Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-mun tüm ülkelerin temsilcilerini küresel iklim değişikliğini durdrumak için önlem almaya ve sözden eyleme geçmeye çağırdı. Ban Ki-mun'un çağrısıyla 24 Eylül 2014 tarihinde New York'ta biraraya gelen ülkelerin temsilcileri, küresel iklim değişikliğini durdurmak için neler yapacaklarını BM kürsüsünden duyurdu. Aşağıdaki haritada, ülkelerin New York'taki zirvede verdikleri taahhütleri görebilirsiniz. Merak ettiğiniz ülkenin üzerindeki balona tıklamanız yeterli. (Dil: İngilizce)
Özgür Gürbüz tarafından kaleme alınan makale, analiz ve haberlere bu adresten ulaşabilirsiniz. Yazıları başka bir yerde yayımlamak için izin almalısınız. E-posta: ozgurgurbuzblog(at)gmail.com
zirve etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
zirve etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İklim için liderler Ankara’da muhalifler New York’ta
Özgür Gürbüz-BirGün/15 Eylül 2014
Küresel iklim
değişikliğini durdurmak için liderler en sonunda harekete geçiyor. Altı gün
sonra, 20 Eylül’de Ankara’da, sayıları ve şiddeti giderek artan sel
felaketlerini durdurmak, kuraklığa çözüm bulmak, derinleşen gıda krizini önlemek
için bir araya gelecekler. Aralarında çevre kuruluşlarının gönüllüleri var.
Üniversitelerdeki çevre kulüplerinin üyeleri, işine bisikletle giden
bankacılar, parklarındaki ağaca sahip çıkan çocuklar, taş ocağının yok ettiği
ormanına yeniden fidan diken anneler. Hepsi Ankara’daki bu zirveye gidiyor. Bavulunuzu
toplamaya başlamadıysanız, o sizin sorununuz. Parıltılı davetiyeler yok ama hepimize
davet var.
Bir de
muhalifler ver. Her iyi işin karşısındalar. 23 Eylül’de New York’ta, Ankara’daki
buluşmaya alternatif bir iklim zirvesi düzenliyorlar. Bu zirve, Birleşmiş
Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un davetiyle yapılıyor. Yıllardır, iklim
değişikliğini durduracakmış gibi yapan, tehlikenin farkında olduklarını
söyleyip ciddi bir anlaşmaya imza atmadan masadan kalkan herkes orada olacak. Muhaliflerin
Kyoto’dan beri izlediği taktik bu.
Ankara’daki
liderler zirvesinin buluşma yeri Ankara Garı. Liderler buluşmaya makam
araçları, yani bisikletleriyle gelecek. Aralarında çift çamurluklu, dinamolu,
30 vitesli son model makam araçları da var. Oradan da, görüşmelerin yapılacağı
Güvenpark’a geçilecek. Kırmızı ışıklarda durulup, halka saygısızlık
edilmeyecek. Gazetelerde duyuruları olmayacak ama Facebook sayfaları var
New York’taki
zirve BM’in ana binasında. Katılımcıların çoğu uçaklarla New York’a gelip,
benzin içen makam araçlarıyla toplantı salonuna geçecek. Muhaliflerin devlet
başkanları, bakanlar iklim değişikliğini durdurmak için yapılması gerekenleri
açıklayacak. Yapılması gerekenleri söylerken politikacıların akıllarında hep
büyük şirketler olacak. Konuşmalarıyla petrol ve kömür lobilerini kızdırıp kızdırmadıklarını
düşünecekler. 2015’te Paris’te yapılacak zirvenin önemine değinecek, sonra da
topu birbirine atıp New York’ta çeşitli davetlere katılacaklar.
Güvenpark’taki
Liderler Zirvesi’nde ise
politikacıların almadığı kararlar alınacak. Kararlar alınırken, söz hakkı
olmayan ağaçlar, su baskınlarının mağdurları, enerji verimliliğiyle tüketimi
azaltmak yerine ucuz kömür üretmek için yerin altında hayatını kaybeden Soma
işçileri hep akıllarda olacak. İklim değişikliğini durdurmak için yapılması
gerekenler
New York’taki buluşmaya
‘herhalde’ Türkiye’den bir yetkili katılacak. Kürsüye çıkıp, o bildik, ‘ortak fakat farklılaştırılmış
sorumluluklardan’ bahsederek, belki de yüzüncü kez hiçbir şey yapmama sözü
verecek. Komik duruma düşmemek için Türkiye’de iklim değişikliğini durdurmaya
çalışanlara söyledikleri sözleri orada söylemeyecekler. Kürsüden, “İklim
değişikliğinin ilacı enerji tasarrufu, güneş ve rüzgar gibi yerli kaynaklar ama
biz vatanseverler, hem küresel ısınmaya yol açan hem de ithal edilen kömür,
petrol ve doğalgazı daha çok seviyoruz” demeyecekler. Türkiye’de iklim
değişikliğini dış güçlerin bir komplosu ilan ettiklerinden hiç bahsetmeyecekler.
Burada bağıra bağıra söyledikleri, “İklim değişikliğini durdurma çabaları, Türkiye’nin
büyümesini istemeyenlerin bir hamlesi” iddiasını kulislerde bile fısıldamayacaklar.
Sonuçta muhalefetin bile bir kalitesi var. Zirve bu, kahvehane değil.
Gerçek şu ki,
herkes umudunu Paris’e bıraktı. Orada Kyoto’nun yerine geçecek güçlü bir
anlaşma çıktı çıktı, çıkmazsa sevdiklerinizle vedalaşabilirsiniz. New York’ta
güzel sözler söylenecek ama sazı biz ele almazsak o güzel sözler anlaşma
metnine yansımayacak. Bu yüzden, Ankara Tren Garı’ndan bisiklete atlayıp
liderliği ele almakta fayda var.
Yeşil kapitalizm imkânsızdır
Yeşil ekonomiyi kapitalizm limanından ayrılmış bir gemiye benzetiyorum.
Varmak istediği liman, kapitalizm dışında bir yerde. Başka türlü doğanın
korunamayacağı açık. Ancak geminin rotası yolda şekilleniyor, arada
sistemin içindeki limanlara uğruyor. Mesele dümeni sağlam tutabilmekte.
Özgür Gürbüz-Birgün/24 Haziran 2012
Bu aralar yeşil ekonomi gündemde. Dört gün önce Birleşmiş Milletler, Rio de Janerio'da büyük bir zirve organize etti. 1992 yılındaki ilk yeryüzü zirvesinin üzerinden 20 yıl geçti ama gidişat hiç iyi değil. Bu nedenle de hükümetler ve sivil toplum örgütleri yeniden biraraya geldiler. Amaç, dünyayı kurtarmak. İlk zirvenin dünyaya hediyesi sürdürülebilir kalkınma kavramı olmuştu. Bu defa amaç yeşil bir ekonominin yol haritasını çizmek, dünyada yeşil ekonomiyi hâkim kılmak. Yıllardır yeşil ekonomi üzerine kafa yormama rağmen bu işe çok sevindiğim söylenemez. Dünya ülkelerinin liderleri, resmi sivil toplum örgütleri, bankalar falan filan bu işin içindeyse korkmak lazım. Korkmalı ama yeşil ekonomiden değil, onun dönüştürüleceği halinden...
Fikret Başkaya, 20 Haziran'da başlayan ve 22'sinde son bulan zirve öncesi yazdığı yazıda, 1992 zirvesi sonrası olanları çok güzel özetlemiş. Diyor ki, “Yeryüzünün egemenleri bundan böyle kalkınmayı gerçekleştirme, yoksulluğu ortadan kaldırma, doğayı ve insanlığın geleceğini koruma sözü veriyorlardı... Artık her kelimenin önüne ‘sürdürülebilir’ niteleme sıfatı eklenebilirdi... İşte, sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir büyüme, sürdürülebilir tarım, sürdürülebilir turizm, sürdürülebilir enerji, sürdürülebilir su, vb... Bu amaçla ‘Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu’ [SKK] kuruldu. Daha doğrusu bu iş ‘komisyona havale edildi’... Ve ondan sonra tüm benzer komisyonlar gibi adı pek duyulmadı... 2012 zirvesi de işte bu komisyon tarafından düzenleniyor...” Başkaya'nın yazısını bulup okumanızı öneririm. Yazı, bu zirveden sonra aynı şeyin bu defa da yeşil ekonomi konusunda yaşanacağına dikkat çekiyor. Kalkınma yeşil olacak, büyüme yeşil olacak ama her şey bildiğiniz gibi hatta daha da hızlanarak devam edecek diyor Fikret Başkaya. Aynı kaygıyı taşımadığımı söylesem yalan olur ancak farklı düşündüğüm noktalar da var. Başkaya'nın yazısı üzerinden değil, genel eleştiriler üzerinden giderek görüşlerimi belirtmeye çalışayım.
Bir fabrika çevreyi kirletiyorsa onu yeşile boyasanız da yine kirletir. Şirketler, bu zirveden sonra yeşile boyama faaliyetlerini hızlandıracak; orası kesin. Ancak, sırf bu yüzden yeşil ekonominin, kapitalizmin bir oyunu olduğunu söylemek bence doğru olmaz. Bu aslında sıkça yaşadığımız, kavramların içlerinin boşaltılması ve kapitalizmin birer oyuncağı haline getirilmesine bir örnek. Yeşil büyümeyi ben, doğal kaynakların geri gelmeyecek şekilde kullanılmasına olanak tanımayan ve bu tanım içerisinde kalabilme şartıyla izin verilen gelişme şeklinde tanımlıyorum. Birçok şirket ise muhtemelen, “kestiğim ağaç kadarını dikersem yeşil yeşil büyümüş olurum” diye düşünüyordur. İşte bu yüzden, bu kavramlara sahip çıkmaya ve içlerini doğru kelimelerle doldurmaya çalışmalı. Yoksa hayatımız yeni kavramlar üreterek geçecek.
NEDİR BU YEŞİL EKONOMİ?
Yeri gelmişken yeşil ekonomiden ne anladığımı da belirtmek isterim. Yeşil ekonomiyi kapitalizm limanından ayrılmış bir gemiye benzetiyorum. Varmak istediği liman, kapitalizm dışında bir yerde. Başka türlü doğanın korunamayacağı açık. Ancak geminin rotası yolda şekilleniyor, arada sistemin içindeki limanlara uğruyor. Mesele dümeni sağlam tutabilmekte. Bir günde devrim vaat etmiyor anlayacağınız ama başka bir denize ulaşmak istediği de açık. Ulaşamazsa zaten yeşil ekonomi de hayal olacak. Bunu ben böyle söylüyorum ama liberal bir ekonomist başka bir tanım da yapabiliyor. En çok eleştirilebilecek noktalardan biri de bu ve benzeri tanımlarda ortaklaşılmamış olmaması. O yüzden kavramlara sahip çıkılmasını önemsiyorum. Öyle bir tanım yapmalıyız ki, örneğin, toplumun temel ihtiyaçlarının mülkiyeti konusu netleşmeli. Su, enerji ve gıda alanlarının şirketlerin tam kontrolüne bırakılmasının doğru olmayacağı ortada. Sadece piyasa üzerinden yapılan müdahalelerin, yoksulların bu kaynaklara erişimini, çevresel tahribatı azaltacağını öne sürmek zor. Pratikte bunu gördük. Dev enerji şirketlerinin nükleerden çıkma kararı alan Almanya'da hükümeti tehdit ettiğine, ülkemizdeki HES yapımlarında özel sektörün kâr amacıyla çevresel yıkımlara yol açtığına hep birlikte şahit olduk.
Bir ideolojiyi, kavramı hayata geçirmek için önce duyulmasını sonra konuşulmasını sağlamak zorundasınız. Yeşil ekonomi bunları başardı, şimdi anlaşılması ve uygulanması gerekiyor. İşte bu noktada şirketler kavramın içini boşaltıp, bir anlamda yanlış anlaşılması için ellerinden geleni yapıyorlar. Rio'daki zirvede hükümetler de bu kampanyaya adeta el attı. (Örneğin Türkiye'yi temsil eden resmi heyetin başında Kalkınma Bakanlığı var. Kalkınma diye diye çevrenin nasıl katledildiğine, Türkiye iyi bir örnek halbuki). Yanlış anlaşılırsa yanlış uygulanacak, gemi bildiğimiz limanlarda turlamaya devam edecek.
Uzunca bir süredir tüketim toplumunun alışkanlıklarıyla beslenmiş, bireyselleştirilmiş ve yalnızlaştırılmış dünyamızı bir günde başka bir hayata geçirmenin oldukça zor olduğunu düşünüyorum. Tüketim ve seyahat alışkanlıkları, çalışma biçimleri, endüstriyel birikimin değişimi ve bunun gibi onlarca farklı alanda yeni bir dünya kurmaktan bahsediyoruz. Bir anda hepsini, insanların zihnini değiştirmek hiç kolay değil. Yeşil ekonomi bunu bir süreç içinde gerçekleştirmeyi öneriyor ve belki de reformist diyebileceğimiz bu yaklaşım nedeniyle eleştiriliyor. Yeşil ekonomiye yeşil kapitalizm diyenler bile var. Açıkçası bu iddia bana biraz kolaycılık gibi geliyor çünkü yeşil ekonomi her şeyden önce kalkınmacı anlayışı reddeder, onu önceliği yapmaz. Kalkınma öncelik olduğunda doğa koruma zaten hayal olur.
SİZİN DİLİNİZİ KONUŞMAYANLARIN EKONOMİSİ
Yeşil ekonominin diğer ekonomik sistemlerden bir farkı da, insanın dilini konuşamayanların ve henüz doğmamış olanların, üretim sürecinden çekilmiş emeklilerin haklarını savunuyor olması. Bitkiler, hayvanlar bu ekonomik sistemde varlar. Sosyal maliyet kavramı yaşamın değerini hesaplayamasa da kapitalizm içinde değersiz kabul edilen canlıların hayatlarını dikkate alır. Hava, su ve toprak bedelsiz üretim girdisi değildir. Gerçek sosyal ve çevresel maliyetler hesaplanmak zorundadır. Yaşam hakkına saygı nedeniyle de insan merkezli bakış açısı reddedilir. Kelaynakların tek bir yaşam alanı varsa, o bölgeye herhangi bir müdahale yeşil ekonomi açısından kârlı değildir ve reddedilmek zorundadır.
Kısacası, sıfır büyüme veya ekonomik daralmadan söz eden bir iktisadi anlayıştan bahsediyoruz; bu nasıl kapitalist olabilir ki? Kapitalizm için tüketmek ve büyümek olmazsa olmazdır. Çalışma saatlerinin düşürülmesi ve tembellik hakkı gibi kavramlar tüketim toplumunun tam tersi bir modele işaret eder. Zenginliğin eşit dağılımı, ülkeler arası ekonomik işbirliği sonucu az gelişmiş ülkelere teknoloji ve finans desteğinin sağlanması ve o ülkelerde de sürdürülebilir yaşamın desteklenmesi gibi kavramlar temel prensipler içerisinde yer alıyor. Toplumsal cinsiyet, kültürel eşitlik konuları önemsenirken, gezegenin ekolojik sınırlarını dikkate alan bir ekonomik model öneriliyor. Bilimde ihtiyatlılık ilkesini, yerel ekonomileri ve katılımcılığı ön plana çıkarıyor. Dört dörtlük bir model olmayabilir ama öyle hemen çöpe atılacak kadar da kötü değil.
Özgür Gürbüz-Birgün/24 Haziran 2012
Bu aralar yeşil ekonomi gündemde. Dört gün önce Birleşmiş Milletler, Rio de Janerio'da büyük bir zirve organize etti. 1992 yılındaki ilk yeryüzü zirvesinin üzerinden 20 yıl geçti ama gidişat hiç iyi değil. Bu nedenle de hükümetler ve sivil toplum örgütleri yeniden biraraya geldiler. Amaç, dünyayı kurtarmak. İlk zirvenin dünyaya hediyesi sürdürülebilir kalkınma kavramı olmuştu. Bu defa amaç yeşil bir ekonominin yol haritasını çizmek, dünyada yeşil ekonomiyi hâkim kılmak. Yıllardır yeşil ekonomi üzerine kafa yormama rağmen bu işe çok sevindiğim söylenemez. Dünya ülkelerinin liderleri, resmi sivil toplum örgütleri, bankalar falan filan bu işin içindeyse korkmak lazım. Korkmalı ama yeşil ekonomiden değil, onun dönüştürüleceği halinden...
Fikret Başkaya, 20 Haziran'da başlayan ve 22'sinde son bulan zirve öncesi yazdığı yazıda, 1992 zirvesi sonrası olanları çok güzel özetlemiş. Diyor ki, “Yeryüzünün egemenleri bundan böyle kalkınmayı gerçekleştirme, yoksulluğu ortadan kaldırma, doğayı ve insanlığın geleceğini koruma sözü veriyorlardı... Artık her kelimenin önüne ‘sürdürülebilir’ niteleme sıfatı eklenebilirdi... İşte, sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir büyüme, sürdürülebilir tarım, sürdürülebilir turizm, sürdürülebilir enerji, sürdürülebilir su, vb... Bu amaçla ‘Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu’ [SKK] kuruldu. Daha doğrusu bu iş ‘komisyona havale edildi’... Ve ondan sonra tüm benzer komisyonlar gibi adı pek duyulmadı... 2012 zirvesi de işte bu komisyon tarafından düzenleniyor...” Başkaya'nın yazısını bulup okumanızı öneririm. Yazı, bu zirveden sonra aynı şeyin bu defa da yeşil ekonomi konusunda yaşanacağına dikkat çekiyor. Kalkınma yeşil olacak, büyüme yeşil olacak ama her şey bildiğiniz gibi hatta daha da hızlanarak devam edecek diyor Fikret Başkaya. Aynı kaygıyı taşımadığımı söylesem yalan olur ancak farklı düşündüğüm noktalar da var. Başkaya'nın yazısı üzerinden değil, genel eleştiriler üzerinden giderek görüşlerimi belirtmeye çalışayım.
Bir fabrika çevreyi kirletiyorsa onu yeşile boyasanız da yine kirletir. Şirketler, bu zirveden sonra yeşile boyama faaliyetlerini hızlandıracak; orası kesin. Ancak, sırf bu yüzden yeşil ekonominin, kapitalizmin bir oyunu olduğunu söylemek bence doğru olmaz. Bu aslında sıkça yaşadığımız, kavramların içlerinin boşaltılması ve kapitalizmin birer oyuncağı haline getirilmesine bir örnek. Yeşil büyümeyi ben, doğal kaynakların geri gelmeyecek şekilde kullanılmasına olanak tanımayan ve bu tanım içerisinde kalabilme şartıyla izin verilen gelişme şeklinde tanımlıyorum. Birçok şirket ise muhtemelen, “kestiğim ağaç kadarını dikersem yeşil yeşil büyümüş olurum” diye düşünüyordur. İşte bu yüzden, bu kavramlara sahip çıkmaya ve içlerini doğru kelimelerle doldurmaya çalışmalı. Yoksa hayatımız yeni kavramlar üreterek geçecek.
NEDİR BU YEŞİL EKONOMİ?
Yeri gelmişken yeşil ekonomiden ne anladığımı da belirtmek isterim. Yeşil ekonomiyi kapitalizm limanından ayrılmış bir gemiye benzetiyorum. Varmak istediği liman, kapitalizm dışında bir yerde. Başka türlü doğanın korunamayacağı açık. Ancak geminin rotası yolda şekilleniyor, arada sistemin içindeki limanlara uğruyor. Mesele dümeni sağlam tutabilmekte. Bir günde devrim vaat etmiyor anlayacağınız ama başka bir denize ulaşmak istediği de açık. Ulaşamazsa zaten yeşil ekonomi de hayal olacak. Bunu ben böyle söylüyorum ama liberal bir ekonomist başka bir tanım da yapabiliyor. En çok eleştirilebilecek noktalardan biri de bu ve benzeri tanımlarda ortaklaşılmamış olmaması. O yüzden kavramlara sahip çıkılmasını önemsiyorum. Öyle bir tanım yapmalıyız ki, örneğin, toplumun temel ihtiyaçlarının mülkiyeti konusu netleşmeli. Su, enerji ve gıda alanlarının şirketlerin tam kontrolüne bırakılmasının doğru olmayacağı ortada. Sadece piyasa üzerinden yapılan müdahalelerin, yoksulların bu kaynaklara erişimini, çevresel tahribatı azaltacağını öne sürmek zor. Pratikte bunu gördük. Dev enerji şirketlerinin nükleerden çıkma kararı alan Almanya'da hükümeti tehdit ettiğine, ülkemizdeki HES yapımlarında özel sektörün kâr amacıyla çevresel yıkımlara yol açtığına hep birlikte şahit olduk.
Bir ideolojiyi, kavramı hayata geçirmek için önce duyulmasını sonra konuşulmasını sağlamak zorundasınız. Yeşil ekonomi bunları başardı, şimdi anlaşılması ve uygulanması gerekiyor. İşte bu noktada şirketler kavramın içini boşaltıp, bir anlamda yanlış anlaşılması için ellerinden geleni yapıyorlar. Rio'daki zirvede hükümetler de bu kampanyaya adeta el attı. (Örneğin Türkiye'yi temsil eden resmi heyetin başında Kalkınma Bakanlığı var. Kalkınma diye diye çevrenin nasıl katledildiğine, Türkiye iyi bir örnek halbuki). Yanlış anlaşılırsa yanlış uygulanacak, gemi bildiğimiz limanlarda turlamaya devam edecek.
Uzunca bir süredir tüketim toplumunun alışkanlıklarıyla beslenmiş, bireyselleştirilmiş ve yalnızlaştırılmış dünyamızı bir günde başka bir hayata geçirmenin oldukça zor olduğunu düşünüyorum. Tüketim ve seyahat alışkanlıkları, çalışma biçimleri, endüstriyel birikimin değişimi ve bunun gibi onlarca farklı alanda yeni bir dünya kurmaktan bahsediyoruz. Bir anda hepsini, insanların zihnini değiştirmek hiç kolay değil. Yeşil ekonomi bunu bir süreç içinde gerçekleştirmeyi öneriyor ve belki de reformist diyebileceğimiz bu yaklaşım nedeniyle eleştiriliyor. Yeşil ekonomiye yeşil kapitalizm diyenler bile var. Açıkçası bu iddia bana biraz kolaycılık gibi geliyor çünkü yeşil ekonomi her şeyden önce kalkınmacı anlayışı reddeder, onu önceliği yapmaz. Kalkınma öncelik olduğunda doğa koruma zaten hayal olur.
SİZİN DİLİNİZİ KONUŞMAYANLARIN EKONOMİSİ
Yeşil ekonominin diğer ekonomik sistemlerden bir farkı da, insanın dilini konuşamayanların ve henüz doğmamış olanların, üretim sürecinden çekilmiş emeklilerin haklarını savunuyor olması. Bitkiler, hayvanlar bu ekonomik sistemde varlar. Sosyal maliyet kavramı yaşamın değerini hesaplayamasa da kapitalizm içinde değersiz kabul edilen canlıların hayatlarını dikkate alır. Hava, su ve toprak bedelsiz üretim girdisi değildir. Gerçek sosyal ve çevresel maliyetler hesaplanmak zorundadır. Yaşam hakkına saygı nedeniyle de insan merkezli bakış açısı reddedilir. Kelaynakların tek bir yaşam alanı varsa, o bölgeye herhangi bir müdahale yeşil ekonomi açısından kârlı değildir ve reddedilmek zorundadır.
Kısacası, sıfır büyüme veya ekonomik daralmadan söz eden bir iktisadi anlayıştan bahsediyoruz; bu nasıl kapitalist olabilir ki? Kapitalizm için tüketmek ve büyümek olmazsa olmazdır. Çalışma saatlerinin düşürülmesi ve tembellik hakkı gibi kavramlar tüketim toplumunun tam tersi bir modele işaret eder. Zenginliğin eşit dağılımı, ülkeler arası ekonomik işbirliği sonucu az gelişmiş ülkelere teknoloji ve finans desteğinin sağlanması ve o ülkelerde de sürdürülebilir yaşamın desteklenmesi gibi kavramlar temel prensipler içerisinde yer alıyor. Toplumsal cinsiyet, kültürel eşitlik konuları önemsenirken, gezegenin ekolojik sınırlarını dikkate alan bir ekonomik model öneriliyor. Bilimde ihtiyatlılık ilkesini, yerel ekonomileri ve katılımcılığı ön plana çıkarıyor. Dört dörtlük bir model olmayabilir ama öyle hemen çöpe atılacak kadar da kötü değil.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)