kömür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kömür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bizim kömürümüz bizim zehrimiz

Özgür Gürbüz-BirGün / 6 Kasım 2017

Asılırsan İngiliz sicimiyle asıl diye bir söz vardı. Onun yerine artık, “öleceksen yerli kömürünle öl” diyeceğiz. Enerji Bakanlığı’nın son sloganı, #BizimKömürümüzBizimEnerjimiz böyle söylüyor. Dünyaya inat, Enerji Bakanlığı’nın kömür inadı sürüyor.

AB üyesi sekiz ülke kömürden çıkma kararı aldı. Altı ülke şimdiden kömüre veda etti. Endonezya gibi kömür zengini bir ülke bile yeni kömür santralı yapmayacağını açıkladı. Hindistan ve Çin gibi dev ekonomiler bile enerjide rotalarını kömürden yenilenebilir enerjiye çevirirken, Türkiye’nin kömürdeki ısrarını inat ve çıkar ilişkilerinden başka bir gerekçeyle açıklamak açıkçası çok zor. Kömürü aklama kampanyasına kanmak isteyen kansın. Biz, ‘kara elmasın’ aslında ne olduğunu hatırlatalım.

Türkiye’deki elektrik üretiminin yüzde 32’si kömürden sağlanıyor. Bu rakama kanıp gördüğünüz her kömüre, milli diye sarılmaya falan kalkmayın, o üretimin yarısından fazlası ithal kömürle yapılıyor. Toplam elektrik üretiminin yüzde 17,4’ü dünyanın dört bir yanından getirilen gayri millî kömürden… Hükümet milli enerji diye diye, nasıl yaptıysa, ithal kömürün 2009 yılında yüzde 6,6 olan payını sekiz yılda üçe katladı! Dudaklar milli enerjiye, kazmalar ithal kömüre çalıştı.  

Bizim kömürümüz dediğiniz kömüre yakından bakınca Kolombiya kömürü, Güney Afrika, ABD ve Rusya kömürü görüyorsunuz. Bizim enerjimiz diye sevinenlere, Bakanlık’ın süslü püslü videosunu paylaşanlara duyurulur. Doğalgaz alıp elektrik üretiyorduk, onun payı biraz azaldı yerini kömür aldı. Dışa bağımlılıkta artış sürüyor. Değişen bir şey yok, havanın daha fazla kirletilmesi, iklim krizinin daha şiddetlenmesi de cabası.

Bizim kömürümüz diye oyuncak ayı misali bağrınıza bastığınız o kara kuru parçaların termik santrallarda yakılması, Türkiye’de her yıl en az 2 bin 876 erken ölüme, yetişkinlerde 3 bin 823 civarında yeni kronik bronşit vakasına neden oluyor. Milli enerji kömür yüzünden yılda 637 bin 643 günlük iş kaybı yaşanıyor. Kömürün sağlık üzerindeki etkilerinin ekonomik maliyetinin yılda 2,9 ila 3,6 milyar avro arasında olduğu tahmin ediliyor[1].

Türkiye’deki 81 ilin sadece bir tanesinin (Çankırı) havası temiz. Hava kirliliğinin önemli göstergelerinden PM10 ortalaması, 80 ilde Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği sınır değerin üstünde[2]. Hava kirliliğinde milli diyerek sevdirilmeye çalışılan kömürün payı büyük. Doğru, bizim kömürümüz ama daha çok da bizim zehrimizdir bahsettiğiniz.

Kömür, petrol ve doğalgaz iklim değişikliğinin başlıca kaynakları. Bugün başımıza elma erik büyüklüğünde dolu yağıyorsa, evlerimiz sel altında kalıyorsa, kuraklık ürünleri dalında kurutuyor ve sıcak hava dalgaları yüzünden yaşlılarımız hastanelere taşınıyorsa bilin ki bunda kömürün payı çok büyük. Sizi hastanelik eden, borç içinde bırakan, yaşamı zehir den kömürü bizim deyip,  milli ilan edince sempati mi duyacaksınız? Onun yerine kullanabileceğimiz kimseye ait olmayan güneş gibi kaynaklar varken neden halka bu eziyeti çektirme niyetindesiniz? Bizim kömürümüz dediğiniz tüm ihalelerin altından çıkan Cengiz’in, Kolin’in ya da Kalyon’un kömürü olmasın sakın?

Soma’da 301 madencinin hayatını alan kömür kimin kömürü peki? Bizim değil mi? İki hafta önce Şırnak’ta milli kömür uğruna 7 kişi ölmedi mi? Afşin-Elbistan termik santralına kömür çıkarılan sahada meydana gelen göçüğün 11 kişiyi öldürdüğünü ne çabuk unuttunuz? 2011 Şubat ayıydı. Dokuz kişinin cesedi hala toprak altında ama milli kömürcülerin derdi o cesetleri değil, toprak altındaki kömürü çıkarmak. Kömürle gelen trajediyi anlatmaya göz yaşlarımız yetmez. Milli enerji daha ne kadar can alacak? Bizim kömürümüz diyenlerin, bizim insanımız, bizim doğamız demesi için daha kaç kişi ölmeli?

[1] Ödenmeyen Sağlık Faturası, Sağlık ve Çevre Birliği HEAL raporu.


[2] Hava Kirliliği Raporu 2016, Çevre Mühendisleri Odası.

Türkiye kömür sevdası yüzünden tarihi fırsatı kaçırıyor

Özgür Gürbüz-BBC Türkçe/11 Temmuz 2017

Türkiye iklim değişikliğini durdurmayı amaçlayan Paris Anlaşması’na iki yıl önceki BM İklim Konferansı’nda imza atmıştı. Anlaşmanın yürürlüğe girmesi için TBMM’nde görüşülerek onaylanması gerekiyor. Şu ana kadar anlaşmaya imza atan 197 ülkeden 153’ü anlaşmayı onayladı.

ABD’de Trump yönetiminin başa gelmesi ve anlaşmadan çekileceğini açıklaması, onay sürecine çok sıcak bakmayan Türkiye’nin itirazlarının yüksek sesle konuşulmaya başlamasına neden oldu. 

G20 Zirvesi sonrasında ise Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin anlaşmayı onaylamayacağını açıkladı. Türkiye’nin müzakerelerde gelişen ülkeler sınıfında kabul edilmesini ve mali yardım almasını isteyen Erdoğan, anlaşmayı onaylamak için bu koşulların yerine getirilmesini istedi.
  
Türkiye’nin kendisini iklim müzakerelerinde gelişmiş ülkeler grubundan gelişen ülkelere aldırma isteği yeni değil. Bu isteğin haklı olduğu da söylenebilir. 

BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne dayanan bu yanlış, Türkiye’nin başına hep bela oldu ancak 2001 yılında Marakeş’te düzenlenen 7. Taraflar Konferansı’nda (COP7) farklı konumu tanınarak biraz olsun düzeltildi. 

2004 yılında da Türkiye Çerçeve Sözleşmesi’ne katıldı. Geride kalan 13 yılda Türkiye’nin konumunun tamamen netleşememesi biraz da müzakere sürecinin iyi yürütülmemesine bağlı.

Kyoto Protokolü’nde alınan yükümlülükler ülkelerin nasıl sınıflandırıldığıyla (gelişmiş-gelişen gibi) yakından ilgiliydi. Bu yüzden Türkiye Kyoto’yu çok geç, deyim yerindeyse iş işten geçince imzaladı. 

Paris Anlaşması’nda ise bu statünün ne olduğundan çok verdiğiniz taahhüt ve o taahhüdün diğer ülkelerce kabul edilmesi önemli.

2015 yılında Türkiye’nin BM Sekretaryası’na sunduğu Niyet Edilen Ulusal Katkı (INDC) belgesi oldukça zayıf. 

Ne ekonomiyi tehdit edecek bir taahhüt içeriyor ne de ekonomide özel bir dönüşüm gerektiriyor.

Türkiye'nin Niyet Edilen Ulusal Katkı'sı (INDC)
Türkiye, 2015 yılında 477 milyon ton karbondioksit eşdeğerini bulan emisyonlarının, 2030 yılında, koşulların değişmediği bir senaryoda (business as usual) 1 milyar 175 milyon tona çıkacağını tahmin ediyor. 

Paris Anlaşması’nı imzalarken verdiği taahhüt ise bu rakamı 929 milyonda tutmayı öneriyor. Bir başka deyişle artıştan yüzde 21 oranında azaltım yapmayı.

Politik dili bir kenara bırakırsak şöyle demeliyiz: Türkiye, iklim değişikliğini durdurmak için önümüzdeki 15 yıl içinde seragazı emisyonlarını 477’den 929 milyon tona çıkarmayı, azaltmayı değil neredeyse iki kat artırmayı öneriyor.

Asıl sorun da burada. Türkiye’nin seragazı emisyonlarını ciddi şekilde artırmayı öneren bu planının iklime bir katkısı yok. 

Kimse Türkiye’den ABD’nin açığını kapamasını beklemiyor (zaten ülkedeki tüm enerji santrallarını kapatsanız bile bunu yapamazsınız) ancak Türkiye’den de herkes gibi kendi evinin önünü süpürmesi isteniyor. 

Dünyadaki enerji tüketiminin yüzde 1’inden sorumlu bir ülkeden bahsediyoruz. 

Türkiye’nin emisyonlarının bir süre daha yükselmesi anlaşılabilir ancak makul bir yükselişten sonra düşüşe geçmesi, en azından artışın durması gerek. Türkiye’nin Paris taahhüdünde bunlar eksik.


Meksika-Türkiye Karşılaştırması
Bu nedenle, Türkiye’nin gelişmiş ülkeler yerine gelişen ülkeler statüsünü alması sorunu çözmeyecek. 

Paris’te önerilen ve Meksika gibi birçok gelişen ülkenin gerisinde kalan taahhüdün iyileştirilmesi lazım. 

Türkiye ve Meksika’nın ekonomik gelişmişlik düzeyleri birbirine yakın. İki ülkenin kişi başına düşen seragazı emisyon miktarları da aynı; yılda 6 ton civarında. Buna rağmen Meksika’nın sunduğu niyet belgesi, Türkiye’ninkinden çok daha iyi.

Aslında Meksika da Türkiye gibi artıştan azaltım öneriyor ve 2030 yılında koşulların değişmediği bir senaryoya (Business as usual) oranla seragazı emisyonlarını yüzde 22 oranında daha az artırmayı planlıyor. 

Bizden farklı olarak bu hedef için hiçbir şart koşmuyorlar ve halihazırda Paris Anlaşması’nı onayladılar.

Meksika bununla da kalmıyor,  2030 yılında seragazı emisyonlarını 2015’e göre yüzde 36 azaltmayı önerdiği bir başka seçenek de sunuyor. 

Bu hedef içinse, teknoloji transferi, düşük maliyetli finansal kaynaklara erişim ve teknik işbirliği gibi şartlar koşuyor. 

Ve yine bizim planımızda olmayan kritik bir hedefe daha sahipler. Meksika toplam emisyonlarının 2025 veya 2026’da zirveye çıkıp daha sonra azalmasını hedefliyor. 

Türkiye’nin emisyonlarının hangi yılda zirve yapacağı ve düşüşe geçeceğiyse belli değil. Bu önemli bir eksiklik. 

Diğeri de Türkiye’nin mali yardım şartını ciddi bir azaltım hedefi bile öne sürmeden masaya koymuş olması. 

Meksika gibi bunu daha iyi bir hedef için öne sürse, müzakerelerde çok daha fazla şansı olabilirdi.

Afşin-Elbistan- Foto: O. Gurbuz
Kömür Enerjide Dışa Bağımlılığı Azaltmadı
Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylamaktan kaçınması, gerçekçi olmak gerekirse,  Erdoğan’ın öne
sürdüğü gerekçelerle ilgili değil. Türkiye’nin önündeki en büyük engel kömür sevdası. 

2012 yılını ‘Kömür Yılı’ ilan eden Enerji Bakanlığı, ülkenin neredeyse her yerinde kömür santralı kurmaya çalışıyor. 

Türkiye’nin elektrik üretiminde kömürün payı 2016 sonunda yüzde 33,8’e ulaştı ve doğalgazı geride bırakarak birinci sırayı aldı ancak enerjide sorunlar çözülmedi.

Yerli kömür ve HES hamlelerine rağmen umulan olmadı ve enerjide dışa bağımlılık azalmadı. 

2002’de enerjide dışa bağımlılık yüzde 67’ydi şimdi ise yüzde 75. 

Bunda ithal kömür, petrol ve enerji verimliliğini göz ardı etmenin büyük rolü var. 

Kömürün önünü açmak için santrallara çevre muafiyetleri getiriliyor. Bu da sadece yerli kömürün değil, ithal kömürün de önünü açıyor.

Türkiye Yenilenebilir Enerji Kaynakları Açısından Zengin

Kömürü savunanların sıkça kullandığı, Paris ve Kyoto gibi anlaşmaların Türkiye’nin önünü tıkadığı argümanı da sağlam bir temele dayanmıyor. 

Bu anlaşmalar, seragazı emisyonlarına yol açan fosil yakıtlar (petrol, kömür ve doğalgaz) yerine güneş, rüzgar ve biyogaz gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını dolaylı yoldan öne çıkarıyor. 

Türkiye fosil yakıtlar açısından zengin değil ve bunların büyük bir bölümünü dışarıdan alıyor. 

Halbuki güneş ve rüzgar gibi kaynaklar açısından Avrupa’nın önde gelen ülkeleri arasında.   

Yenilenebilir enerji kaynaklarının ekonomiyi yavaşlatacağı iddiası da artık tarih oldu. 

Yapılan son ihalelerde Ankara Çayırhan’da kurulacak kömür santralinden üretilecek elektriğin şebekeye satış fiyatı 6,04 dolar sent olurken, rüzgar ihalelerinde bu fiyat 3 dolar sent hatta daha aşağısında seyrediyor.

Paris Anlaşması’ndan kaçan Türkiye, aslında kendisini enerjide dışa bağımlılıktan, enerji kaynaklı çevre sorunlarına kadar birçok dertten kurtaracak enerji devriminden kaçıyor. 

Paris Anlaşması Türkiye’nin enerji dönüşümü için aradığı yol haritası olabilir ama yöneticiler bunun farkında değil.