Özgür Gürbüz-BirGün/ 7 Haziran 2019
1.
Çernobil kazası ilk nükleer kaza mıydı?
Çernobil, sonuçları itibarıyla Fukuşima ile
birlikte tarihin en büyük nükleer felaketlerinden biri ancak ilk kaza değil. Öncesinde
İngiltere ve ABD’de yaşanan büyük kazalar vardı. 1957 yılında İngiltere’de yaşanan
Windscale kazası, nükleer enerji konusundaki ilk uyarıydı. Nükleer silah
üretimi için kurulan bu tesisteki 1 numaralı reaktörde çıkan yangın sonucu,
reaktörün kalbindeki 11 ton civarındaki yakıt çubuğu yandı. Radyasyon
sızıntısının reaktör yakınını etkilediği ve 200’den fazla insanın kanserden
ölmesine neden olduğu düşünülüyor. İngiltere, 500 km2’lik bir alanda
süt üretimini birkaç hafta boyunca yasakladı ve kazanın gerçek boyutlarını
halka açıklamak yerine önemsizmiş gibi göstermeye çalıştı. Çernobil’den önce
ABD’de de kısmi çekirdek erimesi yaşanan SRE
(Los Angeles), Enrico Fermi-1 ve
Üç Mil Adası kazaları yaşandı.
1978’deki Üç Mil Adası kazası, büyük bir ticari nükleer reaktörde meydana gelen
en ciddi kazaydı. Sızıntının boyutları ve etkileri hala tartışılsa da reaktör
üç ay çalıştıktan sonra kullanılamaz hale geldi.
2.
Çernobil’de sadece itfaiyeciler mi öldü?
Foto: O. Gurbuz |
3. Çernobil’deki
radyasyon sızıntısı kaç kişiyi öldürecek?
2005 yılında aralarında Birleşmiş Milletler’e
bağlı (Dünya Sağlık Örgütü, BM Çevre Programı ve Uluslararası Atom Enerjisi
Ajansı gibi) kuruluşların Çernobil
Forumu adı altında açıkladığı rapor santraldan sızan radyasyon nedeniyle 4
bin kişinin öleceğini iddia etmiştir. Bu 4 bin kişinin 2 bin 200’ünün de kaza
sonrası tasfiye çalışmalarına katılan işçiler olacağı belirtilmişti. Bu rapor,
bağımsız kuruluşlarca sert bir şekilde eleştirilmişti. Endişeli Bilim İnsanları
(UCS-Union of Concerned Scientist) Çernobil
Forumu’nun sadece yüksek doza maruz kalan insanları hesaba kattığını söyleyerek
bu tahmine karşı çıktı. Sınır değerlerin altında kalsa bile alınan her ek dozun
kanser riskini artırabileceğini söyleyen UCS’ye göre ölü sayısı 27 bini bulabilir.
Bunların içinde Avrupa’da yaşayan 9 bin kişi de var. İki İngiliz bilim
insanının hazırladığı TORCH raporu,
30 ila 60 bin arasında kanser kaynaklı ölüme işaret ederken, çalışmalarından
dolayı Nobel ödülü almış, Uluslararası
Nükleer Savaşa Karşı Doktorlar Birliği (IPPNW) ise on binlerce tasfiyecinin
ölmüş olabileceğini söylüyor. 2006’da hazırladıkları rapor, 10 bin kişinin
tiroit kanseri olduğunu ve 50 bin vakanın daha görüleceğini belirtiyordu.
IPPNW’ye göre Çernobil, Avrupa’da 10 bin sakat doğuma ve 5 bin ölü doğuma neden
oldu. Bazı Sovyet kaynakları da 25 bin tasfiyecinin öldüğünü belirtir. Radyasyona
maruz kalmanın sadece ölümle sonuçlanmadığını, bağışık sistemini
zayıflattığını, sakat veya hasta bırakabildiğini de hatırlatalım.
4. Çernobil
en çok hangi ülkeleri etkiledi?
Çernobil’den en çok etkilenen ülkeler kuşkusuz
Belarus, Ukrayna ve Rusya. Kaza sonrası Belarus’un tarım alanlarının yüzde
22’si, orman alanlarının ise yüzde 21’i kullanılamaz hale geldi. Santrala bugün ev sahipliği yapan Ukrayna’da
ise kirlenen alan ise 53 bin 500 km2. 45 bini santralın yakınındaki
Pripyat kenti olmak üzere yaklaşık 400 bin kişi bölgeden tahliye edildi.
5. Radyasyon
Türkiye’ye geldi mi?
Çernobil’den gelen Sezyum-137 yüklü radyoaktif
bulutlar tüm dünya gibi Türkiye’yi de etkiledi. 2 Mayıs sabahı önce Trakya’dan
giriş yaptılar. 3 Mayıs sabahı yoğunluğu daha yüksek radyoaktif bir dalga Sinop
üzerinden Doğu Karadeniz’e doğru ilerledi. 5 Mayıs günü ise yeni ama daha yoğun
sezyum-137 içeren radyoaktif bulutlar tüm kuzey kıyısını etkisi altına aldı, İç
Anadolu ve Ege Bölgesi’ne doğru ilerleyerek tüm Türkiye’yi etkiledi. Yağış olan
yerlerde etkisinin arttığı, bu yüzden de Karadeniz’i daha derinden etkilediği, özellikle
çaylarda radyasyon ölçümleri yapıldığında ortaya çıktı.
Çernobil’de kaza olduğunda Türkiye, Mersin’de
nükleer santral kurmak için yoğun bir çaba içindeydi. Bu yüzden de dönemin yetkilileri,
kazanın etkilerini gizlemek, nükleer enerjiye karşı halkın isyan etmesini
önlemeye çalıştı. Dönemin başbakanı Turgut
Özal, “Radyoaktif çay daha lezzetlidir” derken dönemin Sanayi ve Ticaret
Bakanı Cahit Aral, “Biraz radyasyon
iyidir” gibi riski küçümseyen açıklamalar yapıyor, halkın önünde çay
içiyorlardı. Yaptıkları analizlerde çayda yüksek seviyede radyasyon bulan ODTÜ
Kimya Bölümü’nden Dr. Olcay Birgül, Dr. İnci Gökmen ve Biyoloji Bölümü’nden
Dr. Aykut Kence’nin hazırladığı
raporun basına sızmasıyla gerçek ortaya çıktı. Raporda, 1985 tarihli bazı Çay Çiçeği paketlerinde yüksek
radyoaktiviteye rastlandığı belirtiliyor, bulunan oranların bildirilen yüzde
3’ten çok daha yüksek olduğu ve yüzde 65’leri bulduğu açıklanıyordu. Bilinen
eşik değerleri geçmek için her gün bu çayla hazırlanmış, iyi demli beş bardak çay içmeniz yeterliydi. Kaldı ki raporda da
belirtildiği gibi radyasyonda eşik değer yoktu ve temel amaç mümkün olan en az
radyasyona maruz kalmak olmalıydı. Raporu hazırlayanlar hamile kadınlar ve
çocukların daha az çay içmeleriyle başlayan bir dizi öneride bulunuyordu ama
sorumluların sesi daha gür çıkıyordu. Zaten bir süre sonra böyle raporlar
hazırlamak ve sunmak da kontrol altına alındı; YÖK işbaşındaydı.
7. Çayı
harmanlamak işe yaradı mı?
Dönemin TAEK Başkanı Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre, “Radyoaktiviteyi bilmeyen halkım
rakamı ne yapsın? Çernobil’le ilgili olarak benden başka kimsenin konuşmaması
için emir verdim. Ben Osmanlı devlet geleneğinden geliyorum ve bu hiyerarşi
anlayışını benimsiyorum” diyordu. Özemre, 1985 yılından kalma eldeki eski çayı,
radyasyonlu çayla harmanlayarak piyasaya sunulmasını da onaylıyordu. Radyasyon
seviyesinin düşürüldüğü söylenen bu teknik tam tersine, tüm çayları kirletiyor
ve herkese radyasyonlu çay servisi yapıyordu. 30 Aralık 1986’da, 58 bin ton çayın gömülmesi kararı
alındı ancak bu karar Ocak 1998 yılında Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonra
yürürlüğe girdi. Depolarda bekleyen çaylar kaçırıldı. Dere kenarlarında
bekletilenler suya, yakılan çaylardan çıkan radyasyon havaya karıştı. Yakma
seçeneğinden vazgeçildi ancak tüm bu kargaşada 130 bin ton çay tüm Türkiye’ye
afiyetle içirildi.
8.
Türkiye’de kanser sonuçlarını gösteren rapor var mı?
Çernobil’in Türkiye’yi etkilediği bilinmesine
rağmen, kanser kayıtlarındaki özensizlik ve devletin bu konuları araştırma
konusundaki “isteksizliği” nedeniyle, resmi kurumların dünyadaki örneklere
benzer bir çalışmasından söz etmek zor. 2006 yılında yayımlanan, “Çernobil Nükleer Kazası Sonrası Türkiye’de
Kanser” başlıklı Türk Tabipleri
Birliği raporu ise bu konudaki açığı kapatmaya çalışan önemli çalışmalardan
biri. Hopa Belediyesi’yle yapılan ortak çalışmanın sonucunda, Hopa’da 2006
öncesi üç yılda meydana gelen ölümlerin yüzde 47’sinin kanser kaynaklı olduğu
ortaya çıkarılmıştı.
9. Çernobil
nükleer enerjinin kaderini etkiledi mi?
Foto: O. Gurbuz |
Çernobil kazasından önce de nükleer enerji,
kaza riski ve atık sorunu nedeniyle eleştiriliyordu. Kazadan sonra nükleer risk
daha çok konuşulur hale geldi, güvenlik tedbirleri de nükleer enerjiden
elektrik üretme maliyetlerini artırdı. İtalya, Çernobil sonrası en net tepkiyi
veren ülkelerden biri oldu. Mevcut dört reaktörünü kapatma kararı aldı ve 1990
yılında son reaktörü kapatarak bunu gerçekleştirdi. Çernobil’in Almanya,
Belçika, İsveç gibi ülkelerde de nükleerden çıkış kararları alınmasında etkili
olduğu biliniyor. Çıkış kararı almayan Avrupa ve Amerika kıtalarındaki
ülkelerde ise yeni nükleer reaktör yapımı gözle görülür bir şekilde azaldı. Örneğin,
ABD’de Çernobil sonrası yapımına başlanıp bitirilen yeni bir nükleer reaktör
yok. Dünyada mevcut nükleer filo yenileri yapılmadığı için yaşlanıyor.
10. Çernobil
artık güvenli mi?
Çernobil’deki erimiş yakıtlar hâlâ radyasyon
yaydıkları için 4 numaralı reaktörün üstü yeni bir zırhla kaplandı. 2 milyar
avrodan fazla bir maliyetle yapılan bu zırhın 100 yıl dayanması, radyasyon
sızıntısını azaltması ve bu sürede yakıt ve radyoaktif atıklara daha kolay
erişilmesi planlanıyor. Tüm bu çabalara rağmen mevcut kirlilik nedeniyle
santralı merkez alan ve 30 km’lik yarıçapa sahip alanın içine ve yakınına
insanların yerleşmesinin yüz hatta binlerce yıl alacağını söyleyenler var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder