 2012 yılında elektrik faturalarından alınan TRT payı 660 milyon TL’den fazla. Hükümetin resmi propaganda aracı gibi çalışan bir kanala ben neden vergilerimle destek oluyorum? TRT’yle elektrik tüketiminin ne ilgisi var?

Enerji Bakanı Taner Yıldız geçenlerde TRT payının kaldırılma ihtimalinden bahsetti ama bu mesele artık yılan hikayesine döndü. Çoğumuz elektrik faturamıza üstünkörü bakıyoruz, belki de o nedenle ses çıkaran çok az. Önerim bu payın kaldırılması yerine yenilenebilir enerji yatırımlarına veya enerji verimliliğine aktarılması. Almanya’da benzer bir uygulama var. Tüketilen her kilovatsaat elektrik başına 5,27 avro sent (13 kuruş) alınıyor ve bu para rüzgar, güneş, jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına aktarılıyor. Bizde de TRT payı, aynı şekilde kullanılabilir. Bugün 100 liralık elektrik faturası ödeyen herkesten yaklaşık 12-13 kuruş TRT için kesiliyor. Miktar Almanya’yla kıyaslanamayacak kadar az ama ödediğimiz verginin doğru yere gitmesi anlamında örnek olabilir. Binasına yalıtım yapmak isteyenlere verilecek düşük faizli kredilere kaynak olabilir, güneş veya rüzgar enerjisine verilen alım garantisine eklenebilir. Böyle yapılırsa en azında elektrik için verilen para elektriğe gider. Bugünkü sistemde kömür ve nükleer gibi kirli kaynakların önünde hiçbir caydırıcı yaptırım olmadığı için yenilenebilir enerji kaynakları haksız rekabetle karşı karşıya kalıyor. Çevreyi kirletmemeye çalıştıkları için adeta cezalandırılıyorlar. Dillerden düşürülmeyen serbest piyasa bile enerji piyasası söz konusu olunca bir ucube aslında.

TURİSTİK MADEN
Elektrik faturalarından TRT’nin çıkması bu ülkenin tek garipliği değil. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Çanakkale’de doğa turizmi potansiyelini ortaya koymak için bir “master” plan hazırladı. Bu plana Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği itiraz etti. Doğa turizmini öne çıkarması beklenen master planda ne ararsanız var. Çanakkale’nin termik santral potansiyeli, altın ve gümüş madenleri iyi bir şeymiş, sanki turizmle ilgiliymiş gibi raporda yer almış. Sadece durum değerlendirmesi yapsa iyi ancak raporda, “maden potansiyelinin geliştirilmesi, yeni yatakların ortaya çıkarılabilmesi” gibi turizmi baltalayacak cümleler de var. Kaz Dağları’nın talan edilmesine seyirci kalan Orman Bakanlığı’na bağlı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü Çanakkale Şubesi, madenlerin doğa turizmini etkileme olasılığından bahsetmemiş. Turizm görmeyeli çok değişti herhalde. Turistler deniz yerine kömür madenine girip, altın madenlerinin siyanürlü havuzlarında yüzüyorsa iş başka. Termik santrallerin kül dağlarından hediyelik eşya yapmayı da öğrendik mi köşeyi döndük!

NÜKLEER SANTRAL TURİST KAÇIRIR
Raporun kaynak analizi bölümünde enerji santrallerinin ısınma ve yemek pişirme için önemine de değinilmiş ve aynen şu cümleye yer verilmiş: “Her ne kadar resmi standartlara göre planlansa ve tehlike içermese de turistler nükleer santrallerin yakınında konaklamamaktadır”. Bunu Akdeniz’e ve Karadeniz’in en bakir kıyılarından Sinop’a nükleer santral kurmak isteyen hükümete bağlı bir bakanlık söylüyor. Yıllardır bu konuda uyarı yapanları yalanlayan hükümet şimdi ne yapacak? Sizi penguen belgeseli de kurtaramaz artık. Gel de gülme acınacak halimize.