Bir ülkede halkın gündemiyle
o ülkeyi yönetenlerin gündemi birbirinden bu kadar farklı olur mu? Normalde
olmaz ama burası normal bir ülke değil. Bu ülkede yaşayan herkes bu gerçeğin
artık farkında. Poşu taktığı için 11 yıl hapis cezasına çarptırılan Cihan’dan,
kitap yazdığı, haber yaptığı için hapse atılan gazetecilerden dolayı bu ülkenin
normal olmadığını artık herkes biliyor. Bu nedenle birinci amacımız ülkenin
'normalleşmesini' sağlamak olmalı. Normalin tanımını yapmak zor. Kabaca ve
kısaca söylersek, çoğunluğun azınlığı ezmediği, adil bir gelir dağılımının
sağlandığı, doğrudan demokrasinin hakim kılındığı, bireysel özgürlüklerin ve
ekolojik dengenin gözetildiği bir demokrasi benim için normal kabul edilebilir.
Bunu kim yapacak? Hükümet, yani iktidar. Peki, ya o da 'normal' değilse ve buna
yanaşmazsa ne olur?
Halk, ülkenin
normalleşmesinin önündeki en büyük engelin mevcut hükümet olduğunun farkında.
Referandum oyunuyla kandırıldığının, demokrasi söylemiyle otoriter bir rejimin
her gün yerleştiğini görüyor. Seçim barajının yüksekliğinden, “kaldıracağız”
deyip sahip çıkılan YÖK’ten, biber gazından ve özel yetkili mahkemelerinden bu
memleketin 'özel' bir yer olduğu ortada. Özel ama normal değil. Bu anormalliğin
sürdürülmesi için, elindeki siyasi gücü sonuna kadar kullanan bir iktidar,
hükümet var. Bu politik taktiğin ve anormalleşme ideolojisinin sözcülüğünü de
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yapıyor. Bir ülkenin normalleşmesinin, diğer
birçok normal ülkede olduğu gibi geçim derdini, çevre sorunlarını, kadın
sorunlarını, işsizliği, yolsuzluğu, trafiği, sağlık ve eğitim gibi konuları
gündeme getireceğini bilen hükümet, gündemi değiştirmek için elinden geleni
yapıyor. Bunu da Başbakan’ın eliyle gerçekleştiriyor.
Roboski (Uludere) diyorsun,
kürtaj diyor.
HES istemiyoruz diyorsun,
eşkıya oluyorsun.
Ekrana çık tartışalım
diyecek olsan, usta çırak aynı yerde tartışmaz diyor.
Öğretmenler işsiz diyorsun,
“ah o kredi kuruluşları yok mu” diye yanıtlıyor.
Çiftçinin hali ne olacak
diye soruyorsun, ananı da alıp gitmen emrediliyor.
Nükleer, termik olmasın,
hepimiz kanser olduk diyorsun, Başbakan bir şey demiyor çünkü o sıralarda
Libya’yı ve Suriye’yi kurtarmakla(!) meşgul, muhtemelen yurt dışında.
Gezi dönüşü toptan söylüyor
söyleyeceğini...
Durum bu. Durum bu ama çözüm
ne? Çözüm basit, hükümeti ve sözcüsünü dinlememek. Bırakın istediği kadar
konuşsun, yapacak bir şey yok. Benim artık Başbakan’ın normalleşeceğine dair bir
inancım kalmadı. İlk iş “twitter”da kendisini izlemekten vazgeçtim, televizyon
ve radyolarda da karşıma çıkarsa kanalı çeviriveriyorum. Hayatımdan çıktı mı,
hayır çıkmadı tabi. Başında olduğu hükümet yaptığı yasalarla özgürlükleri
kısıtlamaya devam ediyor ve edecek. Asıl sorun bu değil. Başbakan’ı
dinlerseniz, ona ulaşmaya çalışır, mesajlarınızı iletmek için gayret
gösterirseniz bir şeyin değişeceğine inanıyor musunuz? Değiştiğine dair
elinizde kaç örnek var? Bir, sıfır?
Ortada bir diyalog yok,
monolog var. Ben de bu monologu dinlemekten vazgeçtim artık. Sorunları Erdoğan
ve onun etkisinden kurtulamadığı sürece AKP üzerinden çözme şansı kalmadı.
Kürtler için de, dindarlar için de, memur ve öğretmenler, çevreciler ve
kadınlar için de durum aynı. Başbakan artık başka bir gezegende yaşıyor,
halktan uzaklaştı. Stadlarda ona sevgi gösterisinde bulunanlara aldanmayın, bu
ülke Cem Uzan’ı, Menderes’i, Demirel’i ve Özal’ı da “ölümüne” sevmişti.
Ayaklarına gelen otobüslere binip mitinglere gitmek hiçbir şeyin göstergesi
değil. Menderes asılırken sokaklarda kimse yoktu, Cem Uzan sürgünde yaşıyor.
Özal ve Demirel’i hatırlayanların sayısı gün geçtikçe azalıyor.
Anormalleşen bir ülkenin
başbakanına normal ülkelerde kullandığınız iletişim kanallarıyla ulaşamazsınız.
Onu güçsüzleştirmek istiyorsanız, onu dinlemeyi, konuşmayı ve eleştirmeyi
bırakmanız gerekir. Bir politikacı için bu an ölümünün ilanıdır. Kontrolünde
isterse tüm medya kanaları olsun, kanallar o konuşmaya başlayınca bir bir
kapanıyorsa etki gücü de sıfıra iner. Onun haberlerini yapan gazeteler
alınmazsa bütün nutuklar boşa gider. Ne zaman o sizin gündeminize, sorduğunuz
sorulara yanıt verir, o zaman dinlersiniz. Ne zaman kaybettiği politik
cesaretini kazanır, muhalefetin karşısına, açık oturumlara, televizyonlara,
gerçek gazetecilerin karşısına çıkar, soruları yanıtlar; o zaman kendisine
kulak verirsiniz. Karşıda rakip olmayınca kürsüden atıp tutmak kolay. Sizin,
yani halkın gündemini kendi gündemi olarak kabul etmiyorsa, tek çözüm meclis
aritmetiğini değiştirmektir. Sizin sorduğunuz sorulara hükümet yanıt verene,
hükümet yetkilileri sizinle eşit şartlarda tartışmayı kabul edene kadar bu
böyle sürmek zorunda.
Tarif ettiğim boykot hayata
geçirilebilirse sonuç verir. Kontrolünde olmayan medya bunu hep birlikte
yapabilir mi; emin değilim. Birçok yazarın kendi gündemi, ütopyası, hayal
ettiği bir dünyası yok. Çoğu, hükümetten biri bir şey söylese de üzerine bir
yazı yazsam diye bekliyor. Yazdıkları konular sınırlı ama her gün yazmak
zorundalar. Böyle olunca tekrarlara ve polemiklere muhtaçlar. Bu medyanın
sorunu. Okuyucu tarafı da kendini aşmak zorunda. Birçoğu iradesini alım gücüyle
birleştiremiyor. Medyadan şikayet ediyor ama parasını yine gidip ana akım
gazetelere veriyor, malum kanalları izliyor. Termik santral yapan şirkete
kızıyor ama iki sokak ötede, o şirketin mallarını satmayan bakkala gitmeye
üşeniyor. Konuşarak dünya değişseydi keşke ama olmuyor. Konformist yanımız
ideallerimizin hep önüne geçiyor.