6 Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
6 Şubat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ya hep beraber ya hiçbirimiz

Özgür Gürbüz / 6 Şubat 2025

Foto: Kazım Kızıl
6 Şubat 2023 depreminin üzerinden iki yıl geçti. 11 ilde resmi rakamlara göre 53 bin 537 kişi hayatını kaybetti. İki yıla rağmen, yakınlarının cansız bedenlerine bile ulaşamayanlar var. Yanlış isimle gömülenler, kaybolan çocuklar ve elbette bitmeyen özlem ve acılar.

İki yılda teslim edilen konut sayısı 201 binin biraz üzerinde. Vaat edilenin üçte biri bile değil. Yıkılan kentlerin bina dikerek yeniden hayata dönemeyeceği bir gerçek, bir o kadar acı olan da deprem sonrası hayatta kalanlara verilen desteğin eksikliği. Son iki yıl içinde konteynır kentlerde yaşayanların sağlık, eğitim ve barınma ihtiyaçlarıyla ilgili onlarca haber okuduk.

6 Şubat 2023’te çöken binalarımız değil başlı başına bu yönetim sistemiydi. Başta Hatay olmak üzere geç gelen yardımlar, parayla satılan Kızılay çadırları, yardımları tekelleştirme çabaları, asbest ve hafriyat dumanında boğulan insanlardan adalet beklenen davalara kadar upuzun bir iki yıl geçirdik.

Türkiye’nin birçok yeri gibi bu bölgede de deprem olacağı biliniyordu. 2023’te iktidarının 20. Yılını kutlayan AKP, istese bu binaların birçoğunu dönüştürebilir, denetlenmesini sağlayabilir ve felaketin belki de daha az kayıpla atlatılmasını sağlayabilirdi. Mesele para değil, açık konuşalım. Üzerine uçak inmeyen havalimanlarına, araç geçmeyen köprülere, ateş pahası otobanlara, deli saçması Kanal İstanbul projesine, makam arabalarına, itibara, saraylara ve eşe dosta ‘kaynak’ bulanların depreme dirençli kentlere para bulamaması söz konusu değil.

Binaların yavaş teslim edilmesi kadar hızlı ama kalitesiz yapılar, iyi planlanmayan kentler ve geleceği düşünmeden atılan adımlar da sorun olacak. Yapılan her bir binanın 60-80 yıl ayakta kalacağını düşünürsek, çatısında güneş paneli olmayan, yalıtımıyla enerji tüketimini en aza indirmemiş, elektrikli dünyaya hazır, sürdürülebilir ulaşım altyapısı bulunmayan, yeşil ve sosyal alanlardan yoksun kentlerin bizi iklim krizi gibi bir başka felaketle karşı karşıya bırakacağını da unutmayalım. Yaraları sarmak, yeni bir kent inşa etmek, eskilerinin yerine yeni bina dikmekten ibaret olamaz. 20-30 yıl sonra yaptığımız bu binaları, çağa ayak uydurmadığı için bu defa biz yıkmak zorunda kalabiliriz.

Hükümete kızarken iğneyi de kendimize batıralım. 2025 yılında çökmeyen bir apartmanda oturma garantimiz yokken, devlet desteğiyle silah üreten firmalara, aklın hayalin alamayacağı alım garantileriyle zengin ettiğimiz iş insanlarına, bir kerecikten bir şey olmaz diyenlere bazılarımız oylarıyla sahip çıkmadı mı? İnsanlık suçu işleyen hükümet ve siyasicileri hedef alan hamaset dolu nutukları alkışlarken öte yandan bu devlet ve kişilerle ticari ilişkiler kurulmasına seyirci kalanlarımız yok mu? Onlara da kızalım; yeterince uğraşmadıysak bu karabasanın dağılması için kendimize de kızalım.

Milleti uyutan medyayı boykot etmeyişimize, o kanallarda dizi izleyen gözlerimize, hükümetin parçası olan iş insanlarının hastane ve turizm tesislerine gidişlerimize, örgütlenmeye direnişimize, boykot ve iş bırakma gibi yaratıcı eylemlere sırtımızı dönüşümüze de kızalım. Kızmadan olmaz. Üzülmek insani bir duygu ama üzgünlükler kızgınlığa dönüşmezse değişmeyiz. Hem bizi çöken binalara, su basan madenlere, yanan otellere, istismar ve cinayetlere, tren kazalarına, tarikat yurtlarına mahkûm edenlere kızalım hem de neyi eksik yaptık diye kendimize. Ya hep beraber ya hiçbirimiz, unutmayalım.

Nasıl unutmayız?

Özgür Gürbüz-BirGün / 7 Şubat 2024

Foto: Fatih Pınar
50 binden fazla canımızı kaybettiğimiz bir depremi unutmak mümkün mü? Elbette hayır. Ne aileleri unutur ne dostları. Ne de uzaklardan yürek acısını paylaşanlar. O zaman neden her deprem, her afet ve her katliam sonrası “unutma, unutturma” diye haykırıyoruz?

Biz aslında bir depremi felakete dönüştüren koşulları ve dönüştürenleri unutmamaktan bahsediyoruz. Kahramanmaraş’ta zemin kattaki pastanenin kestiği kolon nedeniyle 36 kişiye mezar olan Ezgi Apartmanı’nı unutamayız. Kolonu keseni de göz yumanı da…

Yapı denetimi ticari bir faaliyete dönüştüren, bu yüzden de bugün yerle bir olan 40 bin binanın sorumlusu bu çarpık yapılaşma sistemini icat edenleri de unutamayız. Dere çakılı ve kum kullanılan İsias Oteli’ni yapanları da.

Kentsel dönüşümü rantsal dönüşüme çeviren, yeşil alanıyla, nüfus planlamasıyla, sosyal alanlarıyla birlikte planlanması gereken bir dönüşüme sırtını çeviren siyasetçileri de unutamayız.

Asbestli inşaat ve yıkıntı atıklarını ayrıştırmadan, verimli arazilere ve yerleşim yerlerinin yakınlarına kontrolsüz bir şekilde yığanları da unutamayız.

Seçim kazanmak, rant sağlamak amacıyla imar barışı ve affı çıkarıp, kentsel plan ve güvenlik kurallarını ihlal ederek, binlerce insanın hayatını riske atanları da unutamayız.

86 milyon nüfusun yüzde 37’sini beş kente tıkıştıran, rantı artırdığı için dikey betonlaşmayı teşvik eden, fay hatlarını ciddiye almadan yapılaşmaya izin veren yerel yöneticileri de merkezi idareyi de unutamayız.

Büyük bir deprem bekleyen 16 milyonluk İstanbul’u daha da büyütmeye çalışan, Kanal İstanbul gibi projelerle deprem sonrası karşılaşılacak afetin boyutlarını artırmayı planlayan çılgınları da unutamayız. Bu suçları işleyenler koltuklarından edilmeden, adalet karşısına çıkarılmadan acılar hafifler mi?

İhmalleri, hataları, çıkarları için insanların hayatlarını önemsemeyenleri ve yapılması gerekenleri yapmayanları unutursak, 6 Şubat’ta, 17 Ağustos’ta kaybettiklerimizi de unutmuş sayılırız. Hataylılar dün yaptıkları protestolarla, ihmalleri olduğunu düşündükleri siyasi parti temsilcilerini unutmadıklarını, iktidar ya da muhalefet ayırt etmeden gösterdiler. Biz uzaktakilerin de aynı tepkiyi vermesi gerekir ki yitirdiklerimizin fotoğraflarına, dostlarımızın yüzüne bakabilelim. Deprem öncesi bizi yönetenlere tüm hatalarına rağmen oy vermeye devam edersek hiçbir şeyin değişmeyeceğini anlamamız ve herkese anlatmamız gerekiyor. Çoğu insan bu ilişkiyi kuramıyor, onlara kızarak, küserek pes edemeyiz.

Geçmişteki hataları tekrarlayanlar kadar kentlerimizi geleceğe hazırlanmayanlar da suçlu. Yeniden inşa edilen kentlerde beton kalitesi dışında ne değişiyor? Yeşil alanları, bisiklet yolları ve yaya alanlarıyla yeni kentler mi planlanıyor yoksa yıkılan binanın yerine yenisi mi dikiliyor. TOKİ’nin ya da inşaat şirketlerinin yaptığı yeni apartmanların kaçında üst düzey yalıtım, çatısında güneş paneli koyup elektrik üretmeye olanak tanıyacak bir planlama var?

Birbirlerini gölgelemeyen binalar mı yapılıyor yoksa güneyi kuzeyi bilmeyen mimarların çizdiği pencereli beton bloklar mı? Geleceğin akıllı evleri mi inşa ediliyor yoksa 60-80 yıl ayakta kalması dışında bir beklentimizin olmayan klimaya bağımlı hücreler mi? Deprem sonrası elektriksiz kalan kentlerimizi mikro şebekelerle, güneş enerjisi gibi şebekeden bağımsız seçenekler ve elektrik depolama tesisleriyle donattık mı? Geri dönüşümden yeraltına alınmış altyapıya, atık sularını arıtacak tesislerden elektrik şarj istasyonlarına kadar her şeyi planlanmış, dört dörtlük kentler kurarsak, depremde yitirdiklerimize en saygın özürlerimizi göndermiş, onların anısını Türkiye’nin en modern yerleşim yerlerini kurarak yaşatmış olmaz mıyız?

Hatırlamak böyle bir şey, unutmak ise bildiğimizi okumak.