Özgür Gürbüz/8 Temmuz 2012
Gazetecilikte çok sık rastladığımız bir durum var. Ne zaman biri yazısına, “hakkımdaki doğruları yazıyorum, falanca yerde çıkan çarpıtmalara inanmayın” diye başlasa bilin ki büyük bir olasılıkla çarpıtmanın Allah'ını o yapacaktır. Çok sık karşılaşırız bu durumla. Yeşiller Partisi'nden(YP) Ümit Şahin de Yeşil Gazete de yazdığı “Bazı Gerçekler” yazısında aynen böyle yapmış. (http://www.yesilgazete.org/blog/2012/07/06/bazi-gercekler/) Ümit Şahin gibi çok uzun bir yazı yazıp kafanızı karıştırmaya çalışmayacağım. Belge ve bilgilerle Şahin ve bazı partili arkadaşların bana yönelik iftiraya varan iddialarına yanıt vereceğim. Gördüğüm kadarıyla ekoloji/çevre hareketindekiler zaten olan bitenin farkında.
Yeşiller Partisi'nde rotasyon ilkesi nasıl delindi?
Yazısında iktidar heveslisi olmadığını
söyleyen Ümit Şahin'in Yeşiller Partisi'nin dört yıllık (48
aylık) tarihinde 33 ay eş sözcü olarak görev yaptığını
belirtsem herhalde oynanan komedi çok açık bir şekilde
görülebilir. Daha da neşelenmeniz için Ümit Şahin'in partinin
sorunlarını tartışmak yerine, beni hedef alan yazısında yazdığı
şu cümleyi de ekleyeyim: “Eş sözcülerden biri olarak anılan
kişi her seferinde benim”.
Şahin, belge
olarak koyduğu 2010 yılında değiştirilen tüzükte yazanları
okumuyor sanırım. Yazısında da yer alan ilgili tüzük maddesini
son halini aynen yazıyorum:
2010 değişikliğinden önceki YP tüzüğü |
Bu maddeyle YP
açıkça diyor ki, 2 yıl eş sözcülük yapan 2 yıl bekleyecek.
Bu ne demektir? 48 aylık bir dönemde aynı kişi iki kez eş sözcü
olamayacak demektir. Yeşiller, aynı kişinin partide sürekli
eşsözcü olmasını sakıncalı gördüğü için bu maddeyi koymuş
olmalı.Peki ya sonuç? Ümit Şahin 4 yıllık sürenin 2 yıl 9 ayı
boyunca eş sözcü olmuş. Yazısında var, okuyun. Ve hâlâ, hiç
çekinmeden, Yeşiller Partisi'nde rotasyon ilkesi ihlal edilmemiştir
diyor. Alın size bir Ümit Şahin yöntemi: Eş sözcü ol, iki yılı
doldurmadan istifa et, arada birileri göreve talip olsun ve onlar
istifa edince tekrar eş sözcü ol!
Bu
maddenin ilk tüzükteki hali ise şöyleydi: 19.d
Eş sözcü görev süresi rotasyon ilkesi gereği aralıksız 2 yılı
geçemez. 2 yıl aralıksız görev yapmış bir eş sözcü görev
süresinin bitiminin üzerinden 4 yl geçmeden tekrar aynı göreve
aday olamaz.
Çıkarılan maddenin olduğu YP'nin ilk tüzüğü |
Süre
iki değil dört yıldı. Bir de parti kuruluşu öncesi ilgili
maddeye eklenmesi için yaptığım öneri ve Ümit Şahin ile
arkadaşları tarafından kabul edilmeyip tüzükten çıkarılan,
“Görev süresi bitmeden
istifa eden bir eşsözcü, istifa ettiği tarihin üzerinden dört
yıl geçmeden tekrar aday olamaz”
maddesi var. Bu maddeyi ben, tam da bu tip “uyanıklıkların”
önüne geçilmesi için önermiştim. Altıncı his olsa gerek. Ekte
orijinal belgede “silinmiş” bu değişikliği görebilirsiniz.
Daha bitmedi. Ümit
Şahin, yazısında yine o “imrendiğim” cesaretiyle
şunları yazmış:
Ben Yeşiller Partisi’nin 30
Haziran 2008’deki kuruluşu sırasında 40 kişilik Kurucular
Kurulu tarafından Bilge Contepe ile birlikte eş sözcü seçildim.
O zaman aday olmak durumunda kalmam 40 kişilik kurucular kurulundaki
arkadaşlarımızın çoğunluğunun Bilge Contepe ile ikimizin
kuruluş döneminde toparlayıcı olacağımızı düşünmeleriydi.
Ancak ben o günlerde, özel ve mesleki nedenlerle, 2 yıl boyunca bu
görevi üstlenebilecek durumda değildim. Benim adaylığım söz
konusu olunca, kurucu arkadaşlarıma ancak şartlı olarak aday
olabileceğimi, bu görevi ancak kuruluşta, parti kurulduktan
sonraki 6 ay boyunca yapabileceğimi, 6 ay sonra başka bir
arkadaşımın kalan 1,5 yıl için tekrar seçilmesi gerekeceğini
söyledim (ilk Büyük Kongre kuruluştan 2 yıl sonra yapılır).
Kurucu eşsözcüler olarak Bilge Contepe ve ben en uygun ikili
olarak görüldüğümüz için (tabii herkes tarafından değil, ama
çoğunluk tarafından), arkadaşlarımız bu biraz sıkıntılı
şartımı kabul etmek zorunda kaldılar.
Daha
sonra da şunu: “Üstelik partinin kurulmasından
hemen önce partili arkadaşlarımla (ve kendisiyle de) MYK’ya
kimler girecek, kim eşsözcü olacak gibi konularda yaptığım
konuşmaları ve görüş alışverişlerini “kulis faaliyeti”
sayıyor.
Şimdi daha iyi
anlıyorum ki, biz partinin kuruluşunda eş sözcü ve yönetimle
ilgili seçimleri boşuna yapmışız. Gizli oylama, adaylar vs hepsi
birer yalanmış... Meğer Ümit Şahin arkadaşımız diğer
arkadaşların isteğiyle seçimden önce eş sözcülüğe razı
edilmiş. Ben de figüran gibi gidip oy kullanmışım! Şahin kulis yapmamış ama arkadaşlarıyla yaptığı
sohbetlerde ben eşsözcü olurum, beni seçin ama 6 ay sonra
bırakırım demiş. Pes!
Şahin'in
beni “kurgulamakla”
itham ettiği “iktidar hevesini”
umarım görebiliyorsunuz. Partinin EDP ile birleşme kararını
aldığı zamanın Şahin'in eşsözcülük süresinin sonuna
gelmesi, artık herhalde kaçamayacağı rotasyona denk düşmesi de
sanırım takdir-i ilahidir. Amaç anlatıldığı gibi partiyi
büyütmek değil, kontrolde olmayan hantal yapının devridir. Şimdi
birleşip, büyüyoruz diyenler biz daha önce partinin iktidar
hedeflemesi gerekir dediğimizde karşımıza çıkarlardı. Parti
içindeki yazışmaları okuyabilseniz durumu daha iyi göreceksiniz
tabi. YP tüm bu yazışmaları halka açsa ya, “zombi” lakaplı
solcuları, Suriye meselesinde olan biteni, partiyi yetmez ama
evetçilerin ele geçirip geçirmediğini herkes görsün. Ben bu
kararı desteklerim. Cesaretleri varsa yahoo group'taki tüm
yazışmaları halka açsınlar.
Ümit Şahin
"sitemlerini" kadın örgütlerine de yazsın
Ümit Şahin
Nişanyan meselesinde savunacak bir tek argümanı kalmamış olacak
ki, beni Agos düşmanı olarak göstermeye çalışmış. Bunu
yaparken o zaman Mahçupyan'a karşı kampanya yapan kadın
örgütlerini de aynı kefeye koyduğunun farkında değil tabi.
İktidarın taktiklerini aynen kullanıyor Şahin, belden aşağı
vurmalar, iftiralar. Bakalım evimden sahte CD de çıkacak mı? Bu kadar düşeceklerini açıkçası ummazdım. Üç
hafta önce blogumda Alper Akyüz'e yanıt verirken aynen şunları
yazmıştım, Şahin bunları okumasına rağmen iftiraya devam
etmiş:
Bütün kadın örgütleri karısının
başından aşağı dışkısını boşaltan Nişanyan'ın Agos'ta
yazmaması için kampanya yaparken Yeşiller neredeydi? Tam o esnada
hiçbir şey olammaş gibi Agos'tan konuk çağırmakta ısrar etmek
ne kadar anlamlı? Kadın örgütlerine direnen ve Agos gibi Hrant
Dink'in imzasını taşıyan çok değerli bir gazeteyi lekelediğini
düşündüğüm bu kişiye sahip çıkan Etyen Mahçupyan'ın Yeşil
Gazete'de sürekli yazılarının yayımlanması bir tesadüf müdür?
Gazeteci arkadaşlarımız içerdeyken onlar hakkında korkunç
yazılar yazan (bkz. Koray Çalışkan ne diyor:
http://www.medyaradar.com/haber/medyagunlugu-75732/gazeteciler-iceri-atilirken-etyen-mahcupyan-iftira-atiyor.html
) Mahçupyan'ın yazılarını Yeşil Gazete'de yayımlamaktan neden
çekinmediniz? Partinin bir çizgisi yok mu? Örneğin birisi
bireysel silahlanmayı savunsa, ona da farklı görüş diye yer
verecek misiniz? Bu konudaki itirazları neden görmezden geldiniz?
Onlarca farklı örnekte olduğu gibi, yetmez ama evetçi herkesi
korumayı kendinize neden misyon edindiniz?
Agos için ne
düşündüğümü bütün gazeteci arkadaşlarım zaten bilir, üç
hafta önce de, yukarıdaki yazıda yazmışım. Şahin bana kadın
örgütleriyle aynı tavrı aldığım için mi kızgın yoksa AKP
yanlısı bir liberalle aynı düşüncüleri paylaşmadığım için
mi pek anlamadım? Bence ikisi de suç değil. Kendisi Mahçupyan'a
sempati duyuyorsa, bu onun problemi. Bunu yaparsam ben yazdıkları
için içeri düşmüş gazeteci arkadaşlarımın yüzüne bakamam.
Kyoto meselesi
Önce
Ümit Şahin'in yazdıkları:“Türkiye’nin Kyoto’yu
imzalaması talebinin ortaya atılmasına Özgür Gürbüz’ün en
baştan karşı olmasına dayanıyor. Çünkü Türkiye’nin
Kyoto’yu imzalaması için kampanya yapılması fikrini 2005
yılında ilk ortaya atan (en azından bizim çevrelerde) bendim”.
Ne yazsam
bilemiyorum. 2004 Ocak ayında Greenpeace'te küresel ısınmayla
ilgili kampanya yapmaya başladık. Ben de Greenpeace'te enerji
kampanyası sorumlusuydum. Bu Türkiye'de Küresel Isınma'yla ilgili
ilk kampanyaydı ve KEG daha ortada bile yoktu. Benim Türkiye'nin
Kyoto'ya imza atmasına karşı çıktığım ise külliyen yalan.
Her televizyon programında, onlarca makalemde bu talebi hep
dillendirdim. İşte bir tane örnek, yazının sonuna doğru,
göreceksiniz:
Kyoto Protokolü'nün
imzalanması için yıllarca çeşitli kampanyalarda görev aldım.
Sadece Türkiye'de değil, 2000'lerin başlarında İngiltere'de
okurken de iklim değişikliği ve Exxon Mobil'e karşı
kampanyalarda gönüllü görev aldım. Benim kaygım, KEG'in
kitleleri sokağa çkarma temelinde yürüttüğü iklim
kampanyasının Kyoto imzalansın hedefine kilitlenmesiydi. Türkiye
Kyoto'yu imzalasa dahi, aynı bugün olduğu gibi, gelişmiş
ülkelerin ortada olmaması nedeniyle iklim değişikliği sorunu
çözülemeyebilir ve biz harekete kattığımız tüm kitleyi bir
yılgınlığa iteriz demiştim. Farklı düşünmeme rağmen
kampanya boyunca çalıştım, kimseyi yarıda bırakmadım.
Eylemcilere defalarca enerji ve iklim değişikliği eğitimleri
düzenlendi, onlarca sunum yaptım. Ne yazık ki korkulan oldu. KEG,
Yeşiller ve Greenpeace'in düzenlediği son iklim mitingine gelen
100 civarı kişi herhalde bu kaygılarımın haksız olmadığını
gösteriyor. Benim o zamanki önerim, bir termik santralin hedef
alınmasıydı. İnsanlar bir termik santral projesini
engellediklerini görürlerse motivasyonları artar, kampanya hız
kazanır diyordum. Bugün Gerze'de sonra Amasra'da da termik santrale
karşı elde edilen başarı tam da bu zincirleme etkiye işaret
ediyor. Kampanyayı doğru kurgulasaydık çok daha önce bu süreci
başlatmış olabilirdik. 170 bin imza topladık ama boşa gitti.
Çünkü
Türkiye Kyoto'yu imzalasa da, Ümit Şahin tarafındam yazılan şu
talihsiz yazıda aksi iddia edildiği gibi (bkz:
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=881723&CategoryID=99
) bir yükümlülük ve sınırlamalarla karşılaşmayacaktı.
Teknik bir bilgiden bahsediyordum, çok net ve açık. Hatta durum
ortada. Türkiye Kyoto'yu imzaladı ve aynı zamanda onlarca köprü,
termik santral ve otoyola da imza attı.
Bakınız, Kyoto Protokolü'nün 2.1 maddesi, Ek-I taraflarının 3.
maddede belirtilen yükümlülüklerini yerine getirmek için
yapabilecekleri çalışmaları özetlemektedir ve Ülkelere yardımcı
olmak amacıyla hazırlanmıştır. Kyoto Protokolü'nün
yaptırımları sadece Ek-B listesinde belirtilen hedeflere varılıp
varılmaması halinde geçerlidir ve 2.1 maddede belirtilen
önlemlerin birinin ya da bir kısmının uygulanmasını değil,
ülkenin 2008-2012 toplam salımların 1990 yılına göre Ek-BDe
belirtilen oranda azaltılıp azaltılmamasıyla ilgilidir. hedefe
ulaşılamaması halinde en büyük yaptırım, ilgili ülkenin bir
eylem planı belirlemesi ve 2012 sonrası dönemdeki
yükümlülüklerinin %30 artırılmasına yöneliktir. Türkiye EK-B
listesinde yer al-mı-yor! 10 yılda, bunu sözde iklim kampanyası
yapanlara anlatamadıysak kime anlatacağız açıkçası ben de
bilmiyorum.
Bu vesileyle Kyoto
Protokolü'nün maddelerini de ileteyim. Bu kadar yazışma en
azından bir işe yarasın:
Yukarıda yazdığı
gibi, “Türkiye Koyoto'yu imzalarsa otoyol yapamaz” gibi
demeçlerin doğru olmadığını (Türkiye'de hatırı sayılır,
köprü ve otoyol yapımı sürmektedir), Protokol'ün ilgili
maddesini de parti içinde paylaşarak gösterdiğimde partiden
kimsenin Ümit'e hatalısın dememesi manidardı. O zaman bazı
şeylerin ters olduğunu iyice anladım. Bugün beni mertçe bir
eleştirim yüzünden eleştiren yeşil arkadaşların hiç sesi
çıkmadı. Son olarak Ümit Şahin'in söz konusu düzeltmeme
yanıtını da burada paylaşayım:
“Ben İstanbul Universitesi
Iletisim Fakültesi’nde son siniflara cevre haberciligi dersi
veriyorum. Bazilari stajyer olarak calisan, bazilari yakinda muhabir
olacak olan gazetecilere cevre konularina, enerjiye, iklim
degisikligine vb. nasil yaklasmalari, gercegi nasilaramalari
gerektigini ögretmeye calisiyorum. Bu konuda kimsenin verecegi derse
ihtiyacim yok.
Senin deyiminle Allah selamet
versin.
Umit”
Halk oylaması
meselesi
Bu konuyu daha önce
açıklamıştım ama Ümit'in tarzıdır, yanıtlar hoşuna
gitmeyince yanıt verilmemiş gibi yapar. Aslında tüm tartışmaların
altında bu referandum meselesi yatıyor. Ben hayır denmesi
taraftarıydım ve bunu var gücümle parti içinde dile getirdim.
Partinin liberal kanadınca bu tavrım hiç hoş karşılanmadı ve
süreç bugünkü karalama kampanyalarına kadar geldi. O tarihte
yazdıklarım için bugün parti içinden bazı arkadaşlar bana
teşekkür ediyorlar.
Bu
konuyla ilgili açıklamam aşağıda ama daha önemli bir noktaya
dikkat çekmem gerekiyor. Şahin'in yazısında bahsettiği ancak kim
olduğunu açıklamadığı Noyan Özkan, elbette ki sözlerini
dikkatle incelediğim bir hukukçudur. Evet, Ümit Şahin
belirtmemiş(?), Özkan eski İzmir Baro Başkanı ve Türkiye çevre
hareketi avukatlarının en kıdemlilerindendir. Bu görüş sadece
ona ait de değildi. Ümit okumak istememiş olabilir ancak parti
listesine birçok hukukçu tarafından kaleme alınmış uyarı
niteliğindeki benzer yazılar gönderildi. Çevre mücadelelerinde
yıllardır avukatlık yapan arkadaşlar birçok defa halk oylaması
sonrası süreçle ilgili sitemlerini ilettiler. Cihangirli Yeşiller
farklı düşünüyor olabilir ama Anadolu'da HES'lerin, termik
santrallerin peşinde koşan avukatlar çok dertli. Şahin'in
“Referandumdan sonra da çok sayıda yürütmeyi durdurma
ve iptal kararı verildi” diyerek
hükümete bir anlamda destek verdiği bu yorum anlamlı.
Geçiştirmeye çalıştığı sorun birkaç mahkemeyi değil
yargının üst kademelerini ilgilendiriyor. O yüzden Danıştay
Başkanı'nın demecine dikkat çektim. Kimse bu laf oyunlarına
kanmaz, yapmayın.
Yeşiller
Partisi'nin birçok çevre tahribatına yol çacağı belli olan bu
değişikliklere hayır diyememesi kocaman bir ayıp, karar
verememesi ise bir başka ayıp tabii. Bu tahribata neden olacağını
bilmiyor da değildiler çünkü ben ve birçok kişi parti
listesinde defalarca bu uyarıları yaptık. Karşımıza yetmez ama
evetçilerin neferliğine soyunmuş, bugün yönetimi hemen hemen ele
geçirmiş durumdaki militan kadro çıktı. Biz müdahaleyi yapmasak
ibrenin evetçilerin lehine döneceği ortadaydı. Sözde düzeltme
metninde haliyle bu ayrıntılar yok. Asıl görülmesi gereken ise
şu. Ortada bir soru ve iki yanıt var. Size “evet ya da hayır mı”
diye sorulan politik bir soru. Hadi diyelim üçüncü seçenek de
var ve onun adı da boykot. Politika yapmak için kurulmuş parti bu
soruya ne evet ne de hayır diyebiliyorsa, bu yanıtın boykot
anlamına geldiği apaçık ortadadır. Üstelik her değişiklik
maddesine açık açık karşı çıkılırken. Yani, maddeler doğru
değil diyorsunuz ama yanıtınız bir türlü hayır olamıyor.
Benim eleştirim aslında bu noktaya. Hayır demeniz gereken bir
soruya, parti yönetiminin yetmez ama evetçi cepheye yakınlığı
nedeniyle hayır diyemiyorsa ortada bir sorun vardır. Yeşiller'in
malum cepheye yakınlığını anlamak için yaptıkları eylemlerde
kimlerle hareket ettiğine bakmanız yeterli. İş sadece referandum
işi değil. Bence, yeşiller adını kullanarak başka bir oluşum
örgütlenmeye çalışılıyor ancak bu tezimin doğru olup
olmadığını görmek için biraz daha beklemek lazım.
“Ben
evet demediğim halde...”
Ümit
Şahin Yeşil gazetedeki yazısında aynen böyle yazmış: “Peki
ben evet demediğim halde neden yetmez ama evetçilerin toplantısında
boy gösterdim?” Bu da bir
köşe yazısı: http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=32664
Algıda yanlışlık
bulaşıcı olsa gerek. Herhalde Ümit Şahin bu yazıyı zamanında
tekzip etmiştir. Bu liste internette aylardır dolaşıyor. Yazı Cumhuriyet'te çıktı. Ben yetmez
ama evetçi değilim diye yaptığı tekzip metnini şimdi ortaya
çıkarmasını bekliyorum. Zamanında sokaklarda sattığımız Yeşil Gazete'yle ilgisi alakası olmayan ama adını kullanmasına izin verilen bugünkü Yeşil Gazete de tekzibi manşet yapsın.
Son sözüm de bu
olsun, hiç kimseden öğrenecek bir şeyi olmadığını söyleyenlerle daha fazla vakit kaybetmemeli.