Soma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Soma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çocuklar koruda oynarsa

Özgür Gürbüz-BirGün/2 Kasım 2014

Validebağ Korusu’nda kepçeler toprağı kazdıkça Soma’da zeytin ağaçları sökülecek. Soma’da zeytinler söküldükçe Ermenek’te, Elbistan’da ve Zonguldak’ta maden işçileri ocağa inecek. Hükümetin görmek ya da göstermek istemediği, birçoğumuzun da göremediği gerçek bu. Hepsi birbirine bağlı. Validebağ ne kadar direnirse, Karaman’da analar o kadar az ağlayacak. Soma’nın Yırca köyünde zeytin ağaçları termik santrale feda edilmezse, Ermenek’te babalar, “Gitti mi benim oğlan, saklamayın” diye gazetecilere sormak zorunda kalmayacak. Cinayet sadece madenlerde işlenmiyor. Şebekenin işbirlikçileri de kentlerde çalışıyor. Bir başka deyişle, İstanbul’daki cinayeti durduramazsak, Anadolu’daki şebekeyi de çökertemeyiz.

İstanbul’da tanıdığım iki küçük Mahir var. Biri Şişli’de oturuyor. Şişli’deki Mahir kalkar kalkmaz ışıkları açıyor. Oturduğu apartman dairesi binalarla çevirili olduğu için evin odaları güneş görmüyor. Mahir oynamak için sokağa da çıkamıyor. Ara sokaklara kadar her yer otomobil, top sektirecek boş bir alan yok. O yüzden bilgisayarı devamlı açık. Tüm oyunları ve arkadaşları orada. Babası spor yapsın, sağlıklı büyüsün diye paraya kıyıp onu yakındaki bir spor salonuna yazdırmış. Salona gitmek için ya arabaya ya da metroya biniyorlar. Salonda yüzme havuzu da var. Havuz suyu hep sıcak, elektrikle 24 saat ısıtılıyor. Mahir ne yapsa, enerji harcıyor. Ağaç görmek istiyor, annesi Mahir’e televizyonda belgesel kanalı açıyor. Mahir’in her adımında Yırca’da zeytinliklerden bir dal kopuyor. Termik santrale bir tuğla taşınıyor, santralde yakılacak kömürü çıkarmak için Ermenek’te bir işçi madene iniyor. Mahir’in hiç suçu yok, kimse ona sormamış, seçme hakkı vermemiş.

İstanbul’da tanıdığım diğer Mahir Üsküdar’da oturuyor. Mahir her sabah oyun oynamak için Validebağ Korusu’na gidiyor. Koşuyor, ağaçlara dokunuyor, zıplıyor arada bir de düşüyor ama yer toprak, hiçbir şey olmuyor. Kalkıp yeniden koşuyor. Tüm bu koşuşturma sonucu harcadığı tek enerji annesinin yaptığı yemeklerden aldığı kaloriler.

Mahirler, Zeynepler, Mehmetler ve Kübralar parkta oynadıkça, kent betona boğulmadıkça Yırca’daki zeytin ağaçları köklenmeyecek. Soma’da termik santral kurulmayacak ve maden ocaklarında dayıbaşı, “hadi” diye işçinin omuzuna vurmayacak. Çocuklar eğlenmek için enerji ve para değil zaman harcayacak. Ne bu kadar kömüre ihtiyaç olacak ne de yeraltında çalışan işçilere. Merkezinde enerjinin olduğu sistem yavaşladıkça, talep düştükçe enerji üretim yöntemleri de değişecek. Kömür imparatorluğunun yerini güneş uygarlığı alacak.

Tablet bilgisayarını evde bırakan çocuklar koruda eşitlenecek. Varsıl ve yoksul çocuklar aynı ağaçlara dokunacak. Hepsinin cebine eşit miktarda toprak kaçacak. Mutluluk ucuza gelecek. Birlikte oynayan çocuklar birbirlerini daha iyi anlayacak ve belki de birçok sosyal sorunumuzu da geride bırakacağız.

Çocuklar Koru’da oynarsa harcanan enerji, tüketilen eşya, yoktan var edilen ihtiyaçlar üzerinden para kazanma devri bitecek. Çocuklar birlik olacak, birbirini kollayacak. Validebağ’ı rantçılara vermeyecek. Hükümetin, işverenin sevdiği sendikaya girdi diye işten kovulan oyun arkadaşına sahip çıkacak. Koru’da çocuklar birlikte oynayabilirse bu kâbus bitecek. O yüzden Gezi’yi sevmediler ve yine o yine o yüzden Validebağ’dan korkuyorlar.

Bu yazıyı yazmam için bana ilham veren, Validebağ’da annesine, “Polisler ağaç sevmiyor mu” diye soran Mahir’i gözlerinden öpüyorum.

Çevre mücadelesi için öneriler

Özgür Gürbüz-BirGün/21 Eylül 2014

Soma’da iki kara var; kömür ve zeytin. Hangisinin ‘kemlik’ hangisinin ‘nimet’ olduğunu Somalıdan iyi kim bilir? Bu yüzden Soma’nın Yırca köylüleri alanı (kömür) değil vereni (zeytin) seçti ama dinleyen yok. Zeytinlikler, köylünün rızası olmadan kamulaştırıldı. Karara itiraz edildi ama mahkeme sonuçlanmadan Kolin Şirketler Grubu alanı tel örgüyle çevirip, zeytin ağaçlarını köklemeye başladı. Tek çare dozerlerin önüne yatmaktı, köylüler, çevreciler ve siyasetçiler de onu yaptı. Perşembe’den beri nöbetteler.

Birkaç gün önce Fatsa’da altın madenine karşı ayaklanan kadınları jandarma durdurdu. Mersin’de nükleer santralin elektrik iletim hatlarıyla ilgili bilgilendirme toplantısında polis ile nükleer karşıtları arasında arbede çıktı. Soma, Fatsa ve Mersin. Hepsi son bir hafta içinde oldu.

Hopa’dan Gezi’ye, Hevsel’den Gerze’ye her direniş hareketi güvenlik güçlerini veya dozerleri karşısında buluyor. Bu karşılaşma artık mücadelenin kaçınılmaz ve kritik bir aşaması oldu. Yönetenlerin halka danışmadan aldığı kararlar gerilimi ve sorunların çözümünü engelliyor. Doğa için kayıplar büyük ama kazandıklarımız da var. Kepçeye karşı bilenen dişler, biber gazına karşı açılan gözler, toprağı ağacı kurtarabildiği gibi Anadolu’daki halkların makus talihinin kırılmasına da yardımcı oluyor. Hak aranıyor, efendiye karşı geliniyor.

Havuz medyasının etkisi azalıyor. Hükümet ve şirketler, Gezi’ye kadar, yarattıkları çevre sorunları bilinmezse ‘sorun’ da olmaz diye düşünüyordu. Medya ellerindeydi, yazdırmıyorlardı. İş değişti. Ellerindeki medya koca gövdeli, sesi kısık bir deve benziyor. Kendilerinden başka kimseyi etkilemiyor. Ağacını koruyan dedenin bastonuna dozerin kepçesi değdiğinde çıkan ses, bir isyan çağrısı gibi algılanıyor ve sosyal medya başta, bağımsız kanallarda yankılanıyor.

Muktedirler farkında değil ama bu meydan muharebeleri mücadeleyi güçlendiriyor. Şiddet içermeyen sivil itaatsizlik eylemleri yayılıyor. Yine de mücadelenin/kampanyanın sadece dozerler ve güvenlik güçlerinin karşısında durarak yapılacağını düşünmek hata olur. Öncesi ve sonrasında da yapılacak çok iş var ve doğru yapılması gerekiyor. İşte size birkaç öneri.

Bir kampanyayı güçlü kılan doğru bilgidir. Abartma, çarpıtma sizi güçsüz kılar. Unutmayın, karşınızdakiler yalanı doğruymuş gibi yazan medyaya sahip. En ufak hatanızı büyütmek için pusudalar. Sizin tek güvenceniz ise doğruları söylediğiniz için yanınızda olan halk. Güven en değerli hazineniz. Hikâye ve hurafeleri broşür ve sloganlarınızdan uzak tutun.

Konuya hakim olun. Termik santrale karşıysanız, zararlarını öğrenin. Bilgiyi Wikipedi, Facebook’tan değil, referans gösterebileceğiniz kaynaklardan edinin. Medyayı süreç boyunca düzenli bilgilendirin.

Kampanyada konuya odaklanın. Emin olmadığınız detaylar üzerinde spekülasyon yapmak yerine, herkesin gördüğü tehlikeye vurgu yapın.

Dil sizin her şeyiniz. ‘Ben’den ‘bize’ geçin. Uzun metinlerden, ağdalı konuşmalardan kaçının. Kentliyseniz kentli, köylüyseniz köylü gibi konuşun. Olmadığınız gibi davranmayın.

Sivil itaatsizlik eylemlerinin dışına çıkmayın. Şiddete başvurmayın ve sürecin ortasında değil en başından itibaren hukuki yardım alın.

Çözüm öneriniz, daha iyisi için bir planınız mutlaka olsun. Bu devirde, kötü olsa da yeninin eskiye karşı bir albenisi var. Değişim istemiyorsanız bile bunun nasıl cazip ve ‘yeni’ bir fikir olduğunu iyi anlatın.

Sivil itaatsizliğimiz mübarek olsun.

Kömür dışa bağımlılığı neden azaltmıyor

Özgür Gürbüz-BirGün/22 Mayıs 2014

Soma’daki iş cinayetinin ardından enerjide dışa bağımlılık ve kömür tartışmaları başladı. Kömürden vazgeçemeyiz diyenler enerjide dışa bağımlılığı azaltmak için linyit rezervlerinin mutlaka kullanılması gerektiğini söylüyorlar. Rakamlar bu iddianın sahiplerini şaşırtacak. Enerji politikalarını tüketime odaklayan Türkiye’nin, artan kömür üretimine rağmen dışa bağımlılığı artıyor. 2012’de bu oran rekor kırdı ve yüzde 75,3’e yükseldi[1].
 
Türkiye’nin 2012 sonu itibariyle birincil enerji arzı 120 milyon ton eşdeğer petrol (TEP). Bu arzın 31,9 milyon TEP’i yerli kaynaklardan, bunun yarısı da kömürden sağlandı; ağırlık 15,3 TEP ile linyitte[2]. Linyit üretimi 1998 yılında yılda 65 milyon tonken, doğalgazın gelişiyle geriledi. 2004’te üretim en düşük seviyeye 43,7 milyon tona indi[3]. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) kömür sahalarını özel sektöre açması ve çevre meselesini umursamamasıyla 2011’de linyit üretimi 70 milyon tona çıktı. Üretimin yüzde 7 kadarı özel sektör tarafından sağlandı. Bu oran, son özelleştirmelerle (termik santral ve beraberindeki kömür sahalarının özelleştirilmesi) daha da artacak. Taşkömüründe ise üretimin yüzde 40’ı özel sektörde.

Taşkömürünün yüzde 30’u ısınmada, bir o kadarı elektrik üretiminde ve geri kalanı da sanayide kullanılıyor. Linyitte ise aslan payı termik santrallerde. Çıkarılan linyit kömürünün yüzde 80’i elektrik üretimi için santrallerde yakılıyor. Kömür kullanımını azaltmak için termik santrallerin yerine güneş ve rüzgar gibi üretim araçları koymak, enerjiyi verimli kullanmak linyit ve taşkömürü ihtiyacını azaltabilir. Madenlerin hepsi kapanmasa bile çalışma hızı yavaşlar, işçilerin üzerindeki baskılar azalır. Enerji Bakanlığı’nın hedefi ise 2023’e kadar ülkenin tüm linyit ve taşkömürü potansiyelini elektrik üretimi amaçlı kullanmak. Onlarca termik santral yapılması planlanıyor. Bu da çoğu açık işletme olmakla birlikte onlarca yeni maden demek. Kahramanmaraş Çöllolar kömür sahasında yaşadığımız kaza açık sahaların da çok masum olmadığını gösteriyor. 2011’de Maraş’ta11 kişi göçük altında kalmıştı. Dokuz çalışanın cesetlerine hâlâ ulaşılamadı.

KÖMÜR CENNETİ YARATILDI
Hükümetin kömürü teşvik eden politikaları (santral yatırımlarına verilen teşvikler, çevre cezalarının kaldırılması, iklim hedefinin olmayışı gibi) enerji piyasasında kömür için bir cennet yarattı. Bu cennet sadece yerli üretimi arttırmadı, ithal kömüre de davetiye çıkardı. Türkiye’nin ithal kömüre ödediği para 2012’de 4,6 milyar doları buldu. 2002 yılında Türkiye’nin taşkömürü ithalatı 11,6 milyon tondu. 2011 sonunda ithalatımız 23,6 milyon tona çıktı. Kömürü yakmanın bu kadar kolay olduğu bir ülkede, kalorifik değeri düşük yerli linyit yerine ithal taş kömürü tercih eden şirketler termik santral kurmak için kolları sıvadı. Böyle olunca da bir anlamda havanda su dövüldü. Artan yerli üretim kadar kömür ithal edildi. Dışa bağımlılık azalmadı. 

ENERJİYİ AKILLI KULLANMIYORUZ
Türkiye 2001’de enerjide dışa yüzde 65 oranında bağımlıyken, 2012 sonunda bu oran yüzde 75,3’e yükseldi. Temel nedenlerden biri enerji verimliliğinin adeta hiçe sayılması ve enerjide talebi kontrol etme gibi bir gayretin olmaması. Enerji yoğunluğu verileri bunu açıkça gösteriyor. Türkiye 2001 yılında Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’ya 1000 avro katkı yapmak için 239 kilogram eşdeğeri petrol harcıyordu (kgep); 2011 sonunda 233 kgep harcıyor. 10 yılda enerjiyi daha verimli, akıllı kullanma yolunda bir arpa boyu yol alınmadı. Benzer bir ekonomiyle, İspanya’yla karşılaştıralım. 2001’de İspanya’da bu rakam 158’di şimdi 136. İrlanda’da 83’e kadar iniyor. İrlanda aynı ekonomik büyümeyi bizden üç kat az enerji harcayarak gerçekleştiriyor.

Bu durumu değiştirmek için izlenecek üç ana yol var. Kimi ülkeler, ağır sanayi dediğimiz enerji yoğun sanayide kalıyor ama teknoloji, planlama gibi tedbirlerle aynı işi daha az enerjiyle yapıyor. Örneğin Almanya. Ekonomi büyüyor ama daha az enerji harcıyorlar. İrlanda gibi kimi ülkeler ise enerji yoğun (demir-çelik,çimento gibi) sektörlerden bilişim gibi sektörlere geçerek enerji talebini azaltıyor. Üçüncü yol ise üretici kadar tüketiciyi de ilgilendiriyor. Toplu ulaşım, bina yalıtımı gibi hamlelerle üretim dışındaki alanlarda da tasarrufa gidiliyor. Türkiye ise bir başka yüzyılda yaşıyor.


Dışa bağımlılığı azaltacağız diye kömürü savunmak ezbercilik. Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığında iki ana kalem var; petrol ve doğalgaz. Ulaşımda petrolün payını azaltmanın yolu demiryollarından, toplu ulaşım ve alternatif araçlardan geçiyor. Isınmada kömürün doğalgaza alternatif olabilmesi içinse hava kirliliği diye bir sorunumuzun olmaması gerekir. Bunun için de küçük, yeşil alanı bol, toplu ulaşımı yaygın kentleriniz olmalı. Var mı? Açık konuşalım, AKP’nin saydığım bu üç kıstasa da alerjisi var; yeşile, küçüğe ve kamusallığa. Türkiye nüfusunun yüzde 20’sini bir kente toplayıp, herkese otomobil aldırmak için boğazın altına tüp geçit, üstüne köprü yapan bir iktidarın petrol ve doğalgaza bağımlılığı azaltamaz.

HAYALPEREST DANİMARKA VE ALMANYA
Kömür tüketiminin artmasıyla seragazı emsiyonları da artıyor. Fosil yakıtlar içerisinde iklim değişikliğine yol açan birinci kaynak kömür. Türkiye 1990-2012 arasında emisyonlarını yüzde 133 arttı. Avrupa’da artışta ilk sıradayız. Selleri, kuraklığı umursamıyoruz. Uluslararası Enerji Ajansı Baş Ekonomisti Fatih Birol, “çözümleri sadece yenilenebilir enerji ile düşünmek biraz hayalperestlik” diyor. Almanya, 2050’de enerji tüketiminin yüzde 60’ını, Danimarka yüzde 100’ünü yenilenebilir enerjiden sağlama hedefi koymuşken, kâbustan uyanıp güneşli günlerin hayali kurmak hayalperestlik değil ileriyi görmektir. Gerçekler Soma kadar acıysa artık ‘hayalperest’ olma zamanıdır. Geç bile kaldık.


[1] Eurostat.
[2] ETKB, 2012 yılı genel enerji dengesi.
[3] TKİ Sektör Raporu, 2012.

21. yüzyılın en korkunç maden kazası

Özgür Gürbüz-BirGün/18 Mayıs 2014

Ben bu yazıyı yazarken Soma’daki maden kazasında ölü sayısı 301’i bulmuştu. Kayıplar açısından bakarsak bu Soma’yı 21. yüzyılın en feci maden kazası yapıyor. Soma’yı 2005’te Çin’in Liaoning eyaletinde meydana gelen kaza izliyor. Deprem ve gaz patlaması orada da 214 kişinin canını almıştı.

Başbakan Erdoğan baskı ve otoritenin, tek adam devirlerinin hâkim olduğu çağlara özendiği için 21. yüzyılın en feci maden kazasını 19. ve 20. yüzyıldakilerle kıyasladı. Örnekleri de bugünün gelişmiş ülkelerinden vermeye özen gösterdi. Erdoğan, “Bakın Amerika. Teknolojisiyle, her şeyiyle… 1907’de 361” dedi ve ekledi: “Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var”.

Erdoğan’ın mantığına göre, Soma dahil her gün ‘iş kazaları’ adıyla tanık olduklarımız kalkınmanın, büyümenin bir parçası. Gelişmiş ülkeler de aynı yoldan geçti, bizim de geçmemiz kaçınılmaz. Büyümenin ‘fıtratında’ ölüm var diye kabul edersek yapmamız gereken ortada. Henüz İngilizlerin Titanik’i gibi bir deniz kazamız olmadı. Tez elden dev bir gemi yapıp batırmalıyız. Japon ve Rusların nükleer faciaları büyümenin bir numaralı şartı. Biran önce Fukuşima ve Çernobil gibi iki nükleer felaket yaratmalıyız. Petrol tankeri kazasını ‘Independenta’ ile geçtik ama 2010’da ABD’nin Meksika Körfezi’nde yaşanan petrol platformu kazası konusunda gerideyiz. Gübre fabrikalarında ciddi patlamalara ihtiyaç var, Fransa’dan Teksas’a ecnebiler hep yapmış. Katrina Kasırgası ise yolda sayılır, ekonomiyi kömürle götürmeye çalışırsak iklim değişikliğinin yanıtı gecikmeyecek.

Erdoğan gerçekten de geçmişte yaşıyor, ona oy verenlerin bazıları da öyle. Çünkü ezberciler. Ezberledikleri büyüme modeli rafa kalkalı çok oldu ama yerine yeni bir model koyacak, yaratacak kapasite, artık çok net görülüyor ki, mevcut iktidarda yok. İktidarın övündüğü duble yolların ilk örneği, 2 bin yıl önce Roma’da yapılmıştı. İlk modern duble yolun açılışının üzerinden de 100 yıldan fazla bir süre geçti.

AKP’nin büyüme modeli eski ve sorunlu. Hatalardan ders çıkarılır, tekrar edilmez. Doğayı işçiyi sömürerek büyümeye çalışırsak yeni Soma felaketleri kaçınılmaz. 1 Mayıs 2011’de BirGün’deki yazımda, kömürden güneş ve rüzgara geçmeyi, bu sayede maden işçilerinin hepsini yeraltından çıkarmayı, güneş paneli ve rüzgar türbini fabrikalarında iş sağlamayı önermiştim. Bırakın Soma’daki kömür yeraltında kalsın. Biz Soma’ya güneş paneli fabrikaları kuralım. Aynı işçi, çoluğunu çocuğunu bir daha görmeme korkusu olmadan işine gidip gelsin.

Soma’daki maden kazasından sonra hemen yapılması gerekenler hâlâ yapılmadı. Soma Holding ve iştiraklerine ait tüm maden ruhsatları iptal edilmedi. Denetim eksikliği ortada. Türkiye’deki tüm madenlerin derhal kapatılması ve sıkı bir denetime alınması gerekiyor. Fukuşima sonrasında Japonya nükleer santrallerinin hepsini kapattı ve neredeyse 3 yıldır denetleme sürüyor. Bizde ise madenler hiçbir şey olmamış gibi çalışıyor. Soma’dan sonra Konya ve Zonguldak’ta (kaçak maden) yine kazalar oldu ve 2 kişi öldü. Madenleri kapatma konusundaki gecikme bile Enerji Bakanı’nın istifasını gerektirir.

Ve kömürü enerji ve kalkınma politikalarının merkezine koyan, Enerji Bakanlığı’nın 2023’e kadar yerli linyit ve taşkömürü kaynaklarımızın tamamının elektrik üretim amaçlı değerlendirilmesi” hedefi de bırakıldığı yerde duruyor. İklim değişikliğine, külüne, taşeron işçinin çilesine ve Soma’daki kayıplara rağmen kömür hedefimiz baki. Bu hedef durduğu sürece, daha çok facia yaşanacak. 

Ateş düştüğü yeri yakar derler ama bu defa Soma’nın külleri tüm yurda yayıldı. Acımız büyük, hepimizin başı sağ olsun.

Soma Holding’in bir sonraki hedefi Amasya

Özgür Gürbüz-BirGün/14 Mayıs 2014

Soma’nın Eynez bölgesindeki kömür madeninde meydana gelen ölümlü kaza tüm dikkatleri işletmeci Soma Holding’in üzerine çekti. Son yıllarda madencilik alanındaki faaliyetleriyle dikkati çeken şirketin Türkiye’nin yanı sıra Arnavutluk’ta metalik maden aramak üzere kurulmuş bir şirketi var. Türkiye’deki çalışmalarını Soma dışında Zonguldak, Mersin ve Amasya’da sürdüren şirket, Merzifon’daki kömür madeninde üretime başlamak üzere.

Soma Holding’in son maden projesi Amasya’nın Merzifon ilçesinde bulunan Yeni Çeltek kömür işetmesi. Tam bir yıl önce imzalanan rödevans anlaşmasıyla, Yeni Çeltek’teki iki madenin 35 yıllık işletme hakkını kazanan Soma Holding’e ait Gürmin Enerji Ve Madencilik Anonim Şirketi, önümüzdeki günlerde üretime başlamayı ve ilk etapta yılda 500 bin ton ham kömür çıkarmayı hedefliyor. Şirketin nihai üretim hedefi yaklaşık 1 milyon 500 bin ton ve bu kömürü bölgede kuracağı termik santralde yakmayı planlıyor. Yöre halkı ise termik santral projesine tepkisini panel ve halk toplantılarıyla gösteriyor. Soma’daki son kazadan sonra Yeni Çeltek’teki çalışmaların devam edip etmeyeceği merak ediliyor.

HERKES MADEN OCAĞINI GÖRSÜN
Yeni Çeltek madeninde 1990 yılında grizu patlaması meydana gelmiş ve 68 işçi hayatını kaybetmişti. 8 Şubat 2014’teki anmada söz alan Gürmin Enerji Yeni Çeltek Maden İşletme Müdür Yardımcısı Metin Karaçağ şunları söylemişti: “Dünyanın farklı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de bir dönem kalkınma uğruna madencilik hususunda yeterli tedbir alınmaması söz konusuydu. Bu sebeple çok canlarımız kayboldu. Ancak gelinen noktada sürdürülebilir kalkınma anlayışı ve iş güvenliği önem kazanmıştır. Demek ki yapılan çok özenli çalışmalarla bu facialar önlenebilmektedir. Şükürler olsun ki işletmemizde 1960, 1984 ve 1990 yıllarında yaşanan maden facialarından sonra böyle acılar yaşanmamaktadır. İşletmemizde iş güvenliği ve sağlığı son teknolojik imkanlarla sağlanmaktadır. Bu ülkede başta siyasiler olmak üzere herkesin maden ocağını görmesi madenci kardeşlerimizin çalışma şartlarına tanıklık etmesi ondan sonarda bu işletmeler hakkında karar vermesi gerekir”.