Pervin Çoban - Foto: Anadoluyu Vermeyoz/Facebook |
2011’in Nisan ayında onlarca insan köylerinden, kentlerinden yola çıktı ve bir yürüyüş başlattı. Büyük Anadolu Yürüyüşü’ne katılan bu insanlar yüzlerce kilometre yol yürüdüler. Soranlara dertlerini anlattılar, yardım isteyene yardım ettiler, el uzatanların ellerini tuttular. Gündüzleri güneş, geceleri ay onlara yol gösterdi. Kimi, üzerine baraj kurulması planlanan dereler için, kimi maden ocakları açmak için köklerinden sökülecek ulu ağaçlar, kayaları dinamitlenecek dağlar için yürüdü. Dağlar onlar yürürken selam durdu, dereler kervanları görünce buza kesti, çağlamadı. Bulutlar güneşin önüne geçti, yürüyüşçüleri terletmedi. Rüzgar yağmuru başka ovalara sürükledi. Doğa yürüyüşçülere selam durdu lakin doğanın izinden, yolundan ve sözünden çıkan insanoğlu polis oldu Ankara’da yürüyüşçülerin karşısına dikildi. Yürüyüşçüleri milletin vekillerine ulaştırmamak için her şey yapıldı. Söylenen sözler duyulmuştur elbet. Yürüyüşçüler günlerce orada yolun açılmasını bekledi sonra deresine, dağına sahip çıkmak için köyüne, kasabasına döndü. Döndü ama yürüyüş bitmedi. “Anadolu’yu vermeyoz” diyenler şimdi her yerde.
“Anadoluyu Vermeyeceğiz” yürüyüşüne katılan ve 680 km yol yürüyen Pervin Çoban ile Ankara'da konuşma fırsatım olmuştu. Pervin Çoban veya herkesin onu çağırdığı ismiyle Pervin Ana, binlerce yıldır Anadolu’da yaşayan Yörüklerin son temsilcisi Sarıkeçililerden. Sarıkeçili yörüklerinde 287 göçer aile var. Mersin’in tüm sahillerindeler. Bir kısmı Silifke, bir kısmı Erdemli’de. Pervin Ana’ya develeriyle birlikte onca yolu neden yürüdüğünü sordum. O da bana anlattı.
“Bizim yaşam kaynağımız Göksu’nun üzerindeki tüm suyu barajlara aktarıyorlar. Bizim atardamarımız orası, oradan besleniyoruz. Tankerimiz yok, su taşıyan borumuz yok. Göçerler doğal akan sularla, sarnıçlarla çeşmelerle hayatını devam ettiriyor. Bunlar ortadan kalkınca bizim sonumuzu da getirmiş olacaklar. Önceden beri yasaktın, ayıptın, hayvan otlatman suçtu diye üstümüze geldiler, şimdi de suyumuzu elimizden almak istiyorlar.
Su varsa orada hayat vardır. Anadolu’yu bizim ecdadımız neden keşfetmiş? Burada suyu keşfettiği için. Uçan kuşlardan, bitkilerden keşfederiz. Burada su var deriz. Ben değil ama bizim büyüklerimiz doğa bilimci gibidir. Ağustos ayında başlarız. Hayvanlara göre, doğadaki canlılara göre mevsimin nasıl geleceğini büyüklerimiz bize söyler. Bulutlara, yıldızlara göre gelecek yılın nasıl geleceğini anlatır. Uçan kuşlara göre… Martılar alçaktan mı uçuyor, leylekler toplu mu, dağınık mı gidiyor. Bahardan kışın geleceğini bize haber verir büyüklerimiz.
- Nerede hasat, nerede çiçek, ot olacağını bilirler...
O nedenle yaşayan insanlarımız birer hazine gibidir. Suyun olmadığı yerde hayatın olmayacağını bilirler. Akan suyu dereden avucunla içeceksin ya da tulumla, tas ile içeceksin. O pet şişelerden su içmek beni rahatsız ediyor. O damacanalardaki su bizi kandırmıyor. Suyu avucunla kana kana içeceksin. Su içtiğine önce beynin sonra da bedenin inanacak ki, su içtim diyeceksin.
O su kaynakları sadece biz insanoğlu için değil. Gözlerimizle gördüğümüz ya da görmediğimiz; gündüzleri çoğu hayvanı görürüz ama geceleri görmediğimiz kurtlar, çakallar, ayılar tüm bu hayvanlar bu sulardan yararlanıyorlar. Senin damacanadaki suyundan kaç hayvan faydalanabilir?
Onların canını sen mi verdin? Onları susuz bırakmaya hakkın var mı? Azcık aklın varsa onların hakkını da düşünmek zorundasın. Azcık aklın varsa doğadaki tüm canlıların hakkı olduğunu düşünmek zorundasın. Para yemiyorsun ki? Sen de su içiyorsun, bu havayı teneffüs ediyorsun. Parayı teneffüs etsene, sattığın sulardan kazandığın o parayı yesene! Bu kadar haksızlık dünya üzerinde başka bir yerde yaşanıyor mu bilmiyorum. Gelişmişlikten kalkınmaktan bahsediliyor. “Geri kakalamaktan” başka bir şey değil bunların yaptıkları.
-İlkel yaşam diyorlar ama...
Alakası yok. İlkesiz yaşam diyorum ben. İnsanlardan önce doğanın dilini anlamaları lazım. Doğadaki tüm canlılarla konuşabilmeleri lazım. Önce kendilerini de doğanın bir parçası olarak hissedip, o doğadaki tüm canlılar ne diyor buna bakmaları lazım.
Toprak ana diye bir şey vardı. Bunları unuttular, sildiler. Toprak Ana diye bir şey tanıyor musunuz? Tanımıyorsanız, bunları unutup yok ettiyseniz dokunmayın onlara. Doğa Ana, Toprak Ana kutsaldır diye yazdığınız çizdiğiniz bir şey var mı? Yasalarınızda var mı? Madem bunu unuttunuz neden kullanıyorsunuz onu; alıp satıyorsunuz?
Kölelik vardı eskiden. Bu sistem kölelikten daha kötüye götürüyor. Neden? Çünkü iki lokmaya köle olmam ben. Doğa Ana’nın bağrında biz o kadar rahatız ki. Hem yaşarken hem de öldükten sonra rahatız. Biz onunla kucaklaşıyoruz. Gecemiz gündüzümüz, o yıldızların altında. Onları sevmesini biliyoruz. Sen ne hakla gelip bunları yok etmeye çalışıyorsun, o yetkiyi sana kim verdi? Ben hep o soruyu soruyorum.
Yeni yılın ilk yazısını Pervin Ana'nın sözlerine ayırdım. Bu bilgeliğe, bu aydınlığa hepimizin ihtiyacı var. Yoksa yeni yıl dediğimiz eski yıllardan farklı olmayacak. Yeni bir yıl ve yeni bir dünya için Pervin Ana'nın sözlerini eşe dosta anlatalım. Bırakalım Toprak Ana bizi kucaklasın, biz Toprak Ana'yı kucaklayalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder