Yeşiller etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yeşiller etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bazı çarpıtmalar

Bu metin vermek zorunda olduğum bir yanıtın olabilecek en kısa hali. Kurucusu olduğum Yeşiller Partisi'nin bu hale gelmesinde mutlaka benim de bir payım vardır, herkesten özür dilerim.

Özgür Gürbüz/8 Temmuz 2012

Gazetecilikte çok sık rastladığımız bir durum var. Ne zaman biri yazısına, “hakkımdaki doğruları yazıyorum, falanca yerde çıkan çarpıtmalara inanmayın” diye başlasa bilin ki büyük bir olasılıkla çarpıtmanın Allah'ını o yapacaktır. Çok sık karşılaşırız bu durumla. Yeşiller Partisi'nden(YP) Ümit Şahin de Yeşil Gazete de yazdığı “Bazı Gerçekler” yazısında aynen böyle yapmış. (http://www.yesilgazete.org/blog/2012/07/06/bazi-gercekler/) Ümit Şahin gibi çok uzun bir yazı yazıp kafanızı karıştırmaya çalışmayacağım. Belge ve bilgilerle Şahin ve bazı partili arkadaşların bana yönelik iftiraya varan iddialarına yanıt vereceğim. Gördüğüm kadarıyla ekoloji/çevre hareketindekiler zaten olan bitenin farkında.

Yeşiller Partisi'nde rotasyon ilkesi nasıl delindi?

Yazısında iktidar heveslisi olmadığını söyleyen Ümit Şahin'in Yeşiller Partisi'nin dört yıllık (48 aylık) tarihinde 33 ay eş sözcü olarak görev yaptığını belirtsem herhalde oynanan komedi çok açık bir şekilde görülebilir. Daha da neşelenmeniz için Ümit Şahin'in partinin sorunlarını tartışmak yerine, beni hedef alan yazısında yazdığı şu cümleyi de ekleyeyim: “Eş sözcülerden biri olarak anılan kişi her seferinde benim”.

Şahin, belge olarak koyduğu 2010 yılında değiştirilen tüzükte yazanları okumuyor sanırım. Yazısında da yer alan ilgili tüzük maddesini son halini aynen yazıyorum:
2010 değişikliğinden önceki YP tüzüğü
(Madde 19-d): Eş sözcü görev süresi, rotasyon ilkesi gereği aralıksız 2 yılı geçemez. 2 yıl aralıksız görev yapmış bir eş sözcü görev süresinin bitiminin üzerinden 2 yıl geçmeden tekrar aynı göreve aday olamaz. 1 yıldan az görev yapma hakkı kalmış bir üye eş sözcülük için tekrar aday olamaz.

Bu maddeyle YP açıkça diyor ki, 2 yıl eş sözcülük yapan 2 yıl bekleyecek. Bu ne demektir? 48 aylık bir dönemde aynı kişi iki kez eş sözcü olamayacak demektir. Yeşiller, aynı kişinin partide sürekli eşsözcü olmasını sakıncalı gördüğü için bu maddeyi koymuş olmalı.Peki ya sonuç? Ümit Şahin 4 yıllık sürenin 2 yıl 9 ayı boyunca eş sözcü olmuş. Yazısında var, okuyun. Ve hâlâ, hiç çekinmeden, Yeşiller Partisi'nde rotasyon ilkesi ihlal edilmemiştir diyor. Alın size bir Ümit Şahin yöntemi: Eş sözcü ol, iki yılı doldurmadan istifa et, arada birileri göreve talip olsun ve onlar istifa edince tekrar eş sözcü ol!

Bu maddenin ilk tüzükteki hali ise şöyleydi: 19.d Eş sözcü görev süresi rotasyon ilkesi gereği aralıksız 2 yılı geçemez. 2 yıl aralıksız görev yapmış bir eş sözcü görev süresinin bitiminin üzerinden 4 yl geçmeden tekrar aynı göreve aday olamaz.
Çıkarılan maddenin olduğu YP'nin ilk tüzüğü

Süre iki değil dört yıldı. Bir de parti kuruluşu öncesi ilgili maddeye eklenmesi için yaptığım öneri ve Ümit Şahin ile arkadaşları tarafından kabul edilmeyip tüzükten çıkarılan, “Görev süresi bitmeden istifa eden bir eşsözcü, istifa ettiği tarihin üzerinden dört yıl geçmeden tekrar aday olamaz” maddesi var. Bu maddeyi ben, tam da bu tip “uyanıklıkların” önüne geçilmesi için önermiştim. Altıncı his olsa gerek. Ekte orijinal belgede “silinmiş” bu değişikliği görebilirsiniz.

Daha bitmedi. Ümit Şahin, yazısında yine o “imrendiğim” cesaretiyle şunları yazmış:

Ben Yeşiller Partisi’nin 30 Haziran 2008’deki kuruluşu sırasında 40 kişilik Kurucular Kurulu tarafından Bilge Contepe ile birlikte eş sözcü seçildim. O zaman aday olmak durumunda kalmam 40 kişilik kurucular kurulundaki arkadaşlarımızın çoğunluğunun Bilge Contepe ile ikimizin kuruluş döneminde toparlayıcı olacağımızı düşünmeleriydi. Ancak ben o günlerde, özel ve mesleki nedenlerle, 2 yıl boyunca bu görevi üstlenebilecek durumda değildim. Benim adaylığım söz konusu olunca, kurucu arkadaşlarıma ancak şartlı olarak aday olabileceğimi, bu görevi ancak kuruluşta, parti kurulduktan sonraki 6 ay boyunca yapabileceğimi, 6 ay sonra başka bir arkadaşımın kalan 1,5 yıl için tekrar seçilmesi gerekeceğini söyledim (ilk Büyük Kongre kuruluştan 2 yıl sonra yapılır). Kurucu eşsözcüler olarak Bilge Contepe ve ben en uygun ikili olarak görüldüğümüz için (tabii herkes tarafından değil, ama çoğunluk tarafından), arkadaşlarımız bu biraz sıkıntılı şartımı kabul etmek zorunda kaldılar.

Daha sonra da şunu: “Üstelik partinin kurulmasından hemen önce partili arkadaşlarımla (ve kendisiyle de) MYK’ya kimler girecek, kim eşsözcü olacak gibi konularda yaptığım konuşmaları ve görüş alışverişlerini “kulis faaliyeti” sayıyor.

Şimdi daha iyi anlıyorum ki, biz partinin kuruluşunda eş sözcü ve yönetimle ilgili seçimleri boşuna yapmışız. Gizli oylama, adaylar vs hepsi birer yalanmış... Meğer Ümit Şahin arkadaşımız diğer arkadaşların isteğiyle seçimden önce eş sözcülüğe razı edilmiş. Ben de figüran gibi gidip oy kullanmışım! Şahin kulis yapmamış ama arkadaşlarıyla yaptığı sohbetlerde ben eşsözcü olurum, beni seçin ama 6 ay sonra bırakırım demiş. Pes!

Şahin'in beni “kurgulamakla” itham ettiği “iktidar hevesini” umarım görebiliyorsunuz. Partinin EDP ile birleşme kararını aldığı zamanın Şahin'in eşsözcülük süresinin sonuna gelmesi, artık herhalde kaçamayacağı rotasyona denk düşmesi de sanırım takdir-i ilahidir. Amaç anlatıldığı gibi partiyi büyütmek değil, kontrolde olmayan hantal yapının devridir. Şimdi birleşip, büyüyoruz diyenler biz daha önce partinin iktidar hedeflemesi gerekir dediğimizde karşımıza çıkarlardı. Parti içindeki yazışmaları okuyabilseniz durumu daha iyi göreceksiniz tabi. YP tüm bu yazışmaları halka açsa ya, “zombi” lakaplı solcuları, Suriye meselesinde olan biteni, partiyi yetmez ama evetçilerin ele geçirip geçirmediğini herkes görsün. Ben bu kararı desteklerim. Cesaretleri varsa yahoo group'taki tüm yazışmaları halka açsınlar.

Ümit Şahin "sitemlerini" kadın örgütlerine de yazsın

Ümit Şahin Nişanyan meselesinde savunacak bir tek argümanı kalmamış olacak ki, beni Agos düşmanı olarak göstermeye çalışmış. Bunu yaparken o zaman Mahçupyan'a karşı kampanya yapan kadın örgütlerini de aynı kefeye koyduğunun farkında değil tabi. İktidarın taktiklerini aynen kullanıyor Şahin, belden aşağı vurmalar, iftiralar. Bakalım evimden sahte CD de çıkacak mı? Bu kadar düşeceklerini açıkçası ummazdım. Üç hafta önce blogumda Alper Akyüz'e yanıt verirken aynen şunları yazmıştım, Şahin bunları okumasına rağmen iftiraya devam etmiş.

Bütün kadın örgütleri karısının başından aşağı dışkısını boşaltan Nişanyan'ın Agos'ta yazmaması için kampanya yaparken Yeşiller neredeydi? Tam o esnada hiçbir şey olammaş gibi Agos'tan konuk çağırmakta ısrar etmek ne kadar anlamlı? Kadın örgütlerine direnen ve Agos gibi Hrant Dink'in imzasını taşıyan çok değerli bir gazeteyi lekelediğini düşündüğüm bu kişiye sahip çıkan Etyen Mahçupyan'ın Yeşil Gazete'de sürekli yazılarının yayımlanması bir tesadüf müdür? Gazeteci arkadaşlarımız içerdeyken onlar hakkında korkunç yazılar yazan (bkz. Koray Çalışkan ne diyor: http://www.medyaradar.com/haber/medyagunlugu-75732/gazeteciler-iceri-atilirken-etyen-mahcupyan-iftira-atiyor.html ) Mahçupyan'ın yazılarını Yeşil Gazete'de yayımlamaktan neden çekinmediniz? Partinin bir çizgisi yok mu? Örneğin birisi bireysel silahlanmayı savunsa, ona da farklı görüş diye yer verecek misiniz? Bu konudaki itirazları neden görmezden geldiniz? Onlarca farklı örnekte olduğu gibi, yetmez ama evetçi herkesi korumayı kendinize neden misyon edindiniz?

Agos için ne düşündüğümü bütün gazeteci arkadaşlarım zaten bilir, üç hafta önce de, yukarıdaki yazıda yazmışım. Şahin bana kadın örgütleriyle aynı tavrı aldığım için mi kızgın yoksa AKP yanlısı bir liberalle aynı düşüncüleri paylaşmadığım için mi pek anlamadım? Bence ikisi de suç değil. Kendisi Mahçupyan'a sempati duyuyorsa, bu onun problemi. Bunu yaparsam ben yazdıkları için içeri düşmüş gazeteci arkadaşlarımın yüzüne bakamam.

Kyoto meselesi

Önce Ümit Şahin'in yazdıkları:“Türkiye’nin Kyoto’yu imzalaması talebinin ortaya atılmasına Özgür Gürbüz’ün en baştan karşı olmasına dayanıyor. Çünkü Türkiye’nin Kyoto’yu imzalaması için kampanya yapılması fikrini 2005 yılında ilk ortaya atan (en azından bizim çevrelerde) bendim”.

Ne yazsam bilemiyorum. 2004 Ocak ayında Greenpeace'te küresel ısınmayla ilgili kampanya yapmaya başladık. Ben de Greenpeace'te enerji kampanyası sorumlusuydum. Bu Türkiye'de Küresel Isınma'yla ilgili ilk kampanyaydı ve KEG daha ortada bile yoktu. Benim Türkiye'nin Kyoto'ya imza atmasına karşı çıktığım ise külliyen yalan. Her televizyon programında, onlarca makalemde bu talebi hep dillendirdim. İşte bir tane örnek, yazının sonuna doğru, göreceksiniz:


Kyoto Protokolü'nün imzalanması için yıllarca çeşitli kampanyalarda görev aldım. Sadece Türkiye'de değil, 2000'lerin başlarında İngiltere'de okurken de iklim değişikliği ve Exxon Mobil'e karşı kampanyalarda gönüllü görev aldım. Benim kaygım, KEG'in kitleleri sokağa çkarma temelinde yürüttüğü iklim kampanyasının Kyoto imzalansın hedefine kilitlenmesiydi. Türkiye Kyoto'yu imzalasa dahi, aynı bugün olduğu gibi, gelişmiş ülkelerin ortada olmaması nedeniyle iklim değişikliği sorunu çözülemeyebilir ve biz harekete kattığımız tüm kitleyi bir yılgınlığa iteriz demiştim. Farklı düşünmeme rağmen kampanya boyunca çalıştım, kimseyi yarıda bırakmadım. Eylemcilere defalarca enerji ve iklim değişikliği eğitimleri düzenlendi, onlarca sunum yaptım. Ne yazık ki korkulan oldu. KEG, Yeşiller ve Greenpeace'in düzenlediği son iklim mitingine gelen 100 civarı kişi herhalde bu kaygılarımın haksız olmadığını gösteriyor. Benim o zamanki önerim, bir termik santralin hedef alınmasıydı. İnsanlar bir termik santral projesini engellediklerini görürlerse motivasyonları artar, kampanya hız kazanır diyordum. Bugün Gerze'de sonra Amasra'da da termik santrale karşı elde edilen başarı tam da bu zincirleme etkiye işaret ediyor. Kampanyayı doğru kurgulasaydık çok daha önce bu süreci başlatmış olabilirdik. 170 bin imza topladık ama boşa gitti.

Çünkü Türkiye Kyoto'yu imzalasa da, Ümit Şahin tarafındam yazılan şu talihsiz yazıda aksi iddia edildiği gibi (bkz: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=881723&CategoryID=99 ) bir yükümlülük ve sınırlamalarla karşılaşmayacaktı. Teknik bir bilgiden bahsediyordum, çok net ve açık. Hatta durum ortada. Türkiye Kyoto'yu imzaladı ve aynı zamanda onlarca köprü, termik santral ve otoyola da imza attı.

Bakınız, Kyoto Protokolü'nün 2.1 maddesi, Ek-I taraflarının 3. maddede belirtilen yükümlülüklerini yerine getirmek için yapabilecekleri çalışmaları özetlemektedir ve Ülkelere yardımcı olmak amacıyla hazırlanmıştır. Kyoto Protokolü'nün yaptırımları sadece Ek-B listesinde belirtilen hedeflere varılıp varılmaması halinde geçerlidir ve 2.1 maddede belirtilen önlemlerin birinin ya da bir kısmının uygulanmasını değil, ülkenin 2008-2012 toplam salımların 1990 yılına göre Ek-B'de belirtilen oranda azaltılıp azaltılmamasıyla ilgilidir. hedefe ulaşılamaması halinde en büyük yaptırım, ilgili ülkenin bir eylem planı belirlemesi ve 2012 sonrası dönemdeki yükümlülüklerinin %30 artırılmasına yöneliktir. Türkiye EK-B listesinde yer al-mı-yor! 10 yılda, bunu sözde iklim kampanyası yapanlara anlatamadıysak kime anlatacağız açıkçası ben de bilmiyorum.

Bu vesileyle Kyoto Protokolü'nün maddelerini de ileteyim. Bu kadar yazışma en azından bir işe yarasın:


Yukarıda yazdığı gibi, “Türkiye Koyoto'yu imzalarsa otoyol yapamaz” gibi demeçlerin doğru olmadığını (Türkiye'de hatırı sayılır, köprü ve otoyol yapımı sürmektedir), Protokol'ün ilgili maddesini de parti içinde paylaşarak gösterdiğimde partiden kimsenin Ümit'e hatalısın dememesi manidardı. O zaman bazı şeylerin ters olduğunu iyice anladım. Bugün beni mertçe bir eleştirim yüzünden eleştiren yeşil arkadaşların hiç sesi çıkmadı. Son olarak Ümit Şahin'in söz konusu düzeltmeme yanıtını da burada paylaşayım:

Ben İstanbul Universitesi Iletisim Fakültesi’nde son siniflara cevre haberciligi dersi veriyorum. Bazilari stajyer olarak calisan, bazilari yakinda muhabir olacak olan gazetecilere cevre konularina, enerjiye, iklim degisikligine vb. nasil yaklasmalari, gercegi nasilaramalari gerektigini ögretmeye calisiyorum. Bu konuda kimsenin verecegi derse ihtiyacim yok.

Senin deyiminle Allah selamet versin.

Umit”

Halk oylaması meselesi

Bu konuyu daha önce açıklamıştım ama Ümit'in tarzıdır, yanıtlar hoşuna gitmeyince yanıt verilmemiş gibi yapar. Aslında tüm tartışmaların altında bu referandum meselesi yatıyor. Ben hayır denmesi taraftarıydım ve bunu var gücümle parti içinde dile getirdim. Partinin liberal kanadınca bu tavrım hiç hoş karşılanmadı ve süreç bugünkü karalama kampanyalarına kadar geldi. O tarihte yazdıklarım için bugün parti içinden bazı arkadaşlar bana teşekkür ediyorlar.

Bu konuyla ilgili açıklamam aşağıda ama daha önemli bir noktaya dikkat çekmem gerekiyor. Şahin'in yazısında bahsettiği ancak kim olduğunu açıklamadığı Noyan Özkan, elbette ki sözlerini dikkatle incelediğim bir hukukçudur. Evet, Ümit Şahin belirtmemiş(?), Özkan eski İzmir Baro Başkanı ve Türkiye çevre hareketi avukatlarının en kıdemlilerindendir. Bu görüş sadece ona ait de değildi. Ümit okumak istememiş olabilir ancak parti listesine birçok hukukçu tarafından kaleme alınmış uyarı niteliğindeki benzer yazılar gönderildi. Çevre mücadelelerinde yıllardır avukatlık yapan arkadaşlar birçok defa halk oylaması sonrası süreçle ilgili sitemlerini ilettiler. Cihangirli Yeşiller farklı düşünüyor olabilir ama Anadolu'da HES'lerin, termik santrallerin peşinde koşan avukatlar çok dertli. Şahin'in “Referandumdan sonra da çok sayıda yürütmeyi durdurma ve iptal kararı verildi” diyerek hükümete bir anlamda destek verdiği bu yorum anlamlı. Geçiştirmeye çalıştığı sorun birkaç mahkemeyi değil yargının üst kademelerini ilgilendiriyor. O yüzden Danıştay Başkanı'nın demecine dikkat çektim. Kimse bu laf oyunlarına kanmaz, yapmayın.

Yeşiller Partisi'nin birçok çevre tahribatına yol çacağı belli olan bu değişikliklere hayır diyememesi kocaman bir ayıp, karar verememesi ise bir başka ayıp tabii. Bu tahribata neden olacağını bilmiyor da değildiler çünkü ben ve birçok kişi parti listesinde defalarca bu uyarıları yaptık. Karşımıza yetmez ama evetçilerin neferliğine soyunmuş, bugün yönetimi hemen hemen ele geçirmiş durumdaki militan kadro çıktı. Biz müdahaleyi yapmasak ibrenin evetçilerin lehine döneceği ortadaydı. Sözde düzeltme metninde haliyle bu ayrıntılar yok. Asıl görülmesi gereken ise şu. Ortada bir soru ve iki yanıt var. Size “evet ya da hayır mı” diye sorulan politik bir soru. Hadi diyelim üçüncü seçenek de var ve onun adı da boykot. Politika yapmak için kurulmuş parti bu soruya ne evet ne de hayır diyebiliyorsa, bu yanıtın boykot anlamına geldiği apaçık ortadadır. Üstelik her değişiklik maddesine açık açık karşı çıkılırken. Yani, maddeler doğru değil diyorsunuz ama yanıtınız bir türlü hayır olamıyor. Benim eleştirim aslında bu noktaya. Hayır demeniz gereken bir soruya, parti yönetiminin yetmez ama evetçi cepheye yakınlığı nedeniyle hayır diyemiyorsa ortada bir sorun vardır. Yeşiller'in malum cepheye yakınlığını anlamak için yaptıkları eylemlerde kimlerle hareket ettiğine bakmanız yeterli. İş sadece referandum işi değil. Bence, yeşiller adını kullanarak başka bir oluşum örgütlenmeye çalışılıyor ancak bu tezimin doğru olup olmadığını görmek için biraz daha beklemek lazım.

Ben evet demediğim halde...”

Ümit Şahin Yeşil gazetedeki yazısında aynen böyle yazmış: “Peki ben evet demediğim halde neden yetmez ama evetçilerin toplantısında boy gösterdim?” Bu da bir köşe yazısı: http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=32664

Algıda yanlışlık bulaşıcı olsa gerek. Herhalde Ümit Şahin bu yazıyı zamanında tekzip etmiştir. Bu liste internette aylardır dolaşıyor. Yazı Cumhuriyet'te çıktı. Ben yetmez ama evetçi değilim diye yaptığı tekzip metnini şimdi ortaya çıkarmasını bekliyorum. Zamanında sokaklarda sattığımız Yeşil Gazete'yle ilgisi alakası olmayan ama adını kullanmasına izin verilen bugünkü Yeşil Gazete de tekzibi manşet yapsın.

Son sözüm de bu olsun, hiç kimseden öğrenecek bir şeyi olmadığını söyleyenlerle daha fazla vakit kaybetmemeli.

Yeşiller Partisi neden başarısız oldu?

Özgür Gürbüz-Birgün/17 Haziran 2012

Türkiye'nin doğal ve kültürel çevresi büyük bir saldırı altında. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin eski, insan merkezli kalkınma anlayışı cumhuriyet tarihinin en büyük yıkımını da beraberinde getiriyor. Sayıları binleri bulan tartışmalı hidroelektrik santral projeleri, sayıları onlarla ifade edilen iklim katili termik santraller, sucuğumuzdan hayvan yemine kadar uzanan, çokuluslu şirketlerin baskısıyla besin zincirine sokulan genetiği değiştirilmiş organizmalar, madencilik şirketleri kâr etsin diye delik deşik edilen dağ ve tepeler, bizleri hem sağlık hem de ekonomik açıdan felakete sürükleyecek nükleer santraller, rant için çarpık kentleşmeye feda edilen ucube kentler ve açgözlü şirketlerin ellerine teslim edilen kültürel varlıklarımız... Hepsi tehlike altında, hepimiz tehlikedeyiz. Hasankeyf, Allianoi, Sulukule, Bartın, Akkuyu, Gerze, Sinop, Pierre Loti, Kaz Dağları, Eşme, Tortum, Kütahya, Rize, Tozkoparan, Artvin, Munzur ve İstanbul... Liste uzayıp gidiyor.

Yazının başlığındaki soruyu yanıtlamak, yeşil politikayı yakından izlemeyenler için zor olabilir. Kültürel ve doğal çevre bu kadar büyük tehdit altındayken Yeşiller Partisi'nin büyümesi, önemli muhalif güçlerden birisi olması gerekmez miydi? Evet gerekirdi. Dünyada yeşil partiler oylarını arttırırken ya da politik yelpazedeki konumlarını pekiştirirken Türkiye'de neden tersi oldu? Siz bu satırları okuduğunuzda Türkiye'nin siyasi tarihindeki ikinci 'yeşil parti' de politik arenadan silinmiş olacak. Benim de kurucuları arasında bulunduğum ama şimdilerde tanımakta zorlandığım Yeşiller Partisi'nin mevcut yönetimi, Eşitlik ve Demokrasi Partisi'ne (EDP) katılma kararını resmen ilan edecek. Politika propagandasız olmaz. Partideki arkadaşlar bu 'katılma' işini birleşme adıyla anarak ve olayı Yeşiller ile Sosyalistlerin birleşmesi gibi lanse ederek propaganda çalışması yapıyorlar. Kazın ayağı öyle değil tabi, dost acı söylermiş; söyleyelim. İşin doğrusunu, neredelerde hata yapıldığını özetlemeye çalışayım. Bunları konuşalım ki, ileride bir başka yeşil siyasi hareket filizlendiğinde bu hataları tekrarlamayalım.

ROTASYON İLKESİ LAFTA KALDI

Dört yıl önce 50'ye yakın kişi tarafından kurulan Yeşiller Partisi, bu dört yıl boyunca üye sayısını ancak 300'lere getirebildi. Bu üyelerin çoğu aktif değil. Gözlemim, üyeliklerin birçoğunun partinin büyümesinden çok parti içi seçim aritmetiğinin istenildiği gibi çalışması için, arkadaş çevresinden gerçekleştirildiği yönünde. Partiye üye olan birinin partide hiç gözükmemesi, parti içi tartışmalara e-postayla bile katılmaması başka nasıl yorumlanabilir bilemiyorum. Öyle ki, partinin EDP'ye katılması konusunda yapılan kritik oylamaya bile sadece 63 kişi katıldı. Muhalifler oylamaya gelmedi çünkü yeşiller için olmazsa olmaz bir kural olan parti içi demokrasi çoktan rafa kaldırılmıştı. Partinin kendini feshedip başka bir partiye katılması konusunda konsensüs (uzlaşma) aranmadı. Bahsettiğimiz 1.000 kişi olsa bu iş zor ama 50-60 kişiden bahsediyoruz. Yeşiller, konsensüs ilkesini uygulamayı bile düşünmezse, dillerinden düşürmedikleri doğrudan demokrasi kavramına kim inanır, kim bu yüzden Yeşiller Partisi'ne oy verir? Aslında beni, kurucusu olduğum partiden soğutan ilk hadise, partinin kurulmasından birkaç gün önce bir eş sözcü adayı tarafından başlatılan kulis çalışmasıydı. 50 kişinin oy vereceği seçimler için kulis yapmak, rotasyon ve eş sözcü gibi 'tek adamcılığı' önleyecek kavramların politik hayata geçmesinde önemli bir rol üstlenen yeşil hareket için tehlike çanlarının çaldığı ilk andı. Rotasyon ilkesinin daha sonra bir tüzük değişikliğiyle delinmesi bu nedenle beni şaşırtmadı ama üzdü tabii.

GİZLİ "YETMEZ AMA EVET"ÇİLER

Bunlar Yeşiller Partisi'nin sonunu hazırlayan, kendi söylemleriyle çeliştiği ilkesel hatalarından birkaçı. Üzerine pratikte yapılan bazı hatalar da eklendi. Karısının başından aşağı dışkısını boşaltan Sevan Nişanyan'ın yazılarına son verilmesi için kadın örgütlerinin baskılarını yanıtsız bırakan Agos'tan bu olaydan hemen sonra partiye konuşmacı çağrılması ve 'yeşil kadınların' buna sessiz kalması korkunçtu. Kyoto Protokolü'nün imzalanması halinde Türkiye'nin otoyol dahi yapamayacağı savı (Türkiye Kyoto'yu imzaladı ve binlerce km. uzunluğunda otoyol yapıyor), nükleer enerji konusunda yapılan yanlış açıklamalar, pratikte yapılan hatalara iyi birer örnek. Bu hatalar Yeşiller Partisi'ni şekillendirecek kadın, çevre ve ekoloji hareketlerinin partiye mesafeli durmasına yol açtı. Halk oylaması (referandum) sürecinde partinin “hayır” diyememesi de bir başka kırılma noktası oldu. Halk oylamasında değiştirilmesi istenen tüm maddelere karşı çıkılmasına rağmen, parti içindeki yetmez ama evetçilerin hissedilir baskısıyla, “hepsine hayır ama boykot” gibi garip bir karar alan Yeşiller Partisi, bir yandan da eş sözcüleri vasıtasıyla evetçi kanadın etkinliklerinde boy gösterdi. Halk oylamasından önce, başta HES'ler olmak üzere, onlarca çevreyle ilgili davanın Danıştay'dan döndüğü, yargının çevre konusunda verdiği birçok kararın doğa lehine sonuçlandığı gerçeği Yeşiller tarafından görmezden gelindi. Halk oylaması sonrasında yaşanan değişikliklerden sonra, Anayasa Mahkemesi Başkanı, “Nükleer santral projesinin yürütmesi durdurulur mu” sorusuna, “Durdur, durdur nereye kadar. Durduruyorsun da ne oluyor” diye yanıt veriyorsa bunda halk oylamasında 'evet' tercihini kullananların payı büyüktür. O gün 'evet' deyip bugün pişman olmadıklarını söyleyenlerinse çok daha büyük. Yeşiller Partisi'nin hata yaptığını belirten bir basın açıklaması yapması gerekirdi. Yargıdaki bu değişimden etkilenen yüzlerce çevre davası olduğunu düşünürsek, bugün EDP'ye katılma kararı veren ve son dört yıl Yeşiller Partisi'nin yönetiminde görev almış bu ekibin; Türkiye'de deresine, dağına, ovasına ve ormanlarına sahip çıkmaya çalışan çevreciler tarafından pek sevilmeyeceğini tahmin etmek zor değil. O yüzden de kurulacak yeni partinin artık yeşil hareketi temsil etme şansının çok zor olduğunu düşünüyorum. En fazla adı ve logosu yeşil olabilir.

YÖNETİM BAŞARISIZLIĞINI GİZLİYOR

Yeşiller Partisi böylece ikinci kez Türkiye'de siyaset sahnesine veda ediyor. Bugün partiyi EDP'ye katılmaya iten nedenin bir büyüme isteği değil, yönetimin başarısızlığını örtme girişimi olarak algılanması çok daha doğru olur. Türkiye'nin dört bir yanında onlarca çevre mücadelesi sürerken Yeşiller Partisi'nin bu mücadelelerin neredeyse hiçbiriyle kalıcı bir bağ kuramaması üzücü. Bırakın itici güç olmayı, bir birleştiren rolü bile üstlenemedi. 1988 yılında kurulan ilk Yeşiller Partisi tam tersi bir örgütlenme süreci yürütmüştü. Hep üstten, bilen kişi edasıyla halka bu işin nasıl olacağını anlatmaya çalışmak yerine, Anadolu'nun dört bir köşesinde süren ekoloji mücadelelerini dinlemek, onlardan ve onlarla beraber bu işi öğrenmek lazım. Yedi yaşına kadar gördüğü doğayı bir ömür boyu anlatan Âşık Veysel'in hissettiği gibi hissetmek gerekiyor. Yaşam hakkını savunmak, mücadelesini vermek bir hobi ya da iş değil, hayatın ta kendisi. İşte biz buna yeşil politika diyoruz.